0 %

Paragraf Yorumları

Yorumlar yükleniyor...

Yorum Yap

42. BÖLÜM

Yazı Boyutu
100%

"İKİYÜZLÜ[u1] [ET2]   ŞEYTAN."

MAHŞER ALİZARİN.

 

İnsan bazen şeytanı bile şaşkına çevirebilen bir yaratık.

Kararan geceye, hilal şeklindeki aya bakarken kendi yansımamın da hemen yanımda olması hayatı daha gerçek kılıyordu. Aynaya bakmayı sevmem ama ona bakıp gözlerinde kendimi görmeyi seviyorum.

Gece olmuştu fakat ikimizin de uyumaya niyeti yoktu. Balkonda oturuyor, dışarıyı izliyorduk. Duman beni alıp eve getirdiğinden beri pek konuşmamış, birkaç cümleden öteye gidememiştik. Esneyerek elimi indirdim ve karnıma koyarak yanağımı duvara yasladım. Acıkmıştım galiba, karnım gurulduyordu. Duman karnımdan çıkan sesi duymuş olmalı ki benden tarafa döndü ve dudağını kıvırarak yaklaştı. Benden biraz uzun olduğu için kafası yukarıda kalıyordu, bu yüzden hafifçe eğilip dudaklarını alnıma koymak için zahmet etti. "Gel, sana bir şey yedireceğim."

Dudaklarımı büzdüm ve Duman doğrulup elimden tuttuğu gibi beni de kaldırdığında peşine düştüm. Yanaklarımı şişirip benim için çektiği sandalyeye yerleştim ve arkasını dönmesini izledim. Ada içeride televizyon izliyordu, kızın en çok yaptığı şey buydu. Küçük bir hayatı vardı. Siyah saçlarımın omzumda yaptığı ağırlığı hissederken Duman'ın ayak seslerine kulak kabarttım. Yavaşça yanıma yürüdü ve önüme bir bardak kahve bırakırken saçlarımdan öpmeyi ihmal etmedi. "Sana pasta aldım."

"Neli?" dedim. Tatlıyla aramın olmadığını bilmiyor muydu?

Tekrar benden uzaklaştı, çıplak ayaklarının yaptığı o sesi dinliyordum. Kahvemin dumanı tütüyordu, çok çabuk hazırlamıştı. Benim için bir şeyler yapmasını seviyordum, bu yüzden yaklaştırıp kahvemden küçük bir yudum aldım. Şekersiz ve sert.

"Beni tek mutlu ve memnun eden sensin," dedim yalnızca kendimin duyabileceği bir sesle.

Az sonra tekrar yanıma yürü. Bana daha yakın otursun diye karşımda duran sandalyeyi yanıma doğru çektim. Bunu fark edip memnuniyetle karşıladı. Yanıma otururken tabağı da önüme bıraktı. Bana doğru dönerek çatalı pastaya batırdı ve birazını alarak ağzıma doğru kaldırdı. Her nedense tepkim için heyecanlıydı. Pastayı çiğneyip dudağımda eritirken çikolatanın yanı sıra başka bir tanıdık tadı anımsadım. Duman heyecanla bana bakarken, "Kestaneli," dedim ve kendimden bile habersizce gülümsedim. "Bu pasta kestaneli!"

Hevesle başını sallarken eğlenmişe benziyordu. "Daha önce hiç yemiş miydin? Ben yemedim ama pastaneye gidip gördüğümde aklıma geldi, senin için aldım."

"Yememiştim," dedim çikolata ve kremayı ağzımın içinde eritirken. Biraz bayatlamış gibiydi ama lezzetli, yoğundu. "Güzel," diye devam ettim. Dilimin ucuyla dudaklarımı yaladım. "Benim için aldın madem, hepsini yiyeyim."

O benim için aldıysa karnım çatlayana kadar yiyebilirdim.

"Ye bari," derken sesi daha da keyifliydi.

Ağzımı açtım. İlk an anlamadı ama sonra gözlerini devirip çatalı pastaya batırdı. Bir lokma kadar alıp ağzımın içine soktuğunda afiyetle yedim. Üçüncü kez çatalı ağzıma iterken gözlerinin kollarımda olduğunu gördüm ama görmezden geldim.

Bileğimdeki çiziklere bakıyor, onların aslında ruhumu gösterdiğini belki de biliyordu.

O çizikleri bilinçli şekilde yapmıştım, bir kriz esnasında değil. Bunun kötü olduğunu da biliyordum, yapmamam gerektiğini de. Fakat o gün Duman’la birlikte şehre döndüğümüzde, beni eve bıraktığında çok derin düşüncelere dalmıştım. O gün bana kalpsizsin, kötüsün dediğinde bir insanın etkilenebileceği şekilde etkilenmemiştim. Bunları Duman söylediği için içim ufaktan sızlamıştı ama zaten kendimi bildiğim için derin bir acı duymamıştım. Neden acı duymadığımı sorgularken de kendimi, bileğimi keserken bulmuştum. Denemek istemiştim, bedensel acıyı hissedip hissetmeyeceğimi. Jileti bileğime sürttüğümde o acıyı hissetmiştim.

Acıyı hissetmemek sanıldığı kadar özgürlük verici değildi, acı olmayınca öldüğünü de anlamıyordun.

O yüzden bu deneyimimden pişman değildim, ruhumu tatmin etmiştim. Yalnızca bir kez yaptığım bir şeydi, tekrarı olmayacaktı. Zaten ben bir kitap karakteri olsam insanların özendiği, ilham aldığı değil, ders çıkarması gereken bir karakter olurdum.

"Acıyor mu?" diye sordu, bir diğer elini bileğimdeki kesiğe götürerek. Sanki gözleri acıdan ne kadar kısılırsa, o kadar seviyordu beni.

"Hıhı," dedim başımı önüme eğerek. "Belki öpersen..."

Gülümsemenin sesleri olur muydu? Sanki onunkinin vardı. O sesi duydum ve başını eğilişini izledim. Tuttuğu eliyle bileğimi kaldırdı ve ağzına yaklaştırıp kesiğin üzerine hafifçe bastırdı. Dokunuştu ama en yumuşağından. Bu kadar naiflik bana yabancı olduğu için ürperdim ve kolumu geri çektim. Gülüp başını kaldırdı, gözleri bir kayalığın ardında kalmış yosunlar gibi kalbinin arkasında kalmıştı sanki. Damarlarımdaki titreşimi hissettim ve ne olduğunu anlayamadan ona yaklaştım, dudaklarından öptüm. "Seni seviyorum," dedim bir anda, bana ne olduğunu anlayamadan. "Haberin olsun, ayağını denk al."

