29. BÖLÜM
"AY GÜNEŞE TUTULDU"
Dün de görüşemedik,
İki yüzyıl görüşememişiz gibi geldi.
Ve üç yüzyıllık göresim geldi seni.
Cemal Süreya
Tam olarak Cemal Süreya’nın satırlarındaymışım gibi hissediyordum ve çocuk kalbinin çektiği acıdan daha farklı bir kalp acısı çekiyordum.
Hazer'i özlüyordum.
Bu öyle kötü bir histi ki... Gece yarısı uyanıp bir anda ağlamak istiyordum.
Gece yarıları o rüyama girdiği için uyuyamıyor, yıldızları göremeden gökyüzünü izliyordum. Fakat kızamıyordum, üstelik kızılacak ne yapmıştı ki? Sadece... hiç yanıma gelmemiş, beni aramamıştı. Bu iki şey aslında kalbimi o kadar kırıyordu ki kızılacak bir şey yaptığını düşünüyordum ama sonra onu nasıl gücendirdiğimi hatırlayarak bundan utanç duyuyordum.
O gecenin üstünden iki gece geçmişti, üstelik yalnızdım... Üçüncü günün sabahındaydım ve Hazer'i geçtiğimiz iki gün boyunca hiç görmemiştim. O gece teklifini reddederek içeriye girdiğimin ertesi sabahı günaydın mesajı atma sırası ondaydı ama atmamıştı. Bir sonraki gün sıra bana geldiğinde mesajını istediği gibi fotoğrafımla atmıştım ama Hazer cevap vermemişti. Bu sabah günaydın mesajı atma sırası ondaydı ama görünen o ki... atmayacaktı.
Bana, kardeşimi almam ve belki de kendi hissettiği şeyler için de dile getirdiği teklifi reddetmiştim. Çünkü çok beklenmedikti; heyecanlanmış ve korkmuştum. Telaşa kapılmış, kabaca sözünü kesmiştim ve bunlara gücenmişti. Haklıydı, hiç de olgunlukla karşılayamamış, yakışıksız davranmıştım ama... gücensin istememiştim.
Belki de gücenmenin yanında bana kızmıştı da. Bir süre görmek istemediği için de aramıyor, dans kursuna gelmiyordu. İki gündür Meliha Hanım’la yalnız çalışıyorduk ama sürekli onun yolunu gözlüyordum. Az önce Gazel’le kahvaltı yapmıştık ve ben şimdi elimdeki bir bardak suyla çiçeklerimi suluyor, gözümü telefondan ayıramıyordum. Gazel mutfakta bulaşıkları yıkıyor, sevinçli bir şarkı mırıldanıyordu. Dün gece ilk kez Behram ona, Hayırlı geceler, diye bir mesaj attığı için çok mutlu olmuştu.
Sulama işini bitirdiğimde bardağı mermerin kenarına bırakarak koltuğa yürüdüm ve bu sırada galerime girip Hazer'in fotoğrafını açtım. Bana günaydın mesajı atmamasına üzülüyordum ama kızamıyordum. Çin'e gitmeden önce çektiğim fotoğrafı gördüğümde içimden gelen bir şey yaptım. Telefonu yüzüme yaklaştırarak fotoğrafının üzerine bir öpücük bıraktım. "Günaydın mi vida."
Sürekli bu fotoğrafına bakıyordum ve artık yüzünün her çizgisi ezberimdeydi. "Acaba sen de benim fotoğrafıma bakıyor musun? Çünkü birbirimize, birbirine çok yakın şeyler hissettiğimizi söylemiştin. Merak ediyorum, sen de beni özlüyor musun?"
Parmağımı fotoğraftaki dudağında gezdirdim ve aynı esnada telefonuma yukarıdan düşen bildirimi gördüm. Küçücük bir an beni arayanın Hazer olduğunu düşündüm ama hayır, Bahar Teyze’ydi. Onun aramasını şaşkınlıkla karşılayarak yanıtladım.
"Merhaba Bahar Teyzeciğim."
"Merhaba güzeller güzeli kızım." Sesi iyi geliyordu. "Bak görüşmedik hemen özledim seni. Nasılsın, ne yapıyorsun? Hazer davetiyeyi verdi, müzikal için sabırsızlanıyorum."
"Bahar Teyzeciğim ben de seni özledim. Teşekkür ederim, iyi olmaya çalışıyorum, sen nasılsın?"
"Üzgünüm," dedi beni şaşırtarak ve bir şey sormama izin vermeden devam etti. "Biliyorsun, Hazer ve seni yan yana görmekten çok mutlu oluyordum ama günlerdir görüşmüyormuşsunuz. Çok üzüldüm! Üstelik Hazer'in bugün bir başka kadınla randevuya çıkacağını duyunca..."
"An... anlayamadım," dedim elimi kalbime götürerek. "Hazer'in bir randevusu mu var?"
"Ah canım kızım," dedi sesi oldukça dertli gibiydi. "Öyleymiş, ben de sekreterinden öğrendim. Tüh ya, ağzımdan kaçırdım, seni üzdüysem affet beni. Ben de aranızda gerçekten bir şeyler olduğunu sanmıştım bunu öğrenene kadar..."
Yutkunamadım. "Ben de... öyle sanmıştım."
"Safirciğim..."
"Bahar Teyze lütfen kırılma ama telefonu kapatabilir miyim? Ben..." Titrek bir soluğu içime çekerek gözlerimi tavana kaydırdım. "Duyduklarıma hiç hazır değildim."
"Sen üzülme güzel kızım, ben onun kulaklarından tavana asacağım..."
Telefonu kapattım ve ateşe değmiş gibi koltuğa bırakarak doğruldum. Koltuktan kalkarak elimi üzerimdeki badinin yakasına götürdüm ve çekiştirerek kendime nefes alacak alan açmaya çalıştım. Hazer'in bir kadınla randevuya çıkacağını söylemişti. Yirmi sekiz yaşında yetişkin bir erkekti, kadınlarla sayısız randevusu olmuş olmalıydı ama aramızdaki yakınlığa rağmen bir başka kadınla yemeğe çıkacak olması... Tam bir hayal kırıklığıydı. Tamam, birbirimize herhangi bir şeyin sözünü vermemiştik ama öyle bir bakmıştık ki sadece birbirimize bakmak boynumuzun borcu gibi hissetmiştim.
Belki bir iş randevusudur, diye düşünerek kendimi teselli etmeye çalıştım ama fayda etmedi. Koridora çıkarak portmantoya yürüdüm ve montumu alıp üzerime geçirdim. Dans kursuna gidip dans etmek beni hissettiğim kötü duygulardan uzaklaştırabilirdi. Montumun fermuarını çekerek yarısını kurdeleyle bağladığım saçlarımı düzelttim ve Gazel'e haber vermek için mutfağa yürümeye başladım. Ellerimi gerginlikle ovuştururken aynı esnada ayağıma bir şeyin battığını hissederek irkildim ve ileriye bir adım daha atamadan olduğum yerde durup ayağımı kaldırdım. Bir dikiş iğnesiydi.
"Bu iğnenin burada ne işi var ki?" Gözlerim yaşardı ve koridorun ortasına oturdum. İğneyi alıp kenara koyarken Gazel'in endişeyle mutfaktan çıktığını gördüm ama ona yeterince bakamadan ellerimi yüzüme kapatarak ağlamaya başladım. İğne ayağımı acıtmıştı işte! Gazel'in endişe içinde gelip yanımda dizlerinin üstüne çöktüğünü hissettim. "Safir, ne oldu sana? Aa, niye ağlıyorsun canımın köşesi?"
"Ayağıma iğne battı," dedim ama her nedense ayağımdan çok daha fazla acıyordu kalbim. "Canım acıdı!"
"Hay aksi, dikiş iğnesini mi düşürmüşüm…" Gazel kendisine kızarak yakındı. "Derin mi battı? Kanadı mı?"
"Kanamadı," dedim ellerimi yavaşça yüzümden indirirken. Kendimi dünyanın en kırılgan insanı gibi hissediyordum. "Ama çoook acıdı!"
"Allah Allah…" Gazel bu kadar içten ağlamama ve acı çekmeme şaşırmış gibiydi. "Sen böyle şeylere ağlamazsın ki… Üstelik kanayacak kadar bile batmamış."
"Ama çok acıyor Gazel."
Yüzümü dizlerime yaslayarak iç çekerken mırıldandığını duydum. "Ayağım acıyor diyorsun ama kalbini tutuyorsun Mila…"
Hiçbir şey demeden kalbimi tutmaya devam ettim ve Gazel de bu sessizliğime saygı duyarak omzumu sıvazladı. Yerde iki büklüm oturdum ve arsız gözyaşlarım uslanana kadar iç geçirdim. Az sonra yerden kalktığımda Gazel de benimle kalktı ve soğuk elleriyle yüzümü temizledi. Bulaşık yıkadığı için elleri üşümüştü. Ona gülümsemeye çalışarak uzaklaştım ve tekrar portmantoya yürüdüm. Bu sırada arkamdan üzgünce konuştu. "Mila... Eğer yaptıklarım yüzünden Hazer’le aranız açıldıysa ve iğneyi bahane edip aslında bunun için ağlıyorsan söyle lütfen."
