0 %

Paragraf Yorumları

Yorumlar yükleniyor...

Yorum Yap

FİNAL

Yazı Boyutu
100%

FİNAL.

 

 

O solgun, kurumuş kırmızı gülden bir gelin çiçeği yaptım.

 

Muhtemelen tek bir çiçekten gelin buketi olmazdı, hem gelin buketlerindeki çiçekler güzel kokardı. Ama ben, Deren bana verdiğinden beri sakladığım bu gülün aşığıydım ve kendisi için hiç umut görünmemesine rağmen onu gelin çiçeğim yapacaktım.

 

Hem etrafına bir beyaz kurdele sardığımda daha iyi görünmüştü.

 

İki gündür yatak odamızdaydı, Deren’in dönüşüyle beraber yapacağımız düğün yemeği için bekliyordu. Ailemi ve ahbablarımızı bu yemeğe çağırmıştık, yarın akşam burada olacaklardı. Artık ailemin yanında değildik, iki hafta önce âşık olduğum bu eve çıkmıştık. Bu evde yaşıyor olmamın hikâyesi garipti, çünkü evin sahibi bana senelerce satmamıştı.

 

İki hafta kadar önce malikanemize bir avukat gelmişti, ev sahibinin avukatı olduğunu öğrenmiştim. Deren daha öncesinde bu evi bir haftalığına kiralamıştı, o zamandan beri evin sahibini nasıl ikna ettiğini düşünmüştüm. Ve o avukat, bir mektupla geldiğinde nasıl ikna ettiğini anlamıştım. Adam, evi karısından kalan bir hatıra olduğu için satmayı hiç istememiş ama öleceği günlerin yaklaştığını anladığında avukatına evi bize satması emrini vermişti. Deren’in onu ikna ettiği nokta buydu, zamanında yaşlı adama âşık olduğu kadının bu evi ne kadar çok istediğini söylemiş. Yani benim. Ve anladım ki, adam öleceğini anladığında, bu evde kendileri gibi aşık birilerinin yaşamasını istemişti.

 

Deren olmasa bu eve sahip olamayacaktım belli ki.

 

Eve taşınırken birçok mobilya, aksesuar değiştirmiştim ama o adam ile kadının hatırına evin dokusuna müdahale etmemiştim. O kadar çok odası vardı ki, Karina ve Nil bazen kayboluyordu, özellikle de saklambaç oynarken. Utku, Ece yakında İtalya’ya geleceği için şu anki hayatının tadını çıkarıyordu, İtalya’yı sevmeye başlamıştı. Deren ise çok tembellik ettiğini söyleyerek bazı şeylerle ilgilenmeye başlamıştı, çünkü son günlerde evden çıkmadığım için korumam olması tatsızlaşmaya başlamıştı. Üç gün önce de bu yüzden, bir iş için önce Türkiye’ye, sonra Polonya’ya gitmişti ve yarın akşam düğün yemeğimiz olmasına rağmen hâlâ gelmemişti.

 

Ailem, evlendiğimizi öğrendiğinden beri bu düğünün ilan edilmesinden bahsedip durmuştu, ben de en sonunda onları bir düğün yemeğiyle ikna etmiştim. Böylelikle evli olduğumuzu herkes öğrenecekti ama bir düğün… Karina ve Nil’in kafasını karıştırır endişesi taşıyordum. Her şeyi sade tutmak en iyisi olacaktı.

 

Onların iyiliğini düşünmeden yapamıyordum ve neyse ki onlar da iyiydi. Karina her gün daha çok iyileşme kat ediyordu, Nil ise babasıyla olan birlikteliğimizin fikrine alışmıştı. Hâlâ soruları, çekimserliği oluyordu ama aşacaktı, üstelik annesini çok daha sık gördüğü için her şey onun için dengede ilerliyordu. Nalan hâlâ buradaydı ama ne yazık ki… Derya ölmemişti, o sudan sağ çıkmanın bir yolunu bulmuştu.

 

Boşanmaları gerçekleşmişti, öğrendiğimize göre Derya Türkiye’deydi ama henüz bir sorun daha çıkarmamıştı. Fakat onun psikopatlığını hafife almıyorduk. Tetikteydik. Nalan Nil ile haftada üç, hatta bazen dört gün görüşüyordu ama hep dışarıda oluyorlardı, çünkü benden hâlâ nefret ediyordu. Sorun yoktu, zaten benim de sevmediğim birinin benden nefret etmesi duygularıma biraz bile zarar vermezdi.

 

Elimdeki o güle bakarken, Deren’le beraber olmak için neler yaşamamız gerektiği bir kez daha gözlerimin önünden geçiyordu. Bana hâlâ o kelimeyi söylememişti, beni affettiğini. Belki hak etmiyor olsam da sanırım hep o kelimeyi duymayı bekleyecektim, bana delice âşık olduğunu bilsem de içimdeki zincirlerden beni tamamen kurtaracak olan şey beni affettiğini söylemesi olacaktı. O hafiflik hissini istiyordum, içinde bir yerlerde bana hâlâ kırgın olduğu gerçekliğin hissini değil.

 

“Kaymen?”

 

Nil odadan içeriye süzüldüğünde odamdaki koltukta, camdan dışarıda yağan yağmuru izleyerek bunları düşünüyordum işte. Onu görmek içinse kafamı sola çevirmem yetti. Loş ışıkta buraya yürüyordu, gölgesi kendisinden bile büyüktü. Bacaklarımı aşağıya indirip kollarımla onu karşıladığımda önümde durdu. “Sen hâlâ uyumadın mı?” diye sordum.

 

Onu en son Karina’nın odasında bırakmıştım, bazı geceler konuşurken beraber uyuyakalıyorlardı. Karina daha çok Türkçe kelime öğrenmişti, Nil’de bazı İtalyan’ca kelimeleri.

 

“Kayina’ya masal anlattım o uyudu ama benim uykum yok ya,” dedi fakat bunları söylerken bile gözleri kapanacak gibiydi.

 

“Karina senin ona masal anlatmanı çok seviyor, sayende Türkçe’yi daha çok öğreniyor,” dedim ve saçlarını aşağıya doğru okşadım. “Uykun var ama babanı özledin, o yüzden uyuyamıyorsun değil mi?”

 

Deren, iş için İtalya’dan ayrılırken Nil’i de vakit geçirmesi için annesine bırakmıştı ve Nil bu sabah gelmişti. Bunları söylediğimde yanaklarını şişirip kafasını salladı. “Babamı ayadık açmadı.”

 

“Telefonu kapalı, şarjı bitti veya işine odaklandı. Çok yakında bizi arayacaktır.”

 

“Amcamın yanına gittim, telefonla konuşuyoydu, kovdu beni.” Sitem eder gibi söylemişti bunları.

 

“Takılmıştır sana, yoksa Utku seni her şeyden çok seviyor.” Onu biraz daha çekip kucağıma aldım, alnından öptüm. “Babanı özleyince biraz nazlı oluyorsun sanki?”

 

Bana, onu yakalamışım gibi bir bakış attı. “Sen de özlüyor musun?”

 

Nil ile babasıyla olan romantik ilişkimi pek konuşmuyorduk, gözüne sokmak istemiyordum. “Özlüyorum aslında,” diye itiraf ettim. “Senin gibi, ben de Deren’i seviyorum. Telefonlara çıkmadığında endişe ediyorum ama sonra onun senin için, bizim için geri döneceğini biliyorum.”

 

Duyduklarını anlamak üzere biraz bekledi, tepkileri benim için önemliydi. “Geçen gün babamı senin odandan çıkayken gördüm.”

 

Aslında geceleri Deren’le beraber kalıyorduk ama bunu Nil’e açıklamanın zor olacağını düşündüğümüz için söylemiyorduk. Şimdi konuyu açmışken anlatmam gerekirdi belki. “Evet, bazen babanla kalıyoruz, beraber yatıyoruz. Bu seni rahatsız mı etti? Bana söyleyebilirsin, biliyorsun, biz seninle çok yakınız.”

 

“Hıhı,” dedi ve dudaklarını ısırıp konuştu. “Kızmadım ama benimle de yatsın babam, ben babamla uyumayı çok seviyoyum.”

 

“Benimle yattığında bile bazen geceleri kalkıp senin yanına geliyor, yağmur yağdığı günlerde korkmuş musun diye bakıyor. Baban seni çok seviyor, ne zaman istersen uyur.”

 

Duyduklarıyla daha çok gülümsedi ve gözleri koltuğun kenarına koyduğum güle kaydı, meraklı göründü. “Sen de seviyoy musun beni?”

 

“Tabii ki Nil, sen benim için bambaşka bir hikâyesin.”

 

O bilindik utangaç ifadesiyle beraber başını tekrar göğsüme kapattı, esneyerek ellerini etrafıma sardı. Küçük ellerinin beni tutuş şekli gülümsetti, o uyuyana kadar kıpırdamadım.