O da kendisini böyle ve ansız öpmem karşısında şaşırmış görünüyordu. "Tamam, bir daha mini etek giymem," diye takıldı bana.

Çok gülmem ama buna güldüm.

O da uzanıp dudaklarını kıvrımlarına dengeleyecek şekilde dudaklarıma yasladı. "Ben de seni seviyorum Mahşer, tek ailem."

"Sallama," dedim. Ondan uzaklaşıp dudağımın kenarında kalan çikolata parçasını parmağımın ucuyla sıyırdım. Duman'ın gözleri parmağıma kilitlendi. Parmağımı uzatıp dudaklarından içeriye ittim. "Ada'ya da ailem dediğini duydum.” Uzanıp bileğimden tutmak istediğinde elimi hızla geriye çektim ve ona göz kırptım. "Hemen sırnaşma."

Elinin tersiyle ağzını silip silkelenmek için kafasını iki yana salladı. "Ada bir yana... Sen başka bir yana. Ada'ya sevgi hissediyorum, düz, masum, kardeş sevgisi. Ama sen... Sana hissetmediğim duygu yok. Aşktan nefrete kadar birçok şey hissediyorum. Beni seni yanında tutan onlarca duygu var, birisi tükense diğeri yüzünden vazgeçemem senden." Gözleri kalbinin arkasındaydı, şimdi önüne geçmiş, cesurca bakıyordu. "Sevgi bitse aşk kalır, aşk bitse nefret kalır, nefret bitse şefkat kalır, şefkatim bitse alışkanlığım kalır. Ama ne biliyor musun? Adım kadar eminim hiçbirinin bitmeyeceğine."

Söylediklerinden ziyade gözleri konuşur muydu bir adamın? Konuşuyordu. Sertçe yutkunup çenesinden sıkıca tuttum. "Gerçekten ölene kadar sevecek misin beni?"

"Mahşer, ölümü adınla yan yana getirince gözlerim doluyor, o kadar seviyorum seni."

"Mahşer benim adım, ölüme çok yakın."

Gülümseyip bana pasta yedirmeye devam etti. Bizim aramızda sessiz konuşmalar olurdu, bu anda onlardan birisiydi. Gülüşünü izlerken ona dedim ki, gülüşün aşkın iyi bir yanı ve felaketi.

"Mahşer?"

"Ne var?"

"Yarın amcamla babamın ofisine gidip onlarla eğlenmeye ne dersin? Amcamın yanında babama, amcamla babamın yasak aşkından bahsedelim?"

Kahvemi masaya geri bırakırken tek kaşımı kaldırdım. Bunu istediğine emin miydi? Benim hoşuma giderdi ama sonuçta iletişimleri zayıf olsa da söz konusu babasıydı. "Babanla, ailenle ilişkilerin bir daha kapanmaz büyülükte yaralar alabilir."

"Ailem sensin dedim," diyerek bir hatırlatma yaptı. "Ve ben yalnızca seninle ilişkimin yara almasından korkarım."

"Bir şeyi yaparsam tam yaparım. Amcanın da babanın da canına okurum ama."

Kehribar gözlerinin etrafı surlarla çevrildi ve içeride bir tek aşk kaldı.

"İkiyüzlü arsız şeytanım..."

"Seviyorsun şeytanlık yapmamı."

"Çok."

Benimle ilgili bir şeyi çok sevmesini seviyordum. İçimdeki kötüyü bile seviyordu ya, en çok da bunu seviyordum.

🥀

Geceyi onun kollarında geçirmeyi sevdim, onun kollarında uyanmayı da.

Sabah ondan önce uyanmıştım ama kalkamamış, bir süre yalnızca yüzünü izlemiştim. Kollarını gövdeme bir ağacın dalları gibi sarmalamıştı, yalnızca o uyanınca kalkabileceğimi düşünmüştüm. Hayatımda en son yine Duman'a bu kadar sıkı sarılmıştım, sanırım bir de ölmeden önce babama. O geceden sonra kollarımı kaldırıp kimseye dolamamıştım. Bir kere bunalır, sıcaktan hoşlanmazdım ama Duman'ın iyileşen kalp atışlarını dinlemek çok güzeldi.

Artık hayatımı burada mı devam ettirecektim? Bilmiyordum. Ben dengesiz birisiydim, ne yapacağımı kendim bile kestiremiyordum. Planlı yaşamazdım, gelişine göre davranırdım, içimden geldiğine göre. Bir süre burada kalırdım, annemi görmeye arada gider yine buraya dönerdim. Zaten ayaklarım bazen benden bile habersizce Duman'a gidiyordu.

Kendimde kontrol edemediğim tek şey bu aşktı.

Genelde duygularıma hâkim olan, hatta onları yönetebilen birisiydim; zaten ben çok da duygusal değilim. Ama söz konusu Duman'sa hatlar çok yoğunlaşıyor, karışıyor, ben kalbimi değil, kalbim beni yönetiyordu. Hayatla bağımı sağlayan tek şey oydu, bu da demek oluyor ki yaşamaya devam etmek istiyorsam ona ihtiyacım vardı.

Duman'ın kıpırdandığını hissettiğimde tavana sabitli bakışlarım yavaşça onu buldu. Kirpiklerinin arasındaki engebeli bakışlar kalbimi yönetti ve atıp canlı hissettirdi. Gözlerini kırpıştırıp dudağının kenarını kıvırdı ve alnını yanağıma sürttü.

"Günaydın, evindeki ilk gecen nasıl geçti?"

Evim...

Kalbinden mi yoksa bu dört duvardan mı bahsediyor, diye düşündüm.

"Sıcak," dedim kollarının arasını kastederek. "Çok sıcak geçti."

Yanağımın üzerindeki dudakları kıvrıldı. "Kalk hadi, bugün epey işimiz var."

Üzerinde boxerından başka bir şeyi yoktu, bu yüzden doğrulup battaniyeyi üzerinden attığında onu iyice süzebildim. Saçlarını karıştırarak doğruldu ve dolabına yürüyüp havlu aldı. Sırtını, kalçalarını, kıvrımlarını, ensesini uzun uzun izledim. İzlenildiğinin bilincinde olarak güldü ve odadan çıkarken çenesiyle banyoyu işaret etti. Battaniyeyi üzerimden kaldırdım ve üzerimdeki tişörtle doğrulup onun peşine düştüm. Dönüp arkasına bakmadı ama benim peşinden geldiğimi biliyordu. Bu yüzden banyoya girerken kapıyı arkasından açık bıraktı ve doğrudan küvete ilerledi. "Seninle bugün sinemaya gidelim mi?" diye sordu, sıcak suyu açarken.