Elimle kirpiklerimdeki ıslaklığı temizlemeye çalışarak, "Seninle alakalı değil," dedim tamamen dürüst davranarak. Hazer’le aramızda geçenleri anlatmamıştım ona. "Bizimle alakalı. Onu gücendirdim, o da beni gücendirdi ve işte şimdi o başka yerde, ben başka yerdeyim; oysa onunla aynı yerde olmak çok güzeldi."
Ona son bir bakış attım ve söyleyeceği şeyleri duymayı istemediğim için kapıyı açtığım gibi dışarı çıktım. Her şeyimi yanıma aldığımdan emin olarak bahçeden çıktım. Altımda bir pantolon, üzerimde badi vardı. Havalar o çetin kış günleri gibi değildi, daha yumuşaktı. Sokağın sonuna yürürken tırnaklarımdaki sedefli ojelere baktım ve ondan başka her şeyi düşünmeye çalıştım. Tamam, bunu olgunlukla karşılamak istiyordum ama gidip ona neden bir kadınla randevuya çıkacağını da sormak istiyordum.
Elimi yüzüne götürmek istediğim tek kadın sensin, demişti.
Metrodan inip kurs merkezinin olduğu sokağa girdim ve karşıya geçerken heyecanla kaldırıma baktım; Hazer'in arabası yoktu, bugün de gelmeyecekti. Omuzlarım çöktü ve ağırlaşan bacaklarımla merdivenlerle ilerledim. Asansörü çağırdım ve geldiğinde binerek çıkacağım katın numarasına bastım. Sırtımı aynaya yaslayarak üzgün bakışlarımı yere dikiyordum ki birinin de asansöre yetişmeye çalıştığını gördüm ve başımı kaldırıp baktığımda Hazer'in içeri bir adım atarken donup kaldığını gördüm.
Onu görmek nefesimi kesti. Hazer beni görmeye hazırlıksız yakalanarak sendeledi ve bir an ayakları asansörden uzaklaşmak için geri gidecek oldu. Bunu fark etmek bir duygunun boğazımı sıkmasına sebep olurken Hazer asansör kapıları kapanmadan kendini içeriye attı ve iri vücuduyla etrafımı sardı. Uzanıp çıkacağımız katın düğmesine basarken genzini temizledi.
"Merhaba."
Vücudunda, üzerine dikilmiş gibi duran simsiyah bir takım vardı ve saçları her zamanki gibi nizam içindeydi. Gözlerimi aramızdaki mesafeye indirerek, "Merhaba," diye fısıldadım hüzünlü bir sesle. "Na... Nasılsın?"
"Bilmem." Ağzından çıkan bu tek kelime beni afallattı ve başım sol omzuma doğru düşerken Hazer'in ensesini daha sert ovaladığını gördüm. "Sen nasılsın?"
Beni görmeyeceğini bilerek elimi kaldırdım ve ona dokunmaya cesaretim olmasa da parmaklarımı aramızdaki boşluğa uzatarak dargın bir sesle cevap verdim.
"Mutsuzum."
Siyah ve beyaz iplere baktım. Şükürler olsun ki hâlâ bileğindeydi.
"O geceden sonra duyduğum en kötü şey."
Şimdi yukarıya çıksak, ayrılacak ve dans boyunca konuşamayacaktık. Günler sonra onu görmüşken, sesini duymuşken erken ayrılığa razı gelmezdi gönlüm. Bu yüzden kırmızı düğmeye basarak asansörü durdurduğumda hafifçe sallandık. Hazer bu atağıma şaşırarak omzunun üzerinden bana doğru döndüğünde elimi düğmeden çektim ve nefesimi tutarak ona baktım.
“Neden durdurdun?”
Asansörü hareket ettirmek için düğmeye uzanacak olduğunda, "Demek benimle yalnız kalmaya tahammülün yok," dedim başımı önüme eğerek. "Sorunlarımızı konuşabileceğimizi sanıyordum…"
"Evet, hadi konuşalım. Mesela o kapıyı suratıma nasıl kapattığını konuşabiliriz. Ben senin için tüm kapılarımı açmışken!"
Suratımın ortasına tokat inmiş gibi sarsıldım ve başımı hızlıca kaldırdığımda, onun nefes nefese kaldığını gördüm. Yüzünü istediğim gibi bana dönmüş, bakışlarını gözlerime dikmişti. "Han," dedim paramparça bir sesle. "N'olur böyle söyleme."
"Gerçekten böyle reddedilmeyi hak ediyor muydum?" diye sordu fısıltıyla ve az önce uzağıma giden o değilmiş gibi daha yakınıma girerek alanımı daralttı. Utanç duyduğum için yalnızca göğsüne bakarken Hazer başını başıma doğru eğerek beni sıkıştırmaya devam etti. "Bana değer verdiğini sanıyordum!"
İtiraz dolu gözlerle ona bakarken, "İleriye gidiyorsun," dedim. Kızgın hissetmiştim. "Sana değer vermemekle suçlayamazsın beni! Kör olamazsın! Görmüyor musun? Çok önemlisin, çok!"
Söylediklerimin onu mest ettiğini, aynı zamanda cesaretimi de şaşkınlıkla karşıladığını fark ettim ama bu mest dolu duyguyu yüzünden çarçabuk silerek üzerime geldi.
"Aramızda kör olan biri varsa o sensin Mila! Daha ne kadar gözünün içine sokabilirim ki?" Alnı alnıma iyice yaklaştı ama bana temas etmedi. "Anlamamazlıktan geldin, hem de her defasında! Seni anladım çünkü duygularını önemsedim. Fakat büyük bir adım attığım ilk anda kapıyı suratıma kapatıp kaçtın!"
Kafamı iki yana sallayarak kendimi açıklamaya çalıştım. "Kaçmadım, korktum!"
"Şimdi de benden korktuğunu mu söylüyorsun? Çok sağ ol ya!"
Bu sefer onun hep bana yaptığı şeyi ben ona yaparak yüzlerimiz arasındaki mesafeyi sıfırlayarak gözlerinin içine içine baktım.
"Senden korkmadım, hissettiklerimden korktum!"
Soluk almayı kesti ve dudaklarını sımsıkı kapatmasına rağmen gözlerinin bir kez daha parladığını gördüm. Asansör ağır soluklarımız ve kalp atışlarımızla dolarken Hazer'in bakışları yavaşça yüzümde dolaştı. Alnımı, yanaklarımı, saçlarımı, burnumu, çillerimi uzun uzun izledi. Ben de onu izlemelere doyamadığımdan bakışlarımı tüm çehresinde hasretle gezdirdim. Yaş dolu gözlerimle ona bakarken Hazer'in bakışlarının dudaklarımda oyalandığını gördüm. Nefes aldığımda gözlerini kaçırdı ve ellerini de vücudunu da uzaklaştırarak asansörün diğer ucuna ilerledi. Vücudumu serbest bırakarak duvara yaslandım ve bir elimi yüzüme kapattım.
Resmen tartışmış, birbirimize sesimizi yükseltmiştik ve bu duruma gelmek benim tüm yaşam hevesimi söndürüyordu. Her şeyin tadı kaçıyordu, zaten günlerdir yediğim şeylerin tadına da varamıyordum. Çok üzülüyordum ama Hazer'i öyle gücendirmiştim ki doğru kelimeleri bulamıyordum. Kollarımı etrafıma sararken üzgün gözlerimi bir kez daha ona çevirdim ve bu sırada gözüm bir şeye çarptı. Ufak çapta şaşkınlık yaşayarak Hazer'in kumaş pantolonunun cebinden görünen saç kurdeleme baktım.
"Saçlarını açık bırakmışsın?"
Alçak sesle dile getirdiği sorusunu duyduğumda bakışlarımı alelacele onun gözlerine çıkardım ve omzumun iki yanından sallanan saçlarımı izlediğini gördüm. Her ne kadar ona gücenmiş olsam da saçlarımı bağlamamıştım; kurdelem başımdaydı. "Aslında bugün de seni göremem sanmıştım," diye fısıldadım. Günlerdir beni görmeye gelmemesine üzüldüğümü belli etmeye çalışıyordum. "Yine de açık bıraktım, bağladığımı görürsen yanlış anlama diye."
"Mila..." Başını önüne eğerek derince bir iç çekti ve omuzları düştü. "O kadar kafa karıştırıcısın ki düşünmeme bile izin vermiyorsun!"
"Üzgünüm."
Elleriyle yüzünü sertçe ovaladı ve ardından konuşmayı bitirir gibi asansörün kapısına ilerledi. Elinin düğmelere uzandığını gördüğümde ondan önce davranarak harekete geçtim ve saniyeler içinde ona uzandım. Parmaklarımı kumaş pantolonunun cebine uzatarak kurdeleyi çektim ve geriye kaçtım. Hazer irkildi ve bir cebine, bir de elimdeki kurdeleye bakarak kıpkırmızı oldu.
"Bunu neden yanında taşıyorsun?" diye sorduğumda dişlerinin arasından bir soluk bıraktı ve bana yaklaşarak kurdeleye uzandı. "O benim kurdelem Mila, verir misin?"
“Ya," dedim ve aramızın yumuşaması için tatlı bir espri yapmaya çalıştım. "Nerene takıyorsun?" Gözlerini kısıp ağzını bıçak açmadan bana baktığında yaptığım espriden dolayı mahcup hissettim ve bakışlarımı kaçırarak, "Senin bir işine yarayacağını sanmıyorum," diye fısıldadım, bana cevap vermediği için üzülerek. "Geri alayım, kullanırım."
"Bana ne, benim." Bir kez daha üzerime yürüdü ve uzanıp kurdeleyi elimden almaya çalışırken ona engel olmamla bocaladı ve vücudu bir saniye sonra sertçe vücuduma yapıştı. Kendini bana o kadar hızlı ve sert bastırmıştı ki sırtım duvara çarpmış ve kalbim bu yakınlığa hazırlıksız yakalanarak âdeta bağırmaya başlamıştı. O da vücutlarımızın bu temasını beklemiyor olmalıydı ki afalladı ve gözlerimin içi yanmaya başlarken yüzüme daha yakından bakarak parmak uçlarımdan yumuşakça tuttu. "Bak işte, o kadar yakınıma girersen böyle olur! Şimdi ben senden nasıl uzaklaşacağım?"
Onunla yakın olma çabamı anladığı için utanmıştım. Birbirimize karşı ne ara bu kadar incitici olduğumuzu düşünürken içinde kurdele olan elimi onun yanağına götürmek için hareketlenecek oldum ama Hazer ne yapacağımı anlayarak elimi tuttu ve ani şekilde başımın üzerine kaldırarak duvara sabitledi. Nefesim kesilmiş ve gözlerim kocaman açılmıştı. Gözleri şimdi daha kararlı ve sıcaktı. Vücudunu vücuduma dayadı ve parmaklarıyla bileğimin içini okşarken yüzünü yüzümün sadece bir santim kadar uzağında tutarak soluk soluğa konuştu. "Senden uzak durmakta zorlanıyorum Mila…" Gözlerini yumdu ve kendini iyice vücuduma bastırarak benim de gözlerimin kapanmasını sağladı. "Hissediyor musun?"
O kadar fazla şey hissediyordum ki nefesimi kesiyordu; hem de acıtarak. Bir erkeği geçin, onun vücuduna da ilk kez bu kadar yakındım ve sol tarafımı ona bırakıp bu savaş alanından kaçmak istiyordum. "Ben de seni görmeyince üzülüyorum," diye fısıldadım. "Beni üzmeye devam mı etmek istiyorsun?"
"Bana veda bile etmeden suratıma kapı kapattın Mila!" Yine aynı şeyi söylediğinde o gece, o kapıyı yüzüne örtmemin ona ne kadar acı verdiğini bir kez daha fark ettim. "Beni reddettin, bir daha bu konuyu açmamamı istedin. Öyle yapıyorum, bu konuyu açmıyorum. Söylesene, seni rahatsız eden ne?"
"Ben..." Haklıydı, söylediği her şey doğruydu ama ya duygularım? "Bu meseleyi konuşup kaldığımız yerden devam edeceğimizi düşünmüştüm."
Saçlarıma yakın yerde derin bir nefes alarak, "Nerede kalmıştık Mila?" diye sordu. Gözlerime ufacık bir an daha bakarak yüzümün aşağısına indi ve dudaklarını benimkilere yaklaştırarak fısıldadı. "Burada mı kalmıştık?"
Neden bahsettiğini anlamıştım. "Oraya hiç gelmedik."
"Kafamın içinde seninle çok kez orayı geçtik."
Tüm bunları hissederek sağ kalmaya çalışmak o kadar zordu ki ruhum kalp atışlarımın sesinden ürkmüştü. Gözlerim yaşanan anın yoğunluğu yüzünden kapandığında Hazer inler gibi bir ses çıkardı ve bileğimi, sonrasında vücudumu serbest bırakarak bir çırpıda benden uzaklaştı. Kolum aşağıya düşerken bedenimde bir soğukluk oldu ve ben gözlerimi açana kadar Hazer asansörü terk etti.
Gözlerimi açtığımda koridorun ucuna ilerlediğini gördüm ve asansör kapıları tekrar kapandığında titreyen elimle düğmeye dokunarak asansörü durdurdum. Aynaya dönerek ne hale geldiğime baktım. Yüzüm kızarmış, çillerim belirginleşmişti. Saçlarımı düzelterek omuzlarımdan aşağıya bıraktım ve yüzümü temizleyerek sakinleşmeye çalıştım. Parmaklarım yanağımdan kayıp dudaklarımın üzerinde durduğunda bana söylediği cümleler zihnimi yaktı.
Kafamın içinde seninle çok kez orayı geçtik.
Beni öptüğünü düşünmüştü.
Daha konuşamamış ve ona soracağım hiçbir şeyi soramamıştım. Bahar Teyze bir kadınla randevuya çıkacağını söylemişti. Bunu sormaya hakkım vardı çünkü o da bana Nazım'ı sormuştu ve onunla görüşmemi istemediğini dile getirmişti. Ben de onun bir başka kadınla görüşmesini istemiyordum ama o görüşmek istediği için çok üzülüyordum.
Koridora çıkıp üzgün şekilde salona ilerlerken gergince ellerimi ovuşturuyordum. Kapıyı açıp içeri girdiğimde Meliha Hanım’ın güldüğünü duydum ve başımı kaldırıp baktığımda Hazer'e kendi telefonundan bir şey izlettiğini gördüm. Genzimi temizleyerek dikkatlerini çektiğimde Meliha Hanım kafasını kaldırarak gülümsedi ve beni içeriye buyur etti. "Hoş geldin Safirciğim."
Nezaketimi korumaya çalışarak cevap verdim. "Hoş buldum."
İzleyici koltuklarına yöneldim ve üzerimdeki montu çıkarırken Meliha Hanım'ın bakışlarını üzerimizde hissettim. Hazer’le hiç selamlaşmayıp bakışmamamız dikkatini çekmiş olmalıydı.
"Müzikale iki gün kaldı," dedi, bunun için heyecanlı görünüyordu. "Bugün çalıştığımız son gün olsun, yarın ve ondan sonraki günler dinlen."
Müzikal öncesi vücudumu dinlendirmem, ruhsal olarak kendimi yatıştırmam lazımdı. "Haklısınız," dedim sadece.
"Sen... iyi misin Safir?"
"Komik videolar izleyip gülecek kadar iyi değilim, bu da görünüyor sanırım."
Hazer'in boğazından bir ses çıktı.
"Anlamadım?" dedi Meliha Hanım ve onun sesindeki hoşnutsuzluk beni kendime getirdi. Kaba tavrım için utanç duydum ve başımı iki yana sallayarak sessiz kaldım. "Sanırım iyi bir gün geçirmiyorsun, sorun yok. Başka şeylerden bahsedelim. Müzikal için elbiseni aldın mı? Ne giyeceksin? Dilersen beraber karar veririz."
Geçen birkaç günde Gazel’le alışverişe çıkmış, evin önemli eksiklerini gidermeye çalışmış ve kıyafet için biraz para ayırmıştım. "Müzikale kadar halletmiş olacağım," dedim nazik şekilde. "İlginiz için teşekkür ederim."
Hazer'in de onun da arkamdan baktığını hissederek sahnenin arkasına geçtiğimde saç diplerimin terlediğini fark ettim. Kendimi güvene alarak kıyafetlerimi çıkardım ve taytımla, askılı badimi giyerek saçlarımı balerin topuzu yaptım. Kendimi dans hazırladıktan sonra oyalanmadım ve müzikalden önceki son dans için kendime şans diledim.
Arkadan çıkarak sahneye yürüdüğümde başım eğikti ve kalbim acı içindeydi. Sahnenin ortasına dek yürüyerek gözlerimi Meliha Hanım’a çevirdiğimde elindeki kahveyi yudumlarken laptoptan müzik açtığını gördüm. Ah, hem kendisine hem de Hazer'e kahve almıştı. Nefesimi vererek bakışlarımı başka yöne çevirdim.
"Bugün ikiniz de epey tatsızsınız, belli." Meliha Hanım her ikimize de bakıp en sonunda gözlerini gözlerime kilitledi. "Beni anlamak istemediniz ama bahsettiğim şey buydu işte. Bakın, müzikale iki gün kala moralleriniz sıfır! Özellikle senin Safir… Şu an havalara uçman gerekiyordu ama bir şeyler seni olumsuz yönde etkilemiş."
Haklıydı ve bunu yalanlayamıyordum.
"O zaman tadımızı daha fazla kaçırma Meliha," dedi Hazer sakince. "Doğru, onu olumsuz yönde etkiledim ama ayaklarını yerden de kesebilirim. Sen sadece işini yap, duygularımızı bize bırak."
Benim konuşmama fırsat kalmadığı için memnuniyet duydum ve Hazer'in sert çıkışından etkilenerek ürperdim. Meliha Hanım da bu sert çıkıştan etkilenmiş olmalıydı ki yüz ifadesi gerildi ve bir süre ağzını bıçak açmadan Han'ın yüzüne baktı. Hazer'se... hiçbir pişmanlık hissetmeden dik dik ona bakmayı sürdürdü. Meliha Hanım kafasını sallayarak bana döndü ve laptop ekranına dokunarak müziği başlattı. "Başla Safir."
Bale yapmaya başladım ve o andan sonra hiçbir şey düşünmedim. Müzikalde en güzel görünen, en iyi dans eden balerin olacaktım ve bunun için son günümdü. Yapabilirdim, daha önce yapmıştım. Birçok kişi yüzüme karşı yapamayacağımı söylemişti, hatta dans ettiğimde neredeyse kimse beni görmemişti ama bu müzikali kazandıktan sonra ışığımın farkına varacaklardı.
Onar dakikalık aralarla tam dört saat boyunca çalıştım ve bu süre içinde sadece dansa odaklanmaya çalıştım. Bu konuda başarılı olmuştum; tüm eksiklerimi gidermiş, dört saatin sonunda kuğu gibi süzülerek ortaya kusursuz bir performans çıkarmıştım. Performansımı bir reveransla sonlandırırken Hazer’le göz göze geldik ve o an tüm her şey bir yığın halinde beynime üşüştü. O gece olanlar, iki günlük hasretim, asansördeki tartışmamız, onun... bir kadınla olan randevusu. Son düşüncemle ayaklarımın üzerinde duramadım ve bocalayarak neredeyse düşecek olduğumda Hazer'in ileriye doğru atıldığını gördüm. Neyse ki tabanlarımın üzerine sağlam basarak kontrolümü sağladım ve dargın bakışlarımı ondan çekerek ağzımın içinde mırıldandım.
"Gıcık, gıcık, gıcık!"
Hazer sahneye doğru bir adım attı. "Gıcık mı tuttu?"
Kafamı çevirip bir an ona baktıktan sonra ağzıma geleni düşünmeden söyledim. "Payaso guapo!"
İspanyolca konuştuğum için hiçbir şey anlamayarak kaşlarını çattı. "Al işte… Hep bunu yapıyorsun. Ne dedin ki şimdi?"
Tamamen doğrulup Meliha Hanım'a selam verdim ve bakışlarımı tekrar Hazer’le buluşturarak, "Bilmen gerekmiyor," diye fısıldadım ve o güzelim gözlerinden ayrılarak arkamı döndüm. Sakin adımlarla sahnenin arkasına yürürken gözlerinin vücudumu sarıp sarmaladığını iliklerime dek hissettim.
Üstümü çıkardım ve kıyafetlerimi giyerek bale kıyafetlerimi yıkamak için yanıma aldım. Saçlarımı açarak beyaz kurdelemle bağladıktan sonra elimdeki torbayla dışarıya çıktım ve sahneden inerken Hazer'in yokluğunu fark ettim. Hemen gitmişti, üstelik bana veda bile etmeden.
"Mila, bu müzikalden önceki son görüşmemiz." Meliha Hanım ellerini önünde birleştirerek yanıma yürüdü. "Zaman zaman sürtüşsek de azmini çok tebrik ediyorum. Başaracağına eminim. Başarılar dilemek istedim, dargın ayrılmak istemiyorum."
"Güveninizi, emeğinizi boşa çıkarmayacağım. Teşekkür ederim her şey için."
Elini omzuma koydu. "Yolun açık olsun, ideallerinden ödün vermezsen parlayacağına eminim."
Gülümseyerek yanından ayrıldım. Montumu koltuktan alarak kucağıma koyarken çıkışa ilerledim ve kapıyı açıp çıktım. Bir umut koridora bakınıp Hazer'i aradım ama beni bırakıp gitmişti. Saçlarımı parmağımın etrafına dolayarak koridorun sonuna yürüdüm ve bir daha asansöre binmeyi istemediğim için merdivenlere yöneldim. Basamakları inmek için köşeyi dönerken bir elin belime yerleştiğini hissettim ve ardından kuvvetle çekildim.
Beni göğsüne çekmişti.
Sırtımın göğsüne yerleştiğini fark ettiğimde tanıdık sıcaklığı endişelerimin önüne geçti ve gözlerim kocaman oldu. Merdivenin ilk basamağında, arkalı önlü dikiliyorduk. Parmaklarının sıkı tutuşu yumuşak, nazik bir hal aldı ve nefesimi kestiğinin bilincinde olarak başını başıma eğdi. Saçlarım onun beni savurmasıyla dağılıp yüzüme düştüğünde Hazer ensemin civarında derin bir nefes alarak saçlarımın bir kısmını tutan kurdeleye uzandı. O kurdeleyi alırken, "Veda etmeden gitmek istemedim," diye fısıldadı ve saçımdan hafifçe öpüp çekildi.
✨
Akşam olmuştu ve karanlık beni her zaman daha da ümitsizliğe sürüklerdi. O ümitsizliğe sürüklenerek sahaftan çıktıktan sonra yalnız başıma eve gelmiştim ve ben eve geldikten az sonra Behram, Muazzez ve bir elektrik tesisatçısıyla bize gelmişti. Kapıyı açıp onları gördüğüm ilk an şaşırsam da içeri buyur etmiştim ve Behram yanında geçirdiği tesisatçıyla banyoya geçmişti. Birlikte şofbeni yerleştirmişlerdi. Evet, bu süre içinde bir şofben almıştık ve sanırım Gazel bunu laf arasında söylediği için Behram tanıdığı bir tesisatçıyı getirerek bize yardımcı olmuştu. Yaptığı o kadar makbule geçmişti ki neredeyse Behram'a sarılacaktım ama ne benim bunu yapmaya cesaretim vardı ne de Behram'ı zor durumda bırakmak isterdim. Tesisatçı şofbeni takıp gittiğinde bir süre Gazel’le akan sıcak suyu kontrol etmiş, mutlu olmuştuk.
Ardından kahve yapıp elimizdeki bardaklarla salona geçtiğimizde Behram ve Muazzez'in montlarını çıkardığını gördüm. Bu ev oldukça yetersiz, eksikti ama misafirlerimi elimden geldiğince memnun etmek isterdim. Gazel kapıyı kapatarak arkamdan girdi ve üşüdüğü için elektrikli ısıtıcıya yaklaştı.
"Niçin zahmet ettin ki?"
"Ne zahmeti, afiyet olsun."
Behram'a da kahvesini uzattığımda bana teşekkür etti ve başını önüne eğerek kahvesine baktı. Onun üç kadın içinde rahatsız olmasını anlayışla karşılayarak pencerenin kenarına yürüdüm ve duvara yaslanarak ellerimi kupanın etrafına sardım.
"Bizi çok mahcup ettin," dedim Behram'a, minnet dolu bir sesle. "Biz de kimden yardım isteyeceğimizi düşünmüştük. Tanımadığımız birini evimize çağırmak istemedik."
"İyi yapmışsınız," dedi Behram kafasını sallarken. Boğazlı kazakla koyu kot pantolon giyinmişti. "Bu gibi durumlarda bana bir alo deyin, hallederim hemen."
Gazel'in bariz bir hayranlıkla onu izlediğini gördüm. Behram bu bakışların ne kadar farkındaydı bilmiyorum ama üzerindeki ilgiden utanıyor gibiydi. Gazel başını sallarken, "Tamam, ben ararım seni," dedi. Buna memnun olmuş gibiydi. "Yani... Rahatsız olmazsan tabii."
Muazzez ve ben bakışlarımızı ikisi arasında gezdirirken Behram kahvesinden bir yudum aldı.
"İhtiyaç olduğunda ara tabii ki."
Muazzez mırıldandı. "Onun hep arayası var gibi..."
Behram kardeşine homurdandı. "Hasbinallah…"
Muazzez abisinin azarıyla biraz utandığında aynı utancı Gazel'in de yaşadığını görerek onun için üzüldüm. Canım, duygularını saklayamıyordu. Şefkatle ona gülümserken Gazel bakışlarını kaçırdı ve sanırım kendine kızarak sessizce bir şeyler mırıldandı. Muazzez'in kahvesini içerken güldüğünü gördüm, sanırım abisiyle Gazel'in arasındaki şeyi anlar gibi olmuştu. Onu izlediğimi gördüğünde ben de gülümsedim.
Muazzez kupasını kucağına indirirken, "Müzikaline çok az kalmış, heyecanlı mısın?" diye sordu.
Yeşil şalın onun beyaz tenine ne kadar çok yakıştığını düşündüm. "Sen nereden öğrendin?"
Yanakları kızardı. "Han'dan."
Yüzümdeki gülümsemeyi sabit tutarak başımı salladım. "Evet, cumartesi akşamı." Sırtımı duvardan ayırdım. "Hatta sizi de orada görmekten memnuniyet duyarım."
Gözlerinin içi parladı. "Çok isterim."
Koltuğa yürüdüm ve torbanın içinden iki davetiye çıkardım. Dönüp davetiyelerden birini Muazzez'e uzatırken, "Güzelliğinle orayı daha da güzelleştireceğine eminim," diyerek aramızı yumuşatmaya çalıştım.
"Hazer dansını o kadar methetti ki izlemek için sabırsızlanıyorum."
Hazer'in insanlara dansımdan bahsettiğini bilmiyordum, bunu duyunca utanmıştım. Bakışlarımı kaçırarak diğer bir davetiyeyi Behram'a uzattım.
"Bu davetiye sen ve Gazel için," dedim gülümseyerek. "Çift olarak size bir davetiyenin yeteceğini düşünüyorum."
Behram'ı bir öksürük krizi tuttuğunda birinin bacağımı cimciklediğini fark ederek yerimden sıçradım. Arkamı döndüğümde Gazel'in gülmekle kızmak arasında kalarak bana baktığını gördüm. Ağzını sessizce kıpırdattı: Çocuğu utançtan öldüreceksin!
Ben geçip Gazel'in yanına otururken Behram hâlâ öksürüyordu. Muazzez şaşkınlığını atmış, abisinin sırtını sıvazlıyordu. Hayretler içinde, "Anneme, seni biriyle tanıştırmak istiyordum dediğin... Gazel miydi?" diye mırıldandı.
"Muazzez!"
Behram yüksek sesle adını söyleyerek ona döndüğünde Gazel'in dudaklarından şaşkınlık ifadesi döküldü. Muazzez özür dileyen bakışlarla abisine döndü ama Behram kıpkırmızı olmuştu. Başımı çevirip Gazel'e baktım. O da bana döndü ve gerçeklerin önüne geçemeyeceğini fark ettiğinde sessizce yutkundu.
Çok geçmeden Behram benden montlarını rica etti. Onları arabaya kadar uğurlarken Behram'ın mahcubiyetle âdeta yerin dibine girdim. Kardeşini koltuğa oturttu, bana ve Gazel'e güzel geceler diledi. Şoför koltuğuna yerleşti, veda ederek sokaktan uzaklaştı.
Bir süre sokakta durup arkalarından baktık ve Gazel ağlayarak içeriye girdiğinde hiçbir şey yapamadan onu takip ettim. Eve girip kapıları kilitledim ve salona geçip o gri koltuğa oturdum. Gazel koltuğun diğer köşesinde oturup sessizce gözyaşları dökerken dizlerimi kendime çekerek uzun uzadıya duvarları izledim.
Gazel'i seviyordum, kırılıp dökülmesini istemiyordum ama bir yalan söylediyse bedelini ödemeliydi. İş çığırından çıkıyordu, hâlâ nasıl farkında olmadığını anlayamıyordum. Hazer'in de bu konuda sabrının taştığına emindim, dostunu kandırmak vicdanına büyük bir yük oluyordur. Başımı çevirip Gazel'e baktım ve net bir sesle konuştum. "Gerçeği bir hafta içinde söylemezsen olan biteni Behram'a ben söylerim Gazel. Çok üzgünüm, bana başka seçenek bırakmadın."
Bu söylediğime inanamıyormuş gibi suratıma bir süre baktı ve ardından acılı bir gülüş dudaklarından kayıp geçti. Kırıldığını biliyordum ama daha fazla kırılmaması için çabalıyordum. Dudakları aralandı, diyeceği bir şeyler olduğu belliydi ama cep telefonum ondan önce davrandı ve melodi salonda çınladı. Bu sesle bakışlarımız ayrıldı Telefonu çıkarıp ekrana baktım.
Sadece Hazer ♡
Arıyordu. Elim kalbime gitti ve tam bir saniye içinde sanki onlarca şarkı bizim için çalmaya başladı. Bu şarkıya ritim veren kalp atışlarımdı. Gereksiz şekilde koltuktan fırladım ve soluğu camın yanında alarak telefonu yanıtladım. Kulağıma yasladığımda ne söylemem gerektiğini bilmiyordum ve neyse ki Hazer önce konuşarak bana yardımcı oldu.
"Mila, Mila, Mila..."
"Hazer," dedim derinden gelen bir sesle. "Merhaba."
"Canını yediğim ya, merhaba diyor..." Sesi baygındı kelimeleri çok da seçilebilir değildi, yuvarlıyordu. "N'aber kız?"
Gözlerimi kırpıştırdım. "Affedersin, bana mı diyorsun?"
"Kızım," dedi ani şekilde yükselerek. Arkadan birtakım boğuk sesler geliyordu, Kerem'in sesini de duyuyor gibiydim. Hazer onu susturmaya çalışıyordu ve ne olduğunu anlayamamıştım. "Benim senden başka canım var sanki..."
Ne yapacağımı, ne söyleyeceğimi şaşırdım ve durumu için endişe ederek, "İyi misin?" diye sordum.
"Sen bana bir şey diyordun," dedi Hazer, sesi pürüzlüydü ve sık sık esniyordu. Uykulu muydu? Kerem'in, “Hazerciğim, ayaklarını şuraya koyar mısın?” dediğini duydum ve biraz daha şaşırdım. Hazer oflayıp devam etti. "Mi, mi..."
Sakince gülümsedim. "Mi vida."
"Haa." Hazer hattın diğer ucunda güldü. "Mi vidan mıyım ben senin?"
Kızardım. "Öyle oldun, hiç beklemiyordum."
"Ya ağzını ye..."
"Hazer Bey!" Kerem sabırsızca bağırdı ve Hazer'in cümlesi yarım kaldığında kaşlarımı çattım. Neden tartışıyorlardı? Hazer'in ona bağırdığını işittim, ardından Kerem isyan eder gibi konuştu. "Hazer Bey arabayı sürmeye çalışıyorsunuz ama orası direksiyon değil, zaten siz de arka koltukta oturuyorsunuz! Arka koltukta direksiyonun ne işi var?"
"Direksiyonu tutuyorum ya işte," diye bağırdı Hazer. Sesi artık uzaktan geliyordu.
"Hazer Bey, tuttuğunuz benim kafam!"
Dudaklarım kıvrıldı, neler olduğunu tam anlamamıştım ama Hazer ve Kerem'in atışması keyifliydi. Önce Hazer'in bağırdığını, daha sonra ise Kerem’in, “Allah’ım, bu kuluna yardım et,” diyerek yakındığını duydum. Sesler boğuktu, sanki telefon kulağında değildi. Onunla konuşabileceğimiz için mutlu olmuştum ama doğru düzgün konuşamamıştık.
"Adam kafayı yedi," diye isyan ettiğini duydum Kerem'in, büyük sıkıntı çekiyormuş gibi. "Müslüm Gürses dinliyor, rakı içip kafayı buluyor..."
İşte her şey şimdi yerli yerine oturmuştu. Hazer alkol almıştı, bu yüzden de pervasızca konuşuyor, ne yaptığını bilmiyordu. Huzursuzca alnımı duvara daha sert bastırırken Hazer'in Kerem'e bağırdığını duydum ve az sonra sesini hattın diğer ucunda duydum. "Mila? Gece Yarısı Güneşi'm?"
"Buradayım Hazer."
"Bu Kerem bizi ayırmaya çalışıyor," dedi. Muhtemelen Kerem telefonu elinden almıştı ve Han buna epey kızmıştı. Kıpırdandığını ve gıcırtı seslerini arka perdeden alıyordum. "Gücü yetebilirmiş gibi... Seni var ya Mila, seni gördüğüm yerde öpmeyen şerefsizin tekidir! Karşıma sakın çıkma var ya, seni öyle bir öper..."
"Hazer Bey, size şu rakıyı ağzınızla için dedim ama siz bir tarafınızla içince böyle oldu işte!"
Hazer'in sesi tekrar hattan düştü ve boğuk seslerin ardından arama sonlandı. Telefon kulağımda kaldı ve gözlerim hayretle açıldı. Tüm her şeyi bir yere kadar makul karşılıyor, onunla konuşmaya çalışıyordum ama sarf ettiği son cümleler... Şok ediciydi. Alkollü olduğu için söylemişti ama söylemişti işte. Karşıma çıktığın ilk yerde demişti, sakın karşıma çıkma diye de eklemişti. Seni öperim, seni öyle bir öperim ki, demişti.
Tanrım!
Titreyen parmaklarımı dudaklarımın üzerine koydum ve beni tam buradan, dudağımdan öpmeyi istediğini idrak etmeye çalıştım. Yanağımdan, yüzümün herhangi bir başka yerinden öpmekten bahsetmiyordu. Onu öpmek... Nasıl olurdu ki acaba? Sarhoş mu ederdi beni? Ya çok seversem ve hep istersem ne olacaktı?
✨
Müzikale bir gün kalmıştı. Fakat hâlâ mutsuzdum.
Dün geceden beri onu ve bahsettiği şeyi düşünüyordum. Saatlerin nasıl geçtiğini bile bilmiyordum. Gece sık sık uyanmış, yine rüyamda Hazer'i gördüğüm için bir süre uyuyamamıştım ve sabah erken saatte kalkarak Gazel’le hastaneye gitmiştim. Hazer'in ona aldığı randevu bugündü ve dostumu yalnız bırakmak istememiştim.
Doktor Gazel’le konuşmuş, birkaç test yaptırmıştı ve sonuçlarının birkaç gün içinde çıkacağını söylemişti. Hastaneden uzaklaştığımızdaysa yarınki müzikal için kıyafet aramak üzere çarşıya inmiştik ve şimdi bir mağazaydık. Gazel heyecanla benim için tütü, mayo, güzel saç tokaları bakıyordu. Burası maddi olarak beni aşan bir mağazaydı ama o görünce girmiştik.
Gazel arkamdan seslendi. "Burada da mı bir şey beğenmedin?"
Beğendim ama param yok.
Kafamı iki yana salladığımda kolumdan tutup beni mağazadan çıkardı.
"Hangi renk istiyorsun peki?"
"Gri," diyerek derhal cevapladım. "Ama... solgun göstermesinden korkuyorum."