 

Sonra onunla kalktım, sarsmadan odasına götürdüm ve çıktığımda sessizce Karina’nın odasına geçtim. Işığı yanıyordu, yorganın altında uyuyordu. Yaklaştığımda yatağının yanına çöktüm, bir süre yüzüne hayranlıkla, özlemle bakıp saçlarını öpmek için eğildim. Artık uyumamak için haplar almıyordum, Deren uykumu düzene koymak için uğraşıyordu ama yine de iki üç gecede bir Karina’yı izliyordum. Günden güne iyileşiyor, her türlü tedavisi devam ediyordu ama bahçeden dışarıya çıkmakta hâlâ tereddüt ediyor, takım elbiseli yabancı gördüğünde bacaklarımın arasına kaçıyordu.

 

Zamanında ona bir mektup yazmıştım, belki de yakıp atmalıydım, büyüdüğünde okuyup hatırlamamalıydı.

 

“Son günlerde kilo aldın, aç olmadığını bilmek beni mutlu ediyor, iştahının kesilmemesi için dua ediyorum…”

 

Kendisine sarılıyordu, pelüş oyuncağıyla birlikte. Elleri canı acımasın, kimse onu almasın diye sımsıkı kavrıyordu kendisini. O ellerinden yumuşakça öptüm ve yastığının diğer tarafına kafamı koyup gözlerimi kapattım. Nefesi yüzümde dağılırken yutkundum, nefes alması için o kadar uğraştım ki, yapamasaydım kendime neler yapardım, düşünemiyorum.

 

Uyandığımda kendimi Karina’nın yanında değil de yatakta bulunca kalbim hızla çarptı. Deren’in geldiğini anladım, o beni yatağımıza getirmiş olabilirdi. Doğrulup üstümdeki örtüyü çektim, gün ışığındaki odama bakıp ondan bir iz aradım. “Deren?”

 

Akşamdan kalma altlı üstlü gecelik takımım vardı, odamdan ayrılırken üstümü değişmedim bile. Merdivenlerden heyecanla indim ve sesleri takip edip bahçeye çıktım, Deren’i göreceğimi sansam da yanıldım. Utku ve kızlar dışarıdaki masada oturmuş, bir şeyler yiyordu. Nil ne dediyse Karina hafifçe gülüyor, Utku onlara kaşıkla yiyecek uzatıyordu. Deren’den iz yoktu, yanılmıştım.

 

“Günaydın,” dedi Utku, beni fark ettiğinde. “Seni uyandırmadan doyuruyordum kızları.”

 

Karina ve Nil başını buraya çevirince kızım hemen sandalyeden kalkmaya çalıştı, onu yormamak için kendim ilerledim ve kucağıma alıp yanaklarından öperken, “Günaydın Karina’m,” dedim. “Neye gülüyordun? Bu sabah eğleniyorsun sanırım?”

 

Başını omzuma koyup yanağımdan öptü.

 

Nil’de bana el sallayıp tabletine döndüğünde, Karina’yı tekrar sandalyesine oturtup ne yediğine baktım. Ona hazırladığım klasik bir kahvaltıydı. Henüz bir yardımcım yoktu, aslında güvendiğim için Sara’yı getirmek istemiştim ama Dante buna karşı çıkınca yapamamıştım.

 

“Abin gelmemiş,” dedim, Utku’ya dönüp. “Kendimi yatakta bulunca onun beni taşıdığını sandım.”

 

Utku Nil’den tableti alıp yemek yedirmeye çalışırken, “Hayır, ben taşıdım seni,” dedi ve Karina’ya göz kırptı. “Karina yanıma gelip senin uyuduğunu anlatmaya çalıştı, çok rahatsız görünüyordun, ben de yatağa taşıdım.”

 

 “Teşekkürler,” dedim. “Akşamki yemek için organizasyon şirketi gelecek, bahçe biraz kalabalık olacak ama beşten önce giderler.”

 

Utku kızlara bir bakış atıp ekrana daldıklarını görünce kısık sesle konuştu. “Düğün yemeğiniz ama abim yok.”

 

Endişemi göstermemeye çalıştım. En son dün sabah konuşmuştum, daha sonra ulaşamamıştım. Yetişeceğinin sözünü vermişti fakat benden uzaklaştıkça ve böyle tehlikeli işi oldukça endişe duyuyordum.

 

Onları aşağıda bırakıp giyinmek için çıktım. Temiz bir duş aldıktan sonra uzun kollu badi ile pantolon giyindim, saçlarımı tarayıp cildimi nemlendirdim. Deren’e bahsetmemiştim ama yemek için biraz heyecanlıydım. Odamdan ayrılırken Gece’nin aramasını görüp açtım, rutin konuşmamızı yaparken aşağıya indim. Yaman ile Gece Türkiye’ye on gün önce dönmüşlerdi, işleri yoluna koymaya çalışıyorlardı ama irtibatımızı koparmamak için her gün konuşuyorduk. Gece’nin hayatımdan tamamen çıktığını düşünmek bile beni ürpertiyordu. Ona her gün Karina ve Nil’in fotoğraflarını gönderiyordum.

 

Giriş kata geldiğimde Utku’nun içeriye birkaç kişiyi aldığını gördüm, akşam için hazırlık yapacak çalışanlardı. Onlarla selamlaşıp mutfağa yönlendirdim, daha önce konuştuğumuz şeyler yapılırken de izlemeye başladım. Arkada uzun, geniş bir masa vardı. Beyaz saten örtü örtülmüş, şamdanlar koyuluyordu. Çok fazla misafirimiz yoktu, masa ise yirmi kişiden fazlasını ağırlayacak kadar büyüktü. Evin ön tarafına yürüdüm, Nil ve Karina ön bahçede Utku’nun yardımıyla bisiklet sürerken de cebimden telefonumu çıkarıp Deren’i aradım, kapalı çalıyordu. Enrica’yı aradım, o da kapalıydı. Güçlükle de olsa Deren’i, Enrica’nın kendisiyle gitmesine ikna etmiştim. Şimdi ikisinden de haber alamıyordum.

 

“Düğün yemeğimde yalnız olmam umarım.”

 

Yalnız olmaktan çok onun için endişe duyuyordum. Deren iş için ayrılırken başka bir hat alıyordu yanına, o hattan ulaşamadığım için diğer numarasını da aramıştım fakat o da kapalıydı. Dudaklarımı endişeyle ısırdım, yaralayacaktım ki çekip ofladım. Karina buraya döndüğünde de huzursuzluğumu anlamaması için el salladım, nefes nefese kaldığını görünce yanına yürüdüm. Deren onun bisikletine sepet yapmıştı, suyu alıp içirirken Nil’de yanımıza geldi bisikletiyle. “Kayina artık beni geçiyor Kaymen, gördün mü?”

 

“Siz ona çok iyi öğrettiniz, şimdi de seni geçmeye başladı,” dedim, tırtılıma göz kırparak.

 

Kendini beğenmiş şekilde omuzlarını silkince Karina ona tebessüm etti ve Nil’de uzanıp onun yanağını sıktı. Karina sevildiğini görünce biraz kızardı. “Babam gelecek mi?”

 

“Bugün değil Karina’m,” dedim, en son Carlos ona uçurtma uçurduğu için Karina tekrar gelmesini istiyordu. “Yarın gelecektir canım.”

 

“Tamam, uçurtmayı da getirsin.”

 

Nil, İtalyanca konuştuğumuz için bizi anlayamadı. Türkçe ile araya girdi. “Ben yakında kreşe başlayacağım ya Kaymen, Kayina’da benimle gelsin mi?”

 

Evet, Deren Nil için özenle araştırıp bir kreş bulmuştu, yaşının geldiğini düşünüyordu. Nil heveslenmişti ama Karina her kreş dendiğinde Nil’in başka bir yere gidip dönmeyeceğini sanıyordu. Çünkü kreşin ne olduğunu anlattığımda biraz yanlış anlamıştı. Yine korkuyla bana dönünce, “Belki Nil’i ilk gün okulundan ikimiz alırız Karina, olur mu?” diye sordum.

 

Nil hemen el çırparken Karina başını eğdi. “Gitmesin.”

 

“Ya ben hepten gitmiyorum ki,” dedi Nil, bisikletinden inip kolunu Karina’nın omzuna atarken. “Ben seni bıyakmam! Okulda oyun öğreneceğim, sayılayı öğreneceğim, harfleri, öğreneceğim! Sonra gelip sana öğreteceğim!”

 

Nil bunları coşkuyla söyledi, Karina bazılarını anladı. Nil ile sürekli aynı şeyleri konuştuğu için Karina bu kelimelere aşinaydı. Kızım parmak uçlarına biraz çıkıp Nil’i yanağından öpünce tırtılım gülüp onu gıdıkladı.

 

Onları yan yana izlerken rüzgâr gözlerimi acıttı, kafamı kaldırıp gökyüzüne baktım. Hava şartları değişip aniden yağmur yağarsa pek hoş olmazdı. Doğruldum ve Utku kızlarla konuşurken eve girdim. Mutfağa ve hazırlıklara bir daha göz attım, her şeyin yolunda gittiğini görsem de rahatlamadım. Salonda volta attım, öğleden sonrası olduğunda da mecburen hazırlanmak için odama çıktım. Gözüm sürekli bahçeyi, kızları izlerken, beyaz kıyafetimi dolabımdan çıkardım.

 

Gelinlik giymeyi istediğim zamanlar olmuştu, yanımda Deren’i hayal ederek. Fakat yemek düğününde şık bir beyaz elbise çok daha iyi olacaktı, üstelik gelinlik giymem kızları da çok düşündürecekti. Bu akşamın sadece özel bir akşam olacağını düşünüyorlardı. Elbiseyi yatağın üzerine bırakıp parmaklarımı üstünde dolaştırdım, gelin çiçeğime de bakıp dudak kıvırdım. Beyaz bir elbise giymeyeli çok uzun seneler olmuştu.

 

Makyaj masamın önüne oturup ağır ağır makyajımı yapmaya başladım. Aklım ve kalbim Deren’e kayıyordu, işinde iyi olduğunu bilsem de midem endişeden kitleniyordu. Ten ve göz makyajımı yaptıktan sonra beyaz çamaşırlarımı, üstüne beyaz elbisemi giyindim. Yumuşak, krep kumaştan, geniş askılı, kalçamın aşağısına kadar uzanan bir elbiseydi. Kalp yaka dekoltesi vardı, vücudumu güzelce sarmıştı. Boynuma, Deren’in bana aldığı kolyeyi takıp düzleştirdiğim saçlarıma göz attım. Biraz sade olduğumu fark edince saçımın sol tarafına, üzerinde beyaz çiçeği olan gümüş tokayı taktım ve yüzümün sol tarafı açılınca baş salladım. Deren’in daha önce bende görmediği bir saflıkta, beyazlıktaydım.

 

“Karmen,” diyerek kapı heyecanla açıldığında Deren’in bana bakışını hayal ediyordum. İrkilerek kafamı çevirince Angel’ın neşeyle yanıma koştuğunu gördüm. Üzerinde yeşil, saten kumaştan, bileklerine kadar inen askılı elbisesi vardı. Saçlarını sıkı bir at kuyruğu yapmıştı, yanaklarında çok tatlı görünen allık vardı. “Çoook güzel olmuşsun, bayıldım sana.”

 

Ailem gelmişti, abilerim ve babam aşağıda olmalıydı. Yengemi öpüp teşekkür ederken Marianne’in de kapı girişinde, kararsız şekilde durduğunu gördüm. O açık pembe renginde, kısa bir güzel elbise giyinmişti. Uzun, sarı saçlarında zarif bir taç vardı. Beni süzüp, “Çok güzel olmuşsun,” dedi Angel gibi. “Kızlar henüz hazırlanmamış.”

 

“Sen de çok güzel olmuşsun,” diye karşılık verdim rahatlatmak için. “Kızları son saatte hazırlayacağım. Elbiseleri beyaz, bahçede hemen kirlensin istemedim.”

 

“Üç beyaz melek öyle mi?” dedi Angel, etrafımda dönüp ellerimden tutarak. “Düğünde gelinden başkası beyaz giymemeli ama onlar istisna.”

 

“Bu da düğün yemeği zaten.”

 

Angel ile dışarıya çıkarken Marianne’de bize katıldı. Hâlâ malikanede, kardeşi ile beraberdi. Noah’ın yakın zamanda ona evlenme teklifi edeceğini düşünüyordum, bizim düğün yemeğimizi atlatmayı beklemişti. Marianne hâlâ bizlere çok yaklaşmıyordu ama abimle aralarındaki sevgi eskisinden daha şiddetliydi, bu görülüyordu. Evdeki durumlar, ben onlardan uzaklaştığında sakinleşmişti. Sanırım ben baş ağrıtan bir insandım ama artık sadece Deren ilgileniyordu.

 

Aşağıya inince abilerimin bir şampanya açtığını gördüm, babam dahi bir kadeh alıyordu. Beni fark eden Salvador oldu ve buraya yürüyünce diğerleri de bakışlarını yöneltti. Şık takımı içindeki abim beni son basamakta yakalayıp ayaklarımı yerden kesti. “Ne yaptın kendine?”

 

“Ne yapmışım?” dedim.

 

“Fazla fazla güzel olmuşsun.”

 

Omzuna hafifçe vurdum ve Dante yaklaşıp beni abimden aldığında, beni böyle kolayca alıp birbirlerine vermelerine biraz sinir oldum. Dante etrafında döndürüp bir ıslık çaldı. “Ailemizin iyi genlerini sen ve ben almışız, farkında mısın?”

 

Yanağından öperek omuzlarını ittim, ayaklarımı yere basarak babama ilerledim. Onun düşünceli, sıcak gözlerini izlerken eğilip arkasından sarıldım. “Hoş geldin babacığım.”

 

“Ho… Hoş buldum… kızım.” Babam, bugünlerde daha iyi konuşuyordu.

 

“Noyah, sen benim elbisemi gördün mü?”

 

Nil’in tatlı sesine çevirdim kafamı. Noah’ı salonun girişinde durdurmuştu, Karina Noah’ın kollarındayken, Nil’de onun elini tutmuş, hevesle anlatıyordu. Marianne Noah’ın bu haline hafifçe gülünce, Noah ona göz kırpıp Nil’e cevap verdi. “Her geldiğinde yeni bir şeyin oluyor, baban sana amma bonkör.”

 

Nil’e bunları çevirdiğimde kıkırdadı. “Babam akşam gelecek, gelmeden oyun oynayalım mı? Sonra kızıyoy bana onu seninle oynuyorum diye.”

 

Utku ona arkasından eğilip mırıldandı. “Baban yoksa amcan burada tırtıl.”

 

Nil ellerini ağzına kapatıp amcasından kaçmaya başlayınca Karina güldü ve Angel ona yaklaşıp yüzünü sevmeye başladı. O sırada fark ettim salonun köşesinde duran Sara’yı. Aileme, onu da getirmelerini rica etmiştim ve şimdi burada, onu hiç görmediğim kadar şık şekilde bize bakıyordu. Üzerinde kırmızı, dizlerine kadar gelen, ince askılı, vücut saran bir elbise giyinmişti. Saçları sırtından aşağıya dökülüyordu, makyajı onu çok daha dikkat çekici kılmıştı. Gözlerimiz birleştiğinde mahcup şekilde bana doğru yaklaştı, ailemin bakışları da ona döndü.

 

“Beni de davet ettiğiniz için teşekkür ederim efendim,” dedi, gözleri bu davetimden dolayı parlıyordu. “Tekrar tebrik ederim, dilerim hep mutlu olursunuz.”

 

Kolunu yumuşakça sıktım. “Burada olduğuna çok mutluyum.”

 

Geriye çekilip ayakta durmaya devam edince koltuğa oturmayı bile kendine çok gördüğünü anladım ve Karina’m Angel’ın kucağında bana gelirken Dante’nin de Sara’yı izlediğini gördüm. Kaçamak şekilde, aralıklarla ona bakıyordu.

 

“Karina ve Nil’i ben hazırlayabilir miyim?” dedi Angel, Karina boynuma sarılıp dikkatle beni süzerken. “Söz, çok uzun tutmam.”

 

Kırmadım. “Tabii ki olur Angel, kıyafetleri benim odamdaydı.”

 

Nil’de Noah’la buraya gelirken, Karina beni izleyişini gözlerimde tamamladı ve kulağıma yaklaştı. “Çok güzelsin anne.”

 

Çok güzel olmuşsun değil, çok güzelsin. Sanki onun için hep çok güzelim.

 

“Angel size de elbiseler giydirecek, aldığım elbiseleri hatırlıyor musun?”

 

Başını salladığı sırada Nil etrafımda bir tur atıp elbiseme dokunuyordu. “Ay bu elbise tam benim modama uygun tam.”

 

Utku yeğenine gülerek yaklaştı, alıp sırtına atınca Nil’den bir çığlık firar etti. Karina ile merdiven çıkmaya başlarken Utku’da Nil’i arkamızdan getiriyordu. Odama geçince kıyafetlerini aldım, Karina’nın odasına girdik ve Angel onları giydirirken ben yardımcı oldum. Sara ve Marianne’de bizimle gelmişti, Marianne benden çekinerek konuşuyordu kızımla. Sara ise hepimizden uzakta izliyordu olan biteni.

 

“Kayina ile bizim modamız nasıl Angel?” dedi Nil, etrafında neşeyle dönerken.

 

Çevirdiğimde Angel çok güldü söylediğine. “Harikasınız kızlar. Güzellikte Karmen’i geçtiniz.”

 

Karina adımı duyunca yatağının kenarından kalkıp yanıma geldi, bacaklarıma sarıldı. Beyaz elbise içinde o kadar güzeldi ki, eğilip göğsüme bastırdım onu. Hazırlanmaları devam ederken Karina sürekli beni izledi, Nil ise manken yürüyüşünü yaptı. Manken olmak konusunda hâlâ istekliydi, Deren ise pek sıcak bakmıyordu. Saçlarını birer topuz yapıp süslü tokalarla tutturduğumda Nil ellerini çenesi altında birleştirip bana yalvardı. “Kaymen n’olur biraz yuj süreyim n’olur?”