Kapıyı kapatırken Ada'nın mutfak kapısında durup şaşkınca bize baktığını gördüm. Doğrusu abisi içeride olduğu için yalnızca beni görüyordu ama banyoyu beraber kullanacağımızı anlamıştı. Ağzı bir karış açık kalmış, yanakları kızarmıştı. Ona göz kırparak, "Kulaklarını kapat," dedim ve gülümseyip içeriye girdim.

"Ne... neden ki?" diye kekelediğini duydum.

Duman, yaptığımdan habersizce duşunu almaya başladığında üzerimdeki tişörtü ve çamaşırları çıkarıp onun arkasından kabine girdim ama ona dokunmadım. Hemen arkasında durarak başımı yana eğdim, suyun altında ıslanan vücuduna baktım. Kabinde olduğum için su bana da sıçrıyordu ama yoğun şekilde ıslanmıyordum. Kollarımı kendime dolarken onun saçlarını köpürtmesini izledim. Ameliyattan sonra birkaç kilo almış, yavaştan toparlamıştı ama hâlâ kendini çok yormuyordu. Genel de çıplak olduğumuzda masum niyetlerim olmazdı, çok kötü şeyler düşünür ve yapmak isterdim ama şu an yalnızca Duman'a sarılmak istiyordum.

Ben de birini zararsız bir sevgiyle sevebilirim.

Duman saçlarını durulayıp sessizliğimi merak etmiş olmalı ki yavaşça bana doğru döndü ve çırılçıplak şekilde önümde dikildi. Su üzerinden köpüklerle beraber kayarken suskunluğumdan şüphelenerek ellerini sırtıma yerleştirdi ve beni göğsüne çekti. Suyun altına tamamen girip yoğun şekilde ıslanmaya başladığımda, "Neden bana dokunmuyorsun?" diye sordu sessizce. Ellerim hâlâ kendime sarılıydı, onun göğsü arasında sıkışmıştı. Sırtımı okşarken dokunuşunda hassasiyet ve duygu barındırdığını hissettim. "Bana dokunmayı seversin?"

"Bilmem," dedim omuzlarımı silkerek. "Artık ilgimi çekmiyorsundur belki."

Tek kaşını kaldırdı ve saçları alnına yapışmışken güldü. "Birkaç ay önce bunu demiş olsaydın gerçekten üzülebilirdim ama şu an dalga geçtiğini farkındayım."

"Birkaç ay önceki kalbinle şimdiki bir değil. O zaman zaten kırık bir kalple yaşıyordun, artık yenilendiğini görüyorum."

"O kalple yaşadıysam senin sayende," diyerek alnını yavaşça alnıma doğru eğdi. Yakınlaşmasını heyecanla karşıladım. "Beni hayata bağlayan, sana duyduğum aşk oldu."

Bunlar güzel cümleler ama ben doydum aşka, bu yüzden zaten bildiğim şeyleri dinliyormuş gibi hissettim. "Ben aynaya bakamam ama..." Kehribar gözlerindeki yansımama baktım. "Gözlerindeki yansımama bakmayı seviyorum."

"Bebeğim..."

Pek yapmam ama gülümseyip başımı göğsüne koydum. O çıplaktı, ben de ama sevişmek için değil, ona sarılmak için peşinden gelmiştim. Duman da ne istediğimi anlamış gibi kollarını etraflıca vücuduma doladı ve bu saf sarılışımı kabul etti. Göğsüne yatıp dinlenmeyi seviyordum, yaramaz bir kızdım ama bazen sessizlikte ona sarılıp huzurlu olmayı özlüyordum. İçimdeki öfke ihtiyacını tutkuyla sağlayıp onun yanındayken sakin kalabiliyordum. İçimdeki yıkma ihtiyacını onunla sevişerek sağlayabiliyordum. O benim dengimdi, ben de bir tek onun yanında uslu bir kızdım.

"Saçlarını da tarayayım banyodan sonra, dolaşmışlar," dediğini duydum, gözlerim onun göğsünde kapanırken. "Kaç gündür taramıyorsun?"

"Pek... taramam ki saçlarımı," dediğimi hatırlarken gözlerimi tamamen kapattım.

"Ben her gün tararım."

Yanağımın üzerinden öptü.

Suyun altında sessizce ve hiçbir şey yapmadan, yalnızca sarılıp bekledik. Bir süre sonra beni bırakıp duşuna devam etti ve ben de saçlarımı yıkadım. Az sonra durulanırken benimle uğraşıp durdu, kızdırdı, sonra havluyu getirip sardı. Neyse ki banyoda bir havlu daha vardı, ikimiz de sarınıp dışarıya çıktığımızda salondan Muhammet’le Ömer'in sesini duyduk. Duman kalçama vurup beni doğrudan odaya yönlendirdi. İçeriye girdim ve dün yanımda getirdiğim kıyafetleri kurcalayıp içerisinden siyah kotla, kırmızı bir gömlek çıkardım. Düğmelerini ilikleyip saçlarımı kuruttum. O da arka tarafımda giyinirken, "Kahvaltıyı dışarıda yapalım," dedi, sesi düne oranla daha iyiydi. "Yaz ama senin için kestane bulurum."

Pek olmaz ama... yine gülümsedim.

Saçlarımı sımsıkı bir atkuyruğu yapıp tepede topladıktan sonra gömleğime çekidüzen verdim. İlk üç düğmesini açık bırakıp uçlarını pantolonumun içine soktum. Nasıl göründüğümü merak edip aynaya döndüm ama yüzüme değil, yalnızca kıyafetlerime baktım. Hoş görünüyordum, kendimi beğenmiştim. Rujumu çıkardım ve kolayca sürüp çantaya geri attım. Duman üstünü giymiş, beni izliyordu. Gri, bozarık renkli tişörtle bir kot pantolon çekmişti üzerine. Saçları dağınık şekilde başının üzerini süslüyordu. Komodine yürüyüp saatiyle cüzdanını aldı. Ben de telefonumu alıp arkasından çıktım. Islık çalarak salona yürüdüğünde onu takip ettim. Muhammet, Ömer ve Ada orta sehpanın etrafını sarmış, bir şeyler yiyorlardı. Kollarımı Duman'ın beline dolayıp kafamı omzunun üzerinden ileriye uzattığımda Ada hemen kızarıp başını önüne eğdi. Sırıttım. "Kulaklarını kapattın mı?"

Duman ve diğerleri neden bahsettiğimi anlamayarak bana bakarken, Ada tamamen utanca büründü. Çok fazla üzerine gitmedim. Muhammet ona gülümserken, Ömer de dönüp bizi uzun uzun süzdü. Onu görmemin üzerinden epey zaman geçmişti, bir on yıl daha görmesem aramazdım doğrusu. Duman'a daha çok sarılıp onun kime ait olduğunu gösterirken, "N’abersiniz?" diye sordu, keyifli bir sesle. Üzerinde kot gömlekle siyah pantolon vardı, iyi ve dinç görünüyordu. "Bana neden öyle bakıyorsun Mahşer? Ben gay değilim kızım, Duman’da gözüm yok, kuma gelmeyeceğim sana. Neden bana öyle bakıyorsun?"

"Hırlama," diyerek Ömer'in yükselen sesinin önüne geçti Duman. "Kıskanç o, sorgulama yaptıklarını."

"Manyaklar," dedi Ömer, ürkmüş gibi.

Ona kötü kötü bakmaya devam ederken Duman da bakışlarını fısıldaşan Ada ile Muhammet'e çevirdi. Muhammet ona sehpaya hazırladıkları yiyeceklerden uzatıyordu. Duman bir dakika kadar yalnızca onların yüzlerindeki gülümsemeleri izledi. "Sen iş buldun mu Muhammet?"

Muhammet irkilip bu tarafa döndü, kararlı ve cesur bakıyordu. Zaten Duman'dan pek korkmuyordu, ondan nadiren ürküyordu. Başını sallayıp Ömer'e yandan bir bakış attı. "Ömer abi hastanede temizlik elemanı olarak çalışabileceğimi söyledi."

Hımm, güzel olurdu, hem Ömer ona göz kulak olabilirdi. Duman Ömer’le bir bakışma yaşadıktan sonra Ada'nın gülümseyen yüzüne dikti gözlerini. "Tamam. Hem çalışır hem de Ada'yla üniversite sınavına hazırlanırsınız."

Ada da Muhammet de heyecanla başlarını salladılar, gözlerinin içleri gülüyordu. Ada saf, gerçek bir gülümsemeyle Duman'a bakıyordu, hayatımın hiçbir döneminde bu kadar masum bakışlara sahip olmamıştım. "Tamam, Muhammet'in sözel dersleri çok iyi zaten, bir sürü şiir biliyor abi!"

Duman ellerini beline koydu ve sinirli şekilde Muhammet'e baktı. "Kardeşimi o şiirlerle mi tavladın?"

Muhammet sırıtarak Duman'a göz kırptığında Duman bir an onun üzerine uçacak gibi oldu ama elinden tutup onu kendime çektim. Ada gülüyor, abisine el sallıyordu. Duman, Ömer'e bunlara göz kulak ol, diyerek benimle çıkışa yöneldi. Portmantodan ayakkabılarımızı alırken Ada'nın cıvıl cıvıl konuştuğunu duydum, fizik tedaviye gideceği için heyecanlıydı.

Evden çıktığımızda doğrudan yakınlardaki bir kafeye gittik. Bu kafe ara sokakta, güzel ve kasvetli bir kafeydi. Duman arabadan indikten sonra elimden tuttu ve beraber içeri girdik. Etrafta birkaç genç vardı. Duman, sokağı gören cam kenarına oturmadan önce benim sandalyemi çekti. Oturdum ve ellerimi masanın altına saklarken Duman'ın komiyi çağırdığını gördüm. Kafe kahve çekirdeği kokuyordu, hoşuma gitmişti. Duman da sandalyesine yerleşip dirseklerini masaya dayadı ve hafifçe masaya abandı. Gözleri yüzümde gezinmeye başladığında, bunun hayatım boyunca son bulmamasını diledim. Elini, masanın üzerindeki elime doğru uzattı. "Buranın omleti çok güzel, yemek ister misin?"

"Beni öpmeyi sevdiğine göre senin damak tadın güzeldir," dedim. Bu onu güldürdü. "Söyle, yiyeyim."

"Emrin olur Gül Dikenim."

Garsona siparişimizi verdi. Garson yanımızdan ayrıldığında parmağını masanın üzerine koyduğum elimin etrafında dolaştırmaya başladı. Yakınımızda insanlar olmaması hoşuma gitmişti, ben onunlayken yalnızlığı seviyordum. Ellerimizin birbirine yaklaşıp uzaklaşmasını ama asla dokunmamasını izlerken, "Bugünümü sana ayırmak istiyorum," dedi tatlı bir sesle. "Ada'yı fizik tedaviye götürdükten sonra seninle bir şeyler yapalım."

"Babanın yanına gidecektik," dedim, elime uzanan ama yine tutmayan eline sinir olurken.

"Akşam gideriz, akşama kadar vakit geçirelim."

Parmakları yumruk halindeki elimin etrafında dolaşmaya devam ederken dudağının kenarıyla da gülüyordu. Elimi kıpırdatmamak, parmaklarını tutmamak için kendimi kasarken, Duman dudaklarını yaladı. "Kendini sıkma."

"Sıkmıyorum," diye inkâr ettim.

"Parmakların kaskatı oldu," dedi, işaretparmağıyla elimin etrafında bir daire çizdi. "Bana dokunmamak için." Şeytansı bir şekilde gülüp aynı şeye devam etti. Garson gelip yiyeceklerimizi bırakırken bile buna son vermedi. Kafamı kaldırdım ve kirpiklerimin arasındaki renkli gözlerimi ona dikip sert sert baktım. Aşkımı, kendisine olan zaafımı kullanıp benimle eğleniyordu. Sinirlenip sertçe elini kavradım ve istediği zaten bu olduğu için Duman gözlerinizi birleşmiş ellerimize indirip gülümsedi.

Neyse ki beni sinir edecek bir şey söylemedi. Kahvaltımızı yaparken ellerimiz ayrıldı ama her fırsatta elime, bileğime dokunmasında bir şey aradı, bir şey… anladım ki, aşkın şekle büründüğünü görmek istedim. Yani imkânsızı diledim.

Kahvaltıdan sonra Ada’nın yanına gitmek için oradan ayrıldık, hastaneye yol aldık. Yolculuğumuz sessiz geçti, beni çok konuşturmadı, radyodan yükselen şarkıyı dinledik. Araba hastane bahçesine girince de başımı kaldırıp baktım, onunla aynı anda indim.