"Taşlı bir şey bakarız, internette çok güzel şeyler görmüştüm. Mesela mayonu taşlı alırız, tütünü daha düz."
"Olabilir canımın içi."
Bir başka mağazaya girdik ve içeriye adımımızı atar atmaz gözüm doğrudan bir kıyafete çarptı. İleride, askısındaydı. Gri değil, beyazdı ama çok hoştu; dakikalardır gördüğüm en iyi kıyafetti. Bu yüzden doğrudan ilerledim ve kumaşına dokunarak yarın gece kendimi bu kıyafetin içinde hayal ettim. Evet, bu kıyafeti istiyordum.
Gazel de bu kıyafeti benim kadar beğendiğinde çalışan hanımefendi bize yardımcı oldu ve bedenimi bulup kısa süre içinde kıyafeti paketledi. Ücreti ödeyerek mağazadan ayrıldığımızda Gazel heyecanlı bir şekilde çok güzel göründüğümden, yarın kazanacağımdan emin olduğunu söyledi. Ben de öyle ümit ediyor, sürekli dua ediyordum. Üstelik yarın kazanırsam şirket tarafından toplu para alacaktım ve o para benim için çok ama çok mühimdi. Evimi daha güzel dizebilir, ihtiyaçlarımı karşılayabilirdim.
Gazel koluma girdiğinde açık bıraktığım saçlarımdan bir tutamı parmağımın etrafına dolayarak bayır aşağı yürümeye başladım, yollar oldukça dikti. Gazel yarın kendisinin ne giyeceğiyle ilgili bir şeyler söylüyordu ama cümlelerini kaçırıyordum. Çünkü aklım başka yerdeydi; kalbimin olduğu yerde, Hazer'de. Dün yaşanılanlar, Bahar Teyze’nin söyledikleri, Hazer'in bu akşam bir kadınla randevuya çıkacak olması...
Belki Bahar Teyze yanlış anlamış, beni de yanlış bilgilendirmişti. Eğer gerçekten bir kadınla randevuya çıkacaksa da bu benim Nazım Bey’le randevuya çıkmamdan farksız olurdu. Ki bu hiç hoş değildi. Nasıl yapardı? Hiç mi düşünmezdi ona güceneceğimi? Sokağın köşesini dönerken başımı kaldırdım ve hiç ummadığım bir karşılaşma yaşadım.
Nazım Bey, tıpkı benim gibi sokağın köşesini dönüyordu.
İkimiz de birbirimizi görerek duraksadık ve geriye sıçrayarak şaşkınca birbirimize baktık. Gazel de benim durmamla durdu ve Nazım'ın yüzünü derince bir gülümseme kapladı.
"Merhaba," dediğimde, Nazım karşılaşmamızdan memnuniyet duyarak yanıtladı. "Merhaba Safir."
"Beyefendi..."
Gazel'in sesini duydum ve tanımadığı için Nazım'a anlamsız şekilde baktığını gördüm. "Nazım Bey," dedim Gazel'e, onları tanıştırarak. "Arkadaşım, Gazel."
Nazım bakışlarını benden çekmekte vakit harcadığında rahatsızca kıpırdandım ve sonunda bakışlarını çekip elini Gazel'e uzattığında rahatladım. Gazel ona uzatılan eli parmaklarının ucuyla tutarken, "Memnun oldum," dedi Nazım'ı süzerek.
"Ben de." Gazel'e gülümseyerek tekrar bana döndü. "İnan karşılamamız tamamen tesadüf, bana da sürpriz oldu."
Düşüncelerimden mahcup olarak, "Kusura bakmayın," dedim, muhtemelen böyle düşündüğümü bildiği için.
"Tasalanma güzelim," dediğinde bu samimi kelimenin şaşkınlığını yaşayarak kaşlarımı çattım. Kendisi huzursuzluğumla ilgilenmeden devam etti. "Ee nasılsın, nereden böyle?"
Ben kendisini geçiştiren bir cevap vermeden önce, "Hazer'in yanından geliyorduk," dedi Gazel, beni şaşırtarak. "Siz tanımazsınız tabii Hazer'i, Safir'in erkek arkadaşı. Siz nereden tanışıyorsunuz?"
Bu yalan karşısında yüzüm kızardı ama Nazım Bey yalan söylediğini anlamamıştı, gözlerini dikip Gazel'in yüzüne sert sert baktı. "Tanıyorum," diyerek keyifsiz bir sesle cevap verdi. "Biz de Safir’le tesadüf eseri tanıştık, yaşadığım en güzel tesadüflerden birisiydi."
"Aa." Gazel samimi şekilde gülümsedi. "Safir de Hazer için aynı şeyi söylemişti."
Tanrım! Bu kız ne ara bu kadar kolay yalan söyleyebilir olmuştu? Dirseğini sıktığımda yüzünü buruşturdu ve Nazım burnundan derince soluyarak bakışlarını bana çevirdi.
"Her neyse, seninle karşılaşmaktan mutluluk duydum Safir. Mesajıma cevap vermedin ama hep yanıt beklediğimi unutma. Müsaadenle geçeyim, çok yakında görüşürüz."
Ben daha cevap vermeden yanımızdan yürüyüp kayıplara karıştı. Gazel'e dönüp elimle koluna vurdum ve o homurdandığında, "Bir daha yalan söylediğini duymayacağım," diyerek kızdım ona. "Ayaküstü kaç yalan söyledin! Neden yaptın ki bunu?"
"O adamda Galip'in bakışlarını gördüm," dedi. Huzursuzluğu gözbebeklerini kaplamıştı. "Hiç hoşlanmadım! Belli, o hoşlanmış senden. Ne bileyim, Hazer’le olduğunu bilirse kendini törpüler diye düşündüm."
Kafamı iki yana sallayarak Gazel'in koluna girdim ve içimden, Fakat Hazer’le değilim, hatta o başkasıyla… diye geçirdim.
Sessizce metro durağına yürürken Gazel, Nazım’la nasıl tanıştığımızla alakalı birkaç şey sordu ve bana alınan çiçeğin sahibinin o olduğunu öğrendi. Hâlâ huzursuzdum, sürekli telefonumu çıkarıp ondan gelecek bir çağrıyı bekliyordum. Beraber geçirdiğimiz bu üç ayda, özellikle son zamanlarda bana sürekli mesajlar atar, arardı ama şimdi... Yumruklarımı sıktım ve metro durağına vardığımızda bir anda telefonuma uzanarak hiç düşünmeden Bahar Teyze’ye mesaj attım.
Gönderilen: Bahar Teyze
İyi akşamlar Bahar Teyzeciğim, umarım çok iyisindir. Bunu başka kimseden isteyemezdim, bu sebepten rahatsız ediyorum. Rica etsem Hazer'in bu akşamki randevusunun nerede olacağını benim için öğrenebilir misin?
Gidip ne yapacaktım? Randevularını mı bölecektim? Ne büyük terbiyesizlikti! O hanımefendiye de büyük kabalık olurdu ama en azından gidip görmek, uzaktan izlemek, Hazer'in bir başka kadına nasıl davrandığına bakmak istiyordum.
Gönderen: Bahar Teyze
İyiyim kuzum, daha iyiyim :) Hazer'in sekreterini aradım, adresi aldım. Sana konum atarım da bu konum mereti nereden atılıyordu?
Bu mesajın ardından bir mesaj daha geldiğinde telefonu yumruğumun içine aldım ve bir süre hareketsiz kaldım. Ya eve gidecek, yarın için hazırlanacak, güzel bir duş alıp uyuyacaktım. Ya da gidecek, o randevuyu uzaktan izleyecek, hissettiğimden bin kadar beter hissederek eve dönecektim. Neden dönüp evimde güzel bir gece geçirmek yerine oraya gidip kalbimi kıracak şeyi görmek istiyordum ki?
Bana ne oluyor? diye bağırmak istiyordum. Size hiç oldu mu? diye sormak istiyordum önüme gelene.
"Metro geldi."
Bakışlarımı raylardan alarak kendisine döndüm. "Benim bir yere uğramam lazım."
Şaşırarak bana baktı. "Nereye şimdi birdenbire?"
"Gitmeden evvel bin," dedim ve içini rahatlatmak için dudaklarımı kıvırdım. "Aklın kalmasın, gelince anlatırım."
Kararsız göründü çünkü hakkımda öğrendiği gerçeklerden beri bana karşı daha korumacıydı. Gülümsemem onu ikna etmiş olmalıydı ki uzattığım torbayı aldı, gelen metroya bindi ve hareket ederken bana el salladı. O bakış açımdan çıkana kadar gülümsedim ve sonra beş parmağının beşi de kesilmiş bir insan gibi hüsran içinde arkamı döndüm.
Serin havaya çıktığımda soğuk hava yüzümü üşüttü. İnsanlar bir yere yetişmek için koşup duruyorlardı ama ben sadece kaçmak istiyordum. Kalbime bir ok saplanmış gibiydi ama derinine inene kadar o okun zehirli olduğunu fark edememiştim.
Adrese baktım ve buraya yakın bir yerde olmasına şükrettim. Fakat hangi araca binip gideceğimi bilemiyordum, bu yüzden taksi çevirmek mantıklı gelmişti. Zaten nasıl bir duygu gözlerimi döndürdü bilmiyorum ama o an taksiye vereceğimi ücretin fazlalığını bile göremedim.
Gittiğim yer bir restorandı muhtemelen. Gerçekten bir kadını yemeğe çıkarmıştı. Sadece bakıp dönecektim, zaten başka ne yapabilirdim ki? Sonra Hazer’le hiç barışmayacaktım, küs kalacaktım işte onunla! Duygularımı bu kadar boş verdiğini düşünmek sırtımda bir ceset taşıyormuşum gibi ağırlaştırıyordu kalbimi.
Taksi durduğunda etrafıma bakma fırsatı bulamadan ücretimi ödedim ve kapısını araladım. Kendimi dışarıya attığım an yağmur damlaları saç diplerime düştü ve kalbim müthiş derecede hızlandı. Taksinin kapısını kapattım ve etrafımda dönüp nerede olduğuma baktım. Ağaçların arkalarında kalmış villaların çatılarını görüyordum ama benim dikkatimi çeken tek yer sokağın ucundaki, etrafı camlarla çevrili restorandı.
Aklım almıyordu, orada oturup bir kadınla yemek yediğini, konuştuğunu, bir şeyler paylaştığını düşünmek... Yüzümü buruşturdum ve hızla uzanıp kazağımın yakasını çekiştirdim.
Ona kızgındım, açıkça söylemese de kendisi Nazım'dan uzak durmamı istemişti. Gerçi ben de ondan başkasına yakın olmak istemiyordum ancak şimdi bu yaptığı... Gözlerimdeki ıslaklığı hissettim, rüzgâr yüzünden gözlerim acımış olmalıydı değil mi? Omuzlarımı dikleştirdim ve kaldırıma çıkıp restorana doğru yürürken, yanından geçtiğim lunaparka baktım. Eski, yıpranmış bir lunaparktı ve ışıklar yanıp sönüyordu.
Restoranın önüne kadar yürüdüm ve merdivenlerini çıkmadan önce içeri baktım. Bir adamla bir kadın görmeyi bekliyordum; yakışıklı bir adam ve muhtemelen güzel bir kadın... İçeride sayılı müşteri vardı ama kalbimi parçalara ayıracak hiçbir şey yoktu. Evet, Hazer yoktu, mekânda bir kadınla yemek yemiyordu. Hızla cama yapıştım ve gözlerimi korkuyla açarak içeriye bir daha baktım. Yoktu işte!
Belki gitmişlerdi. Belki de Hazer onu evine bırakmıştır veya... bırakmamıştır.
Ellerimi camdan indirdim ve böyle olmadığını, aslında buraya hiç gelmediklerini düşündüm. Burada yemek yemediler, oturup birbirine gülümsemediler, beraber ayrılmadılar. Fakat...
Ellerimle yüzüme nazik davranarak gözyaşlarımı sildim ve arkamı dönüp geldiğim yolu yürümeye başladım. Yanımda taksiye yetecek param yoktu, belki otobüs durağına kadar taksiyle gider, ondan sonra akbilimle yoluma devam ederdim.
Nasıl gideceğim önemli değildi. Sadece onu düşünüyor ve buna engel olamıyordum. Yağmur hızlandığında etrafta taksi aradım. Kendimi koruyarak kaldırımda yürürken yanından geçtiğim lunaparka baktım ve ışıklarının hâlâ yanıp söndüğünü gördüm. Bir kez lunaparka gitmiştim ama param olmadığı için hiçbir şeye binememiştim. Lunapark yönünde birkaç adım attığımda içerisinin gerçekten çok ıssız olduğunu gördüm. Yüzümü havaya kaldırdım ve sayısız yağmur damlasının yüzüme inişini hissederek saçlarımı ellerimle geriye ittim.
"Muazzam görünüyorsun."
Sessizliğe o kadar alışmıştım ki bu sesi duyduğumda çığlık atarak sıçradım ve gözlerimi korkuyla açtım. Ve işte orada, karşımdaydı. Az daha yere düşüyordum ki beni bakışlarıyla tuttu ve düşmekten son anda kurtardı. Elimi korkuyla çarpan kalbime yasladığımda karşımda durduğuna inanamayarak gözlerimi kırpıştırdım. Fakat buradaydı, banktan kalkmış, tam karşımda, karanlığın ucunda duruyordu ve dudaklarının arasında yanan bir sigara vardı.
Üzerinde ona müthiş yakışan bir takım elbise vardı ve bir eli kumaş pantolonunun cebindeydi. Üzerindeki takım griydi, lunaparkın yanıp sönen ışıklarında bunu seçebilmiştim. Kaşları çatılmıştı, sigarayı dudaklarının arasından çekip aldı ve burada olduğuma inanamıyormuş gibi beni baştan aşağı süzdü.
"Senin burada ne işin var?" dedi ama sesi bir soluktan öteye gidememişti.
Burada olmama haklı olarak şaşırmıştı ama ben düşüncelerim doğru çıktığı için perişandım. Gerçekten bir kadınla randevuya çıkmış, muhtemelen restorandan sonra yolu buraya düşmüştü. Burnumu çektim ve o bana doğru bir adım attığında bakışlarım gri takımına düştü. O kadın için mi giymişti bu gri takımı? Hep benim için giyerdi oysaki...
"Mila, nereden çıktın se..."
"Bir de gri takım elbise mi giydin?"
Sesimin duyulmadığını, dudaklarımın neredeyse kıpırdamadığını hissetmiştim ama sesim yankılandığında bağırdığımı fark ettim. Bir an bu ayıbım için gözlerimi büyüttüm ve Hazer'in de aynı şekilde şaşırdığını görerek olduğum yerden ileriye atıldım. Saçlarım hızım sebebiyle omuzlarıma çarparken soluğu onun yanında alarak ellerimi nezaketsizce omuzlarına indirdim.
"Bir kadınla randevuya çıkıp bir de gri takım elbise giyerek hazırlandın mı?"
Bana delirmişim gibi baktı. O bakışları gördüğümde bir an ne yaptığımı, nasıl kabalaştığımı fark ettim ve omuzlarına vurduğum gerçeğiyle yüzleştim. Tanrım, aklımı mı yitirmiştim? Gözlerim büyüdü ve utanç derime kazınırken Hazer'in eli ansızın belime yerleşti. Beni belimden çekerek vücuduna yasladığında karınlarımız kabaca birleşti ve Hazer yüzümle tehlikeli bir yakınlık kurdu.
"Ne randevusu?"
"Bir kadınla olan randevundan bahsediyorum tabii ki! Yaptığın hiç yakışık alan bir şey değil! Kadınlarla randevuya çıkacaksan bana öyle bakmamalısın! Şu yaptığına bak, senin yüzünden bağırıyorum ki ben bağırmayı hiç sevmem. İlişki tarzın ne bilmiyorum ama ben tekeşliliği savunurum!"
Hazer duyduklarına inanamıyor gibiydi, bir eliyle gözlerini ovuşturdu. "Neden bahsettiğini izah eder misin Mila?"
"Bana güzel duygulardan bahsedip başka kadınlarla randevuya çıkmandan bahsediyorum!"
Hazer belimdeki elini çekti ve beni bıraktığını düşünürken diğer elini belime yerleştirdi. Çektiği elinde yanan sigarası olduğunu gördüm. Sigarayı benden uzaklaştırırken gözlerini yüzümün aşağısına indirerek dişlerinin arasından bir fırt çekti.
"Neden bahsettiğini anlamıyorum. Üç aydır hiçbir kadınla randevuya çıkmadım."
Parmaklarım gri ceketinin ütüsünü bozacak kadar sıkı tutarken, "O halde burada ne yapıyordun?" diye sordum.
"Çoğu zamanki iş yemeklerinden biriydi," dedi sakince.
"Aman Tanrım!"
Sadece iş yemeği miydi? Bahar Teyze yanlış anlamış, beni de yanlış bilgilendirmişti. Utanç damarlarımda âdeta aktı ve başım mahcubiyetle önüme düştü.
"Sen biriyle randevuya çıktığımı mı düşünmüştün?"
"Annen..." Dilimle dudağımdaki yağmur damlasına dokundum. “Konuştuğumuzda senin bir randevun olduğunu söylemişti. Aslında ben Hazer öyle şey yapmaz dedim ama..."
"Anne!" Bezmiş gibi konuştu. "Deli edecek bu kadın beni yahu!"
"Ah!" Tabii ki annesi bunu bilerek yapmıştı; sırf bir araya gelmemiz için bana böyle bir bilgi vermişti. Beni kandırmıştı! Ona bir süre trip atmak istiyordum çünkü mahcup olmuştum. "Biriyle randevuya çıkmadın."
"He Mila, çıktım! İki bıyıklı adamla hem de! Birbirimizi epey süzdük ama pek elektrik alamadık!"
Sabrı taşmış gibi görünüyordu ve onu kızdırdığım için üzülmüştüm. Parmağımı dişlerimin arasına alarak ona suçlu bakışlar atarken Hazer iç çekti ve elinde sigara olan elini uzatıp saçlarımı elinin tersiyle arkaya attı.
"Sen bir kadınla randevum olduğunu düşündüğün için mi buraya geldin?" Islak kirpiklerinin altındaki amber renkli gözleri, bir ateşin üzerindeki su gibi kaynamaya başladı. "O yüzden mi bu kadar fevri hareketler yaptın, üzüldün ve nezaketini bile kaybettin?"
"Bir kadınla randevuya çıkmanın hiç hoş olmayacağını düşündüm de..."
Dudağının kenarı kıvrıldı. "Ya..."
"Peki benimle bir randevuya çıkar mısın?"
Dudakları aralıklı kaldı ve beyaz dişlerinin bir kısmı göründü. Burnundan derin bir nefes alarak parmaklarıyla sırtımda daha fazla yer kapladı ve alnını yumuşakça alnımın üzerine koydu. Tanrım bu hisse bile hasret kalmışım.
"Bırak da bu teklifi senin gibi güzel bir hanımefendiye bizzat ben edeyim."
"Han..."
Elimi indiriyordum ki bileğimden tuttu ve beni şaşkına çevirerek az önce dişlerimin arasından çıkardığım parmağıma sert bir öpücük bıraktı. Bu çok fazla samimiyet barındıran öpücükle şaşkına döndüm.
"Hazer!"
Sırıtıyordu. "Neee?"
Parmağımı elinin arasından çektim ve neyse ki Hazer buna izin verdi. Nasıl yapmıştı, hiç mi rahatsız olmamıştı anlamıyordum. Nefeslerim aşırı derece hızlandığında bakışlarımı kaçıracak oldum ama Hazer ani şekilde çenemden tuttuğunda bunu başaramadım. Kemikli parmakları yüzümü yüzüne kaldırdı ve tenime düşen yağmur damlaları bile ateşinin altında sıcacık oldu. Onun parmağının nabzını, kendi nabzımı, kokusunu, nefes alıp verişini, kalp ritimlerini... Her şeyini görecek, hissedecek kadar yakınına çekti yüzümü ve ayaklarımı tamamen yerden kesti.
"Gri olan ne varsa senin için giyiyorum ve randevulara seni çıkarmak istiyorum..." Nefesini tuttu ve acı çekiyormuş gibi inleyerek ihtiyaç yüklü bakışlarını gözlerime yöneltti. "Yağan bu yağmurun altında seni öpmek istiyorum."
"Hazer, n'olur..."
Nefesi dudaklarıma çarptı. "Ölüp bitiyorum kızım bir kere öpebilmek için, görmüyor musun?"
Tanrım, gözlerimi açıp yüzüne bakamazdım. Dudakları da kollarının arası kadar güzelse... Elimin altında kalp atışlarını hissederek fısıldadım.
"Çok utanıyorum.”
Dudaklarından sert bir soluk döküldü ve elleri gevşediğinde çıkmak için bir an bile beklemedim. Hiç istemiyor olsam da kollarının arasından çıktım ve ona sırtımı dönerek parkın ilerisine doğru adımlar attım. Ellerimi uzatıp saçlarımın arasına sokarken yüzümü de bir kez daha bu yıldızlı geceye kaldırdım ve iri damlaların altında sakinleşmeyi bekledim. Bir erkekle beni öpmesi hakkında konuştuğuma, dahası bunu istediğime inanamıyordum. Saçlarımı geriye atarken kurdelemin kaydığını fark ettim ve ilerideki atlı karıncaya doğru ilerledim. Işıklar yanıp sönmeye devam ediyordu.
"Buraya gel, kaçma."
Bir atlı karıncanın ipinden tutarken dönüp omzumun üzerinden ona baktım. Kararlı adımlarla yanıma yürüyordu. Kafamı iki yana sallarken geriye doğru adımladım ve atlı karıncalara çarparak ondan uzaklaştım. Hazer belki de ilk kez kendi bildiğini okudu, sınır tanımadan üzerime yürüdü ve elini uzatıp beni yakalamaya çalıştı.
"Söylesene aklından hiç mi geçmedi? Bir an bile beni öpmeyi düşünmedin mi? Hayalini hiç mi kurmadın?"
Ondan kaçmaya çalışarak kafamı iki yana salladım. "Gelme üstüme."
"Ben kurdum," dedi, sertçe alnına düşmüş saçlarını başının arkasına doğru atarken. Sesi çatlıyordu, boğuk ve karanlıktı. Işıklar gölgeler halinde yüzünde şekilleniyor, yüzünden yağmur damlaları akıyordu. "Sana karşıma çıkma demiştim! N'olur bir kere bırak kendini...”
Bırakabilir miydim? Zaten bırakmayı istemiyor muydum? Tanrı biliyor ya, çok istiyordum. "Düşündüm," diye fısıldadım, gözlerimi aralıklı dudaklarına indirerek.
Hazer'in dudağı kıvrıldı gülümsemesindeki karanlık, güzel bir günah gibi beni yakınına çağırdı. Yutkundu ve âdemelması boynunda hareketlendi. Bana doğru bir adım daha attı.
"Korkutuyor muyum seni Mila? Sen ürkme, hiçbir niyetimi yanlış anlama diye sabırla bekledim ama... Kahretsin, ne kadar güzelsin!"
İltifatları mantığımı tamamen eritiyordu. Elimi uzatmak, onu yakınıma çekmek istiyordum. Artık üstüme gelmiyordu, durmuştu ve benden bir şeyler bekliyordu. Onun beni kırıp dökmemek için uğraştığını görmemek delilik olurdu. Başımı yana yatırdım ve ihtiyaç yüklü bakışlarını izlerken dönüp bir de arkama, karanlık yola baktım. Ya şimdi ona sırt çevirip o karanlığa doğru yürüyecek ya da onu kendime çekip hayatımın öpücüğünü alacaktım.
Önüme döndüm ve ona ilerlemeye başladım.
Vücutlarımız zamandan bile hızlıca birleşti ve etrafımızdaki ışıklar yanıp sönmeye devam etti. Ellerimiz hızla birbirimizi buldu ve benim ellerim onun ceketinin yakalarına asılırken onun elleri yüzüme yerleşti. Birbirimizi ölüme giderken tutmuş gibiydik ve yağan yağmurun altında, elle tutulacak kadar yoğun duygularla birbirimize baktık.
Hazer. Yüreğimin delice koştuğu adam… Ben ölürken gelmişti; kara bulutları kenara çekip güneşi tepeme dikmiş, toprağıma su vermişti. Hazer'in bakışları cehenneme bir komşu gibi cayır cayır yanarken, "Sus," diye fısıldadım. "Sus ve beni öp."
Boğazından çıkan o derin sesin ardından, yüzümü daha sıkı tuttuğunu hissettim. Gözlerim duygu yoğunluğuyla yarı yarıya kapanırken elimdeki kurdele ceketinden aşağıya sarktı. Hazer dediğime inanamamış gibi ıslanan, titreyen yüzümü dolu dolu ve apaçık bir ilgiyle izledi. Beni öpecekti, ona karşılık verebileceğimden emin değildim ama vücudumdaki her hücrenin bu öpücüğü hissedeceğinden emindim.
"Bir kere öpsem ikinin hatırı kalır," diye fısıldadı yüzü yüzüme tamamen yaklaştığında. Nefesimin ucundaydı, aramızda bir kalp çırpıntısı kadarlık bir mesafe vardı yalnızca. Işıklar yanıp sönüyordu ama yüzünün her çizgisini seçebiliyordum. Yakasına asılmış, ihtiyacım olan şeyi almak için ürkek, heyecanlı gözlerle ona bakıyordum.
Ve şarkı bizim için çalmaya başladı, Hazer'in dudakları dudaklarıma yaklaştı.
Denizler gibi derin sana olan sevgim.
Sana ne kadar verirsem, o kadar çoğalıyor bende kalan,
Sonsuz çünkü ikisi de, diyor William Shakespeare.
Şimdi bu öpücük de sonsuz olur mu? diye düşünüyorum o dudaklarıma yaklaşırken. Sonsuz olan güzel olur mu?
Hazer'in dudağı kaçınılmaz şekilde iki dudağımın arasına yerleştiğinde dünya üzerinde sonsuz olmasını istediğim tek şeyin bu his olacağını düşündüm. Dudaklarımız birleştiği an Hazer'in boğazından bir ses çıktı ve dudaklarım bu baskı altında kendinden geçti. Her ikimizin de gözleri kapandı ve titreyen ellerim yakasından tuttuğu gibi içgüdüsel olarak onu kendine çekti. Hazer ilk an hareketsiz kaldı, ardından titreyen, yumuşak dudakları izin alır gibi dudaklarımın üzerinde hareket etti.
Ben bu ana kadar hiç yanmamışım,
Ben daha önce sıcak bile olmamışım.
Kafasını yana yatırdı ve bir eli yanağımdan arkaya uzandı. Kemikli parmakları ensemden girerek saçlarımı avcunun içine topladı ve beni kendine daha çok bastırdı. İlk anda yumuşak başlayan öpüşme dudaklarımın kıpırdanışıyla büyüdü, sertleşti ve kalbi elimin altında çarptı. Tecrübesiz, telaşlı dudaklarım sadece hislerime güvenerek ona karşılık vermeye çalışırken o şarkının uğultusuyla başım döndü. Nefes almaya ihtiyacımız yokmuşçasına birbirimize sokuldukça sokuluyor, sayısız yağmur damlalarının altında birbirimizi keşfediyorduk.
BÖLÜM SONU.
Yorumlar yükleniyor...