 

Bugünlük bir şey olmazdı, onu kırmak istemiyordum. Pembe tonlarındaki bir ruju Nil’e sürdüm ve o hayranlıkla kendisini izlerken, Karina’ma yaklaştım. O biraz inceleyici bakıyordu. Ruju ona da sürüp abartmadan çekildim ve yüzünü öpücüğe boğmamak için inanılmaz direndim. “Sen de aynadan bak aşkım.”

 

İkisi kendilerini izlerken diğerleri aşağıya indi, ben de tekrar telefonuma ulaşıp Deren’i aradım. Hazırlıklar tamamlanmıştı, misafirler gelmeye başlayacaktı. Ne kadar tedirgin olduğumu herkesten saklamaya çalışıyordum. Kızlar konuşmaya daldığında odanın içinde yürüyor, kalbimdeki basıncı hafifletmenin yollarını arıyordum.

 

Kapı tıklayıp açıldığında da Utku’yu gördüm ve onun da gözlerinde bir sorgulayıcılık olduğunu. Yanıma geldiğinde, “Abime ulaşamadın değil mi?” diye sordu.

 

Omuzlarımı indirdim. “Ne yazık ki hayır. Çalıştığında böyle yaptığı olur muydu?”

 

Uzanıp gergin omuzlarımı sıktı. “Hem de her zaman olurdu, ben de normalinin bu olduğunu düşünüyorum artık.”

 

Tamam, belki daha az endişe duymalıydım. Dudaklarımı berelemeyi bırakırken Utku’yu baştan aşağı süzdüm, beyaz gömleği ve kumaş pantolonuyla abisine daha çok benzemişti. “Utku, seni ilk kez böyle görüyorum.”

 

Yanaklarını şişirdi. “Ve muhtemelen son. Tarzım değil.”

 

Uzanıp saçlarını karıştırdığımda, “Yapma yenge,” diye sessizce söylendi. Bana böyle demesi ilk zamanlar garipti, şimdi ise kulağa sevgi sözcüğü gibi geliyordu.

 

Utku kızlarla aşağıya indiğinde yatağın ucuna çöküp camdan dışarısını izledim. Gün batıyordu, güneş aşağıdaki masaya turuncu bir ışık bırakmıştı. Üç kişiden oluşan orkestra çağırmıştım, yerlerini almışlardı. Salvador ile Dante bahçe girişinde bekliyordu, muhtemelen misafirleri ağırlamak için. Deren’in burada olmayışı dışında her şey yolundaydı.

 

İlk misafir geldiğinde midemdeki baskı arttı, Deren olmadan düğün yemeğimizin hiçbir anlamı yoktu. Noah, onu tutmaya çalışan Nil ve Karina’dan kaçarken bile gülümseyemedim. Kafamı dağıtmak için aynadan kendime baktım, rujumu sürüp parfüm sıktım. Misafirlerin sayısı artıp mumlar yandığında yalnız hissederek Deren’i tekrar aradım.

 

Salvador’un, “Karmen, müsait misin?” diye soruşunu duyana kadar aramaya devam ettim.

 

“Evet abi,” diyerek kapıma seslendim.

 

Salvador içeriye girip yaklaşırken yüzümü inceledi ve karşımda durup saçlarımı okşarken, “Hâlâ haber yok mu?” diye sordu.

 

Yutkundum. “Yok.”

 

Abim endişe duymadı, saçlarımı ağır ağır okşayıp alnımdan öpmek için yaklaştı. “Bugün senin için özel bir gün, Deren’de yetişmek için telefon konuşmasına bile vakit ayırmamıştır. Kötü düşünme, çünkü babam seni merak etti ve aşağıya indiğimde ona iyi olduğunu söyleyeceğim.”

 

“Evet, tabi her şeyin yolunda olduğunu söyle.” Yatağımın ucuna oturdum. “Geç kalsa da ben durumu idare edeceğim, güzel bir akşam olacak.”

 

 “Bu akşam seni yalnız bırakmaz, düğünün ilan edilmesini hepimizden çok istedi.”

 

Abim, aileme her şeyin yolunda olduğunu söylemeye gittiğinde daha çok misafirin geldiğini gördüm, biraz sonra inmem gerekecekti. Karina’yı kontrol etme güdümle bahçede ona baktığımda yanında Nil ile bana el salladıklarını gördüm, akşam ışıklarının altında iki melek gibi görünmüyorlarsa ben de hiçbir şey bilmiyordum.

 

Onlara dalmışken bir tıkırtı sesiyle kendime geldim. Başımı koridora çevirdim ve sesin yaklaştığını fark ettiğimde hızlıca ilerledim. Kapıyı açtığım gibi kendimi koridorda buldum ve buraya hızla yürüyen Deren’i görünce boğazımdaki yumru serbest kaldı. Bir şaşkınlık sesi dudaklarımda can buldu, sonra ona doğru ilerledim ve yüzüne bakarken heyecanla göğsüne attım kendimi. Ellerim etrafını sardığında Deren’in kolları beni kapsadı ve elini başımın arkasına bastırdı. “Bir şey oldu sandım,” dedim, hangi dilde bile söylediğimi bilmeden.

 

Deren öyle kuvvetli sarıyordu ki, ayaklarım yerden kesilmişti. Yüzünü, dudaklarını ve burnunu saçlarıma sürterek yutkunurken, “Eve dönmeye çalışıyordum, telefonlar kapalıydı,” dedi.

 

Göğsünün hızlı çarptığını fark ederek başımı boynundan çıkardım ve az uzaklaştığımda yüzüne iyi bakabildim. Yüzüne baktığım her defasında kalbime ne olduğunu biliyordum, bambaşka atıyordu ama bu kez… yüzündeki bir duygu direkt aktı bana, huzursuz etti. Ellerim göğsünden kayarken terli alnına, solgun dudaklarına baktım. “Bir şeyin var,” dedim.

 

Daha sert yutkunurken elleriyle başımı tutup saçlarımı iki yandan okşadı, yüzümü yorgun gözleriyle izleyip sonra bakışlarını vücuduma indirdi. Neredeyse hiçbir sorun yok gülümsemesi takıldı dudaklarına ve o dudaklarını alnıma bastırıp boğuk bir sesle konuştu. “Elbiseni kirletmeden yaramı temizleyebilir misin?”

 

Ah…

 

Deren’i kaybetmenin eşiğinden çok yeni dönmüştüm, bu yüzden duyduklarım başımı döndürdü. Deren elimi tutup beni odaya götürürken büyüyen gözbebeklerimle beyaz gömleğine, üstüne baktım. Açık bir yara görmüyordum ama…

 

Odadan içeriye girdiğimizde vücudumun dengesizleştiğini fark edip beni hemen koltuğa oturttu. “Ölmüyorum bebeğim, sakin ol.”

 

Soğukkanlılığımla övünen bir insandım ama yapamadığım durumlar vardı, kalbimin ve ruhumun canı yandığında şok sürem uzun oluyordu. Deren banyoya gidip elinde ilk yardım çantasıyla döndüğünde ancak burada olduğuna, yaralandığına, iyileştirmem gerektiğine ikna oldum. Yanıma oturup çantayı koydu ve ceketini çıkardığında sol kolunu kaplayan kanı görüp hızla koluna yapıştım, nefes almadan sordum. “Nasıl… Nasıl oldu? Acıyor mu? Kurşun mu? Bıçak mı?”

 

Titreyen ellerle yaranın üstüne bağladığı kravatı çözdüğümde Deren sol elimden tuttu ve anlamam için sıkarak, gözlerime bakarak konuştu. “Bıçak yarası, iki saat kadar oldu. Kanaması durdu, pek derin değil ama yara acımaya devam ediyor, birkaç dikiş atman yeterli olur.”

 

Önceliğim sorgulama değil, iyileştirme olmalıydı. Gömleğini yırtarak üstünden çıkardım ve yere fırlatıp hızlıca temizleme mendilini aldım, görebilmek için yaradaki kanı silerken Deren’de dişlerini sıkarak çelik yeleğini çıkardı. Başka bir yara aradım ama hepsi eskiydi, yeni yoktu. Bıçak yarasını görünce yüzeysel olmadığını ama dikiş atabileceğim durumda olduğunu fark ettim. Titreyen ellerimi görünce, “Karmen,” diye fısıldadı. Sağ elini yanağıma koyup dikkatimi çekti. “Titreme, yoksa canım yanar. Görüyorsun ya, acıdan çok yorgunluktan bu halim. Yarına bir şeyim kalmaz, hatta… bugün bile…” gözlerini beyaz elbisemde dolaştırdı. “… çok iyiyim.”

 

Ne söylerse söylesin sol gözümden o bir damla yaş aktı ve Deren inleyerek dudaklarını o yanağımda dolaştırdı. Konuşamadım, kızmakla sevgimi dile getirmek arasında bocalıyordum. Dikişleri özenle attım ve yara kapandığında, Deren’in baygın gözlerine baktım. Acı görürsem boynuna atlayacaktım ama… gördüğüm yalnız aşktı.

 

“Acıttım mı?” diye sordum çatlayan sesimle ve yanağını okşayarak.