Arabanın etrafını dolanıp yanıma geldiğinde elimden tuttu. Parmaklarımız kavga halinde birbirini tutarken, hastanenin kapısından içeriye girdik ama bu kez fizik tedavi bölümüne geçtik. Üst kata çıktığımızda Duman bizi bir odaya yönlendirdi. Koridor sonundaki odaya geçip kapıyı çaldığımızda içeriden Ömer'in sesi yükseldi. Önce Duman, ardından ben girdim. Ellerimiz hâlâ ayrılmamıştı. Kapıyı ayağımın ucuyla kapatırken gözlerim içeriyi taradı. Evet, burası bir fizik tedavi odasıydı ve Ada'yı da tam şu anda ilk kez ayakta görüyordum. Yürüme bandının üzerindeydi, elleri demirlerin iki tarafından tutuyordu ve Muhammet de düşmemesi için ellerini onun beline koymuştu. Bizim girmemizle beraber kafalar bize döndü. Ada'nın gözlerindeki korku ve endişeyi görür görmez tanıdım, aynı zamanda utanç da duyuyordu. Ömer odanın diğer tarafındaydı, üzerinde yine beyaz önlüğü vardı. Başka bir doktor da yürüme bandının yanındaydı ve bizi selamlamıştı. Duman doktor beyi aynı şekilde selamlayıp Ada'nın yanına yöneldi. "Kız kardeş?"

"Abi?"

Ada abisini görünce daha da rahatlamış gibi gülümsediğinde Duman ellerimize baktı ve yavaşça bırakıp kız kardeşinin yanına yürüdü. Muhammet geri çekilip Duman'a izin verdi. Duman Ada'nın koluna girip yüzünü kardeşine eğdi. Ada’nın üzerinde takım bir eşofman vardı, o dümdüz, ince telli saçlarını atkuyruğu yapmıştı. "Korkmuyoruz değil mi abiciğim?"

"Korkuyorum."

Güldüm.

Hepsinin başı bana dönse de aldırmadım ve kafamı iki yana sallayıp Ada'ya bakmaya devam ettim. Gıcık olmuş olmalı ki bana bakarken dudaklarını büzdü ve abisine döndü. "Böyle yapacaksa dışarıya çıksın!"

"Dışarıya çıkmamı istiyorsan bana söyle Ada.”

Diğerleri gerginliğin farkına vardı ve Ömer fizik tedavi doktoruna gülümseyip kapıya doğru geçirdi. Duman omzunun üzerinden bana dönüp, "Yapma," dedi sadece. "Güvenini kırma."

Güvenini kırmak için yapmamıştım, yalnızca diyalogları komik gelmişti. Yine de başka bir şey söylemedim, başımı sallayıp Ada'ya göz kırptım. Abisine döndü ve bir eliyle demirin kenarından tutunurken, diğer eliyle abisinin kolundan tuttu. Muhammet heves ve heyecanla Ada'nın bir adım atmasını beklerken, Duman da güvenini toparlamak için kardeşiyle konuştu. "Bu odada, düştüğünde sana gülecek kimse yok Ada. Hepimiz senin yürümeni görmeyi dört gözle bekliyoruz." Kardeşiyle konuşurken şeytanları hiç yok gibiydi.

Ada'nın Duman'ın kolunu nasıl sıkı tuttuğunu görüyordum. "Düşersem gülmeyeceksiniz?"

"Gülmeyeceğiz," dedim Duman'dan önce davranarak. Abisi ve Muhammet zaten gülmezdi, korktuğu bendim. Ben de yalnızca düşüşü komik olursa gülerdim, düştüğü için değil. Ama bu onu incitirse gülmeyiverirdim, bir şey olmazdı. "Gülmeyeceğim Ada, hem gülsem bile beni neden takıyorsun ki? Bırak utanılacak şeyi ben yapmış olayım, sen yürümene bak."

"Haklı," dedi Muhammet, yürüme bandına doğru bir adım attı. "Çok şaşırdım, çok doğru konuştu."

Ada Muhammet'e gülümseyip önüne döndü ve omuzları dikleşti. Burada durmak sıkıcı olmaya başladı, bu yüzden ben de ilerleyip onlara katıldım. Ada arkasını dönüp beni görünce bir an duraksamıştı. Ona düz düz bakarak diğer koluna girdim ve çenemle bandı gösterdim. "Yürü de göster bize neler yapabileceğini."

Duman'ın bana olan bakışlarını hissederken, Ada da şüpheci gözlerini birkaç saniye yüzüme gezdirip önüne döndü. "Gülme sakın."

"Ada," dedi Duman, yumuşak bir sesle. "Gülmeyecek işte."

"Sen de hemen sevgilini tut," dedi Ada, başını eğip ayaklarına bakarken. Muhammet kendisi arkada kalıp Ada'ya yardım edemediği için söylenirken, Duman da eğilip kardeşinin saçlarından öptü. Ada sanırım yeterince yüreklenmiş olmalı ki hem benim hem de Duman'ın kollarından sıkıca tutarak ileriye doğru bir adım attı. Ben de Duman da onun ayaklarına kilitlenmiş, atacağı adımı bekliyorduk. Bu yüzden Ada o adımı attığında kendimi bile şaşırtarak gülümsedim.

"İşte bu," dedi Duman, Ada'yı daha da yüreklendirerek. Gözlerimi küçük bir anlığına ona çevirdim, dişlerini göstererek gülüyordu. Ada'nın saçlarından bir daha öptü. "Buradan çıkalım sana istediğin şeyi alacağım."

"Muhammet'i istiyorum," dedi Ada, pat diye.

Beni bir gülme tuttu ve Muhammet'in gülüşü benden önce davrandı. Duman Ada'ya bakakaldı ve kafasını iki yana sallayıp yürümesi için onu teşvik etti. Ada kafasını hafifçe çevirip Muhammet'e göz kırptığında, "Aferin," dedim kulağına doğru. "İstersen sana cadılık öğretirim, Duman'ı beraber delirtiriz."

"Delirtir miyiz?"

"Gece üzerimize çarşaf atar, abin uyurken odasına girer, hayalet numarası yaparız. İster misin?"

Gülmeye başladığında Duman’la Muhammet Ada'nın yüzüne bakıp bana döndüler. Omzumu silktim ve gözlerimle Ada'nın adımlarını takip ettim. Gülümseme, iki insan arasındaki en kısa mesafe derler, belki de doğruydu.

"Sen bu gidişle üç güne koşacaksın," dedi Muhammet, ıslık çalıp Ada'yı cesaretlendirirken.

"Koşacak tabii," derken kardeşinin adımlarını takip ediyordu Duman. "Çok tatlı koşuyordu hem o."

Tatlı koşmak da neyin nesiydi? Gözlerimi devirdim. Duman aynı anda popoma uyarıcı şekilde vurdu.

Bu olmamış gibi davranıp Ada'nın ayaklarına baktım, üçüncü adımı atıyordu. O adımı da attığında Muhammet el çırptı ve Duman'ın da dudaklarına ölümcül güzellikte bir gülümseme yaslandı. "Ada, Ada, Ada... Kardeşlerin en güzelisin sen, aferin abiciğim!"

"Bul... bulutların üzerinde yürüyorum sanki, çok ilginç."

"Sana yapabileceğini söylemiştim," dedi o sırada Muhammet.

"Gel," dedi Duman, bakışları Muhammet'i bulmadan hemen önce. "Biraz da sen tut Ada'yı."

İkisi de Duman'dan böyle bir tavır beklemedikleri için şaşırdılar. Muhammet hevesle başını salladı ve yanımıza kadar gelip Duman'ın açtığı boşluğu doldurdu. Ada'nın kolundan tutup ona destek olduğunda, ben de Ada'nın kolunu bıraktım ve Duman'ın yanına geçip uzaktan çifte kumruları izledim. Başta buna karşı ürkekti, fizik tedaviye başlamak istemiyordu ama elbette yürümeyi özlemişti. Muhammet'in kolunu sıkıca tutuyordu. Duman onları dikkatle izliyor, âşık biri olarak belki karşısındaki aşkı da tartıyordu. Ada yürüme bandını, Muhammet’le, sevgilisiyle beraber sonuna kadar yürüdü ve birkaç metrelik yol neredeyse yarım saatini aldı. Yol bittiğinde yorulmuş bir şekilde Muhammet'e yaslanıp bize döndü, güldü. "Yaptım!"

"Yaptın," dedi Duman.

Yaptın, diye tekrarladım içimden. Yapamayabilirdin ama yaptın.

Ada'nın gözleri mutlulukla doldu, belli ki kendisi de yapamayacağını düşünmüştü. Muhammet eğilip onun yanağından öptüğünde Ada biraz utandı ama sevgilisine daha çok sarıldı.

"Çok sevgi," diyerek gözlerimi devirdim ve sırıtan Duman'ın omzu altından çıkıp kapıya yöneldim. Duman beni çıkmadan yakaladı ve tekrar göğsüne yasladı. Yanaklarımı şişirip orada kaldım ve az sonra fizik tedavi doktoru geldiğinde bir şeyler konuşuldu. Pek kulak asmadım, başım Duman'ın göğsüne yaslı olduğu için onun kalp atışlarını dinlemeyi tercih ederek gözlerimi yumdum. Kalbinin sağlıklı atmasını çok uzun süre beklemiştim, yıllarca.

"Güzel ses," dedim memnun şekilde.

"Yine ağzının içinde ne söylüyorsun da ben ne kaçırıyorum acaba..."

"Kim bilir," derken kıvrılan dudaklarım tişörtünün üzerinden kalbine yaslandı.

Orada işimiz bittiğinde yanımızda Ada ve Muhammet’i eve bırakarak onlardan ayrıldık.,Saat akşamın beşini bulmuştu, bu kez iyi değil, kötü bir şey yapmaya gidiyorduk. Duman arabayı şirkete doğru sürerken, sekreterini arayıp babasıyla amcasının şirkette olup olmadığını sordu.

Akşam yemeği için beraber bir restoranda gittiklerini söylemişti sekreter. Duman da arabayı o restorana sürdü.

Araba çok gecikmeden şık bir restoranın önünde durduğunda bakışlarımı restoranın camından içeriye dikerek kapıya uzandım. İnmek için aceleci davranıyordum ama Duman benden de hızlı davranıp çıkmadan önce elimden tuttu. "Babamı doğru dürüst tanımıyorsun Mahşer, benim gibi değildir." Kimse senin gibi olamaz zaten, diye ekledim içimden. "Kırıcıdır, öfkeli ve umursamazdır."

"Bana benziyor yani," dedim dudağımın kenarını kıvırarak.

"Duyduklarından sonra kontrolden çıkabilir, seni üzer. Bir de senin kendisinin üvey yeğeni olduğunu duyunca... Çabuk öfkeleniyorsun, onun oyununa gelme."

"Merak etme, babanın öfkesini veya nefretini tatmin edecek kadar toy değilim."

Kapıyı açıp kendimi dışarıya attığımda atıştırmaya başlayan yağmur damlalarından birkaçını yüzümde hissettim. Duman da arabanın kapısını kapattı. Yanıma gelene kadar onu bekledim. Yanıma geldiğinde parmaklarımı parmaklarının arasından geçirdim ve onunla merdivenleri çıkmaya başladım. Dudaklarımdaki kırmızı ruju yalarken, Duman sırıtarak benim için restoranın kapısını açtı. "Gir bakalım ikiyüzlü arsız şeytan."

Çenesinin altını okşayıp benim için açtığı kapıdan içeriye girdim ve kafamı çevirip ileriye baktım. Gözlerim bir tarama yaptı ve daha önce gördüğüm bu adamları bugün bir kez daha gördüm. Karşılıklı oturmuş yemek yiyorlardı. Yüzsüzlükleri mide bulandırıcıydı. Adam abisinin karısıyla ilişki yaşamıştı, onun kendisini aldattığını sandığındaysa kadını ve babamı öldürmüştü. Tanık olduğum şeyler mide bulandırıcıydı, Duman'ın babası benim üvey eniştemdi, annesi üvey halam…

Duman ilerlemeye başladığında elinden tuttuğum için ben de ilerlemiş bulundum. Yüzüme, o çok alıştığım maskelerden birisini geçirerek masalarına yürüdüm. Duman'ın da yüzündeki samimi ifade kaybolmuş, dudakları tek bir çizgi halini almıştı. Bizi ilk fark eden babası oldu ve gördüğüne inanamıyormuş gibi bakakaldı. Amcası da abisinin bakışlarını takip ederek bizi gördüğünde tadı kaçtı. Elindeki çatal bıçağı kenara bıraktı.

Masaya iyice yaklaştığımızda Duman'ın elini bıraktım ve amcasının yanındaki boş sandalyeyi çekip oturdum. Amcası ağzını açıp bana bakakalırken, Duman da babasının yanındaki boş sandalyeye çöktü. İkisi de ayran budalasına dönmüştü, hiçbir şey demeden masalarına oturmamız onları şaşırtmıştı. Babası önce Duman'a sonra da bana baktı.

"Bu ne?"

"Ne ne?" dedim gelip gözlerimi kırpıştırırken. Gülerek işaretparmağımı yüzüne salladım. "Saçlarımı mı soruyorsun yoksa? Sen de fark ettin demek ki. Her gün açık bırakırdım, bugün bağladım."

Babası birkaç saniye boyunca inanamıyormuş gibi bana baktıktan sonra Duman'a döndü. Bordo kravatına bakarken dudak büzüp amcasına döndüm ve onun donuk bakışlarıyla temas kurdum. "Siz beğendiniz mi saçımı?"

Gözlerini bile kırpmadı. Buraya neden geldiğimizi, ne yapacağımızı anlamış olmalıydı.

"Duman!" Babası sesini yükseltti. Duman omuzlarını silkerek babasına döndü. Babası kravatını gevşetip sinir harpıyla ama daha kısık sesle konuştu. "Bu kızı alıp ne diye buraya geldin? Amacın ne senin oğlum? Para istemeye geldiysen eğer kararlıyım, zırnık yok sana!"

Gözlerimi devirdim. Kadehi sertçe masaya bıraktığımda babası ve amcası endişeyle etraflarına baktılar, sanırım bu kamuya açık alanda itibarlarının zedelenmesinden korkuyorlardı. Madem öyle, zaaflarını açıkça göstermelerini işime gelirdi; çünkü kullanırdım. Babası dişlerini sıkarak bana döndü. "Derhal bu yaptığınıza son verin!"

"Daha bir şey yapmamıştım ki," dedim ve önümdeki kadehi alıp ağzıma götürüyordum ki şu işe bakın, elimden düşüp yerde parçalarına ayrıldı. Hepsi gürültüyle hayret edip yerlerinden sıçrarken yerdeki cam kırıklarına baktım. "Şu işe bak..."

"Haddini aşıyorsun," dedi amcası, hemen yanımdan. Sesi çelik kadar sert, öfkeliydi. Etraftaki masalardan bazı insanların bu tarafa döndüğünü, çalışanların kırık parçaları toplamak için masaya koştuğunu gördüm. Babası elini kaldırıp buraya doğru gelen çalışanı durdurdu ve sonra aynı elini bana salladı. "Duman, şu sürtüğü de alıp buradan gidin."

Duman ellerini ben suçsuzum der gibi kaldırıp köşesine çekildi.

"Gelininiz olarak yemeğinize katılmak istemiştim, bu kadar kaba karşılamanız kalbimi kırdı," dedim, sanki Duman'dan başkasına karşı kırılacak bir kalbim varmış gibi. Amcası da babası da bana tiksintiyle bakıyordu. "Yani, düşündüm ki... Bu adamlar bu genişlikle yemek yiyebiliyorsa, yaptıkları o kadar şeyden sonra mideleri bulanmadan karınlarını doyuruyorlarsa bu yemekler gerçekten lezzetli olmalı."

Duman'ın eğlenen bakışlarını görürken, amcasının tabağındaki bifteğe uzandım ve ağzıma atıp çiğnedim. Kitlenmiş, bana bakıyorlardı. "Ağzının tadını biliyorsun,” dedim amcasına takdir dolu bakışlar atarak.

"Yok artık!" diye patladı babası.

"Ahahaha. Baban patlamayı seviyor, senin adını da o yüzden Duman koydu demek ki," dedim neşeli şekilde Duman'a dönerek.

Dudağının kenarını kaşıyarak bana sırıttı.

"Kalk," dedi amcası ve eş zamanlı olarak elini dirseğimde hissettim. Babasının kafası karışmış görünüyordu, sanırım son söylediklerim kafasını kurcalamıştı. Duman amcasının bana olan temas müdahalesiyle birlikte sandalyede aniden dikleşti ama ona her şeyin yolunda olduğunu anlatan bir bakış atıp dirseğimi amcasının elinden çektim. "Korktun mu? Konuşmamdan mı korktun?"

"Duman," dedi babası, sesi karmaşalarla doluydu. "Ne zırvalıyor bu kız?"

"Ara ara zırva yapıyor ama şimdi iyi dinle baba."

"Ben zırva yapmıyorum," dedim ona dönüp kaşlarımı çatarken.

Duman kaş göz yaptı. "Konumuz bu mu bebeğim?"

Doğru ya, konumuz bu değildi. Konudan saptığımı belli etmeyerek, profesyonel bir surat ifadesiyle tekrar amcasına döndüm. Gözbebekleri korkudan mı bilinmez genişlemişti. Bu adamın çok korktuğunu sanmazdım, itibarının zedelenmesini istemiyor olabilirdi. Amacım onları birbirlerine düşürmekti, çünkü zaten haberleri olmasa da düşmanlardı. Çenemi yukarıya dikerek babasının gözlerini hedef aldım. "Size her şeyi, kendimi sizin için yormaya zahmet etmediğim için bir cümlede açıklayacağım." Onlar herhangi bir karşılık vermeden devam ettim. "Karınız sizi kardeşinizle aldatıyordu ve kardeşiniz, karınızın da kendisini aslında üvey abisi olan babamla aldattığını sanarak babamla karınızı öldürdü."

Her şeyi çok uzatmadan açıklayıp bu kez babasının önündeki kadehe uzandım ve kadehteki beyaz şarabı içerek gözlerinin içine bakmaya devam ettim. Duman hem babasına hem de amcasına bakarken, kadehi önüme bırakıp parmak uçlarımla dudaklarımı sildim. Babası önce Duman'a sonra da kardeşine bakarak elini şakağına koydu. Masanın üzerine koyduğu dirseği titriyordu, yüzünün sağ tarafı da seğiriyordu. Duman'a baktım, babası için endişelenmiş görünmüyordu, zaten ben de endişelenmezdim. Amcası babasına dönüp masaya abandı ve kısık sesle, "Abi," dedi.

"Kes," dedi abisi.

Duman babasına, "Kalp krizi mi geçiriyorsun?" dedi.

Babası dirseğini çekti ve kardeşine susması gerektiğini anlatan bir bakış attıktan sonra Duman'a döndü. Sanırım olay çıkarmayacaktı, eğlencesiz mi kapatacaktık bugünü? Sıkıcıydı. Dudağımı büzüp kadehi tekrar kaldırdım ve beyaz şaraptan bir yudum daha aldım. Yüzünü Duman'a yaklaştırıp neredeyse bizlerin zor duyabileceği bir sesle konuştu. "Kızı alıp buradan git!"

"Aaa," dedim küsmüş gibi davranıp kadehi elimden bırakırken. Kadehi ikinci kez yere düşüp kırılıp parçalara ayrıldığında, sandalyeyi itip doğruldum. Önüme gelen atkuyruğumu arkaya savurup sandalyeyle masa arasından çıktım. "Siz de hiç eğlenceli çıkmadınız."

Gözlerimi devirip arkamı döndüm ve onlarla sıkıldığım için mekânın çıkışına ilerledim. Yağmur hâlâ yağıyordu ama güneş çıkmıştı. Saçımı elime dolayıp yavaşça arabaya yürüdüm ve kalçamı kaputa yaslayıp ayağımı diğer ayağımın üzerine attım. Kollarımı göğsümde bağlayıp Duman'ı beklemeye başladım. Birazdan çıkardı, onun da edecek iki çift lafı olmalıydı. Babası bu saatten sonra amcasına nasıl davranırdı bilmiyorum ama dengelerin değişeceğine emindim. Bundan sonra birbirlerini yiyebilirlerdi, Duman'a zarar vermesinler, yeterdi.

