0 %

Paragraf Yorumları

Yorumlar yükleniyor...

Yorum Yap

37. BÖLÜM

Yazı Boyutu
100%

"PERİŞANLIKLAR VE BEDELLER"

Beni şekerlerle kandıran canavar, seni zaaflarınla kandırıyor.

Başka açıklaması olamazdı. Bu ya bir kâbus ya da oyun olmalıydı. Hüseyin, Gazel'in babası olamazdı; dünyanın bu kadar adaletsiz olduğuna inanamazdım. Ama karşımda gözleri parlayarak, Babam, diyordu Gazel.

Yalan olmalıydı, Gazel'i kandırmış olmalıydı.

Peki... ya gerçekse?

Kulağımdaki basınç çoğaldı ve sanki zihnimde oluşan sorular beni dipsiz bir karanlığa çekmeye başladı. Elimin biri kucağımda yumruk halini aldı ve aniden vücudumdan ter boşaldı. Kendime sakin olmak ve mantıklı davranmak için bir dakika ayırarak bir kez daha söylediklerini kafamın içinde tekrarladım. Aradığı babasının Hüseyin olduğunu, kendisini yıllarca gözettiğini söylüyordu.

Yıllarca aradığı babasının, böylesi bir canavar olduğunu öğrendiğinde... Gazel daha ne kadar hayatta kalabilir ki?

Çok acı bir ihtimaldi ama şu an ağlamanın, çaresizlikle yakınmanın bana bir şey kazandıracağı yoktu. Önceliğim Gazel'i korumak olmalıydı. "Onunla görüştün mü?" diye sordum, soğukkanlılığımı korumaya çalışarak. "Bunu sana, o şe... Kendisi mi söyledi?"

Başını sallayarak aynı neşesiyle konuştu. "Şaşırdın değil mi? Ben de şaşırdım. Dur da sana her şeyi anlatayım."

Lütfen anlat. Çek şu karanlığın ellerini üzerimden.

O kadar neşe ve heyecan doluydu ki şaşkınlığımda büyük bir korkunun saklandığını görmedi.

"Son zamanlarda mahalleye gittiğimi biliyorsun, mahallede uzun süredir yaşayan insanlarla görüşüp onlara durumu izah ediyordum. Anne ve babamın bu mahallede yaşadığını, birinin beni camiye bıraktığını söyleyip böyle bir olayı bilip bilmediklerini soruyordum."

"Si," dedim. "Fakat bulamamıştın canımın köşesi, kimsenin bir şey bildiği yoktu."

"Varmış!" Tanrım, gözleri parlıyordu! Hüseyin beni de babamla kandırmıştı, zaafımı kullanmıştı. Şimdi aynısını Gazel'e yapıyordu, başka açıklaması olamazdı. Yıllar sonra hayatıma girmek istemiş, bunu da Gazel yoluyla yapmıştı. "Camiye sürekli gelen yaşlı bir adam beni yanına çağırdı; sürekli caminin etrafında olduğum için dikkatini çekmişim. Ona da olanı biteni anlattım, bir anda gözleri bulutlandı, omuzları çöktü. Aniden, Annen çok iyi bir kadındı, dedi."

Tüylerim diken diken oldu. "Tanıyor muymuş?"

"Evet Safir." Gözleri şimdi sevinçten ziyade gözyaşlarıyla parlıyordu. "Adamla bir yere oturduk, oldukça yaşlı bir adamdı. Ondan her şeyi anlatmasını istedim. Annemden başladı, annemin bana hamileyken sürekli caminin etrafında gezen bir kadın olduğunu söyledi. Adam o kadar uzun süredir aynı yerde yaşayıp aynı camiye gidiyormuş ki beni gördüğünde annemi hatırlamış zaten."

"Sonra?" diyerek konuşmaya teşvik ettim onu. Hazmetmeye çalışıyordum.

"Annemle babamın... Yani Hüseyin ile annemin iyi bir evlilikleri yokmuş, bu adam annemi sürekli ağlarken gördüğü için bir derdi olduğunu anlamış. Zaten babamı da tanıyormuş, onun tekin bir insan olmadığını bilirmiş eskiden beri orada yaşayanlar. Annemden sonra babamdan da bahsedince adlarını sordum, nerede yaşadıklarını, annemin beni neden bırakabileceğini..."

"Neler dedi adam?"

Elini elimden çekip çarçabuk şekilde gözlerini temizlerken dudakları titredi. "Annemin adının Cey... Ceylan, babamınkininse Hüseyin olduğunu söyledi. O Hüseyin olduğunu düşünmedim, aklımın ucundan bir geçmedi ki Safir! Annemle babamın nerede yaşadığını sorduğumda annemin öldüğünü söyledi."

"Gazel..." Taburemden kalktım ve tezgâhın etrafını dolanıp yanına vardığımda ıslak yüzünü avuçladım. "Anlat canımın köşesi, dinliyorum seni."

"Çok üzüldüm, annemin nasıl öldüğünü sordum. Bilmediğini söyledi, kimse korkusundan babama da soramıyormuş zaten. Annem bir anda ortadan yok olmuş, zamanla da unutulmuş. Kendileri öldüğünü düşünmüş. Babamsa arada bir görünürmüş mahallede ama benim doğup doğmadığımı kimse bilmiyormuş. Adam... annem gibi caminin etrafında gezdiğimi görünce aklına annem geldiğinden konuşmak istemiş zaten benimle. Ben bahsedince, tarihler de uyuşunca onların kızı olduğumu düşündüğünden anlattı her şeyi."

Evet, söyledikleri mantıklı geliyordu ama kalbime bu gerçeği sığdıramıyordum. Sakinliğimi koruyacak, Gazel'i o pislikten sakınacaktım. "Devam et canım," dedim.

"Annemin öldüğü ihtimalini duyunca... bir şey hissedemedim. Çok zalimce belki ama en azından... beni isteyerek bırakmadığını düşündüm."

"Zalimce değil," dedim kafamı iki yana sallarken. "Yetim olmayan biri için zalimce olabilir ama ben seni anlıyorum. İstenmeyen bir evlat olduğumuzu öyle kolay kabul edemiyoruz."

Başını salladı ve dalgalı saçları savrulurken bana sevgiyle gülümsedi. Kendi acımı kalbimin derinliğine gömerek tamamen anlattıklarına kulak verdim.

"Adama, babamın nerede yaşadığını sordum, bana mahallenin tenha bir yerindeki adresi verdi. Söylediklerine şüpheyle yaklaştım ama gitmeseydim içime kurt düşerdi. Gittim, babamı görmeyi beklerken Bekçi Hüseyin'i gördüm. Şaşkına döndüm, o da şaşırdı beni görünce, büyüyüp değişmeme rağmen tanıdı beni..."

Onun Gazel'in karşısına çıkmasını bile yediremiyor, ona asla güvenmiyordum. "Sana neler söyledi?" diye sordum.

"Ona adamın anlattıklarını söyledim. 'Yalan söylemiş,’ dedi, beni evden göndermeye çalıştı. Tesadüfe inanamadım, kuşkuya düşmüştüm. Üstüne vardım, doğruyu söyle dedim... Ben üstüne varınca kabul etti, annemin doğumda öldüğünü söyledi." Dudaklarını sertçe kemirip güç bulmak için tezgâhtaki sudan birkaç yudum aldı. "Tek başına bana bakamamış, camiye bırakmış, ben camiden alınıp yetimhaneye bırakılınca da bana göz kulak olmak için yetimhanede çalışmaya başlamış. Kimse şüphelenmemiş tabii, sonuçta bir kimliğim, soyadım yoktu. Sadece annemin adımı işlediği bir mendil vardı Hüseyin beni camiye bıraktığında. Sadece... Gazel'dim."

Bir açık, bir ayrıntı, söylediklerini haksız çıkaracak bir şey aradım ama kafam dolmuştu, bulamıyordum. Can havliyle, "DNA testi yaptırmalıyız," dedim.

"Yaptırdım," dedi Gazel, ihtiyatla gözlerini yumarak. "Pozitif çıktı."

Bu gerçekten bir kâbus olmalıydı.

DNA testi pozitif çıktıysa inkâr edemezdim ama ya test üzerinde oynandıysa? Yapmış olabilir, ondan her şeyi beklerdim. Gazel'e gerçekleri anlatmalıydım, o adamın gerçek yüzünü bilmeliydi. Fakat öncesinde bu durumu netliğe kavuşturmalıydım.

"Bekçi Hüseyin'i hiç sevmezdim," dedim, adını söylerken yüzümü buruşturmaya mâni olamadım. "Sen de pek sevmezdin. Belki... yalan söylüyordur Gazel."

"Doğru, sevmezdim," dedi. "Kabaydı, arada çikolata falan verirdi ama en ufak şeyde hemen kızardı. Fakat... neden yalan olsun ki, ne amacı olabilir? Belli ki babam."

Nasıl kaldıracaktı bunu? Nasıl bir anda yeniden dünyayı ayaklarının altından çekecektim? Onu şüphelendirmeden konuşmaya devam ettim, bu sırada saçlarını okşuyordum. "Baban ama... seni bırakmış, onunla görüşecek değilsin ya?"

"Aslında," dedi Gazel, bakışlarını kaçırırken. Tişörtünün uçlarıyla oynarken suçluymuş gibi kızardı yanakları. "Görüştüm, hem de birkaç kez. Tamam, beni bırakmış ama ayrılamamış, göz kulak olmuş. Ben de onu anlamak için görüştüm, hatta bir keresinde beni buraya da kendisi bırakmıştı..."

Buraya. Bu eve. Bu gerçek zihnimde bir bomba etkisi yarattı ve tüm boşlukları doldurdu. Nefesimi kesen acı, ruhumun dengesini sarstı. Gazel’le buraya geldiği için benim burada yaşadığımı öğrenmişti, çiçekleri adresi bildiği için buraya yollamıştı. Hâlâ arkadaş olduğumuzun farkındaydı, Gazel umurunda bile değildi. Beni üzmek için onu kullanıyordu. Gazel'i bu durumdan sadece ben kurtarabilirdim, o yüzden akıl sağlığımı korumalıydım. Ellerimle omuzlarından tuttum.

"Canımın köşesi... Ben o adama hiç güvenmiyorum ama sen bana güveniyorsun değil mi? O yüzden n'olur o adamla, bana haber vermeden buluşma."

Dudakları büküldü. "Tamam, biraz garip bir adam ama DNA testi pozitif çıktı, babam işte. Güvenilmez olsa da... bana bir şey yapacak değil ya?"

Ama bana yaptı. Defalarca kez. Üstelik kızı olması bir şeyi değiştirmiyordu, Gazel'e de zarar verebilirdi.

Samimi bir sesle, en içten duygularımla konuşuyor, beni dinlemesini istiyordum. "Ba... baban da olsa n’olur onunla görüşme, bana haber vermeden adım atma."

Şaşırdığı belliydi ama Gazel ben ne dediysem onu yapan bir kızdı, beni kırmamak için söylediklerimi dinlerdi. Behram konusu bir istisnaydı… Omuzlarını düşürürken, "Peki," diye kabullendi. "Attığım her adımdan seni haberdar edeceğim. Zaten... o da benden çok, benim hayatımla ilgilendi, senin ne yaptığını falan sordu. Beni... hâlâ mı istemiyor acaba?"

Gazel'in aklında ve kalbinde bir sürü soru oluştuğuna emindim, o da bir şeylerin test gittiğini fark etmiş olmalıydı. Onun kızı olabilirdi, aynı kanı taşıyor da olabilirlerdi ama Gazel benim kardeşimdi! Onu çok seviyordum ve korumak için her şeyi yapacaktım.

Her şeyi ona söylemek istiyordum ama kendine zarar vermesinden korkuyordum. Zaten psikolojisi bozuktu.

"Behram öğle ezanından dönecek." Gazel kollarımın arasından çıktı ve ayağa kalkarken saçlarını düzeltip bana gülümsedi. Sarsılmıştım, bu yüzden tebessüm ederek karşılık veremedim. "Erkenden çıkıp geldim Behram camideyken, döneyim şimdi.”

Kafamı salladım ama hâlâ sarsıntı yaşıyordum. "Yalnız gitme," diye karşı çıktım ve ardından bir şeyler çaktırmamak adına gülümsedim. "Kerem seni götürsün."

"Ne gereği var canım." Uzanıp yanağıma bir öpücük bıraktı ve uzaklaşırken kaşlarını çattı. "Buz gibi olmuşsun, terlemişsin de biraz... Hasta mısın sen?"

Ruhum hasta. Bu yaşam beni hasta ediyor.

Teselli adına dudaklarımı kıvırdım. "İyiyim canımın köşesi."

Gözleri şüpheci şekilde kısıldı ve yüzümü süzdükten sonra tezgâhtan uzaklaşıp portmantoya yürüdü. Bir anlık arkama dönüp gözyaşlarımı hızla sildikten sonra peşine düştüm. "Kerem'e haber vereyim, seni bıraksın.”

"Ne alaka Safir? Kendim giderim, adamı yormayalım bir daha. Çok şaşırdığın için mi bir garipsin sen?"

"Gazel," dedim, ciddi bir sesle. "Seni Kerem götürsün."

Çantasını omzuna atarken gözlerimin en içine baktı. "Tamam," dedi karmakarışık bir sesle.

Sokak kapısını açtığımda Kerem'i korumayla sigara içerken gördüm. Kapının sesini duyup bu tarafa döndüğünde, "Günaydın," dedim yorgunca. "Gazel'i evine bırakabilir misin?"

"Günaydın Safirciğim," dedi Kerem ve hiç sorgulamadan ricamı kabul etti. "Tabii, bırakırım. Hem Behram kankamı da görürüm, beraber ilahi dinleriz..."

Vedalaşmak üzere Gazel'e döndüm. Hemen bir adım arkamdaydı, düşünceli şekilde korumalara bakıyordu. "Ne iş?" dedi.

Ah Gazel, çok üzgünüm ama yakında öğreneceksin…

"Ben... bazı şeylerden korkuyorum. Hazer de o yüzden bu güvenlik önlemlerini aldı." Dudaklarının konuşmak için aralandığını gördüm ve yapmaktan nefret ettiğim bir şey olsa da onun konuşmasına mâni oldum. "Senin kafan yeterince dolu, bir de bunu düşünme. Anlatacağım zaten sana da... Senden tek istediğim, bana haber vermeden o adamla görüşmemen."

"Ben seni merak ederim ama şimdi," dedi yanaklarını nefesiyle şişirirken. "Hem neden o adam diyorsun ki Safir? Babam o benim."

Senin baban, benim kâbusum.

"Doğru ya," dedim, dünyanın bana attığı bir kazık olan o adamı düşünerek.

Gülümsedi ama... gözleri bana bir başka şüpheyle baktı. Son kez sarıldık ve Kerem’le onu uğurladım. Bahçe kapısından çıkana kadar arkasını dönüp durmuş, bana bakmıştı. Hüseyin'e olan yargılarım onu düşündürmüş, kafasını karıştırmıştı. Böyle olması gerektiği için üzgündüm ama sırf babası olduğu için Hüseyin'i affedecek değildim.

Onlar gözden kaybolduğunda sokak kapısını kapattım ve kapıya yaslanarak ağlamamak adına tırnaklarımı avuçlarıma batırdım. Hayatımın en acı gerçeklerinden birini az önce öğrenmiştim. Ve bu gerçekse Gazel, hayatındaki en kötü babalardan birine sahipti ve bu gerçeği pek yakında öğrenecekti.

Ağlamamın lüzumu yoktu, ağlayarak bu durumu aşamazdım. Ben güçlüydüm, zalim ve çirkin olan oydu. Kaçmayacak, Gazel'e siper olacak, gururlu davranacaktım. Omuzlarımı dikleştirdim ve içeri yürüdüm.

"O bir korkak ve bir daha senin ışıklarını söndüremeyecek Mila," diyerek kendimi ikaz ettim.

Mutfağa girdiğimde çayı demledim ve ocağın altını kısıp mutfaktan çıktım. Hazer yukarıda, perişan haldeydi ve kendi duygularımı kenara bırakmalı, onun kalbini tamir etmeliydim. Kapı aralıktı, içeri sızdım ve etrafta onu aradım. Görünürde değildi, ilk an odasında olmadığını düşündüm ama banyodan gelen takırtıları duyduğumda adımlarımı oraya yönlendirdim. Hazer'i görebilmiştim.

Lavabo tezgâhının önünde durmuş, ellerini tezgâha yaslamış, gözlerini bile kırpmadan aynaya bakıyordu. Buradan sol profili görünüyordu. Yüzünden su damlaları akıyor, tişörtünün yakasından girip kayboluyordu. Kaşları çatılmış, alnı düşüncelerinin karmaşıklığından kırışmıştı.

"Hazer?"

Başını omzunun üzerinden bana çevirdiğinde amber renkli harelerin oldukça genişlediğini gördüm. Yüzü kâğıt gibi bembeyaz olmuştu. Dudaklarımı kıvırdım ve ayaklarımı banyoya sürüyerek yanına gittim. Hemen önünde durduğumda Hazer titrek bir soluk aldı. Elimi yüzüne koyarak ıslak damlaları sildim. "Aşkım... yatağa dönüp uyusana, neden yüzünü yıkıyorsun?"

Yanımdan geçip odaya ilerlediğinde onu takip ettim ve yatağın ucuna oturup tekrar elleriyle oynamaya başlayınca üzgünce yaklaştım. Yanına oturduğumda bana döndü. "Sana dokunduğumda," diyerek elini ürkek şekilde yüzüme uzattı. Parmakları tenime kavuştu. "O... onu hatırlayıp ürküyor musun?"

Parmakları mıknatıs gibi tenimden içeri, ruhuma çekildi ve orada asılı kaldı. Sorduğu soru her nedense bana o kadar korkunç gelmişti ki nefes alamadım. "Ne saçmalıyorsun?" dedim, onu kendine getirmek için. "Onu hatırladığım falan yok, neler düşünüyorsun? O artık umurumda değil, ondan korkmuyorum bile."

"Bağırma, kavga ediyormuşuz gibi hissediyorum. Ben sadece..." Ayağa kalktı ve kendi etrafında dönerek elleriyle başını tuttu. "Bütün erkeklerden ürküyordun, neden benim dokunuşlarımdan ürkmeyesin?"

"Çünkü seni seviyorum," dedim gözlerine bakarken.

Ve bu sevgi, altınlardan, elmaslardan, pırlantalardan... Hepsinden daha ağır basıyordu. Satın alınamayacak kadar pahalı bir ganimetti.

Her yerimde hissediyordum bu sevgiyi, tenime nüfuz etmişti sanki. Her soluk alışımda, kalp atışımda... Bu sevgiyi kalbime koyup kalbimin kapısını sertçe kapatıp üzerine bir kilit vurmuşum gibi hissediyordum. Hazer'in elleri iki yanına düştü ve duyduklarına inanamıyormuş gibi açıldı gözleri. Bunu zaten biliyor olmalıydı ama ilk kez duymuştu ve Tanrım... Gözlerindeki hayranlık da neydi öyle?

Parmaklarım dudaklarımın üzerine yerleşirken titreyen dizlerimin üzerinde ayağa kalktım ve ben ona bir adım atmadan, Hazer iki iri adımda yanımda bitti. Büyük elleri belime narince yerleşti ama beni sertçe kendine çekerek ayaklarımı yerden kesti. Gövdelerimiz birbirine yapıştı ve başım omuz çıkıntısına düşerken beni sıkıca kucaklayarak dudaklarını saçlarımın üzerine bastırdı.

"Seni hak etmek için ne yaptım bilmiyorum Mila... Bir şükür namazı kılayım, Behram da mutlu olur."

Kendimi serbest bırakarak kıkırdadım ve kollarımı boynuna doladım. Ah, ona sarılmak çok, çok güzeldi. Parmaklarımı ensesindeki saçlarına atarak kısa tutamları avcumun içine aldım.

"Mila?"

"Mi vida?"

"Çok iyisin, tüm iyilikler seni bulsun."

Bu cümleyi ona hep ben kurardım ve ondan duyana kadar bu kadar etkili olabileceğini düşünmemiştim. Gülümsedim. "Lafımı çaldın.”

"Evet," dedi daha yumuşak bir sesle ve belimi okşadı. "Hadi, ısırarak cezalandır beni."

Bir an bile düşünmeden dudaklarımı ayırdım ve dişlerimi çıplak boynuna bastırdım.

"Ah!" Hazer irkildi ve benden asla böyle bir şey beklemediği için şok olup boğazından garip bir ses çıkardı. Canını acıtmış olmamayı ümit ederek dişlerimi çektiğimde Hazer boynunu gererek gayretli şekilde yutkundu. Kızardım ve ondan kaçacak oldum ki bana müsaade etmeden kendine daha sıkı bastırdı. "Isırabiliyorsun da demek?” Sırtımı okşadı.

Gözlerimi, omzunun üzerinden dışarı çevirdiğimde Hazer elini saçlarımın uçlarına attı ve tutamları parmaklarının arasına doladı. Bu sarılma hiç bitmeyecekmiş gibi hissettim çünkü elleri bir an olsun gevşemedi.

"Kurdelenin üzerinde çiçekler var Mila," dedi.

"Bu kurdelem üç yıldır var, hiç kaybetmedim. Bir şeyi sevdiğim gibi, ona sahip çıkmayı da seviyorum."

"Tatlı," dedi fısıldayarak. Ardından parmaklarını saçlarımdan uzaklaştırdı ve beni serbest bıraktı. Bir an ona, Biraz daha sarılabilir miyiz? demek istedim ama yapmadım. Ne vakit sarılsam sana, bir yara daha kapanıyor ruhumda.

Omuzlarını dikleştirdi ve elleriyle çıplak dirseklerimden tutarak yüzüme baktı. Az önceki korku dolu yüzünde şimdi tedirginlik vardı ama duygularını iyileştirmiş gibiydim.

"Gazel gitti mi?" diye sordu.

Kollarım, onun ellerinin altında titredi ama kendime güçlü olmam gerektiğini hatırlatarak başını salladım. "Evet, Behram'a geldiğini haber vermediği için hemen gitti."

"Arayıp söyleseydi ya?"

"Bilmem." Doğru, öyle yapabilirdi ama yapmamıştı. "Kerem götürdü."

"İyi yapmış, onların evine de birkaç koruma göndereceğim."

Başımı sallayarak gözlerimi dışarı çevirdim. Çiçekleri Hüseyin'in gönderdiğini, onun çevremizde olduğunu bildiği için huzursuzdu. Gazel'in söylediklerini Hazer’le de paylaşmalıydım. Ama daha az önce bana bir şey olmasından ne kadar korktuğunu görmüştüm; ona yüklenmek istemiyordum.

Bu durumu nasıl toparlayacağımı düşünürken elimi Hazer'e uzattım ve odadan çıkarken onu da yanımda sürükledim. Parmaklarımı parmaklarının arasından geçirdim ve beraber merdivenleri indik. Gazel’le sakin bir ortamda konuşup olan biteni anlatacaktım. Şu gün bitsin, Hazer'e de söyleyecektim. Ama ikisinin de bir delilik yapmasından korkuyordum.

Hazer'i tezgâh taburesine oturttum ve ardından onun için daha önce yaptığım zeytinli krepten yapmak için malzemeleri tezgâha yığdım. Elini çenesinin altına yaslayıp beni izlerken çabucak malzemeleri karıştırdım ve onun için krep hamuru yaptım. Hazer gözlerini bile kırpmıyor, düşünceli görünüyordu. Tavayı ocağa bırakırken kafasını dağıtmak için ona babamdan bahsettim. Hazer beni pürdikkat dinledi. Şükürler olsun ki babamla biriktirdiğim anıları hatırlıyordum çünkü her gün onları düşünerek büyümüştüm. Birkaç krep hazırlayıp bir tabağa koyarken konuşmaya devam ediyordum ki, "Affedersin bebeğim," dedi sözümü keserek. Çenesini kaşıyarak bana bakıyordu. "Bir şeyi merak ediyorum."

"Sor lütfen.”

"Baban," dedi ve tepkimi ölçmek ister gibi yüzümü süzdü. Kalbimi kırmaktan korktuğu için kelimelerini seçerek kullanıyordu. "Neden intihar etti?"

Bazen insan bir cümlenin derinliğinde boğulabiliyordu. "Anneme olan aşkı onu öldürdü," dedim, dişlerimi sıktım. "Annem para için... erkeklerle birlikte oluyordu. Sonra da dönüp eve geliyordu. Babam... dayanamadı buna. Tabii ki o zamanlar bunu anlamıyordum ama babamın anneme gitmemesi için yalvardığını hatırlıyorum. Evimizin önüne kadar gelen erkekleri de... Büyüyünce, küçükken anlamadığımız her şey netleşiyor kafamızda. Babam, çok âşık ve gurursuzdu. Bu aşk, onun ölümü oldu."

"Neden alıp gitmemiş ki baban seni?" diye fısıldadı, annem hakkında tek yorum yapmadan. Kirpiklerimin altından ona baktım. Yüzünde keşkelerle dolu bir ifade ve babama duyduğu acı vardı. "Bıraksaymış keşke anneni, alıp gitseymiş seni. İntihar etmeseymiş, sen de... yetimhaneye gitmeseymişsin."

Dilinin söylemeye varamadığı ama içinden dilediği cümleyi de duymuştumum sanki: Ve yıllarca tacize uğramasaymışsın.

"Annemi bırakamıyordu," diye fısıldadım krepi tavadan alıp tabağa bırakırken. Ocağın altını kapattım ve avuçlarımı tezgâha yaslayarak omuzlarımı silktim. "Kızını bıraktı. Sorun değil, gerçekten. Bakma bana öyle... Ben bunu aştım."

Aşamadım.

Hazer bana bakarken tabağı alıp yanına yürüdüm. Tabağı önüne bırakıp en alttaki, ılık krepi aldım ve dudaklarına yaklaştırdım. Dudakları aralandı ve krepten biraz ısırdı ama onu yutarken gerçekten çok zorlandı. Kalanı kendi ağzıma atarak parmağımı dilimin ucuyla temizledim. "Ama babamı artık biraz daha anlayabiliyorum. Bir çocuğum olsa, kimseyi çocuğuma tercih etmem ama... âşık olduğum insanı da kolayca bırakıp gidemem."

"Aşk değil bu," dedi Hazer Han, babama duyduğu kızgınlığı hissettim. Gözleri alev alev oldu bir anda.

"Yetimhanede benimleymiş, o benim babammış. Yetimhanede benimleymiş, o benim..."

Fıstık'ın sesini duyduğumda gözlerim kocaman açıldı ve başım derhal omzumun üzerinden ona döndü. Yeşil gagasını kafesin parmaklığına vuruyor, Gazel'den duyduklarını tekrar ediyordu. Hazer'in de anlamsız bakışlarla ona döndüğünü gördüm.

"Ne zırvalıyorsun la?"

"Keşke bir çocuğumuz olsa Safir, keşke bir çocuğumuz olsa Safir..."

"La!" Benim şaşkınlığım sürmeye devam ederken Hazer hırladı ve Fıstık gagasını Hazer'e dönüp ona trip attı. "Ankaralı ruhumu çıkarma ortaya, konuşup durma."

Gülerek ona bakarken sokak kapısının açıldığını duydum ve ardından sertçe kapandığını. İrkildim ve Hazer de kaşlarını çatıp tabureden kalkarken Kerem bakış açımıza girdi. Bizi görmemişti, adımları alt kata gidiyordu. Hazer uzanıp onu kolundan tutarken, "Kerem?" dedi sorarcasına. "N'oluyor koçum?"

Hazer'in onu tutmasıyla Kerem bize döndü. Gördüğüm ilk şey bembeyaz suratı ve dolu gözleri oldu. Suratında, daha önce onda hiç görmediğim bir hayal kırıklığı ve ıstırap vardı. Tabureden indim ve endişeyle yanlarına giderken, "Ağlıyor musun sen?" dedi Hazer hayret içinde. "Kötü bir haber mi aldın? N'oluyor?"

Kerem dudaklarını sıktı ve yüzünü eğerek gözlerini elindeki gazeteye düşürdü. Deli gözlerle gazeteye bakıp ardından gazeteyi yere doğru fırlattığında Hazer'le bakışlarımız gazeteye çevrildi. Kalbimi çepeçevre saran bu korkuyla gazete manşetindeki haberi okudum.

Sosyete camiasının önde gelen isimlerinden Leyla Köksal, düğün hazırlığında!

Gözlerimi irice açarak başlığa ve başlığın altındaki metne ikinci kez baktım. Camia içindeki bir evlilikten bahsediyorlardı ve başlığın üzerine Leyla ile evleneceklerini söyledikleri o adamın fotoğrafını basmışlardı. Hazer de benimki gibi bir şaşkınlık yaşayarak tısladı. "Bu kız senden daha iki gün önce ayrılmadı mı?"

"Evet!" diye bağırdı Kerem ve yumruklarını gözlerinin üstüne bastırarak peş peşe nefesler aldı. "Ben daha fotoğraflarımızı bile silmemiştim! O beni hepten silip evlenmeye karar vermiş! Hiç umurunda olmamışım ki…"

Hazer dilini dişlerinin arasına alarak bir küfrü zapt ederken şaşkınlığı bir kenara bırakarak Kerem'e yaklaştım. Elimi sırtına koyarak diğer elimle de yumruklarını gözlerinden indirirken, "Çok üzüldüm," dedim. "Aklım almıyor… Leyla hiç de böyle birine benzemiyordu."

Yumruklarını indirdiğimde gözlerindeki yaşları saklamak için başını çevirdi ve çaresiz şekilde omuzlarını silkti. Daha birkaç gün öncesine kadar Kerem’le görüşürken şimdi bir başkasıyla nasıl evlenirdi? Hazer, Kerem’le bana baktı ve ardından gazeteyi savurarak yere fırlattı. Elini uzatıp Kerem'in ensesine koyarken, "Kim için ağlıyorsun koçum?" dedi. "Bırak, değmez o kız için."

"Neden böyle oldu ki Hazer? Neden oyun oynadı benimle?" Kerem yüzünü Hazer'e kaldırdı ve ona bir patronu gibi değil, dostuymuş gibi içten şekilde sitem etti. "Bir anda olmadı ya bu evlilik, evleneceği önceden belliydi demek ki. Buna rağmen söylemedi, ona kapılmama izin verdi. Hayatında biri olduğunu bilsem... arkadaşı olarak kalırdım yanında."

Çok cici, tatlı bir kız gibi görünüyordu. Neden böyle bir şey yapmıştı? Kendim için üzülmeyi bırakmış, etrafımdaki insanların üzüntüleriyle kahroluyordum artık. Kerem'in sırtını sıvazlarken Hazer çenesinden tutup suratını kendine doğru kaldırdı ve gözlerinin içine baktı.

"Çok koyuyordur şimdi, tahmin edebiliyorum ama... üzülme tamam mı koçum? O layığını bulmuş, seni hak etmezdi zaten bu riyakârlığıyla. Hem... istersen var ya ben o düğünü rezil eder alırım intikamını."

Şaşkınlıkla Hazer'e döndüğümde bana omzunu silkti. Kerem gözlerini silmeye devam ederken, "Bu neyi değiştirir ki?" dedi boğuk bir sesle. "Ben intikam falan istemiyorum, sevgi istiyordum."

"Ben seni seviyorum," dedim hızlıca, bir an bile düşünmeden. Tek kolumla ona sarıldım.

Hazer onu sarstı. "Leyla yerine seninle öpüşemem ama ben de seni seviyorum."

"Yediremiyorum, konduramıyorum," dedi Kerem ve bir anda gazeteyi almak için eğildi. Öfke ve sitem içinde gazeteyi titreyen ellerinin arasında tutarak, "Yerim oğlum ben seni! Sen kimsin Leyla’yla evleniyorsun!" diyerek bağırdı. Ardından gazeteyi yırttı ve adamın fotoğrafının yer aldığı gazete parçasını sinirle yemeye başladı.

Elim aralık kalmış dudaklarımın arasına yerleştiğinde Hazer, Kerem'in ağzından dökülen gazete parçalarına baktı ve hayretler içinde konuştu. "Akıllısı beni bulmaz, delisi götümden ayrılmaz..."

Ne yaptığının farkında değildi ama Kerem'in gazete yemesine de pek şaşırmıyordum. Kerem'in duygularını önemsemeden böyle şeyler yapan Leyla’ydı beni asıl şaşırtan. Hazer, ayaklarında tonlarca ağırlık varmış gibi yavaşça Kerem'e yaklaşıp onun elinden kâğıdı çekti ve ardından başını kendi göğsüne yaslayıp saçlarını karıştırdı.

"Sakin ol koçum, sakin ol."

"Oynadı benimle, kandırdı beni," diye sayıkladı Kerem ve ardından Hazer'in ellerinden kurtuldu. Hazer'in ona uzanmak için ikinci bir fırsatı olmadan Kerem arkasını dönüp müştemilata giden merdivenleri hızla indi ve bakış açımızdan çıktı. Gördüğüm son şey, sinirle ceketini çekiştirmesi oldu.

Kalçamı koltuğun arkasına yaslayarak, onun duygularını kendi duygularım gibi sahiplenip Leyla'ya sinirlendim. Gördüğüm yerde iki çift laf edecektim. İnsanları tanıyamıyorum galiba ben, gerçekten. Hazer ellerini, kalçamı yasladığım koltuğun başlarına koyarak gözlerini kapattı ve öfkesinin yatışmasını bekledi.

Kalbim birkaç teselli cümlesi ararken telefon melodisi duyuldu ve akabinde Hazer gözlerini açarak elini cebine attı. Telefonu çıkarıp ekranına baktığında bir anda parmakları telefonu kabaca sıktı ve dilini dişlerinin arasında döndürerek telefonu açtı. "Efendim?" dedi soğuk bir sesle. "Ne için aramıştın?"

Beyaz tişörtünün altından kasılan omuzlarına bakarken hissettiği öfkeden ötürü rahatsız oldum ve çekingen şekilde elimi omzuna uzattım. O karşı taraftan cevap beklerken gevşemesi için parmaklarımla omzunu ovaladım. Hazer dokunuşumdan etkilenip bir anlık duraksadı ve ardından kafasını sol tarafa eğerek masaj yapmam için bana imkân tanıdı.

"Nazım, meşgul etme beni, sadede gel," dedi buz gibi bir sesle ve o an yüreğimi ağzıma getirdi. Nazım’la konuşuyordu. Nazım neden Hazer'i aramıştı ki? "Evrakta... sahtecilik mi? Saçmalık, ben öyle şeyler yapmam..."

Konunun benden bağımsız olduğunu fark edip rahatlamış olsam da Hazer'in aynı gerginliği taşıdığını görerek merakla konuşmasını dinledim. "Polise falan gitme, istediğin neyse hallederim," dedi ve muhtemelen bir cevap almadan telefonu kapattı.

Polis mi? Korkudan aklım çıktı ve Hazer'e daha çok yaklaşıp nereden geldiğini bilmediğim bir koruma içgüdüsüyle ona sarıldım. Hazer'in yüzünün aldığı ifadeyi göremiyordum ama telefonu tutan eli titremişti. Bir numara çevirdi ve ardından telefonu kulağına yaslayarak, "Baba," diye resmen bağırdı. "Ne yaptın sen?"

"Ne bağırıyorsun Hazer? Kendine gel, babanla konuşuyorsun," diye sesini yüksellti babası ve karşılığında Hazer sinirli bir gülüşü dudaklarından kaçırdı. "Sen ne yaptın baba? Ne yaptın?"

"Ne yapmışı..."

"Evrakta sahtecilik mi yaptın sen?" diye haykırdı Hazer ve elini sinirle saçlarına götürerek benden uzaklaştı. Tezgâha yürüyerek elini sertçe tezgâha vurdu. Sıçrayarak koltuğa yapıştım. "Ve bunu, seni satacak bir adamla mı yaptın? Kiminle ne halt ettiysen, gidip rakibinin oğluna dökülmüş her şeyi. Şantaj yapıyor şimdi bana, istediğini vermezsem elindeki belgeleri polise verecek. Benim... adımı karalamaya ne hakkın var senin? Şerefimle yapıyorum ben bu işi! Zaten yapmadığım bir şeyin utancıyla yıllardır yaşıyorum, bırak yakamı!"

Karşı taraftan hiçbir cevap gelmemiş olmalıydı ki Hazer telefonu kulağından çekti. Gözü dönmüş halde telefonu fırlatıyordu ki, "Sakin ol Hazer," dedi kendi kendine. "Sakin ol, içinde Mila'nın fotoğrafları var..." Telefonu elinden geldiği kadar sakince tezgâha bıraktı.

Onun çöker gibi tabureye yığıldığını, ardından başını ellerinin arasına aldığını gördüm. Tezgâha yasladığı dirsekleri titriyordu ve dünkü perişanlığı azalmadan devam ediyordu. Dizlerimi ovuşturdum ve titremeleri azaldığında yavaşça yanına ilerledim. Yanındaki tabureye oturarak yönümü ona çevirdim ve her nedense avuçlarım, ona dokunmak için yanıp kavruldu. Elimi koluna koydum.

"Utanç içinde yaşayacağın hiçbir şey yapmadın sen," dedim. Kardeşinden bahsediyordum. Herkes bilerek yaptığını düşünüyor, bu yüzden utanç içinde yaşıyordu. "Ne geçmişte ne de şimdi. Çocuklar ailelerinin hatalarını ödemeye mahkûm değil. Rica ederim kendine yüklenme, ben artık... dayanamıyorum perişanlığına."

Yüreğini parça pinçik etmemişim gibi gülümsemeye çalıştı ve sonra tekrar önüne dönüp tezgâhın üzerindeki yumruklarını izledi. "Hiçbir şey umurumda değil Mila. Nazım ne istiyorsa veririm. Şu an... hiçbir şey umurumda değil."

"Ama sen bir şey yapmadın," dedim şiddetle karşı çıkarak. "Onun şantajına boyun eğmek... senin yapacağın bir şey değil."

"Nazım ne yapmış, babam ne neler yapmış... umurumda değil. Şu an dünya yansa umurumda değil. Zaten ben de yandığımı hissediyorum; elimi vücudumun neresine koysam sıcak. Üzerimde sadece bir tişört var ama kat kat yorgan örtülmüş gibi hissediyorum." Elini ensesine götürdü, serinlemek için çaresizce tişörtünü çekiştirdi. "Benim hazmetmem, üstesinden gelmem gereken daha başka şeyler var.”

Verdiği iç savaşı, nefes almıyormuş gibi soluk soluğa kalmasını anlıyordum. Evet, bir anda değil, zamanla hazmedecekti. Parmaklarım kibar şekilde kolunu okşadı. "Ama bak, daha üzemeyecekler bebeğini," dedim güçlü tutmaya çabaladığım sesle. "Her zaman böyle olmayacak, zamanla azalacak bu his."

"Üç gün sonra mı mesela?" dedi ve başını bana çevirip gözlerime baktı. Hâlâ kan çanağı gibiydi gözleri, dünyanın en hüzünlü şiirinden bir satır gibiydi bakışları. "Ya da bir hafta, on gün sonra... Ben alışacak mıyım bu duruma?"

"Alışacaksın tabii," dedim sevgi dolu gözlerimle ona bakarak.

"Üç beş ay sonra şu anki kadar acımayacak mı canım?" Bu soruyu sorarken dudakları yara bere içinde kalmış gibiydi.

"Acımayacak mi vida," dedim. "Düşünsene Hazer, zaten her acı ilk günkü etkisinde kalsa nasıl yaşamaya devam edebiliriz?"

"Üç ay sonra alışmış olacağım," dedi ve kendi söylediklerine başını sallayarak elini kalbinin üzerine yasladı. Parmaklarım nazikçe kolunda dolaştı ve her dokunuşumda Hazer'in ruhuna biraz daha sahip oldum sanki. Hani bir toprak parçasını alırsanız haritanız genişler ya, Hazer'den aldığım her parçayla benim de ruhum genişliyordu. Yüzüne yaklaştım ve çekingen şekilde yanağına bir öpücük kondurdum. Ondan uzaklaşmadan başımı omuz çıkıntısına koydum. Keşke şu an burada uyusaydım ve dünya iyi bir yer olduğunda uyansaydım.

Hazer'in bana dokunmaya çekindiğini hissettim ve buna sebep olanın yaşadığım şeyler olduğunu anlamak güç olmadı. Dün geceden sonra bana dokunurken iki kez düşünüyordu. Kafamı kaldırdım ve onun temkinli gözleriyle karşılaştığım sırada telefonumun titrediğini hissettim. "Affedersin," diyerek telefonuma uzandım ve ben telefonu çıkarırken Hazer'in kaygıyla dolduğunu hissettim.

Hüseyin olmasından korkuyordu.

Telefonu çıkardım ve mesajın sahibine baktığımda elimi ayağıma dolaştıran bir sinir hissettim. Bu duyguyu pek hissetmediğim için yadırgadım. Nasıl dakikalar önce erkek arkadaşıma şantaj yapıp insan olduğu için ona duyduğum saygıyı bir anda yitirdikten sonra bana mesaj atma cüreti gösteriyordu bilmiyordum ama mesajın sahibi oydu.

Gönderen: 05*

Az önce erkek arkadaşınla hiç hoş olmayan bir telefon konuşması yaptık. Kendisi şu an bana karşı oldukça savunmasız. Meseleye vakıf olmak istersen beni ara. Bu meseleyi seninle halledebiliriz ve Hazer hiçbir bedel ödemek zorunda kalmaz.

Nazım

Leo ile oynamak, son zamanlarda yaptığım en iyi şey olmuştu.

Onun masumiyeti, hissettiğim kötü duyguları ve beni parça pinçik eden karanlığı gölgelemiş, bana gerçekten bahar olduğunu hissettirmişti. Bu sabah Kerem’le evden çıkmış, peşimizde korumalarla yetimhaneye gelmiştik ve o dakikadan beri Leo ile dışarıda oynuyorduk. Sabah Hazer'e bunu söylediğimde Mustafa için yaptığı uçurtmayı da bana vermiş, Leo’yla uçurabileceğimi söylemişti. Biz de öyle yapıyor, uçurtmayla harika zaman geçiriyorduk.

Leo beni görünce öyle neşeyle dolmuştu ki âdeta dizlerime yapışıp kahkahalar atmıştı. Her zaman daha iyi biri olmak için iyi şeyler yapmaya çalışıyordum ama iyi bir insan olabilsem de iyi bir abla olmadığımı biliyordum.

Leo hayatımın bir parçası, hem de büyük bir parçası ama ona hak ettiği değeri veremiyordum. Yanına daha sık gelmeliydim, yetimhaneye gelmek benim için çok zordu ama artık kendime bakabiliyorsam Leo'ya da bakabilirdim. Aylar öncesine kadar ona verecek hiçbir şeyim yoktu ama şimdi Leo'yu hayatımın bir parçası yapmak istemiyordum, hayatımın tam ortasına almak istiyordum.

O uçurtmanın peşinden koşarken ben de Leo'nun peşinden koştum ve onun kıkırtılarına eşlik ettim. Kerem hemen arkamızdaydı, bizi izliyordu ama Hazer sabah Behram'ın yanına gideceğini söyleyerek evden çıkmıştı. Ben de âdeta bir koruma ordusuyla buraya gelmiştim ve Leo’yla oynarken mutlu olsam da işlerin hiç de yolunda gitmediğinin farkındaydım.

Nazım'ın mesajına cevap vermemiştim. Ben bir şantaj malzemesi değildim ama benden ne istediğini de merak ediyordum. Bu meseleyi kendi aramızda halledebileceğimizi, Hazer'in de bir bedel ödemek zorunda olmayacağını söylemişti. O kimdi ki Hazer'e bir bedel ödetiyordu? Ama eğer... Hazer bir utancı daha kaldıramayacağı için şantajı kabul ederse, ben öylece duracak mıydım? Hem de bir şeyler yapma fırsatım varken...

Hazer, Hazer, Hazer'im... Bugün de şirkete gitmemiş, gece yine uyumamış, salonda oturup bir şeyler içmişti. Öylece saatler boyunca boşluğa bakmıştı ve ben de evin merdivenlerinde geceliklerimle oturup onu izlemiştim. Kerem dün akşam bir dosya getirmişti, o dosyanın içinde Hüseyin’le ilgili her bilginin yazdığına emindim ama Hazer dosyayı açamamış, masanın üzerinde bekletmişti. O pisliğin yüzünü görmeye hazır değildi. Sabah evden ayrılırken dosya hâlâ oradaydı ama sanırım acı vermemek için Hazer bana başka bir şey sormuyordu.

"Safir, bu yine düştü..."

Leo'yu duyduğumda ellerimi belime koyarak yere düşen uçurtmaya baktım. Burası yetimhanenin arka bahçesiydi ve koşabileceğimiz kadar alan vardı. Aramızdaki mesafeyi kapatıp yanına çöktüm ve elimi alnına koydum. "Çok terledin, izin ver de alnını sileyim."

Çantamı açtım ve içerisinden bir peçete çıkararak Leo'nun alnını sildim. Üzerinde bir beyaz tişörtle keten pantolon vardı. Ondan arkasını dönmesini istedim ve kimse olmadığı için tişörtünü kaldırıp peçeteyi terli sırtına yerleştirdim.

"Safir?"

"Söyle Leocuğum."

"Mustafa'yı bir daha ne zaman görebilirim?"

Tişörtünü indirirken vücudunu süzdüm ve bir darp izi olup olmadığına baktım. Elimde değildi, onun da zorbalığa uğramasından korkuyordum. Tişörtünün uçlarını pantolonundan içeri soktum.

"Mustafa biraz rahatsızmış tatlım ama istersen bugün seni eve götürebilirim. Hazer de bugün seni getirmemi istedi. Özlemiş seni."

Gözleri parladı. "Ben de özledim eniştemi."

Altın sarısı rengindeki, dümdüz saçlarına gülümsedim. "Beraber uyuruz bugün."

"Mustafa da gelir mi?"

"Bahar Teyze'yi arar sorarız, yarın onu da getirir canım."

"Yaşasın!"

Sevinçle kucağıma atladığında kıkırdadım ve zor olsa da onu kaldırıp kucakladım. Uçurtmayı da aldım ve doğrulduğumda Kerem bizi görerek el salladı. Dünkü olaydan sonra onu ilk kez bu sabah görmüştüm ve sabahtan bu yana bir kez bile gülmemişti. Saçma esprilerime gülen tek kişi olmasına rağmen onlara bile gülmemişti.

"Ben alayım Safir," dedi Leo'yu kastederek.

"Sen tut, ben de müdireyle konuşup geleyim."

"Gel bakalım aslan parçası..."

"Sen eniştemin arkadaşı mısın?"

Leo, Kerem'in güvenli kolları arasında arabaya ilerlerken ben de yönümü yetimhaneye çevirdim. İçeri girdim ve dünyalar güzeli çocuklara bakarken müdirenin odasına yöneldim. Hepsi masum, âdeta melekti. Kimisi mutsuz, kimisi neşeli görünüyordu ama her gece yatağa tek başlarına girip sevgisizlikten ağladıklarıma emindim. Hepsinin yüzüne baktım ve kalbime bir şey oldu. Tam o an, birbirinden güzel çocukların yüzü gözlerimin önünden geçerken bir karar verdim.

Müdireden izni aldım ve Leo'yu yarın gece yarısı olmadan getireceğimin sözünü vererek oradan ayrıldım. Ama bu sefer oradan çıkarken, girerken ki kadar kötü hissetmedim. Bir karar vermiştim ve bu bana çok iyi hissettirmişti.

Dışarı çıkıp bahçenin ardındaki arabaya koştum ve kapıyı açıp arka koltuğa, Leo'nun yanına yerleştim. Leo heyecanla yerinde kıpırdanıyor, gülücükler saçıyordu. Kerem, bir Orhan Gencebay şarkısı açıp arabayı çalıştırdığında onun için üzülerek Leo’yla oynadım.

Kerem, sanırım Leo'nun denizi görmesi için sahil kenarından gitti ve ben de bu fırsatı değerlendirerek Leo'yu camın kenarına çektim. O ilgiyle denizi izlerken ben de saçlarını düzeltiyor, bariz bir hayranlıkla onu izliyordum.

"Aa, Gazel Abla!"

"Gazel mi?"

Onun işaret ettiği yere baktım ve sahiden de bir bankta oturan Gazel’i gördüm. "Kerem sağa çekebilir misin?" dedim ve sanırım o da Gazel'i görmüştü ki sorgulamadan arabayı kenara çekti.

"Dur sen canım, ben Gazel'i alıp geleyim."

Leo başını salladı ve ben arabadan inerken Kerem’le birbirimize kaş göz yaptık. İkimiz de Gazel'i burada gördüğümüz için şaşkındık. Kapıyı kapattım ve kaldırıma çıkarak Gazel'in oturduğu banka ilerledim. Hüseyin’le görüşmüş veya görüşecek olabilir miydi? Bana söz vermişti, sözünde dururdu. Yanına ilerlediğimde Gazel irkilip kafasını bana çevirdi ve ben gülümseyerek yanına oturduğumda kaşlarını kaldırarak bankta kenara kaydı. Tepkisinin anlamsızlığına şaşırarak gülümsememi kaybettim. Vücudum bir endişe denizinde boğulmaya başladı.

"Gazel?"

Beni duymamış gibi tepkisiz kalıp ardından başını bana çevirdi ve yüzüne temkinli bir ifade oturdu. "Affedersiniz, bana mı diyorsunuz?"

Ne? Bana mı diyorsunuz mu? 

Dudaklarımdan bir gülüş kaçtı ve kafa karışıklığıyla, "Şaka mı yapıyorsun?" dedim.

"Asıl siz şaka mı yapıyorsunuz?" dedi Gazel, endişeyle kaşlarını kaldırıp çantasını kucağına çekerken. Huzursuzlandı ve etrafına bakarak, "Kamera şakası falan mı bu?" diye sordu.

"Ken... kendine gel," dedim, hayatımın en büyük şaşkınlığını yaşayarak. Bir anda göğsüm daralıp küçücük kaldı ve kalbim haddinden fazla kan pompalamaya başladı. "Hiç hoş bir şaka değil bu Gazel, son ver şuna. Korkutuyorsun..."

"Deli misin sen? Hâlâ Gazel diyor." Kalktı ve çantasını da alarak omzuna taktı. Deli miydim ben? Gazel değil miydi o? Hoşnutsuz bir tavırla beni süzdü ve ağzının içinde cık cıklayarak, "Hırsıza da benzemiyorsun," dedi ayıplarcasına. "Hırsızlık numarası mı bu? Tüh ya, bu günlere mi kaldık?"

"Kendinde değilsin sen," dedim ve bir anda yerimden fırlayarak ona koştum. Ellerim korkuyla kollarına asıldığında gözleri kocaman açıldı. "Gazel, yalvarırım kendine gel."

"Ne Gazel'i?" Beni, Gazel'in asla yapmayacağı şekilde itti ve korkmuş gibi gerileyip çantasına daha sıkı sarıldı. Saçları, beyaz tişörtünün üzerinde bir yığın halinde duruyor, göğsü sertçe yükselip alçalıyordu. "Gazel falan değilim ben! Seni tanımıyorum, biriyle mi karıştırdın anlamadım ama sandığın kişi olmadığım çok açık. Rica ederim peşime düşme!" Ve arkasını dönüp sandaletlerinin üzerinde hızlı adımlarla ilerledi. Üzerimde tonlarca ağırlık varmış gibi hareket edemeden arkasından baktım.

"Gazel!"

N'oluyor, n'oluyor? Tanrım, bu da ne böyle? 

Ellerimi saçlarıma attım ve hiçbir şey yapamadan onun sokağa atlayıp arabaların arasından gözden kaybolmasını izledim. Peşinden koşmalıydım, onu tutup kendine gelmesi için sarsmalıydım ama... Bu da neydi? Şaka olsa bu kadar uzatmazdı ama gerçek de olamazdı. Gazel’di işte. Bakışından, kokusundan, suratındaki bir mimikten bile tanırdım ben onu. Deliriyor muydum? Ama... Kerem ve Leo da onu görmüştü. Ve biz delirmiyorsak, deliren...

"Safirciğim, neler oluyor?"

Kerem arabadan inmiş, kuşkuyla bana bakıyordu. "Psikoloğun... numarası sende var mıydı?" diye sordum, akıl tutulması yaşarken. "Hazer'in tanıdığı... ve bir süre gittiği psikoloğun numarası…"

Kerem bir Gazel'in kaybolup gittiği yola bir de muhtemelen bembeyaz kesilen bana bakarak başını salladı. "Evet evet, var. Bir şey mi oldu Safirciğim?"

"Gazel o psikoloğa gidiyordu," diye fısıldadım. "Ara... ara lütfen."

Kerem hiçbir şey anlamadı ama bir daha dememe gerek kalmadan telefonu çıkarıp numarayı çevirdi. Titreyen dizlerimle birkaç adım atarak telefonu elinden aldım. Kerem şiddetle titrediğimin farkına vararak kolumdan tutarken telefonu kulağıma yasladım ve bir erkek sesi, "Alo," dediğinde, "Merhaba, ben Gazel'in arkadaşıyım," dedim çabucak. Adam duraksadı. Kendimi kötü bir şakanın içinde gibi hissediyordum. "Umarım kimden bahsettiğimi hatırlamışsınızdır."

"Safir Hanım." Daha önce tanışmamamıza rağmen adımı söylemişti. "Tabii, hatırladım. Gazel Hanım da sizden bahsederdi."

"Az önce... çok tuhaf bir şey oldu," dedim derhal konuya girerek. Hâlâ başım dönüyor, zihnim gerçeklere ulaşma arzusuyla yanıyordu. "Gazel'i gördüm, yanına gittim ama beni tanımadı... Ben ne olduğunu anlayamadım, aklıma ilk siz geldiniz yardım isteyebileceğim. Neler olduğunu hiç anlamıyorum! Ben mi delirdim yoksa Gazel mi?"

Hattın diğer ucundan hüzünlü bir iç çekiş geldi. "Safir Hanım, sakin olun lütfen," dedi daha ciddi ama yatıştırıcı bir sesle. "Neyden bahsettiğinizi anladım. Normalde hasta gizlilik hakkı sebebiyle sizinle detayları konuşmamam gerekiyor ancak yaşanan şeyden ötürü bir açıklamaya ihtiyacınız olduğunu da anlayabiliyorum. Gazel Hanım'a bir psikiyatriste gitmesini önermiştim çünkü ruh halinin terapiden ziyade buna ihtiyaç duyduğunu fark ettim ne yazık ki."

Zihnimdeki kapı gerçekliğe aralandı ve buram buram hüzün bu gerçeklikle o kapıdan sızıp kederli ruhumu istila etti. Gözyaşlarım damlalar halinde yanaklarıma düşüverdi. Kerem'in şaşkın bakışları altında, cevabından korktuğum o soruyu sordum. "Gazel'in hastalığı ne?"

"Çoklu kişilik bozukluğu olduğunu düşünüyorum." Doktorun kurduğu bu cümle ikinci, üçüncü ve ardından defalarca kez kafamın içinde çevrilip durdu ve sonrasında tam zihnimde uğultu başlattı. "Belirtiler açık şekilde bunu gösteriyordu ama bu duruma sadece terapiyle yaklaşmak doğru olmadığı için onu bir psikiyatriste yönlendirdim. Gazel Hanım'ın içinde bir başka kişilik var ve görünen o ki kendisi de bunun farkında değil. Tabii, hasta yakını olduğunuz için psikiyatristiyle konuşursanız bu konu hakkında size çok daha..."

🌒

Birkaç saat sonra

Behram, Hazer'e ne olduğunu anlayamıyordu.

Kara bulutlar gibi ağır bir sessizlik, ket vurulamayacak şekilde arabanın içinde büyüyordu. O kadar uzun süredir susup kıpırdamadan camdan dışarıyı izliyorlardı ki Behram konuşması için kelimelerin dudaklarına baskı yaptığını hissediyordu.

Hazer akşam ezanında camiye gelmiş ama bu kez Behram onu görmezden gelememişti. Gözlerindeki bir şey Behram'a, Hazer'in kendisine ihtiyacı olduğunu düşündürmüştü ve o yüzden ses etmeden Hazer’le arabaya binmişti. İkisi de tek kelime etmemişti. Hazer arabayı çalıştırmış ve dakikalar sonra burada, bu garip yerde durmuştu. Bir sokağın sonundaydılar ve arabanın baktığı yönde terk edilmiş eski bir bina vardı. Akşamüzeriydi, sokak oldukça ıssızdı ve Hazer birkaç dakika önce bir sigara çıkarmış içiyordu. Ve belli ki bir derdi vardı.

Camı indirdi ve Hazer'in torpidoya bıraktığı sigara paketine uzandı. Çıkardığı sigarayı dudaklarının arasına koyup yaktı. Bağımlısı değildi ama arada sigara içerdi. Dilini altdudağında gezdirdi ve ucunda köz birikene kadar sigarayı içerken dikkatle Hazer'e baktı. Sigarasını içerken doğrudan ileriye, şu terk edilmiş, eski binaya bakıyordu. Gözleri kan çanağına dönmüştü, yüz hatlarında duygunun esamesi yoktu ama gözlerini görmüştü. Hazer'in gözlerinde, yetim bir çocuk için yanan aşkı da, bir oda dolusu adamı yaktığını da görmüştü.

Bu sessizlik, sigarasını yarılayana kadar sürdü ve ardından neler olduğunu bilmeyi istediği için, "Hazer," dedi sakince. "İyi misin?"

Hazer'in ürperdiğini, ardından yumruğuyla gözünü ovaladığını gördü. "Değilim."

Zaten iyi olduğunu söylese de Behram ona inanmazdı, iyi olmadığı çok açıktı. "Anlatsana," dedi merak ederek. "Ne olduğunu anlat da bir derman bulalım derdine."

"Bulamazsın," diye verdi Hazer. "Kimse bunun için bir şey yapamaz."

Behram'ın aklı artık tamamen karıştı ve gülmeye çalışarak, "Mila yapar," dedi, yaşam kadar gerçek bir şeyden bahsederek. "Kız arkadaşının seni iyi etme gibi bir özelliği var."

Hazer'in gülümseyeceğini düşünmüştü ama her nedense Hazer yüzünü tamamen cama çevirip ondan saklarken yumruğunu dizinin üzerine yasladı. Mila sözkonusu olduğunda Hazer'in verdiği tepkinin bu olması karşısında daha da endişelenip kolundan tuttu.

"Hazer, neler oluyor? Safir’le kavga mı ettiniz?"

"Safir’le kavga etmek mi? Ağzından kırıcı tek kelime çıkmıyor ki." Hazer parmakları arasındaki sigarayı, medet umar gibi hızlıca dudaklarının arasına koyup içine çekti ve gözlerini o binaya dikti. Nefesini dişlerinin arasından alıp veriyordu. "Safir’le kavga edilmez. Bizim onunla en büyük kavgamız, sessizliğimiz olur."

"O zaman... niye böyle kan çanağına dönmüş gözlerin?"

"Özür dilerim," dedi Hazer aniden, Behram'ı şaşkına çevirerek. Közler eline düşmüştü ama Hazer canının acıdığına dair tek tepki vermemişti. Behram onun eline bakarken söylediklerine kulak verdi. "Gazel'in yalanını senden sakladığım, geçen yemekte arsızlık ettiğim için özür diler..."

"Bırak şimdi bunları," diyerek sigarasının izmaritini attı ve Hazer'in önüne eğdiği yüzüne baktı. "Şu haline bak... Kim sana bu kadar acı verebilir ki?"

"Geçmişe gitmek, babasının yakasına yapışıp, Onu asla yalnız bırakma! demek istiyorum," dediğinde Behram onun neyden bahsettiğini anlamayarak derisinin üzerinde açılan yaraya baktı. "Tamam diyorum, Mila bunları yaşadı ama sen telafi edebilirsin. Mila artık mutlu diyorum kendime, umut dolu... Ama bir an sonra o çaresiz, ürkek bakışları geliyor aklıma... ve dünya karanlıktan ibaret oluyor."

"Hiçbir şey anlamıyorum," diye karşılık verdi Behram. Zihni çalışmaya başlamıştı ama bu cümleler neler olduğunu açıklamaya yeterli değildi. “Mila'ya ne olmuş?"

"Üzmüşler bebeğimi," dediğinde Hazer'in aklının yerinde olmadığını bile düşündü Behram. Hazer tekrar kafasını kaldırıp koltuğun arkasına yasladı ve daha önce hiç tanık olmadığı bir acıyla arabanın tavanına bakıp belirgin şekilde yutkundu. "Nasıl duracağım bilmiyorum. Açıp daha fotoğrafına bile bakamadım, nasıl birisi olduğunu görmedim. Ama ben... onu öldürmeden nasıl duracağım? Ama öldürürsem Safir de çekip gider. Çünkü o ben değil. Ben öç alırım, o sevmez böyle şeyleri..."

"Ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu?" dedi Behram, onu kendine getirmek için sesini yükselterek. Eliyle gri tişörtünün yakasından tutup onu sarsmaya çalıştı ve o sırada Hazer'in ilk kez gözlerinin dolu dolu olduğunu gördü. Behram bir anda görünmez bir yumruk yemiş gibi irkilerek hayret içinde kaldı. "Hazer, n'oluyor sana? Çok korkutuyorsun oğlum beni, neden ağlıyorsun?”

"Çünkü elim acıyor," dedi Hazer, köz düşen elini kaldırıp bağırarak.

"Elim acıyor diyorsun ama... kalbini tutuyorsun Hazer."

Hazer, yeryüzünde cehennemi yaşıyormuş gibi acı şekilde bağırdı ve pes edip kafasını direksiyona yasladığında Behram onun sarsılan omuzlarına bakakaldı. Hazer'e acı veren şeye ölesiye öfkeyle doldu ve yumruklarını sıkıp ona nasıl ulaşacağını düşündü. Bir şey anlatmıyor, sadece yakınıyordu. Anlayabildiği tek şey Mila'yı üzdükleriydi ama kimin ne yaptığını anlamamıştı.

"Hazer..."

Behram henüz cümlesini devam ettiremeden Hazer arabanın kapısını açıp kendini dışarı attı. Behram onun açtığı kapıdan giren rüzgârı karşıladı ve şaşkınlığın kelimelere karıştığını hissetti. Arabadan inmiş, bagaja gidiyordu. Behram da kendi tarafındaki kapıyı açtı ve dışarıya çıktığında Hazer'in bagajdan bir benzin bidonu çıkardığını gördü. Hışımla yanına yürüdü. "Kendini mi yakacaksın la, ne yapıyorsun?"

Hazer cevap vermeden bagajın kapısını örttü ve hızla, şuurunu kaybetmiş gibi o terk edilmiş binaya ilerlemeye başladı. Behram onun peşine düşerek, etrafa daha yakından baktı. Önlerinde açık kalmış bir demir kapı vardı ve Hazer o demir kapıdan geçmiş, eski bekçi kulübesinin önünde durmuştu. Behram kaşlarını çatarak dostunun yüzüne baktı. Hazer kırk parçaya bölünmüş gibi kulübeye bakıyordu.

"Hazer, burası neresi?"

"Yetimhane," kelimesi Hazer'in dudaklarından çıktı ve akabinde hışımla eğilip bidonun kapağını açtı. Behram, karanlığa rağmen Hazer'in gözlerindeki ateşi görebiliyordu; zaten ışık en çok karanlıkta görülebilen bir şeydi. Ama bu ışık... Hazer'e yolunu göstermekten çok yolunu kaybettirmiş gibiydi. Behram'ın daha bir şey demeye vakti olmadan Hazer bidonu kaldırdı ve içindeki benzini çıldırmış gibi bekçi kulübesine dökmeye başladı.

"Burayı niye yakıyorsun şimdi?"

"Burada bir cinayet işlendi." Konuştuğunda Hazer'in sesi titrese de Behram onun ne dediğini duymuştu. Hazer önüne çıkan bir yetimhaneyi yakacak değildi, Safir’le Gazel'in kaldığı yetimhaneyi yakıyordu ve sanki... yaşanmış bir şeyleri yok etmeye çalışıyordu. Başını tekrar ona çevirdi ve hararet içinde bidonu bırakmasını izledi. Çakmağını çıkardığında Behram uzanıp onu tişörtünden çekti ve koruma içgüdüsüyle kulübeden uzaklaştırdı. Hazer çakmağı çakarak bekçi kulübesine fırlattı.

Alevler bir anda her yeri kapladı.

"Biri sorarsa bunu beraber yaptık," dedi Behram ve Hazer'i sertçe çekip göz alıcı alevlerden uzaklaştırdı. "Oğlum, ben imamım," dedi faydasız kalacağını bilerek. "Neler yaptırıyorsun bana?"

Benzinin ateşe kavuşmasıyla alevler büyüyüp dalgalar halinde binayı sarmıştı. Hazer'in bunu neden yaptığını bilmiyordu ama canı yanmadan onu buradan çıkarması gerektiğini bilecek kadar aklı kalmıştı. Alevlerin sıçrayıp Hazer'i de yakmasından korkarak onu kolundan tuttu ve arabaya doğru çekiştirdi.

"Götümüz tutuşacak oğlum, tövbe tövbe... Geç şuraya..."

Hem bekçi kulübesi hem de yetimhane binası anıp karanlık sokağı ışığa boğdu. Kulübe binası kapı ağzında olduğu için girdikleri yerden çıkmak Behram'a zor geldi ama yangın daha da büyürse hiç şansları kalmazdı. Hazer yangını izlerken Behram onu sertçe çekiştirip alevlerin teğet geçmesini sağladı ve onunla kapıdan çıkıp arabaya koşturdu. Arabanın önünde durduklarında başını çevirip Hazer'e baktı ve yangını zevkle izlediğini gördü. Yüzüne is sinmişti, alevlerin o cayır cayır sesi âdeta kulaklarında gümbürdüyordu. Polisin veya itfaiyenin buraya ulaşması vakit almazdı.

Behram hayretle Hazer Han'a döndü. "Az önce bir şeyler oldu ama ne olduğunu bilmiyorum."

"Ben öç alırım," dediğini duydu Hazer'in ve ardından sırtını arabaya yaslayıp aşağı kaymasını izledi. Yere çöktü ve yüzünden akanı teri silerken birkaç kez öksürdü. "Kalbini göğsünün içinden sökmek, çeşit çeşit işkenceler yapmak istiyorum. Hayat adil yaşanmıyor, ben de Mila için adaleti sağlamak istiyorum."

Behram gittikçe büyüyen alevlere, yükselen dumanlara baktı ve ardından Hazer'in yanına çöküp boğazındaki boğucu histen kurtulmak adına birkaç kez öksürdü. Sırtını Hazer'in yaptığı gibi arabaya yaslayarak gözlerini onun yüzüne dikti. Duman Hazer'in yüzünü karartmıştı ve gözlerindeki o alevlerden geriye, sanki işlenmiş bir yığın ceset kalmıştı. Hazer'in gözlerine o kadar uzun baktı ki sanki aklından geçen kelimelerin uğultusunu duydu. Elini uzatıp onun başını kavradı ve omzuna bastırarak, "Yanındayım," dedi, dumandan gözleri yaşarırken. Sırtını sıvazladı. "Ne oldu bilmiyorum ama yanındayım. Her zaman."

Gazel’le yaşadığımız o olaydan sonra eve dönmüştüm ve yaklaşık beş saat oluyordu. Leo her şeyden habersizce oynamış, sallanmış, iki saat kadar önce de banyonun ardından uykuya dalmıştı. Kerem dışarıdaydı, peş peşe sigara içip duruyordu. Ben de salonda, tam camın önünde durmuş, açtığım bir test kitabındaki soruları çözmeye çalışıyordum. Çalışmalıydım yoksa hiçbir üniversiteyi kazanamazdım.

Gazel için yaşadığım şaşkınlığı üzerimden atmıştım ve elimde sadece üzülmek kalmıştı. O heykel olayından sonra psikolojisinin iyi olmadığını anlamıştım ve sonunda bir teşhis konulduğuna sevinmiştim. Fakat bizi bundan sonra ne bekliyordu bilmiyordum. Eve döndüğümde Gazel'i defalarca aramıştım ve en son bir saat önce telefonuma çıkmış, benimle gayet normal şekilde konuşmuştu. Evde olduğunu söylemişti ve o zaman Gazel kimliğinde olduğunu anlamıştım. Kâbus gibi bir şeydi, iki farklı hayat yaşıyordu ve benim diğerinden haberim yoktu. Gazel'in bile yoktu. Acaba o hayatında kimler vardı?

Gazel'in psikiyatristiyle görüşecek, onu güvenli alanda tutacaktım. Elimi saçlarımdan çekerek test kitabının sayfasını çevirdim ve sıradaki soruya baktım. Matematik sorusuydu. Matematik sorularında çok zorlanıyordum, kesin sınavda çuvallayacaktım.

"Keşke matematik kalbimin daha kaç kez kırılabileceği sorusuna da bir cevap verse…”

Soruyu çözmeye çalışırken göz ucuyla telefona baktım ve Hazer’in aramalarıma hâlâ dönmediğini gördüm. Keşke arasaydı ya da çıkıp gelseydi. Kafamı tekrar soruya çevirdim ve işlem yaparken sokağı talan eden fren sesini duydum. Gelmişti! Başımı kaldırdım ve Kerem'in de kapıya yürüdüğünü gördüm. Kitabı kenara bıraktım ve yerimden fırlayıp sokak kapısına koştum. Kapıyı açtığımda Hazer'in de bahçe kapısından girdiğini gördüm.

Kerem’le konuşması için izin verip sabırlı davranmaya çalıştım. Çok geçmeden Kerem'in omzunu sıvazlayarak bu tarafa döndü ve beni görerek yavaşça yürümeye başladı. Sakin davranmak için kendimi uyarmış olsam da dayanamayarak ona koştum ve kollarına atılmak üzereydim ki, "Dur," diye fısıldadı Hazer ve elini kaldırıp aramıza koydu. "Üstüm başım... kir içinde."

Ne olmuştu da kirlenmişti bilmiyorum ama bu, ona sarılmamam için bir gerekçe değildi. Gözlerinin içine bakarak üzerine yürüdüm ve ellerimi göğsünün üzerine koyup sırtına kaydırırken, başımı da omzuna yasladım. Gözlerimi kapatıp onun sıcaklığına sığındım.

"Umurumda değil, kalbin tertemiz ve hissetmek istiyorum. Sana sarılmak için saatleri saydım."

Eli ürkek şekilde sırtıma yerleşti. Üzerindeki tişörtü avuçlarımın içine alırken sert şekilde yutkunduğunu duydum ama bir şey demedi. İçime çektiğim nefesle burnuma yabancı bir koku geldiğinde yüzümü göğsüne sürterek kaldırdım ve suratına baktım. Güzel teninde lekeler vardı. "Hazer," dedim elimi yanağına götürerek. "Canım benim, n'oldu sana?"

"Hiç," dedi ve kötü bir şey yapmış gibi utanç içinde gözlerini kaçırdı. Saçı başı dağınık, üstü lekeliydi. "Hiçbir şey yapmadım ben!"

"Bir şey yaptın," dedim.

Gözleri aceleyle gözlerimi buldu ve kafasını iki yana salladı. "Gerçekten... bir şey yapmadım."

"Madem bir şey yapmadın, kalbimi kim çaldı o zaman?" dedim parmaklarımı uzatıp kibarca lekeleri temizlerken. Hazer'in yüz kasları gevşedi ve belli belirsiz tebessüm ederek, "Ben yaptım," dedi. Sanki bununla gurur duyuyordu. "Kalbini çaldım."

"Çalmadın aslında. Çalmak yanlış bir deyim oldu. İstedin, ben de avuçlarına bıraktım."

Tanıştığımız ilk zamanlardaki gibi çekingen şekilde yaklaşıp dudaklarını çilli yanağıma kondurdu. "Affedersin, kirliyim ama... öpmek istedim bir kere."

Dudakları yumuşakça yanağımda durdu ve ardından uzaklaşıp elimi tuttu. Elimi tutunca kalbimi de tutmuş gibi hissettim ve onunla evimize yürüdüm. Girmeden önce Kerem'e baktım ve bahçede Fıstık’la konuştuğunu gördüm. Sokak kapısından geçtiğimizde Hazer ayakkabılarını çıkarıp portmantoya koydu. Elini hiç bırakmıyordum ve zaten üzerindeki yarayı da bu şekilde hissettim. Parmağımla elinin üzerindeki taze yarayı okşadım. "Eline n'oldu aşkım?"

"Sigara külü düştü."

"Ben hemen bir merhem bakayım," deyip mutfağa koşuşturdum. Küçük bir ilaç dolabı vardı. İlacı ararken Hazer beni izledi. "Ben bir duş alayım," dedi. "Sonra yanına ineyim."

Merhem bakınırken yüzümü ona dönüp, "Bir şeye ihtiyacın olursa seslen," dedim içtenlikle. Peşi sıra ekledim. "Leo'yu getirdim, sabah getirebileceğimi söylemiştin. Yatak odamızda uyuyor."

"Çok iyi yapmışsın," dedi gözlerini gözlerimden ayırmadan. Yorgun, bitkin görünüyordu. "Bugün seni Kerem’le gönderdim ama hep aklım sende kaldı. Korumalar da peşinizdeydi ama... hiçbir şey olmadı değil mi?"

"Hayır," dedim ve rahatlaması için gülümsedim. "Her şey yolunda, tamam mı? Hazer, ben iyiyim. Sadece... eve geç dönüyorsun, buna biraz üzülüyorum."

"Çok özür dilerim," dedi hızlıca ve bir hışımda tezgâhın etrafını dolanıp yanıma kadar geldi. Lekeli elleriyle ellerimi tutup derin bir ihtiyaçla bana baktı. Uykusuzluktan resmen gözleri kızarmıştı. "Behram’laydım, ben de sana kavuşmak, evimize gelmek için sabırsızdım ama... onunla da arayı düzeltmek istedim."

"Çok iyi yapmışsın, çok mutlu oldum barışmanıza."

Halsizce gülümsedi ve ellerimi kaldırıp gözlerime daldı. Resmen bana tutulup kaldı ve o güzel, aşk dolu şarkılar ruhumuzu dansa kaldırdı. Sırasıyla her iki elimi de kaldırdı ve parmak boğumlarıma öpücükler bıraktı. Öpücükleriyle mest olduğumda Hazer ellerimi bıraktı ve yanakları kızarmış halde arkasını dönüp merdivenlerde kayboldu.

Dolaptan merhem alarak tekrar eski yerime döndüm ve camın önüne oturarak kitabı kucağıma çektim. Bahçede o kadar fazla ışık vardı ki oturma odasının ışığını yakmadan da kitapta yazılanları görebiliyordum. Hazer duşunu alıp üzerini değiştirene kadar soru çözdüm ve yanıma gelmesini bekledim. Gazel'in olayını ona söyleyecektim, Hüseyin'i de. Bunu düşününce bile içim daraldı ve Hazer nihayet dakikalar sonra merdivenlerde göründü. Başımı ona çevirdim ve gözleri beni salonda arayıp camın önünde bulduğunda yanıma ilerledi. Gri eşofmanlarından biriyle siyah tişört giymişti.

Yanıma geldi ve benim gibi eğilip yere, yanıma oturdu. Dizlerimi kalçamın altına kıvırmış, test kitabını dizimin üzerine koymuştum. Sırf o yanıma geldiği için bile gülümsediğimde, "Neden koltukta oturmuyorsun?" diye sordu, çıplak zeminde oturmamdan rahatsızlık duyarak. "Üşürsün ama bak."

"Evin sıcacık," dedim ve hemen beni düzelterek, "Evimiz," dedi.

Gülümseyerek kucağımdaki merheme uzandım ve onun bakışları arasında kapağını açarak parmağıma biraz merhem aldım. Diğer elimle Hazer'in elini kavrayarak elinin üzerindeki taze yaraya merhemi sürdüm. "Fırsattan istifade elime dokunuyormuşsun gibi hissediyorum."

Avuçiçindeki çizgileri okşadım. "N'olmuş yani?"

"El ele tutuşunca bebek yapıldığını bilmiyor musun sen?"

Kendime mâni olamayarak kıkırdadım. Şapşal, benimle eğleniyordu. Elimi elinden çekerken kıkırdamaya devam ettim ve Hazer bana göz kırptığında kızararak önüme döndüm. Elini bacağıma koydu ve sessizce beni izledi. Bağdaş kurmuştu, dizlerimiz birbirine değiyordu. Saçlarından hâlâ sular damlıyor, tertemiz yüzü öpücüklerimi ister gibi hemen önümde duruyordu.

"Hazer," dedim. "Sana bahsetmek istediğim şeyler var ama... seni daha fazla üzmek istemiyorum. Bu yüzden... şimdi bana şu soruyu çöz."

Kitabı havaya kaldırdığımda Hazer gözlerini kitaba çevirdi. Elinin içiyle hâlâ bacağımı okşuyor, beni sıcacık duyguların keşmekeşi içinde bırakıyordu. "Kötü bir şey yok değil mi?" diye sordu, ses tonuna endişe hâkimdi.

"Anlatacağım ama... sonra.”

Burnunu yanağıma değdirip içine derin nefesler çekti ve dünyayı etrafımda hızla döndürmeyi başardı. Yüzüne sokuldum ve bu yakınlığın ardından beni öpmesini bekledim. Dudaklarım çene çizgisine çarptı ve Hazer boğazından kısık bir ses çıkararak hafifçe geriye çekildi. Beni öpmeyi denememesine üzüldüm ve yüzüne baktım. Ellerimi omzundan çekerek kendisinden uzaklaştım ve beni neden öpmediğini düşünerek yerdeki kitabı aldım. Kaldığım sayfayı açtım. "Soruyu çözmeme yardım eder misin?"

Genzini temizleyerek soruya bakındı. "Tabii... Erkek arkadaşlar bugünler için var."

Soruyu okudu ve ardından benden bir kalem isteyerek soruyu çözmeye başladı. Aynı zamanda bana da sorunun, çözümün mantığını anlatıyordu. Dizinin hemen dibinde, gözlerimi yüzünden çekemeden ona kulak verdim. Kitabı kucağına koymuştu, yazarken eğiliyordu. Yüzüne, gözlerine, dudaklarına bakarken içim nasıl da coşuyordu. Hazer çözümü yapıp A şıkkını işaretledi ve kafasını kaldırıp bana baktı. "Anladın mı güzelim? Anlamadıysan bir daha anlatırım.”

"Hazer," dedim, tatlılığı ve güzel yüzü aklımı başımdan alırken.

Dizimi okşadı. "Hımm?"

"Asıl senden bir tane daha yapalım."

Bana düşündürdüklerine de kurduğum cümleye de inanamayarak gözlerimi büyüttüm. Hazer de o gün yaşadığım şaşkınlığın aynısını yaşayarak suspus olduğunda ellerimi yüzüme örtecek oldum. Fakat Hazer beni tutup göğsüne çektiğinde yüzümü oraya sakladım ve utancımı da mutluluğu yaşadığım bu yerde yaşadım. O beni kollarının arasında hassas bir kelebeği tutar gibi sararak saçlarıma öpücükler kondururken kıkırdayıp durdum.

Az sonra ders çalışmaya devam ettik ve bana öğrettiği soruların aynısını çözdüm. Anlamıştım, anladığımı gördüğünde bana gururla bakarak saçlarımı okşadı; kurdelemi çözüp cebine koydu. Gözlerimden uyku akana kadar Hazer’le ders çalışıp onu gülümsetmeye çalıştım ve dakikalar sonra başımı tekrardan omzuna bırakıp dinlenmek üzere orada kaldım. Tertemiz kokuyordu ve ona her sarıldığımda artık geri dönülemez bir bağla bağlandığımı hissediyordum.

O bana deli, bense ona mecburum.

Ne kadar süre geçtiğini anlayamadım ama bir şeylerin eksik olduğunu fark ettiğimde uyanmıştım. Gözlerimi açtım ve etrafın hâlâ karanlık olduğunu gördüm. Salonda değil, yatağımızda, Leo'nun yanındaydım. Hazer beni odamıza çıkarmış olmalıydı, en son omzunda uyuyakaldığımı hatırlıyordum. Onu odada göremeyerek huzursuzlandım ve uykuya devam etmek yerine doğruldum. Leo'ya bakıp alnına bir öpücük bıraktım. Keşke hep bizimle kalsan.

Dayanamayıp tatlı yanaklarından birkaç kez daha öptüm ve hâlâ kıyafetlerimle olduğumu görerek yataktan kalktım. Odadan çıktım ve koridor ışıklarını benim için açık bıraktığını görerek ona bir kez daha vuruldum. Uyku sersemliğiyle gülüp etrafa bakındım, alt kata indim. Yukarıda olmadığı gibi burada da değildi ama... sokak kapısı açıktı. Gecenin bir yarısı sokak kapısının açık olması karşısında hayrete düştüm ve ürkek birkaç adım attım. Camlardan dışarı baktım ve korumaları görerek bir nebze rahatladım. Tam bakışlarımı çekiyordum ki Hazer'in de orada olduğunu gördüm. Bahçede, çimlerin üzerine uzanmış, kolunu başının altına koymuştu. Hava almaya mı çıkmıştı?

Sokak kapısından çıktım ve ses yapmadan yanına yaklaştım. Gözleri, ben yanına varana kadar kapalı kaldı ve ben yanında bittiğimde yavaşça açıldı. Neden yatağımızda olmadığını düşündüm ama hava almaya çıktığı ihtimaline tutunarak kalçamın üzerinde çimlere oturdum. Dün gece de uyumamıştı, bu gece de uyumazsa yorgunluktan ölürdü. Hazer kolunu yana doğru açtığında yatmamı istediğini anladım ve bir çocuk kadar neşelenip başımı kolunun üzerine koyup bacaklarımı onun gibi ileriye uzattım. Kollarının arasına girdim ve bacaklarımız yan yana uzanırken elimi çekingen şekilde göğsüne koydum.

"Neden yatakta değilsin?"

Elini, göğsünün üzerindeki elime yasladı ve parmak uçlarıyla elimin üstünü okşadı.

"Uyuyakalınca Leo'nun yanına götürdüm seni, yatakta daha fazla yer kaplayıp sıkıştırmak istemedim sizi. Rahat uyuyun istedim. Ayrıca... sığamadım da eve."

Hazer'de beni en çok etkileyen şey ince düşünmesi, ince davranmasıydı. "Olsun Hazer, sen üstüme çıksan bile rahatsız olmam ben."

"Yaa," dedi hafif gülümseyen bir sesle ve o an aklından benim kadar edepli şeyler geçmediğini anlayarak göğsüne çimdik attım.

"Hazer..."

"Affedersin," dedi elimin üstünü okşayarak.

"Leo, Mustafa'yı çok özlemiş," dedim ayı izlerken. "Bahar Teyze’mi arasam, onları bir şekilde buluştursak?"

Elim göğsüyle yükselip alçaldı. "Annemi aramamıza gerek yok, Leo ile Mustafa yarın aynı ortama girecekler zaten."

"Anlamadım," dedim.

"Behram, yarına nikâh günü aldıklarını söyledi," dedi beni şaşkınlığa uğratarak. Dudaklarım aralandı. "Annesi, dini nikâhları olsa da resmi nikâhsız olmayacağını söylemiş. Behram da yıldırım nikâhı için gün almış, Gazel sana bundan bahsetmedi mi? Dün sabah onun için geldiğini düşünmüştüm."

İçimi çekerek, "Bahsetmedi," dedim. "Başka şeyden bahsetti, şu nikâh geçsin sana anlatırım. Demek yarın nikâhları kıyılacak, nikâh dairesinde mi?"

Hazer üşüdüğümü düşünmüş olmalıydı ki elinin içiyle kollarımı okşamaya başladı. "Evet, yarın öğleden sonra," dedi sakince. "Gazel sana neden bahsetmedi anlamadım."

Muhtemelen unutmuştur, Gazel'in psikolojisi çökmüştü ve bundan Gazel'in bile doğru dürüst haberi yoktu. Behram'ın bunu öğrenmesi gerekiyordu, bir an önce. Alnını alnıma koyduğunda iliklerimde bile onu hissederek nefesimi dudaklarına doğru bıraktım. Parmaklarımız, göğsünün üzerinde birbirine dolanırken, "Anlat Mila," dedi derin bir nefes alarak. Şakağında görünüp saçlarının arasında kaybolan damar seğiriyordu. "Nasıl fark ettiğini, fark ettiğinde neler hissettiğini, neler yaptığını... Duygularını anlat ki senin gibi hissedeyim."

Parmağını yumuşacık şekilde okşadım. "Ama Hazer... anlatıp seni üzmek istemiyorum."

"Mila, por favor." Yüzünü buruşturarak yalvarır gibi konuştu ve onu böyle görmek beni darmadağın etti. "Por favor, por favor." 

“Nereden başlayacağımı bilemiyorum," diye fısıldadım kapalı gözlerine bakarak. "Gazel'e bile tüm çıplaklığıyla anlatmadım her şeyi."

"Senin hakkındaki her şeyi bilmek istiyorum. Kalbinin nasıl korkuyla çarptığını, fark ettiğinde yaşadığın o acıyı, kâbuslarını... O çocuk sensin ve ben o çocuğu sarıp sarmalamak istiyorum."

"Sarıp sarmalıyorsun zaten," dedim kollarının arasına daha çok girerek. Ve sonrasında derin bir nefes verip kelimelerimi bir sıraya sokmadan anlatmaya başladım. Gözleri kapalıydı ama kulakları acıma şahitti. "Yetimhaneye geldikten bir süre sonra başladı. Anlatmıştım zaten, üzerinden geçiyorum. Babama götürme bahanesiyle kandırırdı beni, kimi zaman da şekerlerle. Peşinden giderdim, anlamıyordum ki Hazer."

"Küçücüktün bebeğim, nasıl anlayacaktın," dedi çatlayan bir sesle.

"Si," dedim ve yanağımı geniş omzuna sürttüm. "Kimseye söylemememi söyledi, ben de sorgulamadım. Gündüz hiç yapmadı, yakalanmaktan korkuyordu sanırım. Ben büyüyene, ondan uzaklaşmaya başlayana kadar bu şekilde kandırdı. Dokuz yaşındayken babamın aslında yaşamadığını, öldüğünü öğrendim ve o andan itibaren aynı yerde ondan hep kaçmaya çalıştım. Babamın öldüğünü öğrenmek... beni yıkmıştı."

O günü net şekilde hatırlıyordum. Babamı sonsuza kadar göremeyeceğimi idrak ettiğim o günü... Hazer dudaklarını alnıma koyarak titrek bir soluk savurdu. "O saatten sonra seni kandıramadı tabii."

"Evet aşkım," dedikten sonra bir dakika kadar sustum ve ikimizin de bunları hazmetmesini bekledim. "Okulda bir kız söylemişti babamın öldüğünü, ben de inanamayarak okuldan kaçıp yetimhaneye gidip müdireye sormuştum."

"O müdire," dedi anımsayarak.

"Evet, o kadın," dedim, ruhumu iyileştiren dudaklarına kapılarak. "O, babamın intihar ettiğini bildiğimi sanıyormuş ama bilmiyordum. Yaşım küçüktü, o ipte görsem de... anlamamıştım."

"Peki... babanı öyle gördüğünde ne sanmıştın Mila?"

"Oyun..." Hıçkırdım. "Oyun oynadığımızı."

Beni sımsıkı sardı ve dudakları alnıma sayamayacağım kadar çok öpücük bıraktı. "Öyle sanman çok normal güzelim, ağlama n'olur."

Onu da kahretmemek için anlatmaya devam ettim. "Ağlamıyorum aşkım, üzülme. İşte... Babamın öldüğünü öğrendiğimde Hüseyin'in beni yıllarca kandırdığını anladım ve ondan hep kaçtım. Zaten büyüyordum da Hazer, onun bana yaklaşma sebebinin masum olmadığını hissediyordum ama tam idrak edemiyordum."

"Sana neler yaşatmış," dedi, boğazında oluşan bir yumruyla. Vücudumu, cam bir bebekmişim gibi tutuyordu. "Ben hissetmiştim zaten davranışlarından buna benzer bir olay yaşadığını ama bir türlü konduramadım Mila. Bu kadar uzun... sürdüğünü düşünemedim."

"Çok ürkek, bastırılmış, korkağım," diye fısıldadım ve ardından kendimden emin şekilde ekledim. "Fakat ondan korkmuyorum."

"O sana hiç, hem de hiçbir şey yapamaz," dedi hızlıca, yemin eder gibi. "Elbette korkmuyorsