56. BÖLÜM
56.❝AFFET.❞
Yüzümde bir silah olmasına rağmen, o an hakkında korktuğum son kişi kendimdim.
Derya'nın takıntılı, saplantılı bir adam olduğunu arabamın arka koltuğunda belirip kafama silah tuttuğu o akşam anlamıştım. Bugün yine bana silah tutuyordu, fakat bu kez o günün aksine korkuyordum. Ölemezdim, kızım vardı. Bir sebepten daha ölemezdim, kızları korumalıydım. Karina ve Nil'e hiçbir şey hissettirmem gerektiği için, Derya'nın gözlerine bakarak tüm kontrolü elimde tutmaya çalışıyordum.
Onu öldürmeyi istememe rağmen en sakin sesimle, "Neden bunu yaptın?" dedim. "Utku'yu mu kaçırdın? Derdin ne senin? Ne ara geldin İtalya'ya?"
Beni duysa da anlamadığı gözlerinden okunuyordu. Eli hâlâ saçlarımı çekiyordu, silahı tutan diğer eliyse titriyordu. "Nalan'ın aklını karıştırdınız," dedi kinli şekilde. "Sizin yüzünüzden benden boşanmaya kalkıştı! Sonra da buraya geldi, güya kızını görecekmiş..." gözlerini yumup açtı. "O avukatı sen ayarladın değil mi? Neden yaptın bunu, neden! Benden ayrıldığında yine Deren'e dönecek, görmüyor musun?"
Kalçamın üzerinde hafifçe geriye kaydım ve Utku'ya bir daha göz attım. Çocuğu dövmüştü geri zekâlı. "Deren benimle evli, Nalan Deren için değil, Nil için senden ayrılacak," dedim her kelimenin üstüne bastırarak. "Artık Nil'e kötü davrandığından o da emin oldu, bu yüzden seninle olmak istemi..."
"Kızını kaçırmana rağmen Deren seninle oluyor ama!"
Yüzüme çarptığı gerçekten etkilenmemiş gibi yaptım. Elbette böyle bir hata sıklıkla karşıma çıkacaktı. "Ben kötü bir şey yaptım ama şimdi bile Nil için canımı veririm, Deren bunu biliyor. Sen ise Nil'den nefret ediyorsun, Nalan bunu bilerek sana nasıl tahammül etsin?"
En kısık sesimle konuşuyordum, onu ikna edecek bir şeyler arıyordum. Aşağıya inmem lazımdı, kızlar karanlıktan korkardı. "Bana Deren ve Nalan'ın geçmişini hatırlatan o kızı... sevemedim tamam mı? Denedim ama olmadı!"
Ellerimi kaldırdım, silaha doğru uzanacaktım ki, saçlarımı arkaya doğru çekerek beni engelledi. Öfkemi bastırarak, "Nil'in sana hiçbir zararı olamaz ki," dedim. "O bir bebek, küçücük kız. Bak, senin sorunun Nalan ile. Onun... sana olan duygularıyla. Sizi bir araya getireyim, konuşun olur mu?"
"Beni terk etmekte kararlı," dedi, saçlarımdaki eli gevşerken. "Onun aklına girdin, Deren'inkine girdiğin gibi!”
Dişlerimin arasından, "Derya!" dedim. "İyi, tuttun silahı kafama. Şimdi ne yapacaksın? Vuracak mısın beni? Nalan'da sana geri dönecek öyle mi?"
"Nil'i alıp gidersem bana gelmekten başka çaresi olmaz!"
Beni en çok korkutan şey, artık kaybedecek bir şeyi kalmamış gibi davranmasıydı. "Biraz akıllı düşün," dedim, beni suçladığı şekilde onun da aklına girerek. "Nil'i kaçırırsan sadece Deren'den öfke çıkarmazsın, Nalan'ı sonsuza kadar kaybedersin. Ben Nil'e iyi davranarak Deren'in aklına girdim, kötü davransam affetmeyi aklından geçirmezdi. Şimdi çocukları bu işe karıştırma, istersen beni al, beraber ayrılalım evden... Hem Nalan Nil'i benimle paylaşmak zorunda kalmaz, beni aradan çıkarttığın için belki sana tekrar yakınlık duyar."
Önceliğim kızları ve Utku'ya zarar verme fikrini onun aklından çıkarmaktı, kendi canımın derdine sonra düşecektim. Bir de Deren vardı, gittiği yerde onu neyin beklediğini bilmemek beni çok panikletiyordu. Derya saçlarımı iterek bıraktı ve doğrulup geriledi. Köşedeki koltuğa oturup silahı elinde sallarken, ben de Utku'ya yaklaşıp yüzüne dokundum. "Utku, canım iyi misin?"
"Seni öldüremem, Deren'le Nalan'ın arasında hiçbir engel kalmaz," dedi Derya, odaksız gözlerle bu tarafa bakarak. "Nil'i öldüremem, Nalan'la asla barışamam."
Öfkeyle harekete geçtiği, sonuçlarını çok düşünmediği belliydi. En başından beri Nalan'a olan duygularının takıntı olduğunu düşünmüştüm, bugün yanılmadığım açıktı. "Derya, o yüzden geç olmadan, bir hata yapmadan bırak şu silahı," dedim tane tane. "Deren bu kez seni öldürür, ölmene değer mi sence? Hiç için ölmene? Nalan senin duygularına yeterince karşılık vermediği için öfkelisin, bizden çıkarmaya çalışıyorsun. Fakat... herhangi birimize zarar verdiğinde öleceksin, değecek mi sence?"
Elini saçlarından geçirerek dişleri arasından nefes alıp verdi. "En mantıklısı Deren'in ortadan kalkması."
Odanın köşesine fırlattığı silahıma bakarken, söylediğiyle birlikte ellerim öyle bir seğirdi ki, üstüne fırlamamak için duraksadım. "Hem Nalan'la Deren sonsuza kadar ayrılmış olur, hem de Nalan tamamen bana kalmış olur."
Yavaşça silahımın olduğu yere yaklaşmayı denedim ama Derya başını hızla çevirince duraksadım. "Deren ölecek," dedi.
"Mesajda eve dönmesi gerektiğini yazmışsın. Evde... ne bekliyor onu?"
Ayağa kalktı ve köşede duran silahıma doğru ilerlerken gözlerini üstümden çekmedi. Silahı aldı ve belinin arkasına yerleştirip, "Çocuklara ve size bir şey olmasını istemiyorsan uysal kal," dedi. "Zaten kızına yeni kavuştun, ayrılmayı düşlüyor değilsin."
Kızları bu evden çıkarırsam her şey kolaylaşırdı. Derya'ya kafamı sallıyordum ki, koridordan gelen, "Kaymen," sesini duydum ve hızla kapıya baktım. Kızlar, dönmediğim için yukarıya çıkmış olmalıydı. "Neredesin sen? Saklambaç mı oynuyorsun yoksa?"
Neyse ki koridordaki ışık yanıyordu, yürürken düşmezlerdi. Derya'ya hınçla bakıp, "Sakın kızlara burada olduğunu hissettirme," dedim. "Dediğini yapacağım, sen de kızlara ve Utku'ya hiçbir zarar vermeyeceksin."
"Bu sana bağlı. O aşağıdaki korumaya da hiçbir şey çaktırma."
O korumayı unuttuğunu sanmıştım ama kahretsin ki hatırlıyordu. Genzimi temizledim ve Karina'nın İtalyan'ca, "Anne," dediğini duydum. "Anne neredesin?"
Derya Karina'nın sesini duyunca meraklıymış gibi kapıya ilerledi. Tüm dehşetimle kendimi önüme attım ve ellerimi göğsüne koyup onu geri iterken, "Sakın," dedim, canavara dönüşmeme saniyeler kalmış olabilirdi. "Kızıma, kızlara gözükmeyeceksin. Eğer korkarlarsa... beni hiçbir tehditle durduramazsın."
Derya, kızım söz konusu olduğunda neler yapabileceğimi biliyordu. İstese de beni ciddiye almak zorunda kaldı ve silahını yanına indirerek, "Ben isteyene kadar bu evden çıkmayacaksınız," dedi. "Deren'in ölüm haberi gelene kadar onu kurtarmaya gitmeyeceksin! Ve derhal telefonunu bana getireceksin!"
Kelimeler düşüncelerimi durdurdu, birkaç saniye hiçbir şeyi algılayamadan baktım. Bir yanda küçük kızlarım, diğer yandan Deren. Üstelik Utku'da burada yaralı. Önceliğim kızlar ama Deren... Ona yardımcı olmak için hızlı düşünmem, düşünmek için de buradan çıkmam lazımdı.
"Anne?"
"Sakın Utku'ya zarar verme!" diyerek arkamı döndüm, o anlaştığımızı varsayarken odanın kapısını açtım. Çıkarken de kızları, diğer bir odadan içeriye bakarken gördüm. Yüzümdeki dehşeti ortadan kaldırıp onlara yürürken, "Buradayım," dedim.
El ele tutuşmuş halde bana döndüklerinde soluğu yanlarında aldım. Karina hızla bacaklarıma dolanırken, Nil'de ellerini iki yana açtı. "Karanlıkta koyktuk Kaymen!"
"Ampul arıyordum tırtılım," dedim ve onun elinden telefonumu alırken, kapının diğer tarafından gelen sesi duydum. Sinirle inlerken, "O ney?" dedi Nil.
"Bir şey değil canım." Telefonla birlikte arkamı döndüm, kapıyı açıp içeriye girdiğimde Derya adeta saldırarak aldı elimden. Dişlerimi sıkarak suratına baktıktan sonra da arkamı döndüm, beni bekleyen kızlara yürüdüm ve ellerinden tutup merdivene yöneldim. Nil biraz anlamamış gibi bakarken, Karina sadece yanında olmamla ilgileniyordu.
Aslında evden çıkabilirdim, korumayı çağırabilirdim ama Utku Derya ile beraberdi. Biz kaçtığımız an onu incitirdi. Korumada da silah vardı, içeriye girmesini istesem... ama silahlar patladığında Karina çok korkarsa? Kızım zaten yüksek bir sesten bile ürküp içine kapanırken?
Ama Deren'i gittiği yerde ne bekliyordu?
Hızlı düşünerek kızları tekrar koltuğa oturttum ama Karina kıyafetimi bırakmayınca ben de yanına yerleştim. "Işık yok," dedi bana. "Ne yapacağız?"
Belli belirsiz görünmesine rağmen ikisine de gülümsedim. Bu kızlar hayatımın elmaslarıydı. "Mum yakarız," dedim sesimi heyecanlı tutarak. "Hem romantik de olur."
Nil hemen sevindi. "Çok güzel oluy. Bir tane filmde izlemiştim."
"Şuradan mum bakayım..."
Nil kafa sallarken Karina benimle doğruldu, başı önüne eğikti. Aşağıya geç indiğimden korkmuştu. Elini sıkarak birkaç adım ilerideki sehpaya yürüdüm, altına ve etrafına bakınca iki ayrı mum buldum. Kibrit ile mumları alıp sehpadaki dekor tabağı içine koydum, tutuşturunca ortalık aydınlandı. Zaten koridor ışığı da buraya düşüyordu biraz. Karina'mı tekrar koltuğa oturtup, "Aç mısınız, susadınız mı?" diye sordum.
"Ben biraz susadım," dedi Karina'm, elimi bırakmadan.
"Su mu? Ben getiririm," dedi hemen Nil.
Onu durdurup, "Ben getirim bebeğim," dedim ve doğrulunca Karina'da benimle kalktı. Nil'i de yalnız bırakmamak için aldım ve beraber mutfağa yürürken bir şeyler düşündüm. Kızlara, tezgâhtaki cam şişeden su doldurdum ve sonra dolabı açtım. Deren buraya önceden gelmiş olmalıydı, alışveriş yapılmıştı. Kızlara meyve baktım, biraz böğürtlen bulunca tabağa koydum. Oturma odasına geri dönüp tabağı aralarına bıraktım ve onlar yerken cama yaklaştım, korumaya göz attım. Hemen içeriye çağırsam, telefonunu alsam Derya fark etmezdi. Deren'e oraya gitmemesini söylemem yeterliydi, buraya dönerdi.
Ya çoktan gittiyse?
Hayır, daha varmamıştır.
"Anne, sen de ye."
Karina'm elinde tuttuğu meyveyi uzattığında gülümsemek zorunda kalarak yanına gittim, alıp yerken, "Siz bundan daha tatlısınız," dedim.
Nil hemen anlayıp kıkırdadı.
"Babam ne zaman gelecek, gelse de beyaber film izlesek."
"Market biraz uzaktaymış canım, vakit alır."
Yukarıyı kontrol ettikten sonra koltuktan kalktım, sessizce yürüdüm. Kapıyı açıp korumaya ulaşmam yeterli olacaktı. Kızları da korumayla evden çıkartabilirdim, sonra yukarıya çıkardım. Evet, sessiz hareket edersem birkaç dakika içinde hallederdim. Zaten Derya'nın kafası yerinde değil gibiydi, sanki sarhoştu. O kızları çıkartıp, kurduğu plana sadık olmadığımı görene kadar istediklerimi yapardım.
"Niye bana bakmıyorsun?"
Karina'nın sesine dönüp dalgınca elini tuttum. Evet, yanındayken hep onu izlerdim. Bu kez fark etmişti gözlerimin üzerinde olmadığını. "Sen ışık gibi parladığın için uzun süre sana bakınca gözlerim kamaşıyor."
Nil gülümserken, Karina'm iltifat ettiğimi anlayıp parmağını ısırdı. Saçlarını özenle düzeltip doğruldum, yukarıyı tekrar kontrol edip sokak kapısını açtım. Koruma az ileride, sigara içiyordu. Kapıyı açtığımda beni gördü, ufak bir el hareketiyle onu yanıma çağırdım. "Çabuk telefonunu ver."
Sorgulamadan telefonu çıkarınca elinden kaptım, mesaj kısmına girip ezberimde olan numaraya hızlı bir mesaj atmaya koyuldum.
Gönderilen: 0537 *** ** **
Deren, o eve gitme. Utku burada, çabuk bize geri dön.
Mesajı, Derya ile detaylandırmamıştım. Çok fazla öfke içinde olmasını istemiyordum, bu mesajla geri dönerdi. Gönderdiğim mesajı silerken koruma bana, "Her şey yolunda mı efendim?" diye sordu.
"Abimi ara, buraya birilerini göndersinler," dedim ve içeriye geri döndüm, kapıyı çok yavaşça kapattım. Kızları şimdi koruma ile göndersem Derya fark etmeden bir bıçakla yukarıya çıksam? Şu an daha iyi bir çözüm düşünemiyordum, oturup Derya'nın delirerek bir karar vermesine izin veremezdim.
Ama Karina... bensiz gitmez ki.
Ne yapacaktım?
İkna etmeliydim, hem de hızlı olmalıydım. Kızlarına yanına gittim ve önlerinde eğilip dikkatlerini çekerken, "Size bir şey söylemem gerek," dedim.
İkisi de merakla bakmaya başladı. "Bu evi böcekler basmış, biliyor musunuz?"
Nil bir çığlık atarken, Karina yalnızca bakmakla yetindi. "Böcek mi? Ay neyede?"
"Yukarıdaymış canım," dedim hemen heyecanla. Karina’nın anlamadığı yerlerde İtalyan’ca tekrarlıyordum. "O yüzden eve dönmeye karar verdik."
Karina başını sallarken, Nil dudaklarını büzdü. "Ama yeni geldik Kaymen!"
"Evet canım ama aksilik işte." Her ikisinin de yanağına dokunarak güven verircesine gülümsedim. "Şimdi siz, dışarıdaki koruma abinizin sürdüğü arabaya binin, ben de Deren'i bekleyeyim. O gelince yalnız kalmasın, beraber dönelim. Olur mu?"
Nil bile bu fikirden biraz rahatsız olmuş göründü, oysaki pek ürkek bir çocuk değildi. Karina hemen ellerimden tutup, "Sensiz gitmem," deyince istemsizce nefesimi üfledim. "Ama canım," dedim fakat Karina rahatsızca omzuma yaslanınca devam edemedim.
Korkmasını istemiyordum ama evden çıkmaları gerekliydi.
Aynı anda yukarıdan bir kapı açılma sesi duyduğumda başımı üst kata çevirdim. Nil, Karina'ya onu yalnız bırakmayacağıyla ilgili şeyler söylerken korkuluğa doğru yaklaşan Derya'yı gördüm. Kontrol eder gibi buraya bakıyordu. Piç, eğer Utku olmasaydı, ya da kızlar... Öyle bir hakkından gelirdim ki onun.
Kızlarımı korumak ister gibi öfkeyle baktığımda, hâlâ bir şeyler karıştırmadığımdan emin olsa gerek çıktığı koridorda dönerek gözden kayboldu. Kapı sesini duyunca, "Ses geldi,” dedi Nil.
"Cam açık, kapılar gıcırdıyor."
Nil'in içini rahatlatıp tekrar Karina'ma döndüm. Belli ki Derya'nın gözü kulağı hâlâ buradaydı. Kızımın gözlerine en yakından bakarak, "Canım, Nil hep yanında olacak," dedim. "Yolda da babanla konuşacaksın, benim eksikliğimi fark etmeyeceksin. Ben de biraz sonra peşinizden geleceğim. Yakışıklıyı tek bırakmayalım değil mi?"
Nil yüzüme dikkatle bakıyordu, sanki anlayabilir gibiydi. Karina'ya dönüp omzuna dokunurken, "Ben yanından hiiiiç ayrılmam," dedi kesin bir sesle. "Kaymen babamla gelsin, hem babam yalnız mı kalsın Kayina? Üzülür babam."
Onları böyle bir sıkıntıya sokmayı hiç istemezdim ama Derya'yı, üstelik elinde silahla görürse yine korkudan bayılmasından korkuyordum. Kızım karanlık çiftlik bahçesine doğru bakınca, hızla koltuktan kalktım. Kapıyı çok sessizce açıp korumadan tekrar telefonu alırken, "Carlos'un numarası sen de var mı?" dedim fısıltıyla.
Duraksadı. "Hayır, efendim ama... yakın korumasının vardı."
"Tamam, süper."
O numarayı rehberde bulduğunda hızla yukarıyı kontrol ettim ve arayarak eşikte bekledim. Çıkan adama, telefonu Carlos'a götürmesini söyledim ve içeriye dönüp hızla kızları koltuktan kalktım. Nil bir problem çıktığını anlamış gibi Karina'nın elini sıkıca tuttuğunda, onları eşikten geçirdim. Derya her an çıkabilirdi, hızlı olmalıydım. Karina kıyafetimi tutup bana doğru baktığında, yüzünü avuçlarıma aldım. "Canım, baban telefona gelecek, yolda onunla konuşursun tamam mı?"
Karina kafasını iki yana sallamasına rağmen, yanağından öperek doğruldum ve kulağıma Carlos'un sesi geldiğinde telefonu Nil'in eline verdim. O konuşmalarını sağlardı. Korumaya dönüp, "Doğrudan, hızlıca eve götür," dedim ve o şüpheyle bakınca, "Hızlı ol," dedim.
Karina'm yanaşmayınca Nil yüzüme baktı, çaresizliğimi görmüş gibi garip şekilde Karina'nın elinden tuttuğu gibi koşmaya başladı. Karina ayaklarını yere bastırsa da Nil'e karşı koyamadı, koruma onlarla araca ilerlerken arkalarından endişeyle baktım. Karina başını önüne eğmiş, Nil ona bir şeyler söylüyordu. Koruma araca binmelerine yardımcı olurken Karina'm çekinerek bana baktı, üzülmüş gibiydi gözleri. Ona bir öpücük gönderdim ve koruma kapıları kapatıp şoför koltuğuna yerleştiğinde, kalbim daha çok sıkıştı. Karina'nın o bakışlarını görmeye dayanamıyordum ama gönlünü alırdım, yeter ki sağlığı yerinde olsun.
Derya birazdan araba sesini duyacaktı, bu yüzden kapıyı kapattığım gibi mutfağa koştum. Arabanın çalıştığını duyarken bıçaklıktan bir keskin bıçak aldım.
Kapı açılma sesini duyduğum an arkamı döndüm. Mutfak çıkışına yürürken bıçağı arkama sakladım ve baktığımda Derya'nın merdivenden indiğini gördüm. Mutfak ışığı sayesinde yüzündeki ifade okunuyordu. Gözleri önce oturma odasına baktı, kimseyi göremeyince merdivenleri daha hızlı indi. Henüz fark edilmemiştim, doğru zamanda ortaya çıkmayı istiyordum. Derya tamamen oturma alanına geçip, "Karmen!" diye haykırdı. "Ben şimdi Utku'yu öldürmeyecek miyim? Neyine güvenerek kaçtın!"
Eşikten dışarıya bir adım attım ve Derya adım sesini duyduğu gibi buraya döndü. Beni gördüğünde önce gözleri parladı, sonra kafasını sen görürsün, der gibi salladı. Çenemi yukarıya dikerek ona doğru yaklaşırken, "Şimdi bu olayı tatlıya bağlayalım, silahı bırakıp git," dedim. "Ben de senin izini sürmeyeyim, bu meseleyi delilik bir anına denk geldi sayarak kapatayım."
Adamın zıvanadan çıktığı çok belliydi, hâlâ yumuşak davranıyordum çünkü Utku yukarıda baygındı. Derya söylediğimle alay edercesine gülüp, "Demek kızları gönderdin?" dedi. "Kendin hâlâ buradasın? Utku senin için bu kadar mı önemli?"
"Neden bu deliliği yapıyorsun? Öleceğinin farkında değil misin?" dedim.
Silahı kaldırarak üzerime doğru gelmeye başlayınca ben de gerileyip uzaklaştım. "Bu hayatta hayalini kurduğum tek şey Nalan'dı ve sizin yüzünüzden günden güne uzaklaştı benden! Bir işi kıvıramadın! Ne güzel İtalya'ya gelmişti Deren'le Nil, ben ve karım mutlu olacaktık..."
"Sorun biz değiliz," dedim bir daha, tahammülüm tükenmişti artık. "Sorun Nalan ve sensin. Aranızdaki ilişkiden ben sorumlu değilim. Siktirip git artık!"
"Aynı saftaydık," dedi Derya, bağırarak. "Ama sen... Nalan'a benden ayrılması için yardım ettin!"
"Biz hiçbir zaman aynı safta değildik. Ben çocuklara kötü davranan birisiyle... asla aynı safta olmam!"
Onun da söylediğim hiçbir şeye tahammülü kalmamış gibi daha süratle üzerime yürüdüğünde, silahın hedefine bakarak, "Deren'e ne yaptın?" dedim.
Soluğu karşımda alıp beni kolumdan çekti, vücuduna yaslayıp dik dik bakarken de silahı alnıma koydu. Kaçmaktan vazgeçmiştim, bir sebebi vardı. Kızlar gittiği için korkum azalmıştı, canımın yanmasından zaten hiç korkmamıştım. "Bana biraz yardımcı olsaydın bunların hiçbiri olmazdı!" dedi. Onun için suçlunun yönü sürekli değişiyordu, kendinden ve Nalan'dan başka herkes suçluydu adeta. "Sana aralarına mesafeleri sok dedim! Sen Nalan'ı buraya sürükledin! Aslında sen de ölmelisin ama... Kızına acıyorum!"
Derya'nın bana bir sempatisi vardı, çünkü Deren ile Nalan'ın arasına girmiştim onun bakış açısından. Onun gibi saplantılı bir adamla mantık çerçevesi içinde konuşmaktan vazgeçip, arkasından gelen sesi duymaması için bağırdım. "Sen kendine acı geri zekâlı! Nalan da Nalan! Ezik misin be sen! Kadın seni siklemiyor! Deren dön dese havada kapar, ben de farkındayım ama ne yapayım, Nil için göze aldım! Deren'e güveniyorum, çünkü bana aşık! Sen Nalan'a hiç güvenmiyorsun, sana âşık olmadığını bildiğinden! Ama ona da hak veriyorum, Deren'den sonra sana nasıl âşık olabilir ki!"
Öyle bir rahatlamıştım ki, kelimeler kifayetsiz kalırdı. Bana bu rahatlamanın gücünü verense Utku'ydu. Söylediklerimden sonra Derya'nın gözlerinde şok, inkâr, öfke göründü ve parmağı silahın tetiğine değdi. "Sen... sen neler diyorsun? Ölmek mi istiyorsun!"
"Geç kaldın," dedim ve bir daha omzunun üstünden arkaya baktığımda, Derya'nın nefesi kesildi. Gözbebekleri daha da genişledi ve tam arkasını dönüyordu ki, Utku elindeki şamdanı onun kafasına doğru sertçe indirdi. Göğsümde şişirdiğim nefesi bıraktım ve Derya'nın elleri üzerimden düşerken vücudu arkaya doğru sendeledi. Utku, bir adım geriye çıktı ve Derya elini kafasına götürerek ağzını açtı, bir şey diyecekken Utku ikinci kez şamdanı tepesine indirince gözleri kapandı.
Aramızdaki bir metrelik boşluğa yığıldı.
Elimdeki bıçağı yere fırlatıp Utku'ya döndüm ve bakışlarının öfkeli olsa da sağlıksız olduğunu fark ettim. Hızla karşısına geçip onu tutarken, "Ne zaman uyandın?" diye sordum. "Nasılsın? Sana ne yaptı? Neler oldu?"
Bana doğru yaslanırken, "Başım dönüyor," diyebildi. "Yanında bir adam vardı, ben buraya gelirken yolumu kesti, evden beri beni takip ediyormuş, bana vurduğunu hatırlıyorum. Sonra... kendimi odada buldum, başım dört dönüyordu. Bir türlü... kendime gelemedim."
"Dur canım, otur şöyle," diyerek koltuğa oturmasına yardımcı oldum ve üstüne eğilip yüzünü tuttum. Bakışları hâlâ baygındı, şamdan elinden düşmüştü. "Harika iş çıkardın, bayılttın onu."
"Ye... yeğenlerim nasıl?"
"Onları koruma ile eve gönderdim," dedim hemen, yatıştırmak için. Karina ve Nil'den haberi olduğuna göre Derya ile ben yukarıda konuşurken bir şeyler duymuştu. "Deren'i eve gönderdi, mesaj attım ama gördü mü bilmiyorum. Bir şey olmuş olabilir, yanına gitmeliyim."
Utku'nun endişesi barizdi ama gözleri o kadar odaksızdı ki, bana birkaç saniyeden fazla bakamıyordu. "Ben... yürüyecek gibi hissetmiyorum yenge."
Omzumun üstünden bir daha Derya'ya baktım, kısa süreli baygınlık geçiriyordu, her an kendine gelebilirdi. Evden aceleyle ayrılmamız lazımdı. Tekrar Utku'ya dönüp, "Seni arabaya taşıyacağım," dedim. Deren, aklım onda ve kızlardaydı. "En yakındaki hastaneye bırakıp oradan eve geçeceğim, abini kontrol edeceğim."
"Tek... tek gitmemelisin."
"Utku, benimle gelsen bu halde ne yapabilirsin?"
Onu kaldırmayı denemek için kollarından tutunca başının ağrıdığını söyleyerek inledi, bana yardımcı oldu. Ben güçsüz birisi değildim ama onunkisi de iri bir bedendi, ağırdı. Çıkışa doğru yürüdük ve sokak kapısından çıkıp onu arabaya götürdüm, arka koltuğa bırakıp geri eve döndüm. İçeriye girip tedbirli şekilde Derya'ya yaklaştım, cebinden telefonumla yere düşen silahı aldım ve doğrulurken ona bir tekme savurdum. "Deren'e bir şey olduysa, geç kaldıysam... geri dönüp öldüreceğim seni."
Başımı etrafımda çevirdim, onu bağlayabileceğim bir şey bakındım ama yoktu. Evin arkasında garaj vardı, belki orada bulurdum. Hızla koştum ve evin arkasına, garaja baktım fakat onu bağlayacağım hiçbir şey bulamadım. Daha fazla vakit kaybetmeden ön tarafa döndüm, evin kapısını kapatıp arabaya koştum. Çalıştırırken de telefonu açıp Enrica'yı aradım, ona attığım mesaja dönmüştü.
Efendim, Dante Bey ile limandayım, Deren’in yanına geçemedim.
Siktir, Deren o zaman yalnız kalmıştı. Rehbere girip Salvador abime mesaj çekmeye başladım, bir yandan da arabayı buradan uzaklaştırıyordum. O kadar nefessiz kalmıştım ki, boğazım acıyordu. Bu acıyla bir çığlık atıp abime yazdığım mesajı okudum.
Bu adrese acilen birkaç koruma gönder. Kaçmaması gereken birilerine bakmaları gerekiyor.
Telefonu yanıma atıp basa bastım, arabayı şehir merkezine süratle sürdüm. Karina'mın o bakışı aklımdan çıkmıyordu, bana kırılmıştı. Diğer yandan Deren'in yalnız başına ne yaptığını çok merak ediyordum. Güçlü, akıllı birisiydi, bu tür durumlarla idare etme yetkisi yüksekti ama... Derya ona fena tuzak kurmuş olabilirdi.
"Diğer... Diğer adam... nerede?"
Utku'nun fısıltıyla sorduğu sorudan sonra aynadan ona baktım. "Şu, Derya'nın yanında olan adam mı?"
"Evet... Onu gördün mü?"
"Hayır," dedim kafam karışmış şekilde. "Burada mıydı?"
"Derya onunla yolumu kesmişti, şimdi burada değilse..."
Utku'nun tamamlayamadığı cümleyi zihnimde tamamladım. Burada değilse Deren'in peşinde olabilir miydi? Belki Deren buradan ayrılırken adam da civardaydı, onun arkasından gitmişti. Bir kişiyle baş edebilirdi ama ya onu daha fazlası bekliyorsa? Mesajımı görmemiş miydi? Telefonu hep açık olurdu.
Civara telefonumdan bakıp en yakın hastaneyi buldum ve Utku'yu oraya götürdüm. Onu indirirken sağlık çalışanlarından yardım istedim, hastaneye girip onun acil sedyesine yattığını görünce durumu üstü kapalı şekilde anlatıp numaramı hemşireye bıraktım ve oradan hızla ayrıldım. Sürücü koltuğuna yerleştiğimde arabayı daha hızlı kullandım, Deren'in Utku ve kardeşi ile yaşadığı eve doğru gittim.
Eve ulaştığımda etrafta kimseyi göremedim. Silahımı arkamda tutarak kapıya ulaştım, vurmaya başladım ama geri dönüş alamadım. İçeride kimse yok gibiydi. Daha önce geldiğimde burada koruma olurdu, Deren göndermiş miydi?
"Deren!" diye seslendim camlara doğru koşarak. İçeriye bakmaya çalıştım. "Evde misin? Beni duyuyor musun?"
Burada olmadığından emin olmadan ayrılamazdım. Cama doğru baktıktan sonra yere eğildim, en yakınımdaki taşı aldım ve yüzümü kapatarak camı parçaladım. Bir gürültüden sonra açılan boşluğa baktım, vücudumu yukarıya çekerek ve dizlerimden yardım alarak tırmandım. Pencerenin kenarlarında kalan birkaç cam parçasına dikkat etsem de kolumu çizmekten kurtulamadım, neyse ki ciddi bir şey olmadan evden içeriye attım kendimi.
"Aşkım burada mısın?" diye seslenerek salonu aradım, sonrasında en yakın yere, mutfağa koştum. Deren'den biz iz, koku aradım. Ardından üst kata çıktım, buradaysa ve yardıma ihtiyacı varsa diye her bir odaya baktım. Fakat her odadan ümitsiz bir hisle ayrıldım, Deren'i bulamadım. Buraya hiç gelmemiş gibiydi.
Mesaj atmıştım, yoksa o eve geri mi dönüyordu?
Derya ile kapışırlarsa... endişelenmeli miydim?
Onun üstesinden gelirdi.
Mide bulantısıyla alt kata inip evden çıktım, arabaya otururken nefessizlikten öksürüyordum. Deren'i bulmam hayati önem taşıyordu, ona hemen ulaşmazsam çıldıracaktım. Oradan uzaklaşırken Salvador abime telefon açtım ve ondan önce konuşarak, "Deren'in telefonunu takip etmemiz lazım," dedim. "Birisini arayıp öğrenebilir misin telefonunun nerede olduğunu? Ona ulaşamıyorum ama acilen yanına gitmeliyim."
Salvador abim titreyen sesimden aciliyeti anladı ve gergin şekilde, "Kızlar eve geldi," dedi. "Sen neredesin?"
Ah, kızlar. Ulaşmışlardı demek ki. Güvende oldukları için rahatlayıp şakağımı ovaladım ve hafiflemiş sesle, "Deren'in başı belada olabilir," dedim. "Bana telefon adresini çok çabuk ulaştırman lazım abi."
"Tamam, hemen ilgileniyorum," dedi. "Adresi bulup oraya birkaç koruma yönlendireceğim, seninle orada olur."
"Harikasın, seni seviyorum!"
Telefonu kapatıp arabamda bir süre durdum. Nereye gitmem gerektiğini bilmiyordum ama beklemek, bir şeylerin elimden gittiğini hissettiriyordu. Abimin çok tanıdığı vardı, birazdan dönüş sağlardı. Eve gelmediyse nerede olurdu, aklım almıyordu. Çiftlik ile kendi evi arasında bir yerde olmalıydı, başka ihtimal gelmiyordu aklıma.
Geldiğim yolu dönmeye başladım, elimde yapılacak yalnız bu vardı. Telefonu dizimde tutarak gaza yüklendim, bu kez etrafımı inceleyerek kullandım arabamı. Aramalarıma çıkmamasının tek sebebi... kendinde olmamasıdır, başka sebep göremiyordum.
Telefonum titrediğinde hemen kaptım, abimin gönderdiği adrese baktım. Tahmin ettiğim gibi bulmuştu. Gönderdiği adresle aramda sekiz kilometrenin olduğunu görünce gerçekten doğruyu tahmin ettiğimi anladım. Fakat bu zaten geçtiğim yoldu, ondan bir iz görmemiştim.
Bu kez daha dikkatli şekilde o konuma sürdüm, yaklaştığımda arabamı da yavaşlattım. Konuma gelen işareti alırken arabayı durdurup etrafıma baktım. Yolda bir araç veya Deren'den iz yoktu ama sonra... yoğun bir birikinti gözüme çarptı. Havaya doğru yükselen duman birikintisi dikkatimi çekti, tüm o sızan dumanı içime çekmişim gibi başım dönmeye başladı.
Titreyen elimle kapıyı açtım.
Bir saniye sonra bedenim dışarıdaydı.
Rüzgârı yüzümde hissederek karanlıkta seçmeye çalıştım, duman yoğun olmasa göremezdim de. Telefonumu çıkarıp flashını yaktım ve yolun kenarına doğru yaklaştım. Çiftliğe giden yol virajlıydı, sol tarafı yokuş aşağı gidiyordu. Yolun kenarına ulaşıp aşağı doğru tek bir bakış attım olanları görmek için.
İki araç, üst üste devrilmişti. Yoğun duman, o araçların üzerinden yükseliyordu. Gelirken görmemiştim ama şimdi aldığım her solukta burnumu yakıyordu bu dumanlar. Plakalarını görmesem de o araçlardan birisinin Deren'e ait olduğuna emindim. Kaza yapmıştı ve sebebi... diğer bir araba olmalıydı.
Adı tek solukta kurtuldu dudaklarımdan. "Deren!"
Kendimi, bir an sonra koşarken buldum. Yoğun gölgelerin arasından geçip düşe kalka araçlara ulaştım, nefesim kesilerek çığlık attım. Birisi takla atmıştı, diğeri normal duruyordu ama arabanın ön kısmı takla atan arabanın arkasındaydı. Yaklaştıkça takla atan aracın Deren'e ait olduğundan emin oldum ve şokla sarsıldım, ya ileriye ya yere düşecekmiş gibi hissettim.
"De... Deren?"
Neredeyse kanların üzerimden, hatta her yerimden sızdığını sandım. Beni aşağı çeken de bu ağır kandan sızan yaralardı. İleriye doğru atım atarken aracın yanına düştüm, dumanlar ağzımdan içeriye girerken öksürerek eğildim. "Deren, iyi... iyi misin? Lütfen bir... bir ses verir misin?"
Telefon ışığını oraya tutmaya akıl ettim ve aydınlıkta görmeye çalıştım. Araba fena düşmüştü, ezilmişti, direksiyon kısmı aşağıdaydı. Deren'i, ondan bir parçayı görmek için çabaladım. "Aşkım, burada mısın?"
Kalbimin sesi kulaklarımdan patlayacak gibiydi, daha önce kızım için çok korktuğumda duymuştum bu sesi. Sanırım en son da... uyandığını gördüğümde heyecandan böyle çarpmıştı. "Deren, n'olursun ses var, arabayı kıpırdatmam imkânsız."
Telefonu yere bıraktım, başımı kırılmış camdan içeriye sokmak üzereydim ki ses duyduğumu sandım. Kalbimin sesiyle mi karıştırıyorum diye düşündüm ama sonra adımı duydum. Arabadan değil, ses arkamdan geliyordu.
Heyecanla arkaya döndüm.
Görmem zaman aldı, ışığı oraya doğrulttum ve taşların arasındaki gölgeyi tanıdım. Kendimi, bir anda oraya fırlarken buldum ve Deren'e ulaşınca boğazımdaki yumrular sesli hıçkırıklara dönüştü. Dizlerim üstünde yanına çöktüm ve titreyen ellerim ona ulaşırken gözlerim korkuyla yüzünü buldu. Gözleri kapalıydı, kafasında ve yüzünde bölge bölge yaralar vardı. Işığı yüzüne daha çok tuttum ve sonra aklım hâlâ başımdayken önce ambulans aradım, sonra abimi. Acil yardım istedim, ardından telefon elimden düşmeden ben onu ışığın yansıdığı bir yere koydum.
"Deren, ben geldim. Beni duydun değil mi? A... adımı söyledin çünkü."
Çok hızlı şekilde üzerini taradım, buraya nasıl geldiğini anlamamıştım. Ya kemeri takmadığı için araba takla atarken düşmüştü, ya da arabadan çıkmayı başarmıştı. Bir elim yüzünü tutarken aceleyle üstüne baktım, açık bir yarası var mı diye. Sonra karnından sızan kan dikkatimi çekti, üstündeki takımı bile ıslatmıştı. Elimi endişeyle o yaraya götürdüm ve elime derinin o dokusu gelince gözlerim genişledi, ciddi şekilde yarılmıştı. Vücudu adeta taşların üzerindeydi, onu tüm gücümle kendime çekmeye çalıştım. "Deren, n'oldu sana böyle aşkım? Nasıl oldu?"
Ellerim nazikçe omuzlarından aşağıya kadar indi, başka ciddi bir yara bulmaya çalıştım ve bu sırada inlediğini duyup elimi hemen çektim. "Kı... kırık var sanırım." Sonra söylediğimden pişman oldum, onu korkutmak istemedim. "Burana n'oldu, o kadar çok kan sızıyor ki..."
"Karmen..."
Adımı onun dudaklarından yeniden duyunca hemen yüzüne yoğunlaştım. Kirpikleri hareket ediyordu, sanki gözlerini açmaya çalışıyordu. Araçtan ilk yardım çantasını almam gerekiyordu ama onu böyle bırakamıyordum. "Buradayım evet, seninleyim. Biraz benimle kal olur mu canım, çok endişelendim."
Deren elini kaldırdı, birkaç saniye sonra koluma yerleşti. Beni duyuyordu ama istediği şekilde cevaplayamıyordu. Bunun mücadelesini verirken izlemek bile kalbimi parçaladı. "Ben... mesajını gördükten sonra... çiftlik... dönüyordum. Sonra piçin teki..."
"Yorulma aşkım," dedim ve onu bırakmaya çalıştım. "Arabaya gidip geleceğim tamam mı?"
"Kızlarım, kar... kardeşim iyi mi?"
"İyi bebeğim."
Hemen kalktım, koşarak yola geri döndüm. Arabadan ilk yardım malzemelerini alıp Deren'in yanına ulaştım ve yarasına ilk yardımı yaparken inlemelerini duymak işleri daha da kötü yaptı. Ağlamaya başladım ama yapmamam gerekiyordu, ona sonuyla ilgili yanlış bir şey düşündürmek istemiyordum.
"Bu ne yarası Deren? Çok kan sızıyor, yani fazlaca?"
Elimdeki parçayı daha güçlü şekilde yarasına bastırarak onun kafasını tekrar dizime aldım, kendimden uzakta durmasına tahammülüm yoktu. Sonra korumayı hatırladım, etrafıma baktım ve Deren'in titrediğini görünce sorumu soramadan kendisine döndüm. "Seni... seni bekliyordum," dedi boğulur gibi ve sonra o kadar nefessiz kaldı ki bu kâbustan bir an önce uyanmayı istedim.
"Deren, lütfen dayan!"
Dayanmasını istiyordum, çünkü o ölürse... ben dayanamazdım.
Ölemezdi.
"Sesimi duyuyorsun değil mi? Beni anlayabiliyorsun?"
Belki de hâlâ konuşuyordu ama kalbimin ve korkularımın sesinden duyamıyordum onu. Üstelik gözlerimde o kadar birikmiş yaş vardı ki, görüşüm bulanıktı. Elimi kaldırıp derhal gözlerimdeki yaşları temizledim ve görüşüm açılınca Deren'in yüzü netleşti. Başı kucağımdaydı, elleri kollarımın ikisini birden kavramış sıkıyordu ve ağzının kenarından çenesine doğru kan sızıyordu. Elimi kafasının arkasına koymuştum, onun başını sabit tutmaya çalışıyordum ama korkudan parmaklarımın her birisi titriyordu. Deren'in gözleri odaklanmaya çalışarak benim gözlerime çevrilince, orada gördüğüm acı neredeyse aklımı kaybetmeme sebep oldu. "Deren, aşkım, gözlerimde kal olur mu? Seni tutuyorum, yanındayım, çok yakınındayım..."
Kendimi tutmaya çalışıyordum, ağlamak istemiyordum. Deren'e, sonuyla ilgili o hikâyeyi gözyaşlarımla yazmak istemiyordum ama onu böyle görmeye dayanamıyordum. Bir tepki görmek için yüzüne yakından baktım ve Deren'in kollarımı tutan parmakları sıkılaştığında, hevesle başımı salladım. "Yardım geliyor, birazdan hastaneye ulaşacağız aşkım. Ben... ilk yardımı yaptım ama hastaneye gitmemiz gerek, yoksa..."
Dudaklarını ayırdığında ağzından kan boşaldı ve yüzü karnıma doğru yaslanırken, "Ölür müyüm?" diye tek nefeste tamamladı cümlemi.
"Hayır!" diyerek karşı çıktım bir çeşit haykırışla ve elimi yarasına daha sıkı bastırıp yüzüne alçaldım. "Çok ağırsın, seni kaldıramıyorum, sürüklesem yaran zarar görecek..."
Deren boğazından alçak, mücadele içinde olduğunu gösteren bir ses çıkardı ve kolları, sanki yardım istiyormuş gibi daha sıkı tutundu bana. Bana sıkı tutunuyordu ama... bu Deren'in beni en yumuşak tutuşuydu, çünkü gücü azalıyordu. Alnını karnıma doğru yaslayıp nefessizce, "Her zaman bir planım vardı," dedi. Sözcükleri bölerek konuşuyordu.
Başımı kaldırıp etrafıma baktım, sesleri dinlemeye çalıştım. Ambulans veya araba sesini duymayı istedim ama hâlâ kulağıma ulaşmıyordu. Telaş ve panik içinde Deren'e dönerken, "Biliyorum sevgilim," dedim. "Her zaman düşünürsün, bir planın vardır, çünkü çok akıllısın, çünkü bizi çok seviyorsun."
"Ama..." bu tek kelimeyi söyledikten sonra göz kapakları titredi, bu yüzden korkuyla yarasına baktım. "Sen ve Nil söz konusu olduğunda... o kadar heyecanlanıyorum ki... düşünmeyi unutuyorum."
Hemen yumuşacık bir sesle, "Sorun yok, sorun yok," dedim. Gülümsemeye çalıştım ve gözleri ağır ağır yüzümün aşağısına kaydı. "Bazen hatalar yaparız, düşünemeyiz. Baksana... benim hayatım hatalarla dolu!"
Dudakları kana boyanmıştı, oysa onu öpeli çok olmamıştı. İstemsizce onu kendime daha çok çekmeye çalıştım ama bedeni ağırdı, hareket ettirmesi çok zordu. Gözlerimin içine bakarak kollarımı daha sıkı kavrarken, "Olsun," dedi. Yüzünü karnıma yaslayıp bana daha çok temas etmeye çalıştığında kalbim acınası şekilde hızlandı. "Seni seviyorum."
Kafasını dizlerime bırakıp elini saçlarından çektim ve yüzüne, dudaklarına götürdüm. Ellerimdeki kana düşmanca bakarken de, Deren'in yavaşlayan nabzını hissettim. Ağzının etrafı kanlıyken teni solgun, terliydi. "Ben de seni," dedim hemen. "Göstermek de hiç iyi değilim ama çok çok seviyorum Deren. Benim sevgim çok kusurlu, acılı ama... çok gerçek."
Daha çok şeyi söylemek istiyordum. İşte o zaman aklıma o soru geldi. Neden şimdi söylemek istiyordum bunları? Neden bu zamana kadar beklemiştim? Daha önce söyleseydim keşke içten sözcüklerimi.
"Bili..." Deren bildiğini söyleyemeden ağzından biraz daha kan fışkırınca çığlık attım ve panikle yüzünü kaldırmaya çalıştım. O an fark ettim titrediğini, omuzlarının seğirişini. "Karmen..."
"Lütfen gözlerini kapatma, lütfen beni bırakma!"
Bir daha, "Karmen," dediğinde adımı söyleyişindeki her duygu kalbime kendini hapsetti. "Nil... Ona iyi bak."
"Sen... sen bakacaksın Nil'e, böyle konuşmayı kes!"
"Kızım," dedi zorlukla. "Kızımı... çok seviyorum."
"Biliyorum aşkım," dedim hemen, alnımı alnına yaslarken gözlerine bakıyordum. "Nil'i çok sevdiğini hepimiz biliyoruz."
"Utku... kardeşim, onu... da çok seviyorum. Biz onunla be... beraber büyüdük, o benim... ilk çocuğum gibi."
"Deren, hepsini biliyorum tamam mı? Kahretsin, son sözlerinmiş gibi bunları söyleme bana!" Ona bağırırken bile gözlerinden kopamıyordum, cesaret edip söylediği her hissi ben korkuyla yaşıyordum. "Sayıklıyorsun, çünkü canın yanıyor ve kendine bir şey olacağını sanıyorsun ama olmayacak tamam mı? İyi olacaksın, gözlerini açtığında yanında duruyor olacağım! Nil öğrenip korkmayacak tamam mı?"
"Karmen..."
"Konuşma artık," dedim ve son birkaç dakikanın şokunu yaşarken titremeye başladım. "Sus, gözlerime bak."
Bir daha, "Karmen," dedi. "Sen... sen ve sonra Karina... hep mutlu olun istiyorum."
"Sayıklıyorsun," dedim yeniden, elimi gözleri önünde sallayarak. Bakışları odaksızdı bana bakmıyordu. "Canım, her ne düşünüyorsan düşünme tamam mı? Sen çok iyi olacaksın. Ben hemşirenim, seninle ilgileneceğim. Duyuyorsun değil mi?"
"Hemşirem," dedi, konuştuğunda dudaklarındaki kan üstüme fışkırdı ve sanki hep orada kalacakmış gibi dehşete sürükledi beni. "Karmen..."
"Canım evet, buradayım..."
"Sensiz olmak istemiyorum..."
"Değilsin zaten, buradayım ya ben..." parmaklarımı bir daha korkarak nabzına götürdüm ve elimin altındaki cansızlık beni ürpertince nefesim kesildi.
"Ben... burada değilim," dedi ve gözleri boşluğa teslim olduğunda, elimi kalbine doğru sürükledim. "Nil'i de bensiz bırakmak istemiyorum."
"Sen buradasın, bizimlesin! Konuşma, kendini yoruyorsun!"
"Ben..." ne diyeceğini bilemiyormuş gibi hıçkırıp yüzünü karnıma gömdüğünde, onu omzundan yavaşça sarstım. "Ben... Utku, sen... kızlarımız..."
"Bir iki dakika daha sık dişini aşkım, n'olursun!" Ellerimdeki kanı telaşla üstüme silip tekrar onun yüzüne koydum.
"Sen çok güzelsin," diyerek sayıklamaya devam ettiğinde neredeyse gülecektim ama Deren'in gözlerinin kapanmaya başladığını görünce etrafa bir karanlık sis çöktüğünü hissettim. "Deren... bayılma! Gözlerini açık tut ki sana yardım edeyim! Deren... Deren bak... ben..." panikle, gözlerini açması için bağırdım. "Ben hamileyim! Sana henüz söylemedim ama ben hamileyim! Duy bak, bunu istediğini biliyorum..."
Sözcüklerimin devamında aynı bu kelimeleri fısıldadım ama Deren'in gözleri açılmak yerine an an kapandığında, dudaklarım açık kaldı. Onu tutan ellerim yüzünde donarken, Deren'in de kollarımdaki elleri tamamen gevşedi ve aşağıya doğru düştü.
"Deren?"
Hareketsizleşti.
"De... Deren..."
Kollarımda ağırlaştı.
Katılaştı.
Artık duyamadım... kalbinin benim için attığını.
"Deren!"
Kalbini duyamadığım yerde başka bir ses duydum, bir siren sesiydi. O sesi daha önce hiç sevdiğim olmuş muydu, sanmıyordum. Fakat o an hayattaki tüm arzularım gerçekleşmiş gibi başımı kaldırdım, karanlıkta yol alan araçları gördüm. Elim Deren'i sıkıca tutarken birilerinin yaklaştığını anladım, göğsümden sayısız hıçkırık koparken dudaklarımın titremesi de şiddetlendi.
Yüzünün ellerimden kaybolduğunu fark edince uçurumdan aşağı düşmüş gibi hissettim.
Sadece sorduğumu hatırlıyordum gelen çalışanlara. "Öldü mü?"
Sorar sormaz bundan pişmanlık duydum, ellerimi kulaklarıma kapatıp başımı iki yana salladım. Bana yaklaşan abimi de buğulu gözlerle fark ettim ve Deren'i koydukları sedyenin arkasından koşmaya çalıştım. "Nab... nabzı çok yavaş, karnının aşağısındaki yara... ona zarar veriyor."
"Karmen, kardeşim!"
Salvador beni karşısında bulur bulmaz kendisine çektiğinde titreyen ellerim ona dokundu. Parmaklarımda kan vardı. Tek sözcük edemeden yanından geçmeye çalıştığımda, "Bir şeyin var mı?" diye bana sordu. "Yaralı mısın?"
"Deren... o yaralı."
Korumalar etraftaydı, görsem de yüzleri seçemiyordum. Abim ellerini üzerimde dolaştırıp bir yaram olmadığına emin olunca ceketini omuzlarıma koyup yürümeme yardımcı oldu. Koşmaya devam ettim ve ceketi düşürerek Deren'in konulduğu ambulansa yaklaştım. Parmaklarım dudaklarımın üstünde titrerken burnumu çekiyor, yarım yarım hıçkırıyordum.
"Yaşıyor değil mi?" dedim ambulansın içine girerken.
"Evet, nabzı atıyor ama şoka girmiş."
Nereye olduğunu bilmeden oturdum, Deren'in kanlı elini tutarken abimin ambulans dışında beni izlediğini fark ettim. Ardından kendisi de içeriye girdi, sağlık çalışanlarına bir şeyler söyledi. Deren'e yapılan müdahaleye bakıp yanağımdaki yaşları hızlıca sildim ve araba hareket ederken, "Kalbinin durduğunu sandım," dedim, kendime ya da çevremdeki insanlara.
Abim beni kaldırınca yere oturduğumu anladım. Yanına oturtup saçlarımı yüzümden çekti, hafifçe yanağımı okşadı. "Çok yavaş atıyordu, bu yüzden sanmışsındır. Yetiştiğimize göre hayatta kalacaktır. Yarın olmadan bize laf yetiştirmeye başlar, merak etme."
"Onu ararken çok korktum, sakin kalmaya çalışmak inanılmaz zordu. Arabaların uçtuğunu görünce... Aman Tanrı'm, ölüyorum sandım." Deren'in elini daha sıkı tuttum, yaşamını olduğu gibi kanını da paylaşıyorduk.
"O seni bırakır mı Karmen? Saçmalama."
"Ama sen bırakmasını isterdin değil mi? Deren'den bıktın çünkü." Deren'den nasıl bıkılır ben bilmiyorum, onu bu hayatta en çok seven üç insandan birisiyim.
"Hayır, istemezdim," dedi. "Öyle düşündürebilirim, öyle hissettirebilirim ama... böyle bir aşkı bulduğunda, ondan mahrum kalmanı ister miyim sanıyorsun?"
Abim bana sevgisine dair birçok şey söylemişti ama o an bu kelimeler hepsinden daha çok dokunmuştu, belki de duygusal olduğum için.
Beni göğsüne çektiğinde gözlerimi sevdiğim adama çevirdim ve parmaklarımı parmaklarının arasından geçirdim. Deren'in öldüğü fikrine hiç alışkın değildim. O benden nefret ettiğinde ölmem fikrini düşünmüştü ama ben... gerçek anlamda onun öldüğünü hiç düşünmemiştim.
Ambulans en yakındaki, Utku'yu bıraktığım hastaneye geldiğinde sedyenin peşinden koştum, birileri bana engel olup beklememi söyleyene kadar Deren'i görmeye çalıştım. Sonraki süreç daha sancılı geçti, beklemek bu dünyada en nefret ettiğim şeylerinden birisiydi. Salvador abim ve korumalar katta dururken, ben Deren'in kravatını elimde tutarak dua etmeye başladım.
Beni affettiğini hiç söylememişti.
Yanımda olsa da bana aşık olsa da... affedilmenin yerini hiçbirisi alamazdı.
Kalkmayı denediğimde bedenimde inanılmaz bir ağırlık hissettim, bunun kalbimdeki yaradan kaynaklı olduğunu anlamak hiç zor olmadı. Kalkamadığını gören Salvador hemen buraya gelirken, gözlerim yaşlarla onu buldu. "Karina iyi mi?"
"Evet canım, güvende," dedi derhal.
Başımı sallayıp yoğun bakım kapısına baktım, kaç saat süreceğini bilmemek beni delirtince oturmaya devam ettim. Salvador yanımda kaldı, birazdan koruma içecek bir şeyler getirdi. İki yudum su alırken ellerimdeki kanın kokusu burnuma geldi. Aşkımın kanı.
"Ne kadar sürecekmiş abi?"
Salvador mendilini çıkarıp ellerimi silmeye başladı. "Ameliyatta canım. Önceliği ağır yarası. Ardından kırıklarla ilgileneceklermiş, sırtında ve bacağında birkaç kırık var. Ameliyat üç saat kadar sürer, bu sırada dinlenmek ister misin?"
Kırıkları tahmin etmiştim, aynı anda birden fazla kemiğin kırılmasının ona verdiği acıyı düşünemiyordum.
"Omurgası kırılmışsa... ameliyat gerekebilir."
"Doktorlar biliyordur canım, Deren'e iyi bakıyorlardır. Dinlen biraz."
Gözüme uykunun girmediği anlar var, son bir senedir böyle yaşıyorum.
"Burada, onun hemen yanında olsam iyi olur."
"Uyuyacaksın canım," dedi abim ve bu kararlılığını dinlerken başım omzuna düştü. Bana, elimdeki sudan biraz daha içirince bu kararlılığın sebebini anladım. Evet, uyuyacak olmalıydım. Yaptığı alçaklığa karşı bir şeyler söylemek isterken göz kapaklarım indi. "Uyandığında Deren ameliyattan çıkmış olacak."
Su da sakinleştirici vardı, dinlenmemi istiyordu ama uyku bunlardan değil, sanki Deren'den kaçış gibiydi. Direnmek adına bir şeyler yapmak istedim ama sonraki dakikalarda üşüyerek Deren'in adını sayıkladım, kendimi çaresizce kaybettim.
🎠
Zihnimin çığlığıyla uyandım.
Ve gözlerimi açtığımda o çığlığı atanın ben olduğu anlaşıldı. Yataktan nasıl fırladığımı bilemedim, bir odada duvarlarla karşılıklı durduğumu saniyeler sonra anladım. Hastane yatağında olduğumu görüp doğrulmaya çalışırken terli ve telaşlı şekilde etrafıma bakındım. Serum bağlıydı, çekip attım ve kenardaki ayakkabıları giyindim.
Deren uyanmış mıydı?
Odadan çıktığımda iki yanda duran korumalarımızı gördüm ve onlar da beni görünce hemen yanıma geldiler. "Efendim, uyanmışsınız. Doktor çağırayım mı?"
Abimin bana sakinleştirici verdiğini hatırlayarak başımı tuttum. "Deren hangi kattaydı?"
Koruma nazikçe kolumdan tuttu. "Eşlik edeyim."
Dengem bozuktu, yardımı işime gelirdi. Olaylar yaşanırken geceydi, acaba sabah olmuş muydu? Merdiven çıkıp üst kata ulaştığımızda koridorda tanıdık kişileri gördüm. Salvador hâlâ buradaydı, Dante ve Enrica'da gelmişti. Üstelik... Utku'da buradaydı, demek iyi olmuştu. Beni gördüklerinde onlara doğru hızlandım ve koridorda dolanan Utku'ya ulaşıp yüzümü göğsüne koydum. Utku'da beni kucaklarken hızlı bir nefes aldı. "Uyandı mı?"
"Az önce normal odaya aldılar," dedi, sırtımı sıvazlayarak. "Görmek ister misin?"
"Her şeyden çok!”
Geriye çekildiğimde yüzündeki yorgunluğu, üzüntüyü gördüm. O da yanaklarıma dökülen yaşlara dokunup, "Ameliyatı iyi geçmiş," dedi. "Endişe etme, korkma daha fazla."
Kafamı aşağı yukarı hızlı hızlı sallayıp ellerimi yüzümden geçirdim. "Ya sen?" dedim sonra hemen. "Sen nasılsın Utku?"
"İyiyim," dedi ve o da endişeyle beni süzdü. "İyiyim yenge, abimden iyi haberi alınca daha iyi oldum. Sen de iyi ol tamam mı?"
Yorgunca inleyip alnımı bir daha göğsüne koydum ve o esnada omzuma dokunan büyük eli hissettim. Dante beni kendine çekerek, "Sorun yok," dedi, bunun benim için ne kadar büyük bir sorun olduğunu bildiğinden. "Bu dünyada böyle şeyler başımıza gelir ama yolumuza devam ederiz tamam mı? Deren'de çok kısa zamanda toplayacaktır."
Bu kez ona sarılırken, "Çok korktum!" diye itiraf ettim. "Tüm hayatımı kaybettiğimi sandım, Deren'e baktıkça kulaklarımdan kan fışkırıyordu sanki."
"Doktor geldiğinde görmen için izin isteyeceğim."
"Daha iyi misin?" diye sordu Salvador abim, oturduğu koltuktan.
Bakışlarımı sinirle ona çevirdim. "Beni bayılttın."
"Deren'e bir yardımın dokunmayacaktı, dinlenmen şarttı."
Abimden uzaklaşıp önünde durduğumuz kapıya baktım. "Her anını Deren'le yaşamak istiyordum, birinin yanında olmak böyle bir şey."
Salvador abim sessiz kalmakla yetinirken, Dante ona bir bakış atıp tekrar bana döndü. "Ameliyata da beraber girseydiniz."
"Kes sesini," dedim ve önünde biriktiğimiz kapıya baktım. Deren içerideyse daha fazla beklemek istemiyordum, yaklaşmak için ilk adımı attım ve kapı içeriden açılınca gözlerim bir doktorla karşılaştı. Hemşire arkasından çıkıyordu. "Merhaba," dedim doktora hemen. Telaşlı şekilde yüzümü sildim. "Deren nasıl? Görebilir miyim?"
"Merhaba," dedi doktor, koridora geçip bizlere bakarak. "Karmen siz misiniz?"
Elim kendimi gösterdi. "Evet, benim. O beni görmek istedi değil mi?"
Doktor, "Evet," dedi. "Görmeyi isteyecek kadar iyi değil ama aralıklarla bu ismi sayıkladı. Bir de Nil dedi."
Son gelişmelerden haberdar olmak için, "Daha iyi mi?" diye sordum. "Ben hemşireyim, olduğunca açık konuşabilirsiniz."
"O zaman şöyle açıklayayım," dedi doktor, abilerime bir daha bakarak. Normal insanlar olmadığımız anlaşılıyordu. "Ameliyatı iyi geçti, vurulmuştu, kurşunu çıkardık. Kana ihtiyacı oldu, kardeşi yardım etti. Araba yuvarlanırken koltuktan fırlamış olmalı, çünkü birkaç kemiğinde kırık var. Omurga kırıkları için neyse ki ameliyat gerekmedi, korse ve ağrı kesicilerle, takviyelerle toparlayacaktır. Hayati tehlikesi yok fakat uzun süre istirahatte olması gerekiyor."
Kurşun mu? Bu ne ara yaşanmıştı, nasıl olmuştu? Deren'den dinlerdim, demek bana bunları anlatacak kadar iyi olacaktı.
"Onu görmeliyim," dedim panikle nefesler alırken.
"Kısa bir süreliğine görebilirsiniz ama önce sterilize olmanız gerekiyor."
Bunu söylediğinde hemşire ile oradan ayrıldım, tuvalette acele ile temizlendim ve geri döndüğümde hemşire odaya girene kadar bana eşlik etti. İçeriye adımımı attığım an Deren'i gördüm. Biraz acıyı hissettim, biraz da rahatlamayı. Onu daha önce bu şekilde görmemiştim, korku vericiydi. Yatağa yaklaşırken tepeden tırnağa süzdüm onu. Başının arkası pansumanlıydı, üstünde hastane giysisi vardı. Yüzünün belli başlı bölgelerinde açık yaralar oluşmuştu. Kolunun birisinde sargı vardı, kırık veya burkulma olabilirdi. Yatağın yanındaki koltuğa otururken örtüyü hafifçe kaldırdım, ameliyat yarası hastane kıyafetinin altında kalmıştı. Yatağın kenarındaki elini tuttum ve parmağındaki sıyrıklara dokunup, "Kendinde misin sevgilim?" diye sordum.
Beni duyduğunu, alnı kırışınca anladım. Heyecanlı bir nefes alırken Deren'in kirpikleri da hareket etti. "Karmen..."
"Evet, benim," dedim hemen, fazla hızlı şekilde. "İyi misin? Bir şeye ihtiyacın var mı?"
Sadece, "Sana," diyebildi.
O görmese de yüzüne karşı gülümsedim ve elini yavaşça dudaklarıma götürdüm. "Ameliyatın iyi geçti canım, yakında iyileşeceksin. Fazla kalamam, o yüzden söyleyeceklerimi hemen söylemeye çalışıyorum."
Bir daha sayıklar gibi, "Karmen," dedi.
"Efendim?"
"Hamileydin..."
Bunun dudaklarından çıkmasına o kadar şaşırdım ki, ona bunu söylediğimi bile hatırlayamadım. Tabi, böyle söylemiştim. Eli dudaklarımın altında ısınırken, "Hayır," diye cevapladım. "Şoka girmen, tepki vermen, benimle kalman için söyledim."
Cevabımı duyup anladı mı bilmiyordum. Kaşları çatılıyordu, yüzündeki sıyrıklar canımı acıtıyordu. Yutkunup ağır ağır nefesler alırken, "Kızlar ve Utku çok iyi," dedim rahatlaması için. "Merak etme, aklın kalmasın. Sen sadece dinlenmene bak."
Ağzıma yakın duran parmakları yavaşça hareket edip dudaklarıma değince beni duyduğunu anladım. Ve bir şeyi daha anladım, konuşmaya gücü yoktu. Parmakları dudaklarıma, dudak kıvrımıma dokunarak, "Beni hep kandırıyorsun," diye fısıldadı, dura dura.
Ah, hamileliğimden bahsediyordu. Ama yemin ederim ki kötü niyet gütmemiştim.
Bir cevap vermeden, "Ama yine de seni çok seviyorum," diye tamamladı cümlesini.
Dudaklarımdan bir iç çekiş koptu. Deren beni sevdikçe, doğrusu böyle sevdikçe ben daha fazla istiyordum affedilmeyi. Ya beni böyle sevmesin ya da böyle seviyorsa affetsin.
Onun dudaklarımda dolaşan parmaklarını öperek, "Ben de seni çok seviyorum kocam," dedim.
Deren'in parmakları hareketi kesince o uykunun içinde kaybolduğunu anladım. Yormayı istemiyordum, uyandırmak aklımdan geçmedi. Şimdi yaraları olsa da temiz görünüyordu, ya onu gördüğüm kanlı, titreyen hali neydi öyle? Deren'i çok incitip üzmüştüm, ne onu üzmemi ne de bu yaşanılanları hak etmemişti.
"Teşekkür ederim Tanrı'm, yaşadığı için teşekkür ederim."
Sol gözümden akan sevinç ve hüzün dolu yaşı Deren'in eliyle silip sonra bıraktım elini yanına. Koltuktan kalkıp yüzüne alçaldım, yaralarına parmak uçlarımla dokunup saçlarını düzelttim. İyileşmesi için ona çok iyi bakacaktım.
"Kızlara bakıp yanına geri döneceğim."
Eğilip yanağından belli belirsiz öptüm, doğrulunca da odadan çıktım. Kapısını sessizce kapatırken koridordaki yüzler dikkatimi çekti. Gece ile Yaman endişeyle bana yaklaştıklarında, "Nereden çıktınız?" diye sordum.
"Seni aradım, telefona abin çıktı," dedi Gece ve sonra Utku'ya baktı. "Anlaşamadığımız için Utku'ya verdi telefonu, olanları öğrendik."
Yaman çıktığım odanın kapısına doğru bakıp, "Deren nasıl?" diye sordu.
Kirpiklerimi temizledim. "İyi, daha iyi olacak."
Yaman derin bir nefes verip gözlerini kapatıp açtı. "Görebilir miyim?"
"Maalesef," dedim, endişesi bugün beni gülümseten nadir şeylerden birisi oldu. "Uykuya daldı, dinlenmeye ihtiyacı var."
"Bir dakika için bile mi göremem?"
Yaman'ın ısrarına gülümseyip kapıya uzandım. "Görüp çık, uyandırmaya çalışma."
Hevesi yüzünden okunurken başını salladı, Gece ona gülümserken aralık kapıdan içeriye girdi. Muhtemelen dargın ayrıldıkları için daha bir endişe duymuştu, bir dakika görmesinden zarar gelmezdi. Gece kolumdan tutup benimle koltuğa otururken, "Kızlar nasıl?" diye sordu.
"İyiler," dedim bulanık bir zihinle. "Ama... görmem lazım, Karina beni yanlış anladı."
Abilerim kendi aralarında konuşurken, Utku'da bizden tarafa yürüdü. Bitkin, yorgun şekilde koltuğa çöktü. "Abim konuştu mu? Bir şey dedi mi? Doktorların dediği gibi iyi değil mi?"
"Konuştu," dedim gülümseyip. "Sonra uykuya daldı, birkaç saatten önce uyanmaz. Bir dahaki sefere sen görürsün olur mu?"
Utku kapıya göz atıp, "Yaman piçi bile girdi," dedi.
Gece genzini temizledi ve Utku'nun gözleri ona kaydı. Bakışlarında mesafe vardı, onun kim olduğunu, neler yaptığını biliyordu ama sanırım ilk kez yüz yüze geliyorlardı. Gece, suçluluğundan ötürü bakışlarını kaçırırken, "Demek o sendin," dedi Utku, ona.
Gece hemen doğruldu, ona cevap veremeden mırıldandı. "Ben sizi yalnız bırakayım."
O, Yaman'ı beklemek için kapıya doğru ilerleyince, ben de Utku'ya döndüm. Başını önüne alıp parmaklarını şakağında dolaştırdı. Dizindeki elini hafifçe sıkıp, "Kızları görmek için eve gideceğim," dedim. "Sen de benimle gel, biraz dinlenirsin."
Hemen karşı çıkıp, "Abimi yalnız bırakamam," dedi ve sonra dudağının kenarını tuttu. Yüzüne pansuman yapılmıştı ama canı hâlâ acıyordu. "Nil bu halimi görürse endişe eder zaten, abime de bir şey olduğunu anlar."
Doğru diyordu, kızlar ürkebilirdi ama dinlenmeye de ihtiyacı vardı. Bir hemşireden onun için boş oda isteyebilirdim. Bu düşünceyle ayağa kalktım ve koridorda yürürken, abilerim de bana yürüdüler. Dante omuzlarımdan kavrayıp, "O nasıl?" diye sordu.
"Konuştu, iyi," dedim gülümsememe engel olamadan. Salvador abim o sırada gözlerimdeki ıslaklığı parmak uçlarıyla silerken, "Koruma nasıl?" diye sordum. "Deren'in yanında göndermiştim, iyi mi?"
Salvador'un bakışlarında keder göründü. "Kaybettik, üzgünüm."
Kazanın olduğu yerde onu hiç görmemiştim, muhtemelen ben Deren'le meşgulken bulmuşlardı. Onun da kurtulmuş olmasını isterdim, Deren'in beraberinde ben yollamıştım onu. "Peki Deren'i takip eden arabadaki adam?" Derya'nın adamıydı.
"Neyse ki o da ölmüş."
Ölmese de ben öldürecektim, fakat kaderinde de bu varmış. O piç umurumda değildi ama korumamızın ölmesine içerlemiştim. Boğazımdaki yumruyu itmeye çalışırken sol tarafa dönüp, "Enrica," dedim. Derhal yanıma yürüdü. "Eve gideceğim, bana eşlik et."
Abilerim, Utku ve arkadaşlarım hastanede kalırken Enrica ile ayrıldım. Aracın arka koltuğunda seyahat ederken ağlamamaya çalıştım, yoksa eve gidene kadar yüzüm kızaracaktı ve kızlar anlayacaktı. Kendi arabamda, yabancı bir yerdeymiş gibi dizlerimi kendime çekerek oturdum ve Deren'i bulduğum o hali düşünmemek için çabaladım. Çok çabalamam gerekti, çünkü o hali gözlerimin önünden gitmiyordu.
O ruhum, ruhum... Ve ölmesi demek, artık benim de yaşamıyor olmam demek.
Eve ulaşınca bu kanlı kıyafetlerle kızlara görünmemek için aceleyle odama geçtim. Korumalar ve Sara görmüştü bile ama önemli olan kızlardı. Banyomu kullandım ve üstümdeki kan kokusu gidene kadar, Deren'in sevdiği o kokuyla yıkandım. Çıkıp kurulandıktan sonra da Deren'in bana aldığı çiçekli elbiseyi giyindim. Yanına geri dönecektim ve beni görmesini istediğim kıyafet buydu.
Saçlarımı tarayıp kuruttum, göz altlarımı biraz kapatıp dudaklarımı nemlendirdim. Bakışlarımın içleri fena bir acı yaşadığımı aktarıyordu, bu yüzden ayna karşısında sevimli bakmaya çalışarak birkaç prova yaptım. Sonra hazırlığım biterken koridordaki sesleri duydum, ayağımdaki alçak topuklu terliklerle odamdan çıkınca da Nil ile Angel'ı gördüm.
Karina'nın kapısı önündelerdi, Nil kollarını önünde bağlamış, küskün halde kapıya bakarken Angel kapıyı tıklatıyordu. Kapımı kapatınca beni fark ettiler ve Nil beni görüp hemen, "Kaymen!" dedi üzgün sesle. "Ne zaman geldin sen?"
Koridora girdiğimde onları görmemiştim, muhtemelen biraz önce gelmişlerdi. Yaklaşıp saçlarına dokunurken, "Çok olmadı canım," dedim. "N'apıyorsun?"
Angel endişelenmiş gibi koluma dokundu. "Karina içeride, bizi istemiyor."
İçim acıdı. Karina'yı gerçekten küstürmüştüm. "Kapıya vuruyoyum, Karina gel demiyor," dedi Nil, bana üzgünce bakarak. "Eve geldiğimizden beri konuşmadı benimle."
Geceden bu yana üzgündü demek ki, onu istemediğimi düşündürmüştüm. Nil'in başını okşayıp, "Bana kırıldı galiba," diye açıkladım. "Seninle alakası yok tırtılım, üzülme sakın. Ben girip konuşayım, kendimi affettireyim."
"Ya ama ben anneme kızsam Kayina'ya küsmem ki," dedi abartılı el kol hareketleriyle. "Ablaya küsülmez! Amcam babama hiç küsmüyor."
"Evet canım, çok haklısın," derken eğilip öptüm onu. "Ama Karina hassas, yaptığı her şeyin sebebi de bu. Zamanla bu hassasiyeti azalacak."
Nil içini çekerken, ben oda kapısına uzandım. O sırada yengem tuttu beni. "Deren nasıl? Salvador'dan öğrendim her şeyi."
Nil henüz babasını sormamıştı, neyse ki. Yengeme gülümseyip, "Ameliyatı iyi geçti," dedim. "Çok ağır yaralandı, kırıkları ve yaraları var. Ben... önümüzdeki birkaç haftayı onu iyileştirmeye adayacağım."
Angel samimi bir üzüntüyle, "Hayatta olsun, gerisini hallederiz," dedi. "Gözlerinden okunuyor ne kadar yorgun olduğun. Karina ile konuştuktan sonra dinlen biraz."
Yengem Nil ile ilgilenmeye dönerken ben de odanın kapısını açtım. Kızımı yatağında, bacaklarını kendisine çekmiş, kollarını bedenine sarmış halde buldum. Arkası bana çevriliydi. Uyuyor olmasına önlem alarak ilerledim ve yatağın kenarına oturdum. Bakınca da gözlerini açık buldum. Benim geldiğimi anlamış olmalıydı ama hiç bakmıyordu, normalde hemen yaklaşırdı.
Onu incittiğim için hissettiğim kederle beraber, "Karina'm?" diye seslendim.
Elimi koluna koydum.
"Ben geldim canım, kalksana sarılalım."
Gözlerini önüne doğru düşürüp bir şey demeden bakınca duygularım gözlerime batmaya başladı. "Nil ile yengenin içeriye girmesini istememişsin, yalnız mı kalmak istiyorsun? Öyle istesen bile ben seni bırakamam, geceden sabaha kadar özledim seni."
Omzu elimin altında seğirdi, küçük bedeni yavaşça inip kalkıyordu. "Akşam seni gönderdiğim için kızdın bana değil mi? Ama canım, söylemiştim ya. Böcekleri görüp korkma diyeydi, yoksa ben neden senden ayrılayım? Biliyorsun, söz verdim sana, asla bırakmam seni."
Parmağı yatak örtüsünün üzerinde hareket ederken, burnunu çekti. Bu beni endişelendirdi, yüzüne daha yakından bakınca yaş göremedim ama yakın zamanda ağladığı belli oluyordu. Göğüs kafesim ani şekilde sancıdı, iki üç saniye konuşamadım. "Karina... Ağlattım mı seni? Bebeğim, çok özür dilerim."
Bana hiç bakmadan ayağıyla yatak örtüsünü çekiştirdiğinde çekinerek arkasına uzandım, elimi beline koydum. Dudaklarımı da saçlarına yaslarken, "Seni üzmekten çok korkuyorum," dedim. "Dün akşam seninle gelmeyi istedim ama gelemedim. Böyle anlarda geri dönmeyeceğimden, yanına gelmeyeceğimden korkuyorsan korkma." Elimi gövdesine götürüp küçük kalbine dokundum. "Burada senin kalbin var, o bedeninden asla uzaklaşamaz Karina. Ben de buradaki kalbin gibiyim, senden ayrılamam. Bunun şüphesine düştüğünde kalbine dokun, onun seninle olduğunu anladığında benim de seninle olduğumu anla."
Belki söylediklerimin hepsini anlamıyordu ama kalbinin sesini dinleyerek sonuca varırdı. Üstüne gitmekten çekinerek sustum, Karina'ya sarılarak kokusunu delicesine içimi çektim. Yüzüm saçlarındayken aklım ruhumdaydı, benliğim ikiye bölünmüştü.
Bir süre sonra sıçradığımı hissettim, ne zaman uykuya daldığımı bile hatırlamadan uyandım. Gözlerimi kırpıştırarak bakınca Karina'yı neredeyse üzerimde buldum. O da uyuyordu, kollarını etrafıma sarmıştı. En son küs olduğumuzu hatırlıyordum, belki de barışmıştı. Gülümseyerek esnedim ve saate bakınca öğleden sonra olduğunu gördüm. Parmaklarım kızımın saçlarını tararken Deren'e gitti aklım. Tekrar uyanmış mıdır? Hastaneye dönmeliydim ama Karina'yı kırgın da bırakamıyordum.
Bu düşünceler içindeyken Karina'nın kıpırdadığını hissedip heyecanla baktım. Çenesi göğsümdeydi, başını az kaldırıp uykulu gözlerle baktığında yanağına dokunarak, "Sen bana küsmemiş miydin?" dedim. "Sarılmışsın?"
Karina gözlerini büyüterek haline baktı, sonra kollarını hızlıca benden çekip, "Sen bana sarılmışsın!" dedi.
Ah, bir gecede sesini özlemiştim. Sıcaklığı çekilince üzülsem de biraz şakalaşmak istedim. "Hayır, ben uyuyordum, sen bana sarılmışsın."
Yüzünün önüne düşen saçını çekerek kalktı, esneyip sol gözünü ovaladı. "Ben sarılmadım."
"Ben de." Elimi şaşkınlıkla ağzıma koydum. "Nasıl sarıldık o zaman?"
Uykulu gözlerini ovup kaçamak şekilde baktı gözlerime. "Belki Nil yapmıştır."
Ben de doğruldum, saçlarımı düzeltip onun yüzüne alçaldım. "Kandırıyorsun beni, sen sarıldın bana."
"Hayır diyorum anne!"
Uyandığından beri ona hassas davranıyor, şakalaşmaya bile çekiniyordum ama bu sabah eğlendirmeyi istiyordum. "Bana ne, sarıldın işte!"
Ellerini iki yana açtı. "Ya sen beni anlamıyor musun?"
"Anlamıyorum Karina'm," dedim alçalıp alnımı alnına bastırarak. "Sarıldığına göre annenle barıştığını varsayıyorum."
Kollarını göğsünde bağlayıp çenesini havaya kaldırdı. "Senin kulakların bozulmuş anne. Sarılmadım diyorum, yok sarıldın diyorsun."
Yanaklarını tutup büzüştürdüm, gülümsedim. "Aç mısın güzelim?"
Başını önüne eğip sessiz kaldığında aç olduğunu anladım. Güzel saçlarının her birine incelikle, özenerek dokundum. Karina birazdan tekrardan gözlerini kaldırdı bana, saçlarına dokunmamı izlerken bakışlarındaki kırgınlık yerini bir saflığa bıraktı. Hoşuna gittiğini anlayınca hiç konuşmadan saçını sevmeye devam ettim. Karina iç çekerek buna izin verdi ama sonra bir anda uzaklaşıp aşağıya indi. Gideceğinden endişe duyarken, o köşedeki dolaba koştu. Üstünden bir toka alıp yanıma geldi, uzattı. "Saçlarımı bağlar mısın?"
Onu kucağıma çekip yanağından öptüm. "Bağlarım. Sen iste yeter."
Saçlarını nazikçe toplayıp başının üstünde birleştirdim. Getirdiği mavi lastiği de toplamak için birkaç kez saçının etrafından geçirdim. Canını yakmamak için sıkmaktan kaçındım ve sonra onu göğsüme bastırdım. "Benim güzel kızım her haliyle çok güzel oluyor. Saçları açıkken, bağlıyken, dolaşıkken..." sesim sonlara doğru muzipleşince Karina bana baktı, gözlerine biraz ışıltı gelmişti. "Anlat bakayım, bana gizlice nasıl sarıldın?"
Dudakları bir anda kıvrıldı ama kızmış gibi, "Anne ya," dedi. "Ben sarılmadım, yanlışlıkla olmuş."
Tatlı yanağından, alnından, saçlarından öperek onu kaldırdım. Elinden tutarak odanın çıkışına davet ettiğimde sessizce yanımda geldi. Aramız biraz iyileşmişti neyse ki. Asansörü kullanarak inince ailemin bir kısmını gördüm. Angel ile Nil yan yana oturuyordu, Nil televizyon izlerken yengem ona hayranlıkla bakıyordu. Noah ile Marianne ise yemek masasındaydı, abim ona tabaktaki kurabiyeleri uzatıyor, Marianne gülerek geri çeviriyordu.
"Aa Kaymen."
Nil bizi fark ettiğinde yanlarına ilerledim. Karina'ya da baktı ama hemen sonra tekrar televizyona döndü. Abim ile Marianne'in bakışlarını üzerimde hissederek Karina'yı Nil'in yanına oturttum. "Karina seni özlemiş."
Nil biraz tavırlıydı, anlaşılıyordu. Çenesini yukarıya dikip, "Hiç sanmıyoyum," dedi. "Beni odaya almadı."
Karina alt dudağını ısırıp bana baktığında yardıma ihtiyacı olduğunu anladım. "Karina bana küstü, sana değil. Öyle değil mi Karina?"
Karina hemen başını sallayınca Nil ona yan bir bakış attı.
Sonra bana döndü. "Babam neyede ya? Dünden beri yok."
Bu sorudan kaçmaya çalışmıştım ama maalesef bir yere kadardı. "İş için bir yere kadar gitti canım, birkaç gün göremeyebilirsin."
Nil'in ağzı açık kaldı. "Ama bana söylememişti. Gideyken hep beni öperdi."
"Bu kez acilen gitti, benden de seni öpmemi istedi."
Nil düşünmeye başlarken gözlerini tehlikeli şekilde kıstı. "Giderken seni öptü mü?"
Gülmemeye çalıştım. "Hayır canım, beni de öpemedi."
"Hımm, tamam o zaman," derken bakışlarını tekrar ekrana çevirdi ve Karina koltukta ona doğru biraz daha kaydı. Dün yaptığından pişman görünüyordu ama duygularını ifade edemiyordu. Bana baktığında gülümseyerek ona cesaret verdim ve Karina'da Nil'e sokulup kollarını beline sardı. Onun omzuna doğru yattığında o kadar güzel gözüktüler ki, mucizelere inanmaya başladım.
Nil, Karina kendisine bu şekilde yaklaşınca karşı koyamadı, gülümseyerek ona döndü. Karina hevesle gözlerine baktı. "Oyun?”
Nil ekranı gösterdi. "Çizgi film bitsin öyle oynayalım."
Karina anladığı kadarıyla baş sallarken, Nil arkasına yasladı ve Karina'ya sarılarak ekrana döndü. İkisinin de saçlarını okşarken, yengemin imrenerek onları izlediğini gördüm. Doğrulduğumda Noah ile kesişti gözlerimiz. Masadan kalkıp yanıma gelirken endişeli olduğu yüzünden okunuyordu. "Deren'in iyi olduğunu öğrendim, sen nasılsın?"
Çocuklara sırt dönünce gülümsemem de kayboldu. "Onun iyi olduğunu haberini aldığımdan beri daha iyiyim."
"Sağ, önemli olan da bu Karmen. Deren güçlü adam, umduğumuzdan kısa toparlanır."
"Evet, üstelik bir hemşiresi var," dedim, içimi çekerek. Kızımla vakit geçirmiştim, aramız daha iyiydi, Deren'in yanına dönmeye ihtiyacım vardı.
"Tekrar gidecek misin?"
Abimin omzu üstünden, bizi dinleyen Marianne'e baktım. Araları iyi görünüyordu ama benimle pek iletişim kurmuyordu. "Evet, babamı görüp çıkacağım."
"Sana eşlik edeyim bebeğim."
Noah, Marianne'e göz atıp benimle yukarıya çıktı. Babamın yanına geldiğimizde ona çok sıkı sarıldım, fizyoterapisti biz gelince odadan çıkmıştı. Son durumları ona da anlattım ve ardından Noah ile ayrıldım, odama çıktım. Elbisemin üstüne, havanın serinliğine karşı ceket ve çantamı alıp aşağıya indim. Nil ve Karina mutfaktaydı, kıkırtıları geliyordu. Görünmeden mutfak kapısından göz attım. Nil buzdolabının içine girmeye çalışıyor, Karina ona gülüyordu. Sara ise tebessümle bakıyordu onlara.
"Karina'm?" dedim ve kızlar bir yaramazlık yapmış gibi ürkerek bana döndüklerinde açıkça güldüm. Kızmadığımı görünce birbirlerine bakıp kıkırdadılar. "Markete gidiyorum, bir şey ister misiniz?"
Karina'm gitmekten bahsettiğim için duraksadı ama sonra elini kalbine doğru götürdü. Göz temasımız sırasında gülümsedim. "Nil'e çikolata al," dedi.
Nil sırıtarak Karina'nın yanağına eğildi, onu öpüp bana çekingen gözlerle baktı. Artık babasının sevgilisi olduğum için bu bakışlara rastlıyordum. "Bir de cips, biy de jelibon da alsana."
"Cips yerine kuruyemiş, jelibon yerine de meyveyi tercih ederim."
Nil ellerini beline koyup karşı çıkmaya hazır şekilde baktı. "Hayır, cips ve jelibon."
"Kuruyemiş ve meyve."
Bana dil çıkarıp sonra yaptığından utanmış şekilde arkasını dönünce, Karina onun peşinden ilerledi. Tatlılıklarına tebessüm ederek evden çıktım, Angel'ı ileride gördüm. Çiçekleri temizleyen koruma ile konuşuyordu. Arkasından yaklaşınca beni gördü. "Karina'nın doktoru gelecek, sen ilgilenir misin?" diye sordum. "Senden çok şey istiyorum, farkındayım."
"Hiç de bile. Ben kızlarla ilgilenmekten çoook mutlu oluyorum."
Evden ayrılıp Enrica'nın sürdüğü araçla hastaneye gittim. Vardığımda asansörde dakikaları nasıl geçirdiğimi bilemedim. Deren'in yattığı katta inince de korumalar hemen gözüme çarptı. Deren'i görmemin heyecanıyla ilerliyordum ki, tanıdık birisini daha görmemle adımlarım yavaşladı. Nalan buradaydı, demek haberi olmuştu. Gece ile aralarında bir koltuk mesafe bırakarak oturmuşlardı. Topuk tıkırtımı duyunca bana baktılar ve şaşkınlığımı görmüş olmalı ki, Nalan bana yürüdü.
"Burada ne işin var?" dedim.
Üzerinde bir yüksek bel kot pantolon ile oversize, kumaş ceketi vardı. Saçlarını tepesinde sıkıca bağlamıştı. Abilerim ve diğerleri de bize bakarken, Nalan soluğu karşımda aldı. Haftalar sonra ilk kez birbirimizi görüyorduk. "Merhaba," dedi gergin şekilde. "Olanları öğrenince... Deren'i çok merak ettim."
Kendimi ona karşı öfkeli hissettim, oysaki yaşanılanlarda suçu yoktu. Fakat hiçbir zaman Deren ile Derya arasındaki dengeyi korumamıştı, ilişkilerindeki sorun bugün Deren'in bu hastanede yatmasının sebebiydi. "İyi, daha da iyi olacak," dedim. "Derya... Çıldırmış, hasta gibiydi. Deren az kalsın..." söyleyemeyeceğimi fark edince dudaklarımı ısırdım. "Belki de benim hatam, senin iyiliğin için ilişkinize karışarak büyük hata yaptım."
Nalan çantasını bırakıp bu kez ellerini ovuşturmaya başladı ve kaçamak şekilde gözlerime bakıp, "Utku Nil'in iyi olduğunu söyledi ama aklım onda," dedi. "Derya... Ona zarar vermedi değil mi?"
"Hayır, güvende," dedim ve onu burada istemediğim için teklif ettim. "Bizim evde, gidip görebilirsin."
"Ben de... Onu görmeyi isteyecektim." Bitkin şekilde Deren'in yattığı oda kapısına bakınca sesli bir soluk verdim ve o da duydu. "Deren'e üzgün olduğumu söyler misin?"
"İletirim," dedim ve yanından geçmek için bir adım attığımda kolumdan tuttu, bu kez gözlerimiz daha yakındı. "Derya'ya... ne yaptın? Utku bilmediğini söyledi."
"Henüz bir şey yapmadım, tutuyorum. Deren kendine geldiğinde bakacağım."
Derhal, "Lütfen," dedi. "Onunla görüşmem, konuşmam lazım. Ona çok öfkeliyim ama... ölmesini istemiyorum."
İstemiyor muydu? Neredeyse Deren'in ölümüne sebep oluyordu, onu nasıl yaşatabilirdim? Üstelik Nil ve Karina'yı da incitebilirdi, zamanında benim ölmemi istediği gibi şimdi onun da ölmesini istemesi lazımdı. Bir şey demeden kolumu çektim ve onu arkamda bırakarak ilerledim.
Utku'ya yönelirken, "Abini gördün mü?" diye sordum.
Hali hazırda bana bakan Utku, başını aşağı yukarı salladı. "Evet, bir ara kendine geldiğinde gördüm. Kızları, seni sordu."
"Her gözünü açtığında tekrar tekrar hepimizi soruyor," dedim burukça.
"Evet, bizi çok seviyor," dedi duygulu bir sesle ve başını eğdiğinde elindeki bir pakete baktığını gördüm. Yanına otururken, "O nedir?" diye sordum.
"Abimin hediyesiydi."
"Ah, iyi olduğu için mi hediye aldın ona?"
Başını bana kaldırma gereği duydu. "Hayır, doğum günü olduğundan önceden almıştım."
Kaşlarım havaya kalktı. "Doğum günü derken? Ne zaman?"
"Haberin yok," dedi biraz şaşkınca. "Bugün abimin doğum günü. Zaten bence o yüzden çiftliğe gitmek istedi, biz bize olalım istedi. Yalnızca ailesiyle olmayı istedi."
Deren'le birbirimize doğum günlerimizi hiç söylememiştik, o söylemeden de bilemezdim tabi. Yirmi dokuz yaşına girmişti ve bu hastanede gerçekleşiyordu. Utku'nun teorisine katılıyordum, Deren bir arada, yalnız olmamız için hayatta en sevdiği insanları alıp çiftliğe götürmeyi istemişti. Bu şekilde bir kedere boğulacağı eminim ki aklının ucundan geçmezdi.
"Ben... Deren'i görmeliyim," dedim.
Koltuktan kalktığımda Deren'in odasından da hemşire, elinde birkaç şeyle çıktı. Derhal aralık kapıya süzülürken, "Kendinde mi?" diye sordum.
"Evet, birkaç dakika önce tekrar uyandı," dedi hemşire ve içeriye girme niyetimi anlayıp ekledi. "Bitkin, çok yormayalım."
"Biliyorum," diyerek kapıdan girdim, bizi yalnız bırakacak o kapıyı kapattım.
İçeriye ilerlerken Deren'in gözleri, kafası oynamadan buraya çevrildi. Sanki daha önce bu odaya girmemişim gibi şaşkınlık ve rahatlamayla doldu gözleri. Hele giydiğim elbiseyi gördüğünde... derin bir nefes aldı. Çantamı yatak başı komodinine bırakıp koltuğa oturdum ve ellerim onun eline uzanırken kara gözleri beni izledi. En üzücü, kaos dolu anlarda bile soğukkanlı kalmışken şimdi bu titremeyi durdurmam gerekirdi ama... onun gözlerinin içinde olduğu hiçbir şey, dokunaksız olmuyordu.
"Nasılsın aşkım?" diye sordum.
Derin derin bakmakla meşgul olduğundan cevap vermedi. Belki yaşadıklarımıza gözlerinde rastlıyordum, son bir gecedir olanlara. Sonra bir şeye kaç çattı, ellerimdeki eli yüzüme doğru uzandı. Kirpiklerimi temizledi ve sonra avuç içi yanağıma yerleşti. "Seni bekliyordum," dedi. "Gelip beni kurtaracağını biliyordum."
"Bazen rolleri değişiyoruz," dedim, dudağım kıvrılırken.
Deren gözlerini o zaman dudaklarıma çevirdi. "Korktun mu?"
Bu soruyu sorduğunda gece yaşadıklarım, telaşım, Deren'i bulduğum o anı hüzünle hatırladım. "Ruhumsun sen benim, hiçbir yere gidemezsin."
Bunu duymak onu iyileştirmiş gibi hissettim. Eli enseme dolanınca, başımı aşağı doğru çekmeye başladı. Yüzüne alçaldım ve saçlarımı kulağımın arkasına koyarken dudaklarımı şakağına bastırdım. "Canın acıyor mu?" diye sordum.
"Hayır, sevgilim. Şu kapıdan girdiğini görünce her şeyi unuttum."
Her şeyi unutmak, acaba mümkün olur muydu? Canının tehlikede olduğunu öğrendiğimden beri korktuğum diğer şey de, beni affetmeden sonsuza kadar ayrılacak olmamızdı. Dünden beri bastırdığım her şey zamansız gözyaşlarına dönüştü ve dudaklarımdan hıçkırıklar çıkarken Deren'in gözleri korkuyla büyüdü. "Karmen?" dedi endişeyle.
"Beni affet," diye fısıldadım yüzümü omzuna kapatarak ve daha derin gözyaşlarına boğularak. Ensemdeki eli saçlarıma dokunduğunda, neleri kaybetmek üzere olduğumu bir daha anladım. "Seni, Nil'i kullandığım, ayrı kalmanıza sebep olduğum, seni üzdüğüm için... affet beni. Belki şimdi değil, yakın gelecekte değil ama... bir gün beni affet. Seni bu kadar çok severken, artık bu dünyada canını en çok yakan insan olmak istemiyorum."
BÖLÜM SONU.
Yorumlar yükleniyor...