 

Kirli olduğu için ellerini benden uzak tutmaya çalıştı. “Hayır, güzelim. Biraz bile acıttıysan ne olayım…”

 

Yarasının gerçekten hafif olduğunu idrak ettiğim için bir rahatlama sesiyle boynuna yaslandım ve ellerimi sıcak omuzlarına sarıp kulağının arkasından öptüm. “Bir daha işe gitme, çok paramız var,” dedim.

 

Deren’in göğsü gülüşüyle hareket ettiğinde vücudum da titredi. Elleriyle kafamın arkasını tutup parmaklarını saçlarımın arasından sertçe geçirdi. “Bunu duymamış olayım bebeğim. Ben hayatımı aileme bakmak için yaşıyorum.”

 

Deren’i aksine ikna etmek neredeyse imkansızdı, o böyle bir adamdı. Birkaç dakika içinde yaşadığım şok yüzünden düğün yemeğimizi bile unutmuştum ki, aşağıda çalan şarkı değiştiğinde gerçeğin farkına vardım. İyi olduğuna emin olmak için biraz uzaklaştığımda Deren’in camdan aşağıya baktığını gördüm, gözleri Nil ile Karina’daydı. “Arka kapıdan mı girdin?” diye sordum.

 

“Evet,” dedi ve kızlara gülümserken sesi boğuk çıktı. “Elbiselerini daha önce göstermemiştin, çok güzel olmuşlar.”

 

“Bahçeyi de beğendin mi?” diye sordum, biraz hevesli olduğum için.

 

“Çok özenli görünüyor, ellerine sağlık.” Kaldırıp elimden öptü, sonra kanlı ellerimi göğsüne silip bir seferde doğruldu. Kolu için bağırdım ama Deren beni birkaç saniyede banyoya taşıdı. “Ellerini yıka, elbiseye bulaşmasın.”

 

“Neden kucaklıyorsun? Dikişler hemen açılsın diye mi!”

 

“Bağırma, ellerini yıka.”

 

“Çekil…” dirseğimle onu ittiğimde saçlarımdan öperek suyu açtı, benimle elini yıkarken gözlerim istemsizce koluna kayıyordu. Su değmemesi gerekiyordu, temizlemiştim de ama yine de yara aldığı belli oluyordu. Ellerimi kuruladıktan sonra uzanıp Deren’in de ellerini sildim, sonra yıkadığı yüzünü. Ardından biraz eğilip dudaklarımı yarasının az üstüne kondurup kirpiklerimin altından baktım. “Gerçekten iyi misin? İstersen dinlen, biraz geciksek sorun olmaz.”

 

“Sonra misafirlerin arkamızdan konuşmasın,” diyerek takıldı ve dudaklarımı izlerken başını eğdi, çenemden tutarak yüzümü kendisine kaldırdı. Daha düzenli nefes alıyordu, sakinleşmişti. Dudaklarıma yaklaştığını anlayınca parmak uçlarıma çıktım ve Deren ağzını ağzıma bastırıp kısık sesle inleyince kolunu okşadım. “Aslında haklısın, biraz bekleyebilirler.”

 

Bu halde bile beni güldürünce ağzımdan o gülüş sesi çıktı ve Deren dudaklarımı önümüzdeki iki dakika boyunca nefes almadan öptü. Beni kaç gündür öpmediğini düşünüyordum ama sonra her şeyi unuttum, kulaklarım çınlayana kadar onun beni tutuşuna severek katlandım. Ellerim omzundan düşünce de beni bıraktığını anladım ve gözlerimi açıp karşımdaki dudaklara karşı nefeslendim.

 

“Seni çok özledim,” diyerek baş parmaklarını alt dudağımda sertçe dolaştırdı.

 

Parmağını ısırdığımda hafifçe güldü ve yanağımı okşayarak odaya geçtiğinde o umursamasa da ben yarasına duyduğum üzüntüyle onu takip ettim. Dolaptan çıkardığı yeni takımı giyerken koltuğa oturup çıkardığı çelik yeleğe uzandım. Bu, bana giymem için verdiği çelik yeleğiydi. Ve bakınca hemen dikkatimi çekti yelekteki yeni kurşun izleri, bir önce gördüğümde bu kadar iz yoktu. Parmaklarımı o kurşun izlerinde dolaştırıp ceketi göğsüme doğru bastırdım. “Çok kişiler miydi, çelik yeleğinde bir sürü kurşun izi var Deren?”

 

Gömlek düğmelerini iliklerken bana yan bir bakış attı. “Beyaz elbise içindesin, üstüne neden sürüyorsun?”

 

Sorumu geçiştirmesine sinir olarak düz düz baktım. “Bu bana giydirdiğin çelik yeleğin.”

 

Bu detayın üzerinde durmam onu hafifçe gülümsetti ve ceketini giyerken hafifçe yüz buruşturdu. Ceketi kenara bırakıp hemen doğruldum, giyinmesine yardımcı olduktan sonra kravatını taktım ve gözlerini üzerimden çekemediğini fark edince yutkunarak baktım. “Ne var öyle bakıyorsun?”

 

“Bakarım, karımsın.”

 

Kravatını sıkınca hafifçe öksürmeye başladı, böylelikle havada gezinen tehdidimi sezdi. Gülse mi korksa mı bilememiş gibi bakınca uzaklaşıp aynaya döndüm, kendimi süzüp elbisemi düzelttim. Konukların içinde iyi görünmek benim için önemliydi. Saçımdaki tokayı daha sıkı yerleştirdim ve Deren saçlarını taramayı bitirip yanıma gelince kolunun halini tarttım. “Sakın ters bir harekette bulunma Deren.”

 

“Gece için söz veremem ama şimdilik söz.”

 

Gözlerimi devirip yanağından öptüm ve elimi tuttuğunda çıkışa yürüdüm. Fakat o sırada unuttuğum bir şeyi fark edip hızla arkamı döndüm, koşup gelin çiçeğimi aldım ve geri dönerken, “Gelin çiçeğin bu mu?” diye sordu Deren. “O gül uzun zaman önce kurudu.”

 

“Evet ama… en sevdiğim çiçeğim bu, düğünümde de bunu kullanmak istedim.”

 

Deren gözlerime bakarken siyah gözleri koyulaştı ama bir şey demedi, yalnızca ben yürümeye devam edince kafamı okşadı ve aşağıya inerken biraz heyecanlandım.

 

“Enrica nerede?”

 

“Maalesef hayatta, çoktan konukların arasına karışmıştır…”

 

Öyleyse ailem ve Utku Deren’in geldiğini anlamıştır. Bir baş sallayışla onun elini daha sıkı tuttum ve kapıdan çıktığımızda bizi ilk fark eden Karina’m oldu. Hemen yanında, elini tutan Nil’e gösterdi ve ikisi de buraya koşmaya başladığında konuklarda bize baktı. Salvador abim öne çıkıp bize yaklaştı, konuklarımız gülümserken Deren’e el uzattı. “Hoş geldin,” dedi İtalyan’ca.

 

Baş başayken kocam ve abilerimin ilişkileri tartışmaya, bazen tek taraflı eğlencelere dönüyordu ama şimdi her ikisi de birbirini aileden gösteriyordu. Deren onunla el sıkışırken, “Baba!” diye sevinçli bir çığlık attı Nil ve etraftaki birkaç kişiyi güldürdü. Deren derhal heyecanla öne çıkıp Nil’i sağ koluyla kucaklayıp doğruldu ve Nil boynuna sarılıp kendisini öpücüklere boğunca gözlerini yumup saçlarını kokladı. “Kızım, çok özledim seni!”

 

“Çok geç kaldın baba, hep seni ayadım!” Nil her zamanki gibi coşkuyla konuşuyordu. “Babam benim, bir daha gitme olur mu?”

 

Deren’in kolunu dikkatimden kaçırmadan Karina’mın omuzlarını kavradım, o da bir bana bir Deren’e bakıyordu. Onu görmeyi özlediğini anlamıştım. Deren Nil’in aşırı sevgisine aynı şekilde karşılık verip, “Baban işe gidip çalışmazsa o barbie evlerini, elbiselerini, çikolatalarını kim alacak?” dedi ve onu aşağıya indirirken elbisesini düzeltti. “Çok güzel olmuşsun babacığım, dön bakayım şöyle…”

 

Nil neşeyle etrafında dönerken Karina’da bacağımın arkasında sallandı ve Deren ona doğru baktığında yanakları kızardı. Deren bu kez Karina için eğildi, Utku yanımıza geldiği sırada eğilip kızımın yanaklarını hafifçe sıktı. “Merhaba güzelim, seninle de sarılalım mı? Seni de çok özledim ben?”

 

Karina dudaklarını hafifçe kıvırdı ve Deren’in kolları arasına girince Deren açıkça gülümseyip onu sıkı tuttu. Yanağını saçlarını sürterek başını okşadı. “Sen de beni özledin mi?” diye konuşmaya teşvik etti Karina’yı.