"Sigaram nerede benim..."

Sigaramın arabada olduğunu hatırlayıp içimi çektim ve gözlerimi içeriye çevirip Duman’ın çıkmasını bekledim. Masa buradan tam görünmüyordu ama kapıya doğru yürürse görebilirdim. Parmaklarım saçlarımın etrafına dolanırken bu yaptığımızın sonuçlarından hiç korkmadığımı fark ettim.

"Gül Dikeni!"

Hayret, rüzgâr bana getirmemişti kokusunu, sesinden önce.

Sesini duyar duymaz verdiğim tepki başımı çevirmek oldu. Mekânın merdivenlerini seri şekilde iniyor, yanıma yürüyordu. Kalçamı kaputtan ayırdım o bana gelirken ben de ona doğru birkaç adım attım. Ellerini bendeki boşluğu doldurmak ister gibi yüzümün iki yanına yerleştirip yüzünü yüzüme eğdi. O, insanlarla uğraşmaktan benim kadar keyif almazdı ama bu kez eğlenmişe benziyordu. "Harikasın biliyorsun değil mi?”

"Şeytana ihtiyacın olursa numaramı biliyorsun," diye takıldım ona.

Gülüşünü görmeme yeterince izin vermedi, beni kendine çekip dudaklarımdan öptü. "Seni yemek gerçekten mümkün olabilse keşke."

Ağzını benden çektiğinde gözlerimi bir süre kapalı tutup ardından açtım ve parmaklarımla rujumu toparlarken genzimi temizledim. "Rujumu temizlesene."

Bana gülüp -ki buradaki önemli detay gülmesiydi çünkü genelde sırıtırdı- elini kaldırdı ve önce kendi dudaklarını sonra da benim dudaklarımdaki ruju temizledi. Parmakları dudaklarımın etrafında dolanırken gözümü kırpmadan onu izledim.

Arabaya atladığımızda saatin yediyi geçtiğini gördüm. Eve gideceğimiz düşüncesine kapılmıştım ama arabayı çok başka sokaklara sürdü. Bir süre sonra arabayı deniz kıyısına çekip motoru durdurdu. Arabanın içiyle beraber hava da karardığı için deniz siyah görünüyordu. Dışarıdan hiçbir ses gelmiyordu, yağmur yağmaya son vermişti. Ayak parmaklarımı bez ayakkabılarımın içinde kıpırdatarak ona döndüm ve zaten bana bakmakta olduğunu gördüm. Zifiri karanlıkta da olsa bu gözleri tanırdım, çünkü benim kalbim bu gözlere endeksli atıyordu. "Bu arabanın camları film kaplama mıydı?" diye sordum.

Üst dudağını ağzının içine çekip camlara bir göz attıktan sonra kafasını aşağıya yukarıya salladı. "Öyle olduğunu daha önce söylemiştim."

"Hımm," dedim arka koltuğa göz atarken.

Duman sırtını cama, yüzünü de bana döndü. Bunu yaparken de koltuğunu arkaya yatırdı. Onun yaptığı gibi, önümüzde daha çok alan açılması için ben de koltuğumu arkaya yatırdım. "Neden arabanın camlarını soruyorsun ki?"

Uzanıp saçımdaki lastiği çekerken gözlerimi ondan ayırmadım. Duman bunu kaçırmak istemiyormuş gibi uzanıp arabanın tavan ışığını yaktı ve gözlerini saçımla beraber belime indirdi. Dümdüz tutamları elimle karıştırıp sırtıma serptim ve ayakkabılarımı da çıkarıp kenara bıraktım. Duman uzanıp tek seferde tişörtünü ensesinden çekip çıkardığında alt dudağımı yalayıp çıplak gövdesine baktım. "Neden soyunmaya başladın?" dedim.

Tişörtü torpidoya fırlatırken kafasını iki yana salladı. "Arka koltuğa geç."

"Bana emir verme."

Gömleğimin düğmelerini açmaya başladım ve o ağzı kurumuş gibi, üst üste yutkunup bana bakarken tüm düğmelerimi çözdüm. Omuzlarımı ileriye atarak gömleği çıkardım ve torpidoya bırakarak ellerimi onun ellerinin üzerine koydum. "Güzel bir şarkı aç," dedim.

Ben onun kucağında kayıp arzu ettiğim yere otururken, Duman elini yanımdan uzatıp dijital radyoya dokundu. Gözleri tamamen bendeydi, o yüzden doğru tuşa basması zaman almıştı. Önce hoşlanmadığım, enerjik bir şarkı çaldı ve sevmediğim için, "Değiştir," dedim.

Kafasını arkaya yasladı ve gözkapakları eriyip kapandı, gözlerini görememek bir an yüreğimi kastı ama telaşa gerek yoktu. Şarkılar değişmeye devam ederken dudaklarımı da dudaklarına yasladım.

"Kalsın," dedim, o şarkıyı duyarak.

Duman, "Tamam," diye soluklanıp elini radyodan çekti ve derhal saçlarıma uzanıp eline dolarken beni öptü.

"Bana daha çok sevgilim der misin?" diye sordum.

"Derim, sevgilim."

O şarkı çalarken ve arabanın camlarına yağmur damlaları yeniden düşmeye başlamışken gözlerimi sonuna kadar kapattım. Eğer dünyanın herhangi bir dilinde, bir insanın bir insana duyduğu ihtiyaçtan daha büyük bir hissin açılımı varsa o hissin adını bilmek isterdim. Radyoda bana onu hatırlatan şarkı çalarken, elimi götürüp sıkar gibi boğazını kavradım. Onu öperken kırmızı pelerinli bir şeytandan çok, prensese kaptırmaktan korktuğu prensin dizlerine kapanmış, aşk dilenen çirkin bir cadı gibi hissediyordum.

Çünkü ben bu hikâyede ben prenses değilim, cadıyım.

“Telefon…” Duman geri çekilene kadar telefonun sesini duyamadım ama oflayıp telefonu cebinden çıkarıp arayana bakarken, ben de dudaklarımı yanağına kaydırmaya başladım. Yanağını dudağıma sertçe bastırıp, “Evet,” diye yanıtladı telefonu. Birkaç saniye sonra ise kaskatı kesildi. Bu geri çekilmem için bir çağrıymış gibi hissedip kafamı geriye attım ve telefonu kapatışını, sersemlemiş şekilde bana dönmesini izledim. Nefes alışverişi yavaşladı ve söylediklerinden sonra hissettiğim aşkın uğultusu kaybın gölgesinde kaldı.

“Babamla amcam… Dönüştü trafik kazası geçirip olay yerinde vefat etmişler.”

BÖLÜM SONU.