0 %

Paragraf Yorumları

Yorumlar yükleniyor...

Yorum Yap

57. BÖLÜM

Yazı Boyutu
100%

57. ❝KAZANMAK.❞

 

Günler Sonra.

 

Pek fazla sevme yeteneğim olmadığını düşünürdüm.

 

Hakkımda yanıldım mı bilmiyorum, aslında hâlâ çok fazla sevme yeteneğim olmadığını hissediyordum. Ailemden olmayan kaç kişiyi sevmiştim diye de düşünüyordum, muhtemelen bir elin parmağını geçmezdi. Oysa çok garip ki, ailemi de çok severdim, demek ki aslında sevdiğimde... sevebiliyordum. Çok az kişiyi, çok fazla seven türde bir insandım ben.

 

Ölmemek için ne kadar sevgi gerekirdi?

 

Bir insanın hayatta kalabilmesi için en az ne kadar sevilmesi, sevmesi gerekirdi?

 

Deren uyurken yanında o kadar fazla vakit geçiriyordum ki, hiç düşünmediğim şeyleri düşünmeye zamanım olmuştu. Yaraları, ağrıları beni çok üzdüğü için birkaç kez ağlamıştım ve sanırım sevmekle alakalı düşünmeye o zaman başlamıştım. Deren'i, o uyurken hiç bu kadar fazla izlememiştim. Belki de bu yüzden sevgi hakkında düşünmeye başlamıştım. Çünkü ona biraz daha âşık olmuştum.

 

Aradan günler geçmişti, Deren her gün biraz daha iyileşiyordu. Onu, bildiğimiz özel bir hastaneye sevk etmiştik, doktor ve hemşireler onunla özenle ilgileniyordu. Ameliyattan kaynaklı ağrıları ve kırıklar yüzünden günlerini keyifsiz geçiriyordu. Yerinden kalkamıyordu, doğrulmakta ise gerçekten güçlük çekiyordu. Yemeğini ben yediriyordum, onun için telefonlarını açıyordum, pansumanını yapıyor, ilaçlarını içiriyordum.

 

Gündüzleri kızlarla oluyordum, geceleri ise Deren'le. Nil babasını henüz görmemişti, Deren gelmesini istememişti. O da haliyle babasını özlüyordu, amcası ve Karina ile vakit geçiriyordu ama canı sıkkındı. Bu yüzden en azından biraz toparladıktan sonra onu görmeyi bekliyordu. Zaten Nalan'da Nil'in yanına uğrayıp onunla vakit geçirdiği için tırtılım biraz daha dayanabilirdi. 

 

"Karmen?"

 

Camdan dışarıyı, yağan yağmuru izlerken Deren'in sesini duydum. Heyecanlanıp başımı arkama çevirince de aralık gözleriyle buluştum. Odada bir loş ışık olduğundan birbirimizi görebiliyorduk. Bir süredir uyanık olduğunu anladım, çünkü çok uykulu bakmıyordu. "Uyanmışsın, iyi misin?"

 

Kırık olmayan kolunu hafifçe kaldırıp elini uzattı. "N'apıyorsun orada? Yanıma gel."

 

Yaklaştığımda elinden tuttum ve yatağın kenarına çektiğim koltuğa, onun bitişiğine oturup yakından baktım. "Yağmuru izliyordum, bu gece epey yağıyor."

 

"Sana bakarken yağmurun yağdığını fark edemedim bile."

 

Gözlerimi kısarak, "Yalan söylüyorsun," dedim.

 

"Hayır," dedi gözlerimin içine içine bakarak. "Fark etmemiştim."

 

Hafifçe uzanıp alnına, yanaklarına dokundum. Biraz sıcaklamıştı ama iyi durumdaydı. Deren'in gözleri hareketlerimi takip ederken dudaklarının kıvrılmış olduğunu görüp, "Hayret, gülümsüyorsun," dedim. "N'oldu?"

 

Kafasını iki yana salladı. "Bir rüya gördüm. Güzeldi."

 

"Ne gördün?"

 

Söylemek istemiyormuş gibi omzunu silktiğinde, elimdeki elini sıktım ve Deren numaracı şekilde inleyince canını acıtmaktan endişe duydum. Parmaklarım gevşerken, "Söylesene," diye sızlandım biraz. "Merak ettirdin beni."

 

"Rüyamı bizzat uygulayacağım, anlatmama gerek yok," dedi ve elini yüzüme uzatmaya başladığında ona izin verdim. Parmakları yanağıma değip saçlarıma karıştı ve sertçe okşadığında gözlerim yarı yarıya örtüldü. "Bu gece de uyumamışsın, gündüzleri zaten uyumuyorsun. Nasıl ayakta kalabiliyorsun sen, bu hiç mantıklı değil. Beni çok endişelendiriyorsun."

 

Evet, günlerdir doğru dürüst uyumuyordum. Çünkü hem kızlara hem de Deren'e bakmayı istiyordum. Bu sebepten de ilaç kullanmaya devam ediyordum ama Deren'in haberi yoktu. Bu haberi ondan saklamaya devam etmeyi düşündüm ama sonra aklıma bir şey geldi. Evli olduğumuz. Aramıza sır almamız gerektiği.

 

"Aslında bir sebebi var."

 

Saç diplerimi, devam etmesini isteyeceğim şekilde okşadı. "Neymiş bakalım?"

 

"İlaç kullanıyorum, hatta bir süredir. Karina uyandıktan sonra başladım, geceleri uyumamak, onu yalnız bırakmamak için..." gözleri anlayışsızlık ve kızgınlıkla parlamaya başladı. "Uykumu kaçırıyorlar, bir iki saat dinlenmek yetiyor ilaç sayesinde."

 

Yüzüme bakarken çok sessiz kaldı. Deren'in kızgınlığıyla baş edebilirdim ama sessiz kaldığında anlaşılması güç oluyordu. Elini saçlarımdan çekip gözlerime doğru, "Şu haline bak," dedi sertçe. "Günlerdir gözlerin kıpkırmızı, bakışlarının ifadesi bile gitti. İlaçlar yüzünden farkında olmayabilirsin ama çok yorgunsun. Abin bugün bayıldığını ağzından kaçırdı."

 

Ah Noah, Deren'le arkadaş olma işini abartmıştı cidden. Abilerim aralıklarla gelip onunla ilgileniyordu ve doğru, yorgunluktan bayılmıştım. "Ağzında bir şeyi tutamaz zaten," diye homurdandım.

 

"Beni daha da kızdırıyorsun," diye tersledi.

 

Ona kısık, tehlikeli bakışlar atıp, "Uyuyacak vaktim yok," dedim.

 

"Dalga mı geçiyorsun? Yemin ederim sırf dinlenmen için bu halde yataktan kalkıp kızlara kendim bakarım," dedi kızgınlık ve sitem dolu bir sesle. "Ki, bizim yerimize bunu yapacak insanlar var. Uykunu aldığında kimseye bir şey olmayacak."

 

“Seninle ilgilenmek istiyorum, eve gidince de Karina ile vakit geçirmem gerekiyor, hâlâ bensizliğe alışmadı, sonra Nil ile aramızı yumuşak tutmaya çalışıyorum."

 

Saydıklarımın onun için hiçbir önemi yokmuş gibi azarlayıcı gözlerle bakmayı sürdürdü. "Nil için amcası var, Karina için de Nil ve büyük babası, dayıları, yengesi, hatta amcası var. Uyumaya dönmen, ilacı bırakman lazım, böyle gitmez Karmen."

 

Sinirlendiği için gerilen bedenini fark ettim, canını yakmasından endişe duyup, "Tamam, sen hastaneden çıktığında bırakacağım," diye kabullendim.

 

"Hayır, bıraktın bile," dedi ve elini tekrar saçlarıma götürdü, bu kez anlamam için hafifçe vurdu. "Bir daha aldığını görürsem, duyarsam, anlarsam... iyileşir iyileşmez sana çok kötü şeyler yaparım."

 

Kollarımı göğsümde kavuşturdum. "İlacı bırakırsam iki gün aralıksız uyurum."

 

"Benim istediğim de bu."

 

Bağırmaya başlamıştı bile... "O zaman yanına gelemem, sana yardım edemem, Karina ile vakit geçiremem."

 

"Yahu delireceğim," dedi kafasını bezgince yastığa bırakıp gözlerini yumarak. "Sanki yalnız sen varmışsın gibi konuşup beni delirtiyorsun. Başkaları var, kısa süreliğine yardımcı olurlar, sen de dinlenirsin! Bak, iki gün seni görmemeye bile razı geldim, ki bu benim için çok zor!"

 

Söylediklerini, haklı olsa da onunla çatışmaya meyilli şekilde dinliyordum ama son söylediğine gülecektim neredeyse. "Tamam," diye kabullendim. "Eve gittiğimde uyuyacağım. Tabi öncesinde kızlarla ilgilenir sonra uyurum."

 

Deren önce tek gözünü açtı, sonra diğerini. Emin olamamıştı, benim nasıl bir kadın olduğumu bildiğinden sanırım. "İlacı da almayacaksın. Ciddiyim, aldığını görürsem kavga ederim seninle."

 

Onu şöyle bir süzdüm. "Bu halde mi? Affedersin ama beni öpemiyorsun bile."

 

Deren'e meydan okumaya bayılıyordum, çok çabuk ateşli bir hale bürünüyordu. Görmek istediklerimi gördüm ve gözleri dudaklarıma yoğunlaşırken, "Abilerin bir yalnız bıraksa öpmekten fazlasını da yapacağım!" diyerek kızdı.

 

"Şu an yalnızız," dedim, konuyu uyku probleminden uzaklaştırmak, biraz keyfini yerine getirmek istiyordum.

 

Deren pek kıpırdayamadan yanını işaret etti. Koltuktan kalkıp yatağın kenarına, onu rahatsız etmeden oturdum ve boynundaki sargıya bakıp ellerimi omuzlarına koydum. Ben böyle yaklaşınca Deren'in yüzünü belli belirsiz bir huzur kapladı. "Öp beni," dedi.

 

Yüzüne yaklaşmaya başladım. "Boynunu sabit tutman gerekiyor."

 

Onu kışkırtmamak için sakince yaklaştım, alnımı alnına koydum. Günlerdir bu şekilde yaklaşmıyordum, çünkü kıpırdaması kendisine zarar veriyordu. Gözleri yüzümü incelerken bir elimi belimin ortasına yerleştirdi, beni biraz daha kendisine çekince, "Yapma, canın acır," dedim ama dudakları dudaklarımın üstüne yerleşmişti bile. Başını sabit tutup yalnız dudaklarını kıpırdatarak beni öptüğünde, ben de sakin kalmaya çalışarak ona yanıt verdim. Onu daha derin, uzun öpmeyi istiyordum ama böyle bir öpücük Deren'i hareketsiz bırakmazdı. Bu yüzden onu iterek, kendime çekmemeye çalışarak öptüm ve inleme sesini duyarken başımın ağır çekimde döndüğünü hissettim. Bana yaptığı hep bu olmuştu, dünyayı etrafımda bazen çok hızlı, bazen çok yavaş döndürmüştü.

 

Kontrolü kaybetmeye yakın olduğumu fark edince dudaklarımı geriye çektim ve Deren belime baskı uygulayıp, "Hayır," diye karşı çıktı. "Kaçma hemen, öpeyim seni."

 

"Boynunu çok hareket ettiriyorsun Deren, ortadan ikiye ayrılırsan hiç öpemezsin beni."

 

Belimdeki elini yüzüme getirdi, parmaklarını ıslak dudaklarımda gezdirmeye başladı. "Başım boynumdan ayrılsa sence ortadan ikiye mi ayrılmış olurum?"

 

Öylesine konuştuğumu anladığı halde alay ediyordu benimle. "Lafın gelişine öyle söyledim aşkım."

 

Dudaklarıma dokunduğu yetmiyor gibi bir de aşkla bakıyordu. Dudaklarıma. Yüzüme. Gözlerime. "Lafın gelişine öyle söyledin? Bazen tam Türk gibi konuşuyorsun."

 

"Senden duyduklarım işte," dedim.

 

Dudağımdaki parmağı yavaşladı. "Sen şimdi benimle evlendin, bir de Türk vatandaşlığı alsana ya. Türk ol sen."

 

"Sen İtalya'n ol, ben neden Türk oluyorum."

 

Kaş çattı hemen. "Türk vatandaşı olmam yeter bana, İtalya'n falan olmam."

 

"Ben niye Türk vatandaşı olayım o zaman? Ayrıca sence bana vatandaşlık verirler mi?" Tek kaşımı kaldırarak baktım.

 

Deren sorularıma sırasıyla cevap verdi. "Türk olmak bir gururdur, sana bu gurura sahip olma şansı vermek üzereydim ama hatamı anladım, bence de zaten sana vatandaşlık vermezler." Dik dik baktı.

 

Deren'in milli duygularındaki ciddiyetini bildiğim için bu haline alınmadım. "Evet Deren, sen Türk kanını tek başına dünyaya yayabilirsin, bana ihtiyacın yok zaten."

 

"Utku ve Nil ile yaymayı düşünüyorum," dedi ciddi ciddi.

 

İçimden, bir şey belli etmeden sırıttım. "O zaman Nil yabancı birisiyle evlensin, daha hızlı yayarsınız."

 

Dalga geçtiğimi anlarken gözleri epey bir kısıldı. "Nil evlenmeyecek, biz bunun hakkında konuşup anlaşmaya vardık."

 

Gülüşüm, dudaklarımdaki parmağının altından kayıp geçti. "Ne konuştunuz? Cidden çok merak ettim."

 

Geçiştirir gibi, "Evliliği öğrenmiş, ne olduğunu sorup durunca ben de bir şeyler anlattım işte, evlenmeyeceğinin sözünü aldım," dedi.

 

"Hımm, evet, yirmi yıl sonra bu sözünü hatırlar zaten değil mi?"

 

Deren, ne derse aksini söylememe fena bozulup burnundan derin nefesler aldı. "Hatırlar Karmen, hatırlar. Zaten kendimden biliyorum, erkek dediğin pek bir boka yaramıyor. Nil'in de ihtiyacı olmaz." Rahatsızca kafasını sallamaya meyletti ve sonra hatırlayıp duraksadı. "Bu konuyu kapatabilir miyiz?"

 

"Kapatalım," diye kabullendim. "Ama kendini bu söze fazla kaptırma tamam mı? Çok inanmış görünüyorsun, biraz korktum."

 

"Sen bu gece beni deli etmek için mi buradasın?" dedi, başını yastığa bırakırken.

 

"Sadece bu gece değil, her gece," dedim sırıta sırıta.

 

Şimşek çaktığında gözleri cama doğru kaydı, yağmurun hızına bakarken bile beni okşamayı bırakmadı. Elimi, elinin üzerine götürüp, "Yarın terapiye gideceğim," dedim ona.

 

Deren bana dönerken kaşlarını kaldırmıştı. "Baban mı söyledi?"

 

"Hayır, kendim istedim."

 

"Kendin?" diye tekrarladı hiç inanamadan. "Kendi rızanla tekrar terapiye gideceksin."

 

"Evet," dedim, onunla kendim hakkında şeffaf olmaya alışmaya çalışıyordum. "Ben... uzun süredir iyi değilim, biliyorsun. Türkiye'de, hastanenin bana verdikleri ilaçları kullanmayı bırakmam, Nil ve seninle meşgul olmam beni sanrı gördüğüm o günlerden uzaklaştırdı. Ama şey düşündüm, yani Karina'ya iyi bir anne olmam için kendimin iyi olması gerektiğini. Çoook sıkılsam da bir süre daha o terapiye gideceğim, yoksa sürekli Karina'yı kaybettiğim o günlerde bulacağım kendimi."

 

Kafamın arkasını kaşıyıp beni dinledikten sonra, "Tüh," dedi. "Hafif çatlak halini seviyordum, düzelmeni pek istemezdim."

 

Adamın beni ciddiye aldığını sanıyordum ama meğer hâlâ dalga peşindeymiş. Ensemdeki elini savurup atarken, "Emin ol çatlak halim genetik," dedim. "Hayatının sonuna kadar bana sabır ve tahammül göstermeye mahkûm oldun, acıyorum sana."

 

Beni kızdırmaktan aldığı zevk o koyu gözlerinde nasıl da parladı öyle. "Bana Karmen olarak değil, karım olarak acıyorsun. Bu yüzden kendimi acınası görmüyorum."

 

İfadesiz kalmaya devam etmek istedim ama gülüşüm boğazımdan kaçınca Deren'in de dudakları kıvrıldı. "Neyse, ciddileşecek olursam eğer tabii ki git o terapiye. Haklısın, kızımızın sağlıklı bir kız olarak büyümesi için sağlıklı bir anneye ihtiyacı var."

 

"Karina'yı gerçekten kızın gibi görüyor musun? Carlos'tan nefret ettiğini biliyorum çünkü." Bu sorunun cevabını bilsem de sormak istemiştim.

 

"Evet, Carlos'tan hiçbir zaman hazzetmeyeceğim ama Karina'yı çok seviyorum." Gözlerinin ışıltısı bir süreliğine gitti. "Yaşadıkları için o kadar üzgünüm ki, eğer bana karşı daha korkusuz olsa zamanımın çoğunda bunları unutturmaya çalışırdım."

 

Deren'in birisini sevmekle alakalı bir yalan söylemeyeceğini biliyordum. O, seni sevmiyorum yalanını söylerdi ama seni seviyorum yalanını söylemezdi.

 

"Biliyorum," dedim, ellerimi omuzlarından aşağıya kaydırarak. Çok yavaş dokundum. "Zamanla alışacak. Birkaç yıl sonra aranız baba kız ilişkisine dönüşecektir."

 

"Üvey babalardan nefret ederdim," derken gözleri çok karanlık, huzursuz bakmaya başladı. İkimiz de Derya'yı hatırladık. "Kendim oldum, şaka gibi."

 

"Sanırım bu durumda Carlos'ta senden hazzetmeyecek."

 

"Karina'ya iyi bir baba olsun, benim hakkımda ne hissettiği umurumda değil."

 

Bu ilişki türümüz Nil ile Karina'nın kafasını karıştırıyordu ama büyüdükçe, biz dengeyi salladıkça alışacaklarını umuyordum. Şu an dengede gibi gidiyordu, Carlos şu adamla işlerini halletmişti, artık Karina'yı rahatça görebiliyordu. Karina'da ona alışıyordu, araları iyiydi. Deren'in Karina için bu dengeye uyum sağlamaya devam edeceğine emindim artık.

 

"Gün doğuyor," dedi Deren, ben düşüncelerime karışmış haldeyken. "Hadi, eve git, uyu artık."

 

"Buradan terapiye, oradan eve geçeceğim," dedim bir yandan da gözümü ovarak. 

 

Dikkatinden kaçmadı ve elimi gözümden çekip bakarak, "Bak, uykusuzluktan acıyor," dedi, isyan edercesine. "Şu çantanı getir, ilacı ver bana."

 

"Yok artık, abartma Deren."

 

"Ciddiyim, ikiletme."

 

"Kullanmayacağım dedim, sözüme güvenmiyor musun?"

 

"Güvenmiyorum."

 

Ne diyebilirim, haklıydı. Yanaklarımı şişirip kalktım ve kenardaki koltuktan çantamı aldım, içini açıp ilacı çıkarırken doğum kontrol hapını da çıkardım. Fakat etrafta su bulamadığım için içmeyip geri koydum. Deren bu sırada ona uzattığım ilacı tutarken, çantama koyduğum diğer ilaca da baktı. "O neydi?"

 

"O bir şey değil," dedim. "Doğum kontrol hapı."

 

Kullandığımı biliyordu, bu yüzden şaşırmadı.

 

Hemşire geldiğinde koltuğa oturup kontrollerini izledim. Her gün muayene ediliyordu ve günden güne toparlıyordu. Hemşire ayrıldığında çantamı ve ceketimi aldım, Deren'e son kez eğilip yüzünü okşadım. "Yaman koridordaydı, eğer gitmediyse. Seni merak ediyordu, yanına gelsin mi?"

 

Deren dudaklarını ısırarak kapıya bir göz attı, sonra umursamazmış gibi görünerek, "Yani, olur," dedi.

 

Göstermeden sırıtarak arkamı döndüm, odadan çıktım. Birkaç koruma koridordaydı, Yaman koltukta. Beni fark ettiğinde başını kaldırdı, endişe ile sordu. "Uyanık mı? Nasıl?"

 

Yaman Deren'le birkaç kez, kısa süreli, mesafeli şekilde konuşmuştu. Aralarında saygısız bir şeyler yaşanmıyordu ama birbirleriyle dalga geçmeyi bile bırakmışlardı. "Evet canım, bir süredir uyanık. Senin burada olduğunu söyledim, gir yanına istersen."

 

"Gireceğim de... Nasıl olduğunu sorup çıkıyorum, pek bir şey konuşamıyoruz," dedi koltuktan doğrularak. 

 

"Türkiye'ye döneceğin için biraz alıngan, neden burada kalıp yaşamıyorsunuz ki?" diye sordum.

 

"Gece'nin hayatı burada değil, bu yüzden ben de kalamam ama... Deren'le böyle ayrılmak istemiyorum."

 

Omzuna hafif hafif dokundum. "Bunları ona da söyle, anlayacaktır. Biliyorsun ki, aradan ne kadar zaman geçerse geçsin biz hep daha suçlu olan tarafta olacağız Yaman. Bu yüzden Deren'in yaptığı hiçbir şeye kızamıyorum." Karina söz konusu olmadıkça.

 

"Ben ara ara kızıyorum," dedi ve bu beni güldürdüğü gibi onun da dudaklarını kıvırmasını sağladı. "Ama şimdi kızamam, halini gördükçe üzülüyorum."

 

"Aman yüzüne karşı söyleme, gurur yapar şimdi..."

 

Yaman odaya ilerleyince ben de yanıma koruma alıp aşağıya indim. Eve gitmeden önce terapiste uğramam gerekiyordu, bu yüzden bir kafede biraz oyalandım, terapi saati geldiğinde görüşmemi yapıp ayrıldım. Eve geçmeden önce de bir mağazada vakit geçirdim, Karina için kıyafet baktım ve sonra Nil ile ona aynı tulumdan aldım. Tek fark birisi dört yaş içindi, birisi üç yaş için.

 

Malikane arazisine geçtiğimde daha arabadan inmeden kızları bahçede gördüm. Sabahın erken saatiydi ama belli ki kahvaltılarını yapmışlardı. Angel ve Gece onlarla beraberdi. Araçtan indim ve korumadan torbaları alıp kızlara yürüdüm. İkisi de ıslak çimlerin üzerinde Angel'ın peşinde koşuyordu, Gece ise yorulmuş şekilde gülüyordu. Hava serindi ama Angel kızlara hırka giydirmişti, ikisinin de kot pantolonu vardı. Angel onlara o kadar özeniyordu ki, saçlarına yeni modeller yapıyor, her gün başka şey giydiriyordu.

 

Kendi çocuğu olmasını o kadar isterdim ki... onu anne olarak görmeyi.

 

"Anne!"

 

Karina Angel'ın peşinde koşmayı bırakıp bana doğru koştuğunda torbaları kenara bırakarak hafifçe eğildim ve o kucağıma zıpladığında kuvvetle tutup doğruldum, kendi etrafımda dönerken saçlarını kokladım. "Merhaba aşkım, günaydın. Ben gelmeden uyanmışsın."

 

"Uyanmadım, uyuyorum," dediğinde benimle şakalaştığı için biraz şaşırdım, sonra gülerek yüzüne baktım. "Nereden geliyorsun sen? Yine işin mi vardı?"

 

"Evet canım, işlerimi halledip sana döndüm," dedim ve o sırada Nil'in bakışlarını fark ettim. Karnıma kadar gelen boyuyla, aşağıdan, çekingen bir gülümsemeyle bize bakıyordu. "Hoş geldin Kaymen."

 

"Hoş buldum tırtılım," diyerek eğildim ve Karina'yı yere bırakıp Nil'e uzandım. Nazikçe kucaklayıp yanağından öptüm. "İyi misin canım? Oyun mu oynuyordunuz?"

 

Kafa sallayıp, "Hıhı," dedi. "Yakalamaca oynuyoyuz."

 

Acaba bu kız R harfini söylemeyi ne zaman öğrenecekti?

 

Doğrusu peltek kalsa da olurdu, çok tatlıydı.

 

"Kahvaltılarını yaptırdım," diyerek bu tarafa geldi Angel, koşmaktan yorulmuş şekilde. "Hava alsınlar diye çıkarmıştım biraz."

 

"Teşekkür ederim canım," dedim ve bizi izleyen arkadaşım Gece'ye döndüm. Karina ve bana, hüzünlü şekilde bakıyordu. Beni, yaşadıklarımı, Deren'den, ailemden bile daha çok hissetmişti, bu yüzden Karina ile bir arada olmamızın onun için özel yanı vardı. "Kızlar seni yormuş," dedim ona, göz kırparak.

 

Yaklaşıp her ikisinin de başını okşayınca Nil ona dil çıkardı, Gece'de ona. Sonuna geldikleri bir Yaman savaşı vermişlerdi, o günleri unutamazdım. Karina onların dil çıkarmasını izleyip sonra bana döndü. "Sen de yemek yedin mi?"

 

"Evet canım, yedim." Bir de alnından, sonra şakağından öptüm. "Size bir şeyler aldım."

 

Yanımdaki çantaya dönünce Nil'de ilgisini buraya çevirdi, paketleri onlara uzattığımda da heyecanla açmaya başladılar. Angel'de heyecanla Karina'ya yardım etti, Gece Nil'e yardım etmeye çalıştığında da Nil ondan kaçtı. Bu hallerine tebessüm ederken çıkardıkları hediyeleri incelediler. Nil hemen tulumu üstüne tutup yerinde zıpladı. "Ay bu tam benim modama göre Kaymen, teşekkür ederim." Bana mahcup, utangaç gözlerle baktı.

 

"Sana çok yakışacak tırtılım," dedim tatlılığından gözlerimi alamadan.

 

Karina omzuma dokundu, daha heyecansız ama daha derinden baktı. "Ben de sana hediye almak istiyorum ama param yok."

 

"Senin bir sürü paran var," dedi Angel, onu omuzlarından tutup. "Beraber gidip alırız istersen."

 

"Annem olmadan gitmem ben."

 

"Beraber gideriz güzelim," dedim ve doğrulurken Nil'in tulumuna hâlâ sevgiyle baktığını gördüm. Karina elimi bırakmadan benimle gelirken, yengem de ilerideki oyuncakları toplamak için uzaklaştı. Nil ilerlediğimizi görüp peşimizden koşarken, "Babam bugün gelecek mi?" diye sordu.

 

"Canım bugün de gelemeyecek ama istersen ararız, konuşursun," dedim.

 

Başı üzgünce önüne eğildi. "Yine bıyaktı beni, yüz gün göremeyeceğim. Daha önce de böyle diyordun, çok özlemiştim babamı."

 

Benim yüzümden babasından, ailesinden uzaklaşma travması vardı. "Amcan burada bebeğim, sana yalan söylemiyorum ki. Baban para kazanmak için çalışıyor."

 

"O zaman payaları paylaşalım," dedi düşünceli şekilde. "Öyle affederim."

 

Nil'in bu hallerine bayılıyordum. "Soyarız babanı," diyerek göz kırptığımda kıkırdadı ama bana bakarken hâlâ çekingendi, çünkü babasının sevgilisiydim.

 

Eve girdiğimizde Nil Karina'nın elinden tuttu, salona geçtiler. Ben de arkamızdan gelen Gece'nin elinden tuttum, onu merdivene doğru koşturunca, "N'oluyor?" dedi şaşkın bir sesle.

 

"Bir şey söyleyeceğim," diyerek üst katlara çıktım ve geldiğimiz kata bakıp kimsenin olmadığını görünce ona döndüm. Beklentiyle bakıyordu. "Deren ve benimle ilgili."

 

"Kavga mı ettiniz?"

 

"Hayır," dedim dudaklarım kıvrılırken. Deren öğrendiğinden beri içimde tutmakta güçlük çekiyordum. "Biz... Deren'le evlendik."

 

Gece elini ağzına kapatıp tepki veremeden bir süre geçirdi. Neşeyle kahkahalar atan türde bir insan değildim ama bu haline kıkırdadım. "Ne zaman?" diye sordu konuşabildiğinde. "Nasıl? Beni neden çağırmadınız?"

 

"Gizli bir evlilik oldu, Deren'in bile haberi yoktu."

 

"Zorla mı evlendin onunla?"

 

Söylediğine gülüp kendi katıma çıkarken ona yaşanılanları özet geçtim. Hepsini dinledi ve ben odama geçip üzerime rahat bir elbise giyerken hayretle konuştu. "Bana da o evliliğin sahte olduğunu söylemiştin. Kuru kuru evlenmiş oldunuz, böyle olmaz ki. Ailene ne zaman söyleyeceksin? Düğün yapacak mısınız?"

 

"Ailemde kimse düğün yapmadı, herkes kilisede evlendi. Deren kilisede evlenmeyeceğine göre... nasıl bir kutlama yaparız bilemiyorum."

 

Odamın diğer kısmına, saçlarımı düzelterek geçtim ve onu kenardaki koltuğumda buldum. Gözlerinde bir şaşkınlık vardı ama bu sadece bu evliliğe olan bir şaşkınlık değildi, tahmin edilemez bir yere gelen hayatıma duyduğu şaşkınlıktı. "Evlenmişsiniz, önemli olan da bu... Peki hem İtalya'da mı yaşayacaksınız?"

 

Yanına otururken, "Ailemden bir daha ayrılmak istemiyorum, zaten onlar da izin vermez," dedim. "Doğrusu Deren ülkesine çok düşkün ama belli ki... bir süre öyle olacak."

 

"Hayatını yeniden kurdun," dedi, tüm bunların karşılığında. Bu kez bir gülümsemeyle bakıyordu. "Senin için çok mutlu olduğumu biliyorsun değil mi?"

 

"Evet canım, şüphe bile duymam."

 

Biraz daha yaklaşıp ona sarıldığımda, bunu bekliyormuş gibi hemen karşılık verdi. Yakın zamanda aileme de evliliğimin haberini verecektim ama Gece'ye söylemek istemiştim. Çünkü onun bende ayrı bir yeri vardı, Nil'i bana o getirmişti, bir hata da olsa benim için çok şeyi göze almıştı.

 

"Sen de çok iyi ol," dedim uzaklaştığımızda. "Yaman sana çok değer veriyor, beraber olmanıza çok seviniyorum. Türkiye'ye döndüğünüzde... çok mutlu olun, beni kendinizden haberdar edin."

 

"Sık sık buraya gelebilir miyim?" diye sordu.

 

"Tabii ki Gece, sormana gerek mi var? Araman yeterli, özel uçağı hemen gönderirim."

 

"Teşekkür ederim," dedi ve duygulanmış gözlerini birkaç saniye etrafında dolaştırıp bana çevirdi. "Yaman'la kavga ettiğimizde atlar gelirim."

 

Güldüm söylediğine. "Yaman'da peşinden gelir, benden söylemesi."

 

Yaman'dan bahsedilince parlayan ama bunu belli etmek istemeyen gözlerine bakıp omzunu okşadım. O sırada kapı açıldığında beraber dönüp baktık. Kızlarımı, onlara aldığım kıyafetleriyle gördüm. Ele ele tutuşarak içeriye girerken Karina biraz çekingen görünüyordu, Nil ise saçlarını savurarak, adeta bir model yürüyüşü yapıyordu. 

 

"Nasıl olmuşuz Kaymen?"

 

İkisini de süzdüm, tulumlar gayet iyi olmuştu. "Manken gibi olmuşsunuz."

 

Türkçe konuştuğum için Karina bu kelimenin anlamını bilemeyip bana baktı.

 

Ona İtalyan'casını söyledim ve yanıma geldiklerinde yanıma oturttum kızımı. Karina'm benimle bütünmüş, bitişikmiş gibi otururken, Nil etrafında dönerek ellerini beline koydu. "Ben büyüyünce manken olacağım."

 

Karina bir parmağını ısırarak onun dönmesine gülerken, Gece'de kıkırdadı. "Sarışın, mavi gözlü, barbie gibisin. Senden manken olur cidden."

 

"Böyle yüyürüm," diyerek odada havalı havalı yürümeye başladığında, Karina'mın omuzlarına öpücük koyarak güldüm. "Babam mankenleri izliyor zaten, beni de izler."

 

Duraksadım. "Hangi mankenleri izliyor."

 

"Televizyonda göymüştüm bir kere," dedi ve yanımıza yürüyünce Karina'nın ona güldüğünü gördü, kolunu omzuna atarak yanağından seslice öptü. "Ablanı beğendin mi Kayina?"

 

Abla kelimesi Karina’ya tanıdık gelince başını salladı.

 

"Yerim seni," dedi Nil, onu diğer yanağından da öperken.

 

Gece onlarla iletişime geçtiğinde ben hâlâ Deren'in neyi izlediğini düşünüyordum. Demek manken şovlarını izliyordu, bak sen. Ne zaman izlemişti acaba, daha önce mi yoksa ben hayatındayken mi? Bu detaya fazla takılmamaya çalıştım ama istemsizce huzursuz olmuştum. 

 

"Girin."

 

Gece'nin sesiyle beraber düşüncelerimden kurtulup başımı kaldırdım. Sara açtığı kapıdan endişeli şekilde buraya baktığında, "N'oldu?" diye sordum. Onu görünce abimle olan ilişkisi yine aklıma gelmişti.

 

"Efendim, Salvador Bey geldi, çok kızgın, sizi görmek istiyor."

 

Abimin dışarıda olduğunu bile bilmiyordum. Ne olduğunu merak ederek kalktım ve kızım hemen elimden tutup benimle gelirken asansöre yöneldim. Nil ile Gece odada, manken olmak hakkında konuşuyorlardı hâlâ. Asansörden çıkarken Salvador abimin, "Karmen!" diye bağırdığını duyup irkildim. Köşeyi döndüm ve onu gördüm, salonun ortasında dikiliyordu. Yengem koltukta şaşkın şekilde oturuyor, Dante'de abime neler olduğunu soruyordu. "Nerede bu kı..."

 

Başını bir daha kaldırınca Salvador abim beni gördü ve gözlerinden ateşler çıktı. Kaşlarımı kaldırarak ona yürürken, "Neden bağırıyorsun? N'oldu?" diye sordum.

 

"Sen bana aklımı kaybettireceksin!" diye kükredi, ellerini iki yana açarak. "Ne yapmaya çalışıyorsun? Amacın ne?"

 

Ah.

 

Yutkunarak bir adım daha ilerledim. "Sakin olur musun bir dakika?"

 

"Olamam," diye kükreyip üzerime geldiğinde Karina aniden önüme geçip kollarını bana sardı ve omzu üstünden Salvador'a bakıp bağırdı. "Kızma anneme!"

 

Abim ilerleyişini durdurdu ve dudaklarını birbirine bastırırken yüzüne bir gülümseme koymaya çalıştı. Zoraki bir tebessümle ve düşürdüğü sesiyle, "Affedersin tatlım," dedi. "Kızmak istememiştim, problem yok. Sen istersen yengen ile yukarıya çık, annenle konuşalım."

 

"Hayır," dedi Karina ve beni daha sıkı sarıp gözlerini ondan kaçırdı, üzgünce bana baktı. "İyi misin anneciğim?"

 

"Canım, problem yok," dedim ve gerçekten bu gerginliği yaşamaması için ekledim. "Angel ile çık, Nil yalnız kaldı. Ben de birazdan geleceğim."

 

Yengem bir gülümsemeyle yaklaşıp elinden tuttu. "Gel, Nil'e bir şaka yapalım."

 

Karina emin olamamış gibi yanağını karnıma yaslayıp dayısına bakınca, Salvador yaklaştı ve elini onun başına koydu. "Bebeğim, bağırmak istememiştim. Annene bir daha sesimi yükseltmeyeceğim tamam mı? Sana söz veriyorum."

 

Karina ona bir şey demedi, bana dönüp karnımdan öptü ve Angel'in elini sıkarken, "Bir şey olursa beni çağır," dedi.

 

"Tabii ki Karina'm."

 

O yengesiyle asansöre binince abilerimle kaldım ve Salvador'un öfkeli bakışları geri döndüğünde, "N'oldu?" diye soran Dante oldu. Üstü çıplak şekilde, altında bir şortla oturuyordu. Terlemiş olduğuna bakılırsa evin alt katındaki spor salonunda vakit geçirmişti. "Ne yaptın yine Karmen?"

 

Salvador ona cevap vermeden bana bakmaya devam etti. "Kardeşimiz," dedi. "Evlenmiş."

 

Tahmin ettiğim gerçeği duyunca korkarak yutkundum ve ortamı sessizlik kaplayınca kalp atışlarım duyulmaya başladı. Ve o sırada arkada başka bir ses duyduk, irkilip bakınca Sara'nın elindeki tepsiyi şaşkınlıkla düşürdüğünü gördüm. Eğilip telaşla etrafı toplarken, "Affedersiniz," dedi.

 

"Bir saniye canım," dedi Dante ona ve koltuktan adeta ağır çekimde kalkarken, Salvador abim bir başka şaşkınlıkla ona döndü. "Canın mı? Anlamadım?"

 

Dante gözleri seğirerek, şok etkisiyle bana yürüdü. "Evlendin mi?"

 

"Açıklayabilirim," dedim kısık sesle.

 

"Do... doğru mu yani?"

 

Salvador bir bana, bir de Dante'ye baktı. "Ona neden samimi bir sevgi sözcüğü söyledin?"

 

Ortalık karışmaya başlayınca yutkunarak geriledim, hafif hafif uzaklaştım. "Bakın, planlı değildi! Lütfen üstüme gelmeyin, açıklayacağım!"

 

Dante başını tutarak kendini koltuğa bırakırken, "Aman Tanrı'm, cidden evlenmiş," diye bağırdı. "Gözlerimin önü kararıyor, galiba bayılıyorum."

 

"Kes şunu!" diyerek bu kez ona bağırdı Salvador.

 

"Çok büyük tepki veriyorsunuz!" dedim panikle nefes alırken. "Bağırmayın, geriliyorum!"

 

"Kardeşimin evlendiğini avukatımızdan öğreniyorum, bırak da bağırayım!"

 

Dante iki eliyle birden şakaklarını ovaladı. "Yapamam, Deren'in yüzündeki o zafer sırıtışına hazır değilim. Tanrı'm, lütfen canımı al."

 

Gözlerimi açıkça devirdim. "Ne dilediğine dikkat mi etsen?"

 

Salvador abim iki yana açtığı ellerini indirip etrafında bir tur döndü ve sonra tekrar ikimize bakıp bağırdı. "Hani o evlilik sahteydi? Neden gizlice evlendin? Aklını mı kaçırdın?"

 

"Ameliyattan yeni çıktı, onu dövemeyeceğim," dedi Dante, dehşete sürüklenmeye devam ederek.

 

Yanaklarımı şişirip bu kez abime yaklaşmaya başladım. Karşısında durup suçlulukla dudaklarımı ısırdıktan sonra ellerimi göğsüne koydum. "Salvador, lütfen dinle. Bu... Türkiye'ye gidişimizde, Deren'in sahte olarak düzenlediği bir evlilikti. Biliyorsunuz bunu zaten. Biz gizlice evlenmek üzerine konuşmadık. Türkiye'ye gitmemiz gerektiğinde Deren, yakalanmamam için sahte belgeler hazırlattı ama ben... onunla gerçekten evlenmek istediğim için o belgeleri gerçekleriyle değiştirdim. Deren bile bunu anlamadı, kurmaca bir evlilik olduğunu sandı. Hatta yeni öğrendi sayılır, bu yüzden söyleyemedim. Fakat inan ki, ben de bugünlerde size söylemeyi düşünüyordum."

 

Salvador kendini arkasındaki koltuğa bırakıp sinirle gülmeye başladı. Sonra da bir çırpıda ceketini, kravatını çıkarıp fırlattı. "Detaylandır."

 

Her ikisine de Edip meselesini, Türkiye'ye gidişimize, olanları detaylıca anlattım ve söylediklerim bittiğinde Salvador sakinleşmiş olsa da sessiz kaldı. Önüne bakarken hâlâ kızgın ve suratsızdı, yumruğunu sıkıyordu. Dante ise kalkmış, salonda dört dönüyordu. "Bunu yaptığına inanamıyorum! Bizden gizlice evlendin! Hayatındaki en ciddi kararları hep bize danışmadan, haber vermeden alıyorsun. Bu sorumsuzluğunun önüne geçebilecek ne yapabiliriz? Bir fikrin var mı? Sen söyle!"

 

"Maalesef yok," dedim ve sonra her ikisini de rahatlatmak için gülümsedim. "Fakat artık bunun için endişelenmenize gerek yok, bundan sonra bu sorumsuzluğumla kocam ilgilenecek."

 

Dante ve Salvador, alay ediyormuşum gibi bana bakarlarken, başka bir ses duyuldu.

 

"Kocan mı?" dedi Noah, Marianne ile merdivenden el ele inerlerken,

 

Dante yapmacık bir gülümsemeyle ona döndü. "Evet kardeşim, bir evliliği kutluyorduk."

 

Şaşkınca buraya yürüdüler. "Evlilik mi? Sen... Deren'le mi?"

 

"Evet," dedi Salvador, benim yerime. "Kardeşimiz Deren'le gizlice evlenmiş, Deren'den bile gizlice."

 

Noah iyice yaklaştı ve karşımda durduğunda gözleri genişledi, nefes alışverişi yavaşladı. "Evlendiniz mi? Aman Tanrı'm, ne zaman?"

 

Az önce anlattıklarımı baştan anlatmaya başladım ve hepsi bir daha beni dinledi. Cümlelerim bittiğindeyse uzun uzun baktılar, inanamayarak, tekrardan bezgince iç geçirdiler. Noah durup durup başını iki yana salladı. "İnanamıyorum, adamı resmen zorla alıkoymuşsun."

 

Marianne çekingen ama tüm bu olanları komik bulmuş gibi gülümseyerek, "Tebrik ederim," dedi. "Mutluluklar dilerim."

 

Noah ve diğer abilerim ona baktığında, Marianne başını önüne eğdi. Koltuktan kalkarken sırıttım. "Sonunda birisi tebrik etmeyi akıl etti."

 

Dante kendini koltuğa atarken inledi. "Aman Tanrı'm, bu aile beni erkenden öldürecek."

 

Salvador dalgın, gergin bakışlarını ona çevirdi. "Sara'ya canım diye seslendin?"

 

Tam o sırada mutfaktan, elinde su ile çıkan Sara'nın buraya yürüdüğünü gördüm. Kendisinden bahsedildiğini duyunca başını kaldırdı ve sırasıyla bize bakarken yanakları sıcakladı, gerildi. Biz de ona ve sonra Dante'ye baktık, kaşlarımızı kaldırdık. Ortanca abim rahatsızca genzini temizleyip koltuktan kalktı. "Ben Deren'in zafer sırıtmasını görmemek için İtalya'dan ayrılacağım, birkaç sene sonra görüşürüz."

 

Yanımızdan adeta sıvışarak mutfağa doğru ilerleyince, Sara'da arkasını dönüp onunla ilerledi. Salvador abim ağzını açık bırakarak bize döndü, Noah ile bakıştıktan sonra bana da bir göz attı. "Bu işin bu kadar ilerlediğinizden haberiniz var mıydı?"

 

Bakışlarımızı kaçırdık.

 

"Kahretsin!" diye inleyerek gözlerini yumdu abim.

 

Marianne gülümseyerek mutfak kapısına baktı. "Mutluluklar."

 

Arkamı dönerek merdivene yöneldim. "Bu kız tebrik etmesini biliyor."

 

Abilerim arkamdan homurdanmaya devam ederken üst katta asansöre bindim ve kendi katımda inip seslere yöneldim. Yengem Karina'nın kapısı önünde durmuş, içeriye bakıyordu. Onun bakışlarını takip edince içerideki Karina ve Nil'i izlediğini görmüş oldum. Beni görünce dönüp gülümsedi. "Demek evlendiniz?"

 

Ah, abim ona da söylemişti demek. Yengemle bunu paylaşmadığım için nedense kötü hissedip, "Evet," dedim. "Sana söylemeyi planlıyordum ama geciktim."

 

Kıkırdayıp, "Salvador'un yanında gülmemek için zor durdum," dedi. Şimdi rahatça gülüyordu. "Çılgına çevirdin kocamı."

 

"Ya gülseydin? Seni de azarlardı orada."

 

"Sonra pişman olurdu, ben onun pişman olmaması için gülmedim."

 

"Harika bir eşsin," dedim alaycı tavırla ve omzuma vurduğunda güldüm. "Peki şimdi nasıl Salvador? Sakinleşti mi?" diye sordu.

 

"Sakinleşmeye çalışıyor, birkaç gün sürer," dedim esneyerek.

 

Kızlara dönünce yatakta yuvarlandıklarını görüp bir an endişelendim. Neyse ki düşecek olduklarında birbirlerini tutuyorlardı, gerçekten kardeş gibi davranıyorlardı.

 

"Karina'yı sabah tuvalette buldum," diyen yengeme döndüm, kızları izlerken ki gülümsememle. "Klozetin üzerine oturmuş, seni bekliyordu. N'olduğunu sordum, utanıp söyleyemedi. Altına kaçırmış, yatağını ıslatmış. Ama sonra Nil sayesinde utangaçlığını biraz yıktım, yıkayıp temiz kıyafetler giydirdim."

 

"Geceleri uykusunda korkuyor, altına kaçırıyor," dedim iç geçirerek. "Bazen kendi de fark etmiyor, onu uyandırmadan değişiyorum. Bir süre devam edecek sanırım."

 

"Ama o acı günlerin geçtiği gibi bugünlerde geçecek, Karina sadece çok azını hatırlayacak."

 

Yengemin tesellisine gülümsedim. "Ama ben her şeyi hatırlayacağım."

 

"Ama Karina hatırlamadığı için mutlu olacaksın, bu da hatırladığın her şeyin acısını azaltacak."

 

Yengeme hayranlıkla bakıp yanağına uzandım, onu öptükten sonra da kızlara döndüm. Neşelilerdi, huzursuz etmeden arkamı döndüm. Deren'e söz vermiştim, uyuyacaktım. Kendi odama geçerken hızla yürüyen sesleri duyup omzumun üstünden baktım, Utku'nun heyecanla bana yürüdüğünü gördüm. "Sen mi yaptın?" diye sordu.

 

"Efendim?" dedim gözlerimi kırpıştırarak. "Neyi? Neredeydin sen?"

 

Eve geldiğimden beri görmemiştim, belki de misafir odasında dinleniyordu. Sorumu bırakıp karşıma geçtiğinde, "Ece'yi buraya sen getirmiştin," dedi. Elinde telefonu tutuyordu, gözleri aşırı parlaktı. "Bursu da mı sen ayarladın?"

 

"Ne bursu?"

 

"İtalya'da, üniversite bursu kazanmış, telefonda öyle söyledi," dedi, gülüşünü dudaklarını ısırarak bastırmaya çalışıyordu.

 

Böyle bir şeyin aklıma gelmemiş olmasına birkaç saniye üzülüp, "Hayır, ben yapmadım," dedim. "Sınavına falan mı girmiş? Nasıl başarmış? Tebrikler? Hangi üniversite?"

 

"Sadece burs kazandığını söyledi, sormak bile gelmedi aklıma..." telefon ekranına bir bakış atıp ensesini kaşıdı. "Ama ailesi biraz tutucu, ya izin vermezse?" 

 

Hakikaten burs işi nereden çıkmıştı? Ece kendisi mi istemişti gelmeyi? Utku burada olduğu için mi? Eğer öyleyse, bu gerçekten romantikti ama aklıma... başka bir ihtimal daha gelmişti?

 

Deren ayarlamış olabilir miydi?

 

"Sor bakalım, ailesi ne demiş?"

 

"Evet haklısın," dedi parmakları tuşlarda aceleyle gezmeye başlayarak.

 

Arkasını dönüp misafir odasına yürüdüğünde ben de kendi odama geçtim. Gece buradaydı, koltukta, telefonla görüntülü konuşuyordu. Sessizce yatağıma uzandım, ellerimi yanağımın altına koyup gözlerimi kapattım. Sözümde durmuş olmayı istiyordum, uyumak için gözlerimi dakikalarca hiç açmadım ve beklenen son gerçekleşti.

Uykuya dalmadan önce hâlâ Deren'in mankenleri izlediği siniri içimdeydi.

 

Uyandığımda tıpkı düşündüğüm gibi olduğunu fark ettim, neye uğradığımı şaşırdım. Gözlerimi karanlıkta açınca o akşamın karanlığı olduğunu düşündüm ama telefonuma bakınca ertesi günün akşamına kadar uyuduğumu anladım. Bir günden fazla süredir uyuyordum, başım çatlıyordu. Ara ara uyandığımı, tekrar daldığımı hatırlıyordum ama bu kadar uzun süre uyuduğumu düşünmemiştim. Üstelik kızlar nasıldı, Deren nasıldı bilmiyordum.

 

Düşününce Karina'nın sesini duyuyordum, uyurken yanıma gelmiş olmalıydı ama o kadar çok ihtiyacım vardı ki, uyanamamıştım. Başımın zonklamasıyla elimi yüzümü yıkayıp odaya döndüğümde cama yürüdüm. Aşağıda ışıklar yanıyordu, dikkatimi çekmişti. Ön bahçede kimseyi göremeden odamdan çıktım ve inerken evin sessiz olduğunu fark ettim. Etrafıma bir göz atınca sokak kapısının açıklığı dikkatimi çekti, iki koruma kapı önünde dikiliyordu. Alçak ev topuklularıyla dışarıya çıktım ve sesleri takip ederek arka bahçeye geçtim.

 

Ailem, buradaydı. Akşam yemeğini yiyorlardı, bu kez burayı kullanmak istedikleri açıktı. Babam da inmişti, masanın en başındaydı. Abilerim, Angel ve Marianne'de masadaydı, hatta Marianne'in kardeşi de. Sol köşede Sara ile Enrica'nın da masaya yerleştiğini gördüm, muhtemelen abilerim eşlik etmelerini istemişti. Utku ve Gece yoktu, nerede oldukları açıktı. Yaklaşınca kızları hamakta gördüm, koruma onları hafifçe sallıyordu. Muhtemelen yengem onları sıkı giyindirmişti. Nil'in elinde tablet vardı, ikisi de ilgiyle ekranına bakıyordu. Hafif rüzgârlı havada uçuşan saçlarına bakıp onlara ilerdim.

 

"Karmen," dedi o sırada babam, iki hecede.

 

Başım ona çevrilirken, herkes de varlığımı fark etti. Abilerim kaşları çatık bakarken babam şefkatle izliyordu beni, yengemse el sallıyordu. "Uyanmışsın," dedi Noah, o Dante ve Salvador'a kıyasla daha yumuşaktı. "Kış uykusuna yattığını sanmıştık..."

 

Ona cevap verecektim ki koşturan adım seslerini duydum. Başımı çevirmeden anladım Karina'mın olduğunu. Yanıma doğru heyecanla koşturunca ben de hızla ona ilerleyip dizlerimi kırarak eğildim. "Karina'm, merhaba aşkım."

 

"Uyanmışsın," diyerek boynuma atlayınca sarılmasına karşılık verdim. Anne kız ilişkimizin en olmazı birbirimizi gördüğümüz an sarılmamızdı sanırım. "İyi misin? Angel dinleniyor dedi."

 

"Canım evet, bayağı dinlenmişim," diyerek onunla doğruldum. Kucağımdaki ağırlığına gülümseyerek hamağa ilerledim. "Sen benim uyuyan güzelimdin, bu kez ben uyudum. Sen neler yaptın?"

 

Gözleri bana hüzünle bakarken, "Ben seni izledim," dedi, sonra da utandı. "Uyandırmadan yanında oturdum. Bir de yanağından öptüm. Sonra Nil ile çizgi film izledim, yemek yedim, çişimi yaptım, sonra yine seni izledim. Bir de sana resim yaptım."

 

Benimle bu kadar açık konuşması, her geçen gün hayata katılmasına duyduğum sevinçle baş ağrım falan kalmadı. Hamağa ulaştığımızda Nil'in hâlâ tabletiyle oynadığını görüp yanına oturdum. Bize gülümseyip, "Ben Kayina'ya baktım," dedi ve bana göz kırptı. "Merak etme."

 

Tanrı'm, bu kızın tatlılığı gerçek olamazdı. Karina'yı kucağıma yerleştirirken ona eğilip yanağından öptüm. "Afferin, dünyanın en harika ablasısın."

 

Söylediğimle gurur duyup bana yeniden göz kırptı, bunu birisinden öğrendiği açıktı. Belki abilerimden. Tabletin ekranına göz atıp, "Bu tableti kim verdi?" diye sordum.

 

Gözleri hayranlıkla parladı. "Noyah bana almış, çizgi film açtı."

 

Yemek masasına bir daha baktım, ailem ara sıra buraya göz atarak yemek yemeye, sohbet etmeye devam ediyorlardı. Keyifli oldukları açıktı.

 

"Dinlendin mi anneciğim?"

 

"Evet, uyumak iyi geldi Karina'm." Gözlerinin içine baktım. "Endişelendin mi? Ben uyuduğum için yalnız hissetmedin değil mi?"

 

"Hep odana gelip seni gördüm, o yüzden korkmadım. Ama seni göremesem korkardım."

 

Onun küçük elini aldım, önce öpmek istedim ve sonra elinden bile küçük olan kalbine götürdüm. "Annen hep seninle, kalbinin seninle olduğu gibi."

 

Elinin altında kalp atışlarını hissedince meraklı şekilde gözleri parladı, dişleri görünene kadar gülünce de boğazıma ağır, duygusal yumru oturdu. "Annem kalbim."

 

"Evet. Annenin kalbi de sensin. Kalbim Karina'm."

 

Bu kez elini kendi kalbime götürdüm, hissetmesini istedim. Benim ondan ayrılamayacağım gibi, o da benden ayrılamazdı.

 

"Amcan nerede tırtılım?" diyerek Nil'i aramıza dahil etmeye çalıştım.

 

Omzuma doğru yaslanıp, "İşi varmış," dedi. Muhtemelen Deren'in yanına gideceğini söyleyememişti. "Ama o gitmeden babamla konuştum, sesi biyaz hasta gibiydi. Üzüldüm. Çağırdım ama onu, yakında gelecekmiş."

 

"Sesini duydun, seni bıraktığını düşünmüyorsun değil mi hâlâ? Baban çok üzülür."

 

Heyecanla tabletine bakmaya devam etti. "Yok, düşünmüyoyum. Bir de bana Noah'tan uzak dur diyor, salak babam ya..." kendi kendine kıkırdadı.

 

Gözlerimi devirmekle gülmek arasında kaldım ve Karina'yı Nil'in yanına bırakıp masaya yöneldim. Doğrudan babamın yanına gittim, tekerlekli sandalyesine eğilip arkasından sıkıca sarıldım. Salvador abim yemeğini yemesine yardımcı oluyordu, babam bakıcı istemiyordu, muhtemelen yabancı birisine ihtiyaç duymaktan rahatsız oluyordu. Yanağından öperken, "İyi misin?" diye sordum.

 

Bir kez başını salladı.

 

"Bugün çok yakışıklısın," diyerek gülümsediğimde dudaklarının titrediğini gördüm ama asla onun tam gülümseyişini göremiyordum felçli olduğu için. "Abi, ben yediririm, sen yemeğine devam et."

 

Salvador abim bana ters bir bakış atınca iç çekip babamın yanına yerleştim, yemeğini yedirirken durmadan onu öptüm. Babamın bu hali beni kahrediyordu, böyle bir ailenin başından, o kadar güçten geriye... bu yalnızlığın kalmasına dayanamıyordum, tamamen iyileşmesini istiyordum ama belli ki zaman alıyordu.

 

"Sen... sen de... ye."

 

Sara o sırada hemen masadan doğrulmaya meyletti. "Efendim, size bir servis açayım."

 

Dante, sandalyesinde arkaya yaslanmış şekilde, elinde bir kadehle ona bakarken, "Lütfen otur," dedim Sara'ya. "Akşam yemeğine bize eşlik ediyorsun madem, hizmetimi de görme bu akşam."

 

Sara rahatsız görünerek bakışlarını kaçırınca, Dante'nin ona gülümsediğini gördüm. Salvador abim muhtemelen gözü üstlerinde olduğu için bunu fark edip geriye yaslanırken, Angel kolunu onun omzunda gezdirdi. "Doydun mu sevgilim?"

 

Abim yana dönüp onun dudağından öptü. "Tatlımı yiyene kadar doymuş sayılmam."

 

Angel cilveli cilveli kıkırdayınca Marianne ve Sara kızardı, Noah Marianne ile ilgileniyordu. Araları kademeli olarak düzeliyordu, belli ki kalmaya karar vermişlerdi. Kardeşi ise çok sessizdi, bizlerle hiç konuşmuyordu, muhtemelen fazlalık hissediyor ve utanıyordu. Zamanla alışırdı.

 

"Deren'in... haberini alı... alıyorum. Daha... da iyi... olacak."

 

Babamın teselli cümlesine, "Evet babacığım," diye onay verirken, Dante sol köşede homurdandı. "Damadım diyecektin herhalde baba."

 

Babam kısık gözlerle o tarafa doğru bakınca, Dante oturuşunu düzeltti ve genzini temizledi. Noah buna sırıtırken, babam heceleyerek konuştu. "Kardeşin... en azından... sorum...luluk alıyor." Gözlerini Dante'den sonra Sara'ya çevirince abim bir daha yutkundu, ailecek bakıştık. "Sen... hâlâ sorum...suz davranıyor... sun."

 

Ah, belli ki babam bir şeyleri hissetmişti. Sara ve Dante'de bunu fark edip kısaca bakıştıklarında, Angel ile göz göze geldik. Dante'nin haline gülmemek için çabalıyordu. Sara her an masayı terk edecekmiş gibi gerilirken, Enrica tabağındaki yemekleri tüm hızıyla yemeye devam ediyordu. Tüm sessizlikte, onun aldırışsızca yemek yemesi dikkat çekince bir an ona baktık. Afiyetle lokmaları çiğnerken bizi fark etti ve duraksayıp başını kaldırdı, gözlerin üstünde olduğunu görüp yutkundu. "Bir şey mi kaçırdım efendim?"

 

Bununla beraber Angel kendini tutamayıp gülmeye başladı, Marianne'de. Salvador bezgince iç çekerken, Noah hâlâ Dante'nin gerginliğine sırıtıyordu. Başımı iki yana sallayıp babama çorbasını içirmeye döndüğümde, "Afiyet olsun canım," dedi Angel ona ve sonra babama döndü. "Babacığım, birileri âşık olmanın aptallık olduğundan bahsederdi. Siz de hatırlıyor musunuz?"

 

Babam Angel'e her zaman kızı gibi davranmıştı, onun bu sempatikliğine karşı koyamadan gülmeye başlayınca, Angel'da kıkırdamaya devam etti. Noah ile Marianne'de kahkahayı basmıştı, Enrica ise yemeğine dönmüştü. Salvador abim, masadaki kahkahalardan önce yanında duran eşinin gülüşüne baktı ve kendi de gülmeye başlayıp saçlarına dokundu. 

 

Masada gülmeyen iki kişi vardı.

 

Kızarmış, sinirle bize bakan Dante.

 

Ve utançtan kızarmış, kaçmak için fırsat kollayan Sara.

 

"Enyica, bana bir baydak su verir misin?"

 

Nil'in seslendiğini duyunca hepimiz oraya döndük, onlara, Nil'in ne istediğini çevirdim ve Enrica koca bedeniyle Nil'e bir bardak su götürürken arkasından güldük. Komik göründüğü aşikârdı. Dante ve Sara, konu kendilerinden uzaklaştığı için rahatlamış görünürken, babama döndüm. Nil ve Karina'ya sevgiyle bakıyordu.

 

"Kardeş oldular," dedim babama.

 

Babam, bununla ilgili bir sorun görmüyordu. Çok büyük hatalarıma rağmen beni mutlu görmeyi istiyordu. Ben de onu iyileştirmek istiyordum, keşke gücüm yetseydi. Karina gibi o da düzenli olarak tedavi görüyordu ama iyileştiğine dair bariz belirti yoktu.

 

O gece Deren'in yanına, kızları uyuttuktan sonra geri döndüm. Benim yatağımda üçümüz birlikte uzanmıştık, onlar uyuyunca hastaneye korumamla beraber gittim. Uykuda buldum onu, Utku yanındaydı. O gece ve sonraki geceler yine yanında kaldım, günlerimi hem kızlarla hem de Deren ile geçirdim. Carlos ve Nalan'da kızları görmek için geliyordu, Karina ile Nil için onlara oldukça sabır gösteriyordum.

 

Günler geçtikten ve artık Deren'in hastaneden ayrılacağı gün geldiğinde doktorun tüm uyarını dinledim, ayrılsa da bir süre daha istirahat etmesi gerekeceği için ona bakmaya devam edecektim. Ensesinde hâlâ korse vardı, kolunda da alçı. Bu yüzden odasından çıkarken koluna girdim, ona Utku ile yardımcı oldum. Üzerinde bir temiz eşofman takımı vardı, hasta olduğu için biraz nazlı ve gergindi. Korumalar arkamızdan gelirken asansörden çıkarak hastaneden ayrıldık. Araca ilerlerken gözlerim sürekli Deren'deydi. Kolu ve ensesindeki, kafasındaki sargı yüzünden çok iyi değildi ama yürürken zorlanmıyordu.

 

"Arka koltuğa oturmalısın Deren, daha rahat olur."

 

"Sen de arkaya otur o zaman," dedi.

 

Utku'nun abisine göz devirdiğini gördüm ve Deren'in koluna, omzuna dikkat ederek arabaya yerleşmesine yardım ettim. Kendim de yanına oturdum, Utku ise şoför koltuğuna yerleşmiş bulundu. Deren kafasını arkaya koyup sessizce inlerken, koruma aracı da arkamıza düştü. Utku direksiyonu okşayıp torpidoya baktı. "Bu araba harika Karmen. Çok klas."

 

"İstediğin zaman kullanabilirsin," dedim, aslında senin olsun demeyi isterdim ama biraz fazla küstah ve rahatsız edici görünmek istemedim.

 

"Her zaman yani."

 

Aracı çalıştırdığında Deren'e döndüm. Bir eczanede durup ilaçlarını yenilemeden önce elimi göğsüne koyarak kapalı gözlerine baktım. Nil'i göreceği için heyecanlıydı, tabii Karina'yı da. Nil Deren'in bugün geleceğini bilmiyordu, birkaç gündür çok huysuzdu. Parmağım Deren'in tişörtünde dolaşırken, uzamış saç ve sakallarına doğru baktım. "Seni ilk kez bu kadar uzun saç ve sakalla görüyorum."

 

Kolunu omzuma atıp parmaklarını boynumda gezdirmeye başlarken gözlerini açtı. "Ben de kendimi. Çok uzun zaman oldu saç ve sakal bırakmayalı."

 

Elimi sakalıma götürdüm, parmaklarıma battıklarında gülümsedim. Deren göz kırpmadan beni izliyordu. "Biraz sert," dedim ve bu onun dudağını kıvırdığında omuz silktim. "Temiz yüzlü ve kısa saçlı halini daha çok seviyorum."

 

"Neden?"

 

"Kafan çok güzel, çenen de. Bu yüzden yakışıyor sana.

Dudakları alnımda dolaşırken gözleri hafifçe parladı ama bir şey demedi. Biraz gizemli olmaya çalışmasına dudak kıvırdım ve parmağımı göğsünde bir tur dolaştırdım. 

 

"Derya," dediğinde Deren'in ses tonu tamamen değişti. "Hâlâ tutuluyor değil mi?"

 

"Evet ama yanına hiç gitmedim, çünkü onu öldürebilirdim."

 

"Yakında ölecek."

 

Deren'in bu konudaki kararlılığı ailesi zarar gördüğü içindi. Aslında en çok darbeyi o almıştı ama kızların tehdit altında olması, Utku'nun yaralanması onu daha üzmüştü. Derya'nın ölmesine karşı bir rahatsızlık duymadan elimi Deren'in ameliyat yarasına indirdim. "Nalan ölmesini istemiyor."

 

"Nil'e zarar verdiğini düşündüğünde senin ölmesi istedi, Derya'nın ölmesini neden istemiyormuş?"

 

Deren, konunun bana ulaşmasından rahatsızmış gibi söylemişti bunu ama alınmamıştım, haklıydı. Utku'da bize dikiz aynasından göz atarken, "Çünkü Derya'nın bu hale gelmesinde kendini suçluyor," dedim.

 

Deren dudakları arasından sertçe nefes alıp verince bu konuyu şimdilik kapatmak istedim. Vücudu kasıldıkça yaraları da sızlayacaktı. Onu daha sıkı sarıp gözlerimi cama diktim ve eve ulaşana kadar başka şeyler söyledim. Fakat eve ulaştığımız sırada, günlerdir zihnimin gerisinde olan sıkıntıyı sözcüklere dökmeden duramadım.

 

"Deren, bir şey soracağım."

 

Araziye yaklaşırken muhtemelen Nil'i, Karina'yı görmek için heyecanla dışarıya bakmaya başladı. "Sor."

 

"Sen... podyum şovları izler misin? Sever misin?"

 

"Podyum mu? Defile falan mı?" dedi garipseyip bana dönerek.

 

Gülümsememi korumaya çalıştım. "Evet, manken falan?"

 

"Ne alaka şu an?"

 

Ne alaka dediyse kesin bir alakası vardı.

 

"Nil geçenlerde manken olmak istediğini, senin de mankenleri izlediğini söyledi," dedim araç dururken.

 

Deren kaşlarını adeta saçlarına kadar kaldırdı, bu şaşkın tepkinin sebebinin Nil olduğunu anlamıştım. Huzursuz bir ses çıkarıp, "Hatırlamıyorum," dedi. "Kanalları değişirken görmüştür. Nil... manken mi olacakmış? Hekimin, avukatın, öğretmenin suyu mu çıktı da manken olacakmış?"

 

"Suyu mu çıkmış?" dedim anlamayarak.

 

Deren duraksayıp yüz ifademe baktıktan sonra sırtını koltuktan kaldırdı, biraz yüzüme eğildi. Utku o sırada araçtan inerken, Deren çattığım kaşlarıma ve gözlerime bakıp, "Suyu çıktı mı derken yani bunlar bitti, önemsizleşti de sıra mankenliğe mi geldi diyorum," dedi sakince. "Önümüzdeki yüz yılı karım olarak geçireceksin, atasözleri ve deyimleri öğrenmelisin artık."

 

"Ben bilmem, günlerdir evde manken yürüyüşü yapıyor, söyleyeyim."

 

Deren dertlenmeye başlayınca sırıtarak kapıyı açtım, inmesine yardımcı olurken abartmasına inanamadım. Nil ile her şeye çok fazla hassasiyetle yaklaşıyordu, belki zamanla daha esnek olmayı öğrenirdi. Korumalar Deren'e geçmiş olsun diye seslenirken, Deren eve doğru bakıp bir daha bahçeye göz attı, kızları aradı. "Neredeler acaba?"

 

"Evdedir bence."

 

Ağrıları olduğu için tekrar koluna girdim, eve yürümeye başladım. Korumalar bir ihtiyacımız olup olmadığını sorarken, malikane merdivenini çıktık. Deren'in gözlerinin ışığı gelmişti, aralık kapıdan içeriye bakıyordu. Onunla girdiğimizde Karina ve Nil'in sesini duyduk ve Deren başını hemen salona çevirdi, daha süratli ilerledi.

 

Yaklaştığımızda Karina'nın ortada olmadığını, Nil'in de duvara doğru yaslanıp saydığını gördüm. Saklambaç oynadıklarını hemen anladım ve Deren'in kızını görür görmez heyecanlı bir nefes alması dudağımı kıvırdı. Koltukta oturan Dante'yi de o zaman fark ettim, o da bizi görünce doğrulmuştu. 

 

"On sekiz, on dokuz, yiymi. Önüm arkam sağım solum sobe, saklanmayan ebe..." Nil heyecanlı heyecanlı bağırırken, ben gözlerimi etrafta dolaştırıp Karina'yı aradım ama bulamadım. O sırada Nil son kelimeyi söyledi ve arkasını dönüp Karina'yı ararken aniden benle Deren'i gördü. Meraklı gözleri şokla genişlerken, Deren gülümseyerek ona doğru yürüdü. Nil, bir hayaleti görmüş gibi çığlık basıp elini ağzına örttü. "Baba!"

 

"Nil," dedi Deren, fısıltıyla. Onu görmeden on beş günden fazla süre geçirmişti.

 

Nil bir çığlık daha atıp buraya koştu ama daha varmadan babasının kolunu, yaralarını görüp duraksadı. Bu kez korkuyla iki elini de ağzına örtüp, "Baba!" diye bağırdı inanamayarak. "Sana n'oldu?"

 

O sırada Dante, "Eve hoş geldin," dedi Deren'e.

 

Deren ona bir baş selamı verip şaşkın olan Nil'e ulaştı ve bir dizini kırıp eğildi, sağlıklı olan koluyla tırtılı kendisine çekip göğsüne bastırdı. Nil babasının başındaki sargıya, koluna bakıp sarılamadan bir daha, "Sana n'oldu?" dedi, bu kez sesi titriyordu. "Yaralandın mı? Ay acıyor mu buraların?"

 

"Nil, çok özlemişim seni babacığım." Deren onu göğsüne bastırınca Nil ellerini havaya kaldırdı, bunu Deren'i incitmemek için yaptığı açıktı. "Bir küçük kaza atlattım, şimdi çok iyiyim. Sen hiç merak etme, ağlama da. Bak, diğer koluma doğru sarılabilirsin, sorun yok."

 

"Ama... sen işteydin, nasıl oldu bu?" dedi Nil, parmaklarını Deren'in yüzüne götürüp gözlerini doldururken.

 

Deren onun duygulandığını fark edince inledi. "Nil, n'olursun ağlama. Bu kadar gün sonra seni gördüğümde ağlamanı istemiyorum. Bir kaza, işteyken de olabilir değil mi? Hadi, şu koluma doğru sarıl aşkım."

 

Nil aklı karışmış şekilde Deren'in omzuna yaslanıp kolunu da acıtmadan dolamaya çalıştı. Babasını yanağından öperken dudakları aşağıya büzülmüştü, endişeliydi. "Biyi seni dövdü mü?"

 

"Nil, beni kimse dövemez, biliyorsun. Görünmeyen kaza oldu, yakında geçecek, doktorlar iyi olduğumu söyledi."

 

Nil'in gözündeki o yaşlar düşerken, Deren bir daha inleyip onu yanaklarından, saçlarından öptü. Nil'de babasını öpüp yanaklarını silerken, "Seni çok özledim," dedi. "Geleceğini bilmiyordum, niye söylemedin?"

 

"Kızıma sürpriz yapmak istedim."

 

"Babam, aşkım."

 

Nil ve Deren konuşmaya devam ederken, Dante'de onları, hafif bir gülümsemeyle izliyordu. Kaşlarımı çatarak bir daha etrafıma baktım, Karina hâlâ ortaya çıkmamıştı. Oturma odasında dolaşmaya başlarken, "Nil?" diye seslendim ve o da babasını öpücüklere boğarak bana döndü. "Karina nereye saklandı, tahmin ediyor musun?"

 

Nil saklambaç oynadıklarını yeniden hatırladı ve Deren onu hayranlıkla izlerken etrafına baktı. "Bilmiyoyum, bakalım."

 

"Dur, bir tane daha öpeyim," dedi Deren, onun yüzünü tutup çenesinden, burnundan öptü.

 

"İki tane öptün."

 

"Saçlarını kim yaptı? Çok güzel olmuşsun bebeğim."

 

"Melek yenge yaptı," dedi Nil, saçlarına dokunup gülerek ama gözleri Deren'in yarasındaydı hâlâ.

 

"Melek yenge mi? Angel'ın melek demek olduğunu nereden biliyorsun sen?"

 

Bunu ben de merak etmiştim. "Amcam söyledi," dedi Nil, bilmiş bilmiş.

 

"Akıllı kızım." Deren onu takdir ederek konuşunca Nil'in gözleri parladı, bir çocuk sanırım böyle özgüven kazanıyordu. "Hadi, kardeşini bulalım."

 

Deren doğrulunca Nil onun koluna bir daha baktı, alçısına üzülerek yaklaştı ve beyaz sargının üzerinden öptü. Dante koltuğuna geri otururken buna gülümsedi, Deren'in de bakışları şefkate bulanmıştı. "Seni çok seviyorum baba, biy daha dikkat olur mu?"

 

Babasının elini tutup cevap bekleyince Deren hemen kafa salladı. "Seni üzmemek için çok dikkat edeceğim."

 

Nil bu sözü alınca biraz rahatladı ve sonra önüne döndü, babasını kendisiyle beraber hareket ettirerek odanın içinde Karina'yı aradı. Koltukta oturan abime bakıp, "Nerede?" diye sordum.

 

Omuz silkti. "Yeğenimi satmam."

 

Deren ona şöyle bir baktı. "Ben olsam satardın değil mi?"

 

"Maalesef artık seni de satamam, ailedensin."

 

Deren'e, ailemin evlendiğimizi artık bildiğimi söylemiştim ve yıkılmıştı. Çünkü öğrendikleri an abilerimi görmeyi çok istemişti, onların yıkılışlarını. Yine aklına bu gelmiş olmalı ki önce bozuldu, sonra hafifçe sırıtıp, "Eyvallah," dedi.

 

Abim anlamadı tabi. Kırık Türkçe ile, "Eyvallah?" dedi.

 

"Teşekkürler yani."

 

Nil hızla koşup Dante'nin oturduğu koltuğun arkasına bakınca, beyler onun koşuşuna güldü. "Yok burada," dedi Nil ve yanına gidip Deren'e öpücük attıktan sonra tekrar salonda koştu. "Kayina neredesin?"

 

Gözlerim ilerideki yemek masasına kaydı, örtüde dolayıp altı pek gözükmüyordu. Nil'e baktım ve onunla göz göze gelince yemek masasını gösterip sessiz olması için parmağımı dudağıma koydum. Nil heyecanlandı ve parmak uçlarında yürümeye başlarken, Deren'de bu tarafa geldi. Nil ile masaya yürüdük ve ben ile tırtılım eğildik, göz göze geldikten sonra örtüyü kaldırdım. Karina'nın, hayatıma açılan gözlerini gördüm.

 

Ben, Deren ve Nil eğilmiş ona bakarken o da ağzını kocaman açıp bize baktı. Şaşkın, eğlenmiş görünerek dudaklarını kıvırdı.

 

"Sobe sobe!" diye bağırarak koştu Nil ve duvarı sobeledi.

 

Karina heyecanla kollarıma doğru gelince, başının vurmamasına dikkat ederek onu aldım ve doğrulurken, "İyi saklanmış mıyım?" diye sordu masum masum.

 

"Evet canım, hiç de çıkmadın dışarıya."

 

Deren, "Karina," diye seslendiğinde kızımın gözleri ona yöneldi ve yüzünü görünce bir endişelendi, gözleri büyüyerek bana sarıldı. "Merhaba güzelim."

 

"Yakışıklı," dedi Karina ve ben Deren'e yaklaşınca, o da yaklaşmış bulundu. Karşılıklı durdular. "N'oldu yüzüne?"

 

"Bir kaza atlattım bebeğim, şimdi iyiyim," dedi Deren ona ve elini ürkütmeden başına koydu, saçları okşarken yüzüne eğildi. Alnından öptü. "Çok özlemişim seni."

 

Karina bakışlarını kaçırıp yanağını kaşıyarak, "Nil ve ben seni bekliyorduk," dedi.

 

"Ben de kızlarımın yanına geldim ama sizi bu kadar güzel görmeyi beklemiyordum." Deren onun çenesini sıkınca Karina ölçülü şekilde dudak kıvırdı.

 

"Hadi baba, hep beyaber saklambaç oynayalım. Noyah'ı da çağırayım..."

 

Nil Noah'a seslenerek üst kata çıkınca Deren'de koltuğa oturdu, Dante'ye sırıttı. Aralarında sinir bozucu bir konuşma yaşandıktan sonra konuşmaya başladılar. Nil Noah'ı indirirken yanlarında gelen Marianne'e dik dik bakıyordu. Buna gülüp Karina'yı indirdim ve bu kez Karina duvara yaslanıp saymaya başlayınca maalesef ki beyler Nil'e itiraz edemeden saklandılar.

 

Bu oyunu sevmemin bir sebebi, Deren'in abilerimle iletişim kurması olmuştu. Artık hepsi evlendiğim fikrine alışmıştı, üstelik Deren'in hali yüzünden ona kaba davranmıyorlardı.

 

Oyun bittiğinde, Deren'in de yorulduğunu hissedip Nil'i daha fazla oynamamaya ikna ettim. O sırada Deren babamla konuşmak istediği için asansöre yöneldi, ben de onları yalnız bırakmak için kızlarla kaldım. Abilerim kızların her ikisiyle de vakit geçirmeyi seviyordu, birazdan Utku'da mutfaktan çıkınca oynayacak başka birisini daha bulmuş oldular.

 

"Amcacığım siz hiç yorulmaz mısınız?" dedi Utku, sağ ve sol ellerinden tutan Karina ile Nil'e bakarak.

 

"Hayır," dedi Nil. "Babam yoyuldu, dinlenecek. Sen oyna bizimle."

 

Onlar oynamaya başlayınca bir müddet daha izledim, sonra konuşan abilerime bakıp kendime bir kadeh aldım. Dışarıya çıkıp arka bahçede otururken şarabımı, sigara ile içtim. İlacı içmediğim için yine uykum gelmişti, daha çok uyumak istiyordum. Kedi Karmen'in bahçede dolandığını görüp kadehimin son yudumlarından sonra bile bahçede oturmaya devam ettim.

 

Kızların gülüşlerini duymak bana çok iyi geliyordu.

 

Orada biraz uyuklamışım, kadehim bile elimden düşmüş. Gözlerimi açınca üstüme bir şey örtüldüğünü gördüm, koltukta kıvrılmıştım. Korumalar etrafımda dikiliyordu. Esnerken havanın kapandığını gördüm ve kızları, Deren'i merak ederek doğruldum.

 

"Bir şeye ihtiyacınız var mı efendim?" dedi uyandığımı gören koruma.

 

"Üstümü kim örttü?"

 

"Salvador Bey."

 

Bana hâlâ biraz tripli olan abimin bu yaptığına gülümseyip çıplak ayaklarla içeriye geçtim, saçlarımı karıştırarak oturma odasına baktım. Kimse yoktu, merak ederek mutfağa göz attım ve sesleri oradan duyup ilerledim. Birkaç adımdan sonra mutfak bakış açıma girdi ve Dante'yi, Sara ile buldum. Dirseğini koyarak tezgâha yaslanmıştı, Sara'yı izliyordu. Sara ise tepsideki kurabiyeleri bir kaba koyuyordu. Birini alıp abime uzatınca Dante hemen ileriye çıkıp kurabiyeyi tek seferde ağzına attı.

 

"Güzel mi?" diye sordu Sara.

 

"Ağzım yandı," dedi abim sırıtarak ve sonra gözlerini kısarak, "Bilerek yaptın," dedi.

 

Sara'nın utangaç gülümsemesini gördüm ve abim tam ona uzanıyordu ki, aralarına girdim. "Herkes nerede?"

 

İkisi de irkildi ve Sara derhal arkasını dönerken, abim bana bezgin bir bakış attı. "Sinema odasındalar, film izliyorlar. Kızlar da yukarı babalarıyla, yani Deren'le beraberler. Evet, bu kadar. Şimdi defol."

 

Aşağıya inmedim, onlar film izlemeye devam edebilirlerdi. Yanlarından ayrılıp asansörle katıma çıktım, koridorda yer aldığımda kızların seslerini duymaya başlamıştım. O sese yaklaşınca odamda olduklarını anladım. Başımı aralık kapıdan uzattığımda Deren'i yatakta, kızları da onun yanında gördüm. Kocam, gözleri kapalı yatıyordu ve Nil ile Karina dizleri üstüne oturmuş, onun alnına boya kalemleriyle bir şeyler çiziyordu.

 

"Sadece alnına çizelim, yoksa yayaları acır," diyordu Nil, bir yandan.

 

Karina uslu uslu kafasını salladı, zaten o pek dokunmuyor, daha çok onları izliyordu. Nil'in bunu yapmayı sevdiği açıktı, bir an Deren'in yaralarına dair endişeye kapılmış olsam da Nil'in hassasiyetini görmüştüm. Yanağımı kapının pervazına yaslanıp kendime sarılırken üçüne de uzun uzun baktım. Ve yemin ettim, hiçbirini kaybetmemeye. Ölmem gerekse de, öldürmem gerekse de aileme, hayatımın son anına kadar sahip olacaktım.

 

🎠

 

"Keşke biraz daha dinlenseydin Deren."

 

Bunları ikinci kez söyleyişimdi ama ciddiye alınmıyordum. Eve döndüğünün ikinci günüydü, ilk günü kızlara ayırmıştı ve şimdi de Derya'yı görmek üzere yola çıkmıştı. Böylelikle onu günler sonra yeniden kumaş pantolon ve gömlek içinde görmüş olmuştum. Sabah sakal ve saçlarını kesmesine yardımcı olmuştum, yorgun ve yaralı görünse de epey toplanmıştı. Araçta, hemen yanımda oturuyor, alçılı kolu göğsüne yaslı şekilde dışarıyı seyrediyordu. 

 

Bu kez de, "Onu gerçekten öldürecek misin?" diye sordum.

 

Burnundan bir nefes olup bana doğru döndü. Losyon kokusu burnuma çarpınca temiz çenesine doğru iç geçirdim. "O tüm ailemi öldürmeyi denemişken ben neden onu sağ bırakayım?"

 

"Ben de ölmesini istiyorum," dedim, hatta öldürmeyi de istiyordum. "Fakat bu Nalan için... ağır olacak. Elinden... her şeyini almış gibi hissedeceğim."

 

"Dün söylediğimi tekrarlayacağım," dedi, yanda duran su şişesine uzandığında onun için ben aldım, kapağını açıp uzattım. "Senin ölmeni isterken her şey kolaydı, bunun da üstesinden gelebilir."

 

Evet, Nalan o zamanlar benim ölmemi istemişti ama bir anne olarak ben de böylesini isterdim. Derya umurumda değildi fakat onun ölümü Nalan'a hiç iyi gelmeyecekti. Nalan'a kişisel olarak sempati duygum yoktu ama... hep bir vicdan rahatsızlığı duyuyordum.

 

"Babasını öldürmedim," dedim iç çekerek. "Nalan'a karşı bu kadar vicdan duymam yeterli aslında. Haklısın, ölsün, kurtulalım."

 

O, şartlar lehine olsa kızları öldürebilirdi.

 

"Evet, kızlarıma, kardeşime zarar veren kimse ikinci bir şansı hak etmez."

 

"Ben hariç değil mi?"

 

Bu travmatik esprime iç çekerek dudak kıvırınca haddimi aşmadığımı anladım ve o sırada aracın durduğunu fark ettim. Varmıştık. Derya'yı daha önce Mark ve adamları tuttuğumuz yerde saklamıştık, muhtemelen hali çok berbattı. Arabadan inince korumalarda binanın önünü kollamaya, bizimle gelmeye başlamıştı. O sırada, kırmızı bir aracı kaldırım kenarında gördüm ve kapısı aralanınca Nalan'ı.

 

Deren duraksadı. "Burada ne işi var?"

 

"Derya'yı son kez görmesi için çağırdım."

 

"Benden habersiz işler yapma."

 

"Sen her şeyi bana söylüyorsun zaten..."

 

Nalan buraya yürürken birbirimize dik dik baktık. Birazdan Nalan'ın ne kadar solgun olduğunu fark ettim, onu en son üç gün önce, Nil'i görmeye geldiğinde görmüştüm. İtalya'da, bir otelde kalıyordu, yaşanılanlar yüzünden üzgün olduğu belliydi. Karşımızda durunca gözleri Deren'i taradı ve koluna, yüzüne bakarak, "Nasılsın?" diye sordu.

 

Deren mesafeli şekilde, "İyiyim," dedi. "Neden geldin? Beni durdurmak için mi?"

 

Nalan çantasını elinde sıkıca tutarken, "Gerçekten Derya'yı öldürecek misin?" diye sordu, hâlâ inanamıyor gibiydi.

 

Deren aynı mesafeli yaklaşımla, "Kızımızı rehin aldı," diye hatırlattı ona. "Hâlâ mı reddediyorsun Nalan? Derya, Nil için bir tehdit! Bunu bilerek yaşamasına izin mi vereceğim?"

 

"Hayır, manyakça davrandığını biliyorum ama..." bu kadar gerginliğim içinde yer almaktan sıkılmış gibi, bunalarak konuşuyordu. "Onun bu hale gelmesinde benim payım var, bu yüzden ölmesine göz yumamam. Yukarıda kocamı öldürürken hiçbir şey olmamız gibi burada duramam."

 

"Yaptıklarını öğrendiğinde Karmen'in ölmesini isteyen sen değil miydin? O kadar kolay olmuyormuş değil mi?" Deren körlemesine, anlayışsız konuşuyordu.

 

Nalan bana bir bakış attıktan sonra, "İyi, o halde durumları eşitlemiş olduk," dedi yüz buruşturarak. "Karmen Nil'i almıştı, affedildi. Derya'da Nil'i aldı, affedildi."

 

"Yok öyle bir dünya," dedi Deren, direkt. "Karmen Nil'i, ona ihtiyaç duyduğu için, kızına benzettiği için aldı. O ise, Nil'i ortadan kaldırmak istedi. Kör değilsin, farkları biliyorsun."

 

"Tamam, ben de bu deliliği için çok kızgınım," dedi Nalan, gerçekten öyle olduğu da açıktı. "Ama ölmesini istemiyorum Deren, ben... bununla baş edemem. Lütfen biraz merhamet et, Karmen'e ettiğin gibi."

 

Deren beklemeden, "Edemem," dedi ve arkasını dönüp binaya girdi.

 

Nalan'ın sararan yüzüne baktım ve Deren'in arkasından ilerlemeye başladım. Kararlıysa yapabileceğim bir şey yoktu. Deren'in asker adımlarına yetişirken, Nalan'ın da arkamdan koşturduğunu duydum. Beni, basamakta kolumdan tuttu. "Karmen!"

 

Ona dönünce siyah saçlarım yüzümde hafifçe uçuştu. Ona tek kaşımı kaldırdım. "Babanı affettim ama Derya'ya göz yumamam, üzgünüm."

 

"Yapma Karmen," dedi kızgınlık ve yalvarmayla karışıktı sesi. "Ben yapamıyorum ama sen Deren'i ikna edebilirsin. Ben... Derya'nın ölümüyle başa çıkamam, hiçbir şey olmamış, sebebi ben değilmişim gibi hayatıma devam edemem."

 

Kahretsin, bu annelik duygusu yüzünden, Nalan'a yaptıklarım yüzünden isteklerine karşı gelemiyordum. İyilikle övünen birisi değildim ama... Derya'nın ölümüyle Nalan'ın dağılacağı, bunun Nil'e de yansıyacağı açıktı.

 

Önüme dönüp bir şey demeden ilerleyince, "Karmen!" diye seslenerek arkamdan geldi. Üst kata kadar çıktım, Deren'in açık bıraktığı kapıdan girdim. Havasızlıkla beraber gelen koku midemi bulandırırken yerdeki Derya'yı gördüm. İçeride iki koruma vardı, Deren Derya'nın birkaç adım önünde, tiksintiyle ona bakıyordu. Nalan'ın da odaya girdiğini çıkardığı şaşkın sesten anladım ve Derya'da başını kaldırıp bize baktı.

 

Görünümünde açıklanamayan hiçbir şey yoktu ama Nalan'ı şok ettiği açıktı. Günlerce dayak yiyen, aç ve susuz bırakılmış, dağılmış birisi gibi görünüyordu. Önce Deren'in bakışlarına karşılık verdi, sonra beni ve sırasıyla Nalan'ı gördü. Onu görünce bakışlarındaki o kin daha duygusal bir ifadeye bıraktı kendisini, birkaç saniye gözüme savunmasız gözüktü.

 

Nalan, "Sen n'aptın?" diyerek içeriye girdi. Ona yaklaştı. "Derya... N'aptın sen?"

 

Derya yüzünü biraz daha kaldırdı, çenesini dikleştirdi. Nalan ona yaklaşıp önünde durduğunda, "Deren'in kolu kırılmış," dedi, sahte bir gülümsemeyle. "Onunla ilgilensene!"

 

Nalan, gördüğü karşılık sonrasında bir Deren'e bir de ona baktı. "Nil'i alıkoymuşsun," dedi, rahatsızca. Sesinde hâlâ inanamaz bir ses tınısı vardı. "O benim kızım, bunu nasıl yaparsın?"

 

"Kızın çok umurunda sanki!" dedi Derya, kaybedecek hiçbir şeyi kalmamış gibi, üzerine hiç düşünmeden konuşuyordu. "Senin umurunda olan tek şey Deren!"

 

Nalan'ın açık kapattığı ağzına baktım. Bu kadar net bir konuşma beklemediği açıktı. "Nasıl söyleyebilirsin? Nil'i nasıl umursamam, kızım o benim. Deren... ile yollarımızı ayıralı yıllar oldu, saplanıp kaldın bu aptal konuya!"

 

Derya bağırmaya başladı. "Ona saplanıp kalan sensin! Sen! Adam evli, hâlâ buradasın, İtalya'dasın!"

 

"Kızım için!"

 

"Benden boşanmayı istemen de mi kızın için?"

 

Buraya, Derya'yı öldürmeye gelmiştik ama ikisinin yüzleşmesini izliyorduk.

 

"Evet! Kızım için! Nil'e davranış şeklin yüzünden! Kızımdan bir gram bile hazzetmediğin açığa çıktı, seninle nasıl evli kalabilirdim?" diye karşılık verdi Nalan, o da bağırıyordu.

 

Derya ellerini yere yaslayıp doğrulmaya çalışınca Deren onu bir süzdü. Derya ancak üçüncü denemesinde doğrulmayı başardı, Nalan'a doğru dengesiz bir adım atarak kükredi. "Ondan önce benimle miydin sanki? Yanımdaydın da benimle miydin? Seni bu dünya üzerindeki her şeyden çok sevdiğimi bilmene rağmen, biraz bile içtenlik göstermedin bana! Beni şu piçin yarısı kadar sevseydin böyle mi olurdu!"

 

"Sikeceğim şimdi," diyerek ona yaklaştı Deren ve Derya'yı üstündeki kirli gömlek yakasından kavradı. Buna rağmen Derya'nın bakışları hâlâ Nalan'daydı. "Piç deyip durma, sinirlerimi bozuyorsun. Öleceksin, hâlâ hakaret peşindesin."

 

"Öldür de kurtulayım amına koyayım," dedi Derya, ona.

 

"Ailemi nasıl alıkoyarsın sen lan, piç! Utku'ya nasıl elini sürersin!" Şimdi birbirlerine bağırmaya başlamışlardı, hiddet vücutlarına da yansıyordu. "Nil'in, Karina'nın, kardeşimin ne suçu var! Seni salmıştım, ailemden uzak durduğun sürece sana dokunmayacaktım ama kendin kaşındın. Aileme bunu yapacak kadar ileriye gittiğini gördükten sonra yaşamana izin veremem."

 

Nalan araya girip, "Türkiye'ye döner," dedi Deren'e, Derya için. "Bir daha karşına çıkmaz, zaten Nil'i sayısız insan korkuyor, hiçbir şey olmaz."

 

Deren ona bakmazken, Derya gözlerini çevirip baktı. Yüzüne acıyla alay karışımı bir gülümsemenin yerleşmesini izledim, kendimi bu olayda geri planda bırakmıştım. "Gözlerim yaşaracak," dedi Nalan'a. "Yaşamam için mi çabalayacaksın? Hayret bir şey, şaşkınlıktan öleceğim..."

 

"Kes sesini!" dedi Nalan ona, tek solukta. "Ölmemen için çabalıyorum, zorlaştırma!"

 

"Bu piçe yalvarmanı istemiyorum!" diye karşılık verdi Derya, Deren onu sarsıp duvara bastırınca gözlerini öfkeyle yumdu. "Ölürüm daha iyi!"

 

"Ölmeni istemiyorum!" diye bağırdı Nalan. "Ülkeye dön ama... ölme."

 

Derya, o alaycı, acı gülümsemesiyle Nalan'a bakarken sonunda hareket ettim. Kocama yaklaştım, kolundan tutup kendine çekmeye başlayınca eli Derya'dan ayrıldı ve adam yere düştü. Nalan ağzı açık şekilde ona bakarken, Deren'i odanın kenarına kadar çekip yüzünü kendime çevirdim. Ne diyeceğimi anlamış gibi kafasını iki yana sallayıp, "Karmen," dedi. "Hayır."

 

"Derya'yı öldürürsek Nalan çok suçlu hissedecek. Ona çok âşık olduğu için değil, kendisinin suçu olduğu için." Kısık sesle, sadece ona duyurmak için konuşuyordum. Bir elimle de alçısına, eline dokundum. "Ve bir süre kendini kaybeder, hayata dönmesi zaman alır. Bu sürede... bu hissettikleri Nil'e de yansır, tırtılım da annesinin ruh hali yüzünden kötüleşir. En iyisi... helikoptere atıp Türkiye'ye göndermemiz, bir süre de izletiriz. Edip'i de izlettik, farkına varmadı. Hem... biz güvendeyiz, sen bizi koruyorsun."

 

Deren, duymak istemiyormuş gibi kafasını iki yana sallayıp duruyordu. Derya'nın ölmesi bizim için hiç problem değildi ama Nalan'ı, ne yazık ki Nil'i de etkileyecekti. Çenesiyle kolunu, karnını gösterip, "Beni getirdiği hale bak Karmen!" dedi, gururuna dokunuyormuş gibi. "Cezasını vermeden nasıl durabilirim?"

 

"Aşkım, cezasını verme demiyorum, öldürme diyorum."

 

Bu kez parmaklarımı gömleğinde, yakalarında, boynunda dolaştırdım. Hamlelerimin niyetini bildiği için gözlerini tehlikeli şekilde kısıp bir adım geriledi. Omzunun üstünden yere düşmüş olan Derya ile onun yanına eğilmiş, yüzünü acıyla izleyen Nalan'a baktı. Kadının kendini suçladığı gün gibi görünüyordu, Deren bir küfür savurup kapıya ilerledi ve telefonunu cebinden alarak koridora çıktı.

 

Konuşma sesini belli belirsiz duyarken önüme döndüm ve Nalan ile göz göze geldim. Derya'nın yanından doğrulurken gözlerini sildi, muhtemelen bunlar onun yaşantısı için ağır şeylerdi. Derya'ya çok kızgındı ama böyle bir adama çevrilmesindeki payı inkâr edemiyordu.

 

Deren birkaç dakika sonra korumalara, "Şunu aşağıya taşıyın," diyerek içeriye girdi.

 

Derya kafasını bile kaldırmazken, Nalan hızla öne çıktı. "Nereye götüreceksin?"

 

Deren cevap vermedi ve korumalar Derya'yı sürüklemeye başladığında ben de odadan çıktım. Deren'in niyetini düşünerek arkalarından gittim, Nalan'da neler olduğunu anlamadan bizimle inmeye başlamıştı. Korumalar onu koruma aracına yerleştirince, Deren'de bizim arabaya yürüdü. Ona eşlik ederken Nalan gergince arkamızdan koştu. "Sana bir soru sordum Deren, cevap versene!"

 

Koruma kapıyı açarken, Deren omzunun üstünden ona doğru baktı. "Onu helikopterden aşağıya, denizin üstüne bırakacağım. Yaşarsa ne ala, yaşamazsa da öldüğüne hiç üzülmeyeceğim."

 

Ben bu olayı bir yerlerden hatırlarken, Nalan ciddiye almayarak güldü. "Şaka yapıyorsun."

 

Deren ona bakmaya devam edince Nalan bunun bir şaka olmadığını anladı. Ardından Deren aracın arka koltuğuna yönelince Nalan'a son bir bakış atıp Deren'in yanına oturdum, aracın çalışmasını beklerken onun hâlâ şaşkınca baktığını gördüm. Derya'yı koyduğumuz araba da arkamızdan gelmeye başlarken, sokaktan ayrılıp Sicilya'nın ana yoluna doğru ilerlemeye başladık.

 

Tek eliyle sigara paketini çıkarmaya çalışan Deren'e döndüm. "Ciddi miydin?"

 

"Evet."

 

O an hatırladım bu yapacağının nereden tanıdık geldiğine. "Beni de helikopterden fırlatacağını söylemiştin, hayatın boyunca bunu yapmayı mı beklemiştin?"

 

Deren bunu söylediği günü dünmüş gibi hatırladı, üstüne düşünmedi bile. Dudağı hafifçe kıvrılırken, "Seni yere bırakacağımı söylemiştim, onu ise denize bırakacağım," dedi. "Arada böyle bir fark var."

 

Kaşlarım çatılmaya başladı. "Beni kesin olarak öldürecektin ama Derya'ya bir şans veriyorsun öyle mi?" Kırılmış mıydım bilmiyorum ama rahatsız olmuştum.

 

Deren sigarasını yakmam için bana uzattı. "Sana gerçekten bunu yapabilir miydim?"

 

O günlere gittim, Deren gerçekten bana her şeyi yapabilir görünüyordu.

 

"Benden çok çok nefret ettiğini söyledin," dedim. Söylemesine gerek de yoktu, o zamanlar benden nefret ediyordu.

 

"Ama hiç, seni sevmediğimi söyledim mi?"

 

Hayır, söylememişti. Bunu daha önce ben de içimden geçirmiştim, Deren'den de duymak iyi olmuştu.

 

Birazdan, geniş bir araziye yaklaşıp durunca arabadan indik. O zaman fark ettim uzaktan gelen pervane sesini. Başımı çevirdiğimde yere inmiş, kapıları açık helikopteri gördüm. Bir yabancı adam ile Yaman karşılıklı durmuş, konuşuyordu. Yaman'ı gördüğüme şaşırdım ve benimle yürüyen Deren'e baktım. "Sen mi çağırdın?"

 

Bakışlarını itinayla kaçırdı. "Evet."

 

Dudaklarımı kıvırdım ama bunun üstüne düşmedim, yoksa ters tepki yapabilirdi. Yaklaştığımızda Yaman'da bizi fark etti ve yanına ulaştığımızda Deren'i ilgiyle süzdü. Üzerinde bir takım elbise vardı, yemin ederim ki geceleri bile bununla uyuduğunu düşünüyordum. "Beni aramana şaşırdım," derken Deren'in gözlerine baktı. "Nasılsın? Toplamış görünüyorsun."

 

"İyiyim, eyvallah." Deren'in sesi ölçülü, daha mesafesizdi. "İşi gücü bırakıp geldin, sağ ol."

 

"Yok, Gece'yi bırakıp geldim," dedi Yaman.

 

Dudak kıvırdım. "Sizi baş başa bırakayım mı?"

 

İkisinin de ateş atan gözleri bana dönünce ellerimi havaya kaldırdım ve özür diler gibi bakarken, arkamdaki adımları duydum. Hep beraber dönüp baktık, korumalar baygın Derya'yı buraya getirmişlerdi. Deren helikopteri işaret ederek, "Koyun," dedi.

 

Onlar söylenileni yaparken, Deren'de Yaman'a bir bakış atıp bana döndü. "Görmek ister misin?" diye sordu.

 

"Ee herhalde," diyerek önüne geçtim, helikoptere yürüdüm.

 

Beyler de arkamdan gelirken pilotun da yerleştiğini gördüm. Helikoptere girip koltuğuma oturunca Derya'yı yerde gördüm, hafif hafif inliyor ama gözlerini açmıyordu. Yaman'la Deren'de binip karşılıklı oturdular, kapılar kapanıp kemerlerimiz bağlanınca helikopter kalkışa geçti. Helikopterin hızı sayesinde Derya birazdan kendine gelmeye başladı, gözlerini açarak etrafına baktı. "Cehenneme böyle mi gidiliyordu?" diye sordu ciddiyetsizce.

 

Deren sırıttı. "Cehennemde böylesine serin sular bulacağını zannetmiyorum."

 

Derya yerde doğrulmaya çalışınca korumalar ona göz attı ama kimse müdahale etmedi. Bacak bacak üstüne atıp Derya'ya sırıttığımda, cama doğru yaklaştı ve Deren'in ne demek istediğini o zaman anladı. Dönüp baktı. "Manyak mısın sen?" dedi Deren'e.

 

"Öyleyim de bununla övünsem mi övünsem mi bilemedim." Deren bununla övünmeye daha istekli gibiydi.

 

Derya alaya alındığını fark ederek öfkelenirken ben ve Yaman güldük, buna daha da deli oldu ve o esnada helikopter alçalmaya başladı. Deren bana dönüp kemerimi kontrol etti, sonra da Yaman'a baktı. Derya'ya dönerken korumalar da ona yaklaşmaya başladı. İçeriye girerken gördüğüm pilot yardımcısı adam buraya yaklaşınca Yaman adama başını salladı, bunun üzerine adam kapıyı açmaya yöneldi.

 

"Bırakın lan!" diyerek kollarından tutan adamlara baktı Derya.

 

"Bırakacağız, birkaç dakika dayan," dedi Deren.

 

Helikopterin kapısı açıldığında içeriye çok yoğun bir rüzgâr girdi, sesi kulaklarımı çınlattı. Yüz buruştururken, Derya'nın korumalarla mücadele ettiğini gördüm ama fazla dayanamayacaktı, her ikisi birden onun vücudunu itmeye hazırdı. Derya omzunun üstünden arkaya bakmaya çalışıp Deren'i gördü. "Nil ile ilgili bilmediğin bir şey var!"

 

Nil'in adını geçirince Deren'in yüzündeki sırıtma bitti, çenesi bir anda kaskatı oldu. Derya bilerek yapıyordu, Deren'in zaafını biliyordu, ölmemek için konuşmaya devam etmek istiyordu. Nil ile ilgili söyleyeceği bir şey yoktu. Bunu fark etmesini dileyerek Deren'e baktığımda korumalara bir baş hareketi yaptığını gördüm. Ardından seslendi. "İtin."

 

"Deren!"

 

Sonraki an Derya'nın haykırışı rüzgâra karıştı. İtilen bedeni aşağıya düşmeye başlayınca çığlığını dinleyerek koltuğumda geriye yaslandım. Sonra da görebilmek için cama döndüm, Derya'nın bedeni geniş denizin ortasına düştüğünde çığlığı da sessizliğe karıştı. Sertçe battı ve denizin üzerinde geniş dalgalar oluştu, ardından helikopterin kapıları kapanmaya başladı, hızlandı. Yukarıya doğru çıkarken Derya'nın suda çırpındığını görüp kafamı iki yana salladım.

 

"Bence ölecek," dedim.

 

"Bence ölmez," dedi Yaman.

 

Deren ikimize de sırasıyla baktı. "Eğer ölürse Türkiye'de kalırsın," dedi Yaman'a ve sonra bana döndü. "Ölmezse de sen kaybedersin, bir çocuk yaparız."

 

"Biz, tahminlerimizde yanılınca neden sen kazanıyorsun?"

 

Gülümsedi. "Ben her zaman kazanırım, karım."

 

BÖLÜM SONU.