 

Karina baş sallayınca Utku ve Nil’de güldü. Hepsi bir aradayken yutkunup Nil’in başını okşadım. Karina yaklaşıp Deren’in kulağına bir şey demeye çalıştığında Nil’de hemen dinlemeye çalıştı ve kocam ikisine gülüp yanaklarını sıktı. “Aldım aldım, hiç merak etmeyin.”

 

Ne istemişlerdi acaba…

 

Kızlar birbirine bakarken Deren doğruldu ve Utku’yu tutup kendisine çekti, ensesini sıvazlayarak sarıldı. “Naber koçum?”

 

“Sağ salim döndün ya, iyiyim.”

 

Abisi ona biraz fazla sevgi dolu sarılınca Utku boğulup kolları arasından çıktı ve Nil buna gülerken, Utku bana döndü. “Karina misafirlerden biraz ürktü ama idare ettim.”

 

Evet, ailemiz yanında olmasaydı Karina bu kadar yabancı insanla bir araya gelemezdi. Elini sıkıp ona, “Teşekkür ederim,” derken, Salvador’un Deren’i bir misafirle tanıştırmaya götürdüğünü gördüm. Nil’de babasının peşine düşmüştü.

“Ne demek, yeğenime bakmak bir gurur,” derken Karina’nın burnunu sıkıştırdı Utku ve kızım ona dil çıkarınca biraz şaşırdım. Utku gülüyordu, sanırım Karina Utku’ya Nil’in amcasına davrandığı gibi davranmayı öğrenmişti.

 

“Gel bakalım,” diyerek Karina ile masaya ilerledim ve kısaca konuklarla el sıkıştım, ev sahipliği yaptım. Karina bacağımın yanındaydı, konuklara pek bakmıyordu. Kızıma merakla bakanlar oluyordu ama herkes yaşanılanlardan haberdardı, Karina’yla konuşmuyorlardı. Yalnızca birkaç kadın onunla selamlaşmak istedi ama Karina’m saklanınca geri çıktılar. Misafirlerin tümüyle selamlaştıktan sonra babamın yanına geçtim ve Karina hemen büyük babasına sokuldu, onu yanağından öperken utandı. “Şeker verecek misin?”

 

Babam bana hafifçe gülümserken, ceketinden iki şeker çıkarıp uzattı. “Bi… Birini… Nil’e ver.”

 

Karina şekerlerini avucunda sıkarken baş salladı, eğilip ben de babamı öptüm ve yanındaki sandalyeye yerleşiyordum ki, birisi benim için sandalyeyi çekti. Deren olduğunu ellerinden anladım ve sandalyeye yerleşirken, o da bana eğilip yanağımdan öptü. “Hava serin, üşüyorsan içeriden bir şey getireyim.”

 

“Hayır, serinlik iyi,” dedim ellerine dokunarak ve kendisi için sandalye çekip yanıma oturduğunda, koluna doğru baktım. Deren sessiz sorumu hemen anlayıp baş salladığında dahi rahatlayamadım. Acı çekiyor olmalıydı, ilk gördüğümdeki gibi olmasa da terliyordu. Arkasına doğru yaslanıp elini bacağıma koyduğunda, etrafa bir bakış atıp döndüm ona. “Salvador seni kimlerle tanıştırdı?”

 

“Birkaç sevdiği arkadaşıyla. Ama onun arkadaşlarına güvenmem.”

 

Gözlerimi abartılı olarak devirdim. Carlos hayatıma abilerimin arkadaşı olarak girdiği için abilerimin hiçbir arkadaşına güvenmediğini anlamıştım, çünkü takığın birisiydi. Birkaç haftada Carlos’la, Karina için çok sık karşılaşmışlardı. Her defasında ona dik dik bakıyor, Karina ona alıştıkça canı sıkılmış gibi oluyordu ama kavga etmiyorlardı.

 

“Yakışıklı,” diyerek Karina Deren’e seslendiğinde aynı anda ona baktık. İkimiz arasındaydı, elini Deren’in omzuna koymuş, kulağına yaklaşmıştı. Açıp avucundaki şekeri gösterdi. “Nil’e verelim mi?”

 

Deren, Karina ona yaklaşmadıkça sınırlarını zorlamıyordu fakat Karina yaklaştığında hiçbir fırsatı kaçırmıyordu. Bu yüzden hızla sandalyeden doğruldu, kollarını uzattığında kızım onun kollarına girdi ve Deren onu göğsüne kaldırarak alnından öptü. “Götürsek iyi olur kızım, Noah’la oynadığı yetti!”

 

Masadaki konuşmalar kulağıma gelirken elimi çeneme koyup onları takip ettim. Nil Noah’la beraber, bahçenin kenarında, el şaşırtmaca dediği bir oyun oynuyordu. Noah dizinin üstünde, ona eşlik ederken Marianne yanlarında onları izliyordu. Deren ile Karina yanlarına gittiğinde Nil hemen önce babasının bacaklarına sarıldı, Karina

kendisine şeker uzattığında da onu yanaklarından öptü. Babası ve Karina’yı gördüğünde diğer insanları bir süreliğine unutuyordu, bu da beni güldürüyordu.

 

Bana seslenen konuğa dönünce seyrim yarı da kaldı, konuşmaya başlarken de Dante ile Salvador’un karşıma yerleştiğini gördüm. Angel abimin diğer yanındaydı, Utku ile Marianne’in kardeşi de sol tarafta oturuyordu, Sara ise Angel’ın yanındaydı. Gözlerim istemsizce Enrica’yı aradı, korumaların başında olduğunu görünce rahatladım. En azından o yaralanmamıştı.

 

Konuklar, ikram edilen yemekleri yemeye başladığında Deren ve kızlar da masaya dönmüştü. Karina’nın sandalyesi yanımdaydı ama o dizime oturmayı tercih etti, o sandalyeye de Nil oturdu ve yemeğini yerken Karina’ya da yedirdi. Bazen dışarıya çıktığımda, Karina’yı evde bıraktığımda içimden bir ses Nil’in ona çok iyi bakacağını söylüyordu. Tabi Nil’de daha çocuktu, yapamazdı ama o güveni veriyordu işte.

 

Kızıma ilgili bakışlar oldukça çoktu ama onu nasıl koruduğum göründüğü için kimse muhabbeti onun yaşadıklarına getirme cesareti göstermiyordu. Deren yemek boyunca elimden tutuyor, abilerimin de teşvikiyle konuklarla konuşuyordu. Sohbet evliliğimize defalarca kez gelmişti ama Nil neyse ki bu kadar İtalyan’ca anlamıyordu.

 

“Kızlar çok iyi anlaşıyor,” dedi konuklardan birisi, abimin uzaktan arkadaşının eşiydi. “Diğer kızın adı ne?”

 

Nazik davrandım. “Evet, kardeş sayılırlar artık. Adı da Nil.”

 

Kadın İtalyan’ca, “Nil,” dediğinde tırtılım başını çevirip kadına baktı ve kadın kendisine gülümseyince utanıp Karina’ya döndü, tatlıyı yedirdi. “Doydun mu?”

 

Karina başını iki yana salladı. “Yine yiyeceğim.”

 

Dudaklarımı kızımın saçlarına koydum ve sohbete aralıklarla katılıp gecenin tadını çıkarmaya çalıştım. Yemek bittiğinde şirketten gelen, bugün servisi yapan arkadaşlar masayı toparladı. Babam masanın en başındaydı, insan içine pek çıkmazdı ama benim için buradaydı. Abilerim sevdiği kadınlar yanlarında olduğu için iyi görünüyorlardı, her şey o gece yolundaydı. Çalan şarkıları seviyordum, Karina’nın gülümsemesini yakaladığımda mutlu oluyordum. Bugün buraya gelen erkeklerden tek ricam takım elbise giymemeleriydi, kızımın ürkmemesiydi ve onu gülümserken gördüğümde… yanakları ellerimin altında içe göçtüğünde doğru şeyi yaptığımı anlamıştım.

 

“Dans edelim mi?” diyen Deren’i duyunca kızlardan çektim bakışlarımı ve ona döndüm. Alnında daha çok ter vardı, yorgun görünüyordu ama kara gözleri öylesine yoğundu ki, konuşmadan önce dilim ağzımda iki kez dolandı. “Bence dans yerine biraz içeriye geçelim, dinlen.”

 

“Hayır, herkesin önünde karımla dans etmek istiyorum.”

 

Bu akşam itiraz kabul etmeyeceği belliydi. Kolu için duyduğum için endişeyle kalkınca Karina’da kucağımdan indi. “Nereye?”

 

Çenesini okşadım. “Deren’le dans edeceğiz, gelmek ister misin?”

 

Türkçe konuşarak ileriyi gösterdiğimde anladı ve Nil’de hemen kalkıp Karina’nın elini tuttu. “Senden sonra biz de babamla dans edelim mi Kaymen?”

 

“Tabii ki.”

 

Deren elimi tuttuğunda onunla birkaç adım ileriye çıktım ve bakışlar etrafımızı çevirirken gözlerinin içine tutundum. Ellerinin ikisini de belime yerleştirip beni bedeniyle bütün haline getirdi. Avuç içimin birisi ensesini, diğeri kolunu kavradı. Yaranın üzerinden hafifçe geçerken, uyum içinde hareket ettik. Bu gece yabancı insanların beni yumuşak gördüğü ilk ve son geceydi.

 

“Kolun ağrıyor mu?”

 

“Geçer,” dedi, burnumdan öperek.

 

Bu temas sonrasında Nil’e doğru baktım. Ailem ve konuklar bu tarafa dönmüştü, kızlar ise ayakta, el ele tutuşmuş bizi izliyordu. Karina bana el sallıyor, Nil biraz meraklı görünse de gülümsüyordu. Kızlara göz kırpıp Deren’in bakışlarını döndüm. Bakışlarımı, kızları takip ediyordu o da. “Nil çok alıştı beni öpmene,” dedim.

 

Kızına göz kırparken baş salladı. “Kendini ona sevdirmiş olmasaydın asla kabul edemezdi.”

 

Evet, bunun farkındaydım. “Onu gerçekten seviyorum,” dedim, sanki onu hâlâ buna inandırmak istercesine.

 

“Biliyorum, sevmeseydin bunu hissederdi,” diye onayladı.

 

Aramızda, bizi yakın geçmişe götüren o bakışma yaşandığı için rahatsız hissedip başımı omzuna koydum. Elleri sırtımda, vücudumda dolaşırken sıktığı parfüm kokusunu aldım. Yakın geçmişte çok fazla şey vardı. Acı ve sevinç, aşk ve nefret, kalbim ve ruhumdan oluşum, kalbim ve ruhumun tekrar benim oluşu.

 

“Biyaz da biz dans edelim mi?” diyerek Nil aşağıdan bize baktığında Deren’in kollarından geriye çekildim ve Deren eğilip onun çenesini sıktı. “İlk seninle mi yoksa Karina ile mi dans edelim?”

 

“Kayina ile.”

 

Kızım adını duyunca elbisemi çekiştirdi. Onu kucaklayıp Deren’e uzattığımda koluna uyarıcı bir bakış attım. Neyse ki sağ tarafına aldı kızımı ve göğsüne bastırarak etrafında döndürmeye başladı. “Sen hiç dans ettin mi Karina?”

 

Karina, “Ihıh,” diyerek elleriyle Deren’in ceketini tuttu. “Ben yapamam ki, küçüğüm.”

 

“Ben sana öğretirim bebeğim.”

 

Nil kıkırdayarak onların etrafında dönerken, masada tekrardan bir sohbet oluşmaya başlamıştı. Kollarım kendime sarılırken Deren Karina’yı bir daha etrafında döndürdü ve kızımın elbisesi uçuştuğunda ellerini ağzına kapatarak güldü. “Bir daha yapsana!”

 

Deren onun mutlu olduğunu görünce hiç beklemeden aynısını yaptı, bu Karina’yı daha çok güldürdü. Tebessümleri oluyordu ama nadiren bir şeyle çok eğlenip kahkaha atıyordu. İstemsizce ben de güldüm ve Deren bu kez Nil’i kucakladığında, Karina koşarak yanıma geldi. Kollarını uzatınca neyi istediğini anladım, kucağıma alıp onu etrafımızda Deren gibi döndürdüm. Nil’de bir ağızdan attıkları kahkahalar müziğin sesine eşlik etti, şarkının en sevdiğim kısmını dinliyormuş gibi hayranlıkla ikisine ve sonra Deren’e baktım.

 

Bir hece söylemedi, kıpırdamadı bile dudakları. Rüzgâr yoğundu, şarkının en sevdiğim kısmı çalıyordu ama buna rağmen duydum. Deren’in sessizce, konuşmadan, kıpırtısızca beni sevdiğini söylediğini duydum. Ben hayatına, onu öldürerek girmiştim ama şimdi benim kalbim onun avucundaydı. Belki beni affetmeyecek ama kalbimi bir an olsun geri vermeyecek. Çünkü kalbimin yerine koyacağım tek şey kızım ve o da artık Deren’i seviyor.

 

🎠

 

Kasım, Maldivler.

 

Bunu rüyamda gördüm.

 

Karina ve Nil’in çiçekli elbise giydiği, denizin kenarında oynadığı bu anı rüyamda gördüm. Bu, Karina’yı rüyamda gördüğüm ilk andı. O yüzden dakikalar geçmesine rağmen yeniden bir rüyadaymışım gibi geliyordu, gözlerimi sürekli kapatıp açıyor, onları yokluyordum.

 

Güneş kavurucuydu, buzlu kahvem ısınmıştı. Şezlongumun şemsiyesine rağmen terliyordum, bu yüzden kızları kafalarındaki şapkayı çıkarmaması için birkaç kez uyarmıştım. Kızımın bileğinde, aylarca kendi bileğime taktığım kurdele vardı, bazen rüzgârda uçuşuyordu. Henüz denize girmemişlerdi, çünkü Karina yüzmeyi bilmiyordu ve Nil onu yalnız bırakmamıştı. Bugün, buraya gelişimizin ikinci günüydü ve sayılı insanın bulunduğu sahil kenarında saat üçten beri oturuyorduk.

 

Deniz suyu ılık ama berraktı, dalgalar çok yumuşak şekilde kızlara temas ediyordu. Özellikle sayılı insanın geldiği, kalabalık olmayan bir bölge seçmiştik Karina’yı ürkütmemek için. Evden çıktığımız andan sonra elimi bırakmıyordu, bırakıp uzaklaştığım an ise ağlamaya başlıyordu. Bu yüzden Deren dondurmaları almaya tek başına gitmişti, bizimle ilgilenen çalışan uzun süre gelmediği için.

 

Kahvemden bir yudum aldım ve kızların yaptığı kumdan kaleye baktım. Kum sıcaktı ama onları engelleyemiyordum. Denize girmedikleri için henüz elbiselerini çıkarmamışlardı, benimse bikinim üzerimdeydi. Deren’e bakmak için gözlerimi kızlardan birkaç saniyeliğine ayırdım ve sonunda döndüğünü görünce heyecanlandım. Üstünde hiçbir şey yoktu, altında ise bir deniz şortu. Dondurma külahlarıyla buraya yürürken gözleri bizim üzerimizdeydi. Utku ne yazık ki yoktu, Ece burs meşguliyetleri için İtalya’ya gelmişti ve Utku onunla kalmayı tercih etmişti.

 

Deren’in yaklaştıkça bakış şeklinin değiştiğini gördüm ve aynı anda, “N’aptın sen!” diye bağıran Nil’i duyup hızla önüme döndüm.

 

Bir küçük erkek çocuğunu kızların yanında gördüm. Bunun dışında kumdan kalelerinin devrildiğini de. Karina gözlerini kocaman açmışken, Nil öfke ile çocuğa bakıyordu. Sebebinin ne olduğunu anlayarak hızla doğrulurken, Nil’de kalkıp çocuğa doğru uzandı. “Niye deviydin kumdan kalemizi!”

 

Karina donakalmıştı, hızla yanlarına yürürken Deren’de soluğu burada aldı ve çocuk yaptığından memnun şekilde kumdan kaleye vurmaya devam edince öfke ile kaş çattım. Deren, “Nil!” diye seslenirken, ben de üzülmüş kızımı kendime çektim. Deren Nil ile karşılıklı duran çocuğa yaklaştığında, çocuk bir adım gerileyip asker gibi duran kocama ürkmüş bir bakış attı.

 

Nil hemen Deren’e dönüp ağlamaya başladı. “Bu çocuk kim baba ya! Kumdan kalemizi deviydi!”

 

Deren Nil’e dondurmasını uzatırken, “Gördüğüm babacığım,” dedi yumuşakça ve çocuğa dönüp yüzünü yüzüne yaklaştırdı. Sinirlendiği için Türkçe konuşarak, “Kızlarımın kalesini mi devirdin sen?” diye sordu.

 

Karina elimi sıkarken ağlayan Nil’e baktı ve sonra çocuğa dönerken öfkelenmiş göründü. Dudakları aşağıya doğru bükülürken, çocuk korkarak bir adım daha geriledi. Bilmediğim dilde bir şey dedi ama anlamadım, Deren’de anlamadı ama konuşmaya devam etti. “Seni bu kuma gömeyim mi? Sıcağın altında yanarsın, ne dersin?”

 

“Evet baba, bence de göm,” dedi Nil hırçın şekilde ve Karina onun eline dokununca Nil bu tarafa dönüp Karina’yı gösterdi Deren’e. “Baba bak Kayina’yı da korkuttu, korktu kaydeşim!”

 

Deren Karina’ya bir bakış atarak dondurmasını uzattığı sırada durumu toparlamaya çalışmak adına onun koluna dokundum. “Yapacak bir şey yok Deren, sadece bir çocuk.”

 

“Çocuk gibi davransın o zaman!” Çocuğa doğru döndük ama çocuk arkasını dönmüş, ilerideki anne babasına doğru koşmaya başlamıştı. “Benim kızlarım da çocuk ama böyle şeyler yapmıyorlar.”

 

“Pis çocuk,” diyerek Nil’de arkasından koşmaya yeltendi ama Deren onu yakalayıp havaya kaldırdı, dondurma elinden düşünce de homurdandı. “Dur Nil, şimdi sana vurmaya çalışır, gözüm döner, polislik oluruz elin memleketinde…”

 

“Donduymam da düştü ya…” Karina daha sessiz, öfkesini nasıl yansıtacağını bilememiş gibi durarak Nil’e baktı ve hemen elindeki dondurmasını ona uzattı. Nil’in ayakları yere basarken Karina’ya yaklaşıp şefkatli bir ifadeyle baktı. “Olmaz, sen ye.”

 

Karina almadığını görünce bir daha uzattı ve Nil’de uzanıp biraz yaladı, sonra Karina’ya yedirdi. Dondurmayı paylaşmalarını izledikten sonra Deren’e yaklaştım ve hâlâ ilerideki çocuğa kilitlenmiş olduğunu gördüm, çocuk ailesinin yanına varıp saklanmıştı. Bu kez yanağını okşayarak, “Çocuk annesinin arkasına saklanıyor, bakışlarını çek artık,” dedim.

 

“Çocuk mocuk anlamam ben! Kızlar yarım saattir, kum sıcak olmasına rağmen uğraştı bu velet de gelip sırıta sırıta dağıttı…” o kadar sinirlenmişti ki, ileride Nil ve Karina’nın yaşayabileceği bir kalp kırıklığında nasıl bir adama dönüşeceğini merak ettim.

 

Parmak uçlarıma yaslanıp kendimi ona yasladım. “Sen kızlara bir kale yaparsın.”

 

“Orası kesin de…” çocuktan hıncını alamamış şekilde bana döndü ve yüzüme, gözlerime bakarak daha sakin nefesler aldı. Elinin tersini yanağımda, kalbim gözlerimden okunana dek tuttu. “… bir köpeğin onlara havlamasına bile tahammül edemiyorum.”

 

Göğsü sıcaktı, nemliydi. Bir baktım ki ellerim orada, parmaklarım kas çizgilerinin etrafında. “Korumalar uzak mesafede bekliyor. Onları nasıl tembihlediysen bir an gelip o çocuğu bile yakalayacaklarını zannettim…”

 

Omzumun üzerinden kızlara göz attı, deniz kenarına oturmuşlar, birlikte çocuğa kilitlenmişlerdi. Deren eğilip yanağımdan, alnımdan öptü ve ellerini bikinimin açıklarında gezdirip boynunu yana yatırdı. “Gel, saçlarını bağlayayım, seni terletmiş…”

 

Beni şezlonguma götürdüğünde geniş şemsiyenin altına oturdum, o da yanıma. Tokamı aldı ve saçlarımı toplayıp ensemden çekmiş oldu. Sıcaklayan enseme nefesimi üflerken koluna doğru baktım, dikişler hâlâ duruyordu. Deren bu kez güneş kremini alıp, “Çocuklara da tekrar sürelim mi?” diye sordu. “Yanacaklar, canları acıyacak.”

 

“Birazdan tekrar sürerim,” dedim ve Deren kremi ensemden başlayarak sırtıma, omuzlarıma ve kollarıma sürdü. Bunu bir hobi gibi, ağır ağır yapıyordu. Bana dokunurken uzun uzun vakit ayırmayı seviyordu.

 

“Ben de sana sürebilirim,” dedim, bana baskı yapan vücuduna yaslanarak.

 

“Zahmet etme,” diyerek dudaklarıyla kulağıma doğru bir çizgi çekti öpücükleriyle. “Sakın yanma, gece bana canım acıyor deme. Çünkü bu gece uyumayacaksın.”

 

Omzumu, neredeyse emerek öptüğünde, sesindeki despotluğa karşı koymak için omzumun üzerinden ona döndüm. Bakışlarım onu yalnız eğlendirince daha da gıcık oldum, göğsüne vurdum. Elimi hızla tuttu ve dudaklarına kaldırıp yüzük olan parmağımdan öptü. “Ellerine bakınca gelen öpme isteğimi yenemiyorum.”

 

Kızgın bakışım buraya kadardı, sonraki an gözlerimin içi yumuşadı. Deren elimi serbest bırakmadan önce dört beş kez daha öptü ve ardından doğruldu. “Gidip kızların kumdan kalesini yapsam iyi olacak.”

 

Uzaklaşmadan dudağından öptüm ve kızların yanına gittiğinde elimi çenemin altına koyup izledim onları. Güneş batıyordu, kızıllık göz kamaştırıcıydı. Deren yanlarına gittiğinde önce onların bir fotoğrafını çekti, sonra kumun üstüne oturarak kaleyi yapmaya başlamıştı. Nil hemen babasının dizine oturmuş, Karina’da başını Deren’in omzuna koymuştu. Olduğum yerden ben de onların bir fotoğrafını çektim.

 

Canları acımadığı için mi yoksa onları izleyebildiğim için miydi bilmiyorum ama kaybetmeye dayanamayacağım bir his geliyordu. Üstelik uzun da sürüyordu. Dakikalarca bu hisle onları izledim, hepsi de orada olduğumdan emin olmak için sürekli bana baktı. Karina’m birkaç kez yanıma geldi, beni öpüp geri döndü. Yanağımda öpücüğünü tutarak rüzgârda dağılan saçlarına, Deren onun şapkasını geri taktığında Nil ile gülüşmelerine baktım.

 

Çiçekli elbiseleri akşam güneşinde solmaya başlamıştı.

 

Kendime bir içecek almak için kısa süreliğine onları terk ettim ve bardan kokteylimi aldığımda, “Güzel bir aile,” dediğini duydum ince sesin.

 

Sol tarafıma döndüm. Bardaki iki kadından birisiydi, İngilizce konuştuğu için ben de öyle yaptım. “Aileme mi bakıyordunuz?”

 

Sarı, dalgalı saçları olan bir kadındı. Birkaç saniyeden sonra tanıdık geldi. “Oğlumun yaramazlığı sebebiyle görmüş bulundum.”

 

Tabi, o çocuğun annesiydi. Az ileride o çocukla babası da vardı, denize giriyorlardı. Zaten etrafta çok insan yoktu, oldukça seçici bir yerdi. Çocuğa attığım gıcık olmuş bakışlarımı çektim ve önüme dönünce kadın tarafından yakalandığımı gördüm. “Oğlumun kusuruna bakmayın,” dedi nazikçe. “İyi yetiştirmeye çalışıyorum ama…”

 

“Biraz şımarmış,” dedim ve sonra ekledim. “Çocuk, olabilir. Sorun yok, özürlük bir durum değil.”

 

“Eşiniz kızmış görünüyordu,” dedi, kendi kokteylini de tezgâhtan alırken.

 

“Kızlar konusunda hassas,” dedim ve kokteylimden bir yudum alıp denize doğru baktım. Deren kızları, kumdan kalenin üzerinden atlatıyordu. Dudağımın bir kenarı kıvrıldı.

 

“Bir kızım olsun çok istedim ama üç yaramaz oğlum oldu,” dedi kadın ve bakışlarım tekrar onu buldu. “Eşimle burada tanıştık, evlendikten sonra her tatilde buraya geliyoruz. Çocuklar burayı kendilerininmiş gibi hissetmeye başlayınca biraz şımardılar…” kadın biraz mahcup göründü. “Çok vaktinizi aldım.”

 

Çok da nazik bir kadın değildim ama gereksiz kabalığın lüzumu yoktu. “Hayır, sorun değil. Demek burada tanıştınız?” Sohbet etme yeteneklerim zayıflamıştı, bir süredir çok yabani ve serttim.

 

“Evet evet,” dedi kadın, benden büyük olduğunu tahmin ediyordum. Güler yüzlüydü. “Sizde mi burada tanıştınız yoksa?”

 

“Yok yok, biz…” bizim tanışmamız, bin yıl düşünse gelmezdi ki aklına.

 

“Kızlarınız dört beş yaşlarında görünüyor, çok olmamış sanırım tanışalı?”

 

Ah, ikisini de ikimizin kızı sanıyordu ama bunu düzeltmek hiç mi hiç içimden gelmedi. Nalan ve Carlos’a haksızlık olacak olsa da. Sonuçta bunu bilemezlerdi.

 

“Evet,” dedim, bir kez daha aileme bakarken. “Neredeyse beş yıl olacak.” Ah, yalan söyleme yeteneklerim hâlâ harikaydı. Sanırım utanmalıydım.

 

“Nasıl tanıştınız peki?”

 

Rüzgâr, tokanın tuttuğu saçlarımı yüzüme uçuşturduğu sırada gözlerim Deren’in ve kızların üzerindeydi. Tüm bunları yapacak kadar cesaretim, kimilerinin söylediği gibi de canavarlığım vardı ama bunu anlatma isteğim yoktu. Bu kadın her şeyin bir peri masalıyla başladığına çok inanmış görünüyordu, bir trajediyle başladığını asla düşünmezdi.

 

Yutkundum. “Açıkçası…” hayatına, onu öldürerek girdim. “Bizim kimseye anlatamayacağımız türden bir tanışma hikâyemiz var.” Ama o beni yaşattı.

 

 

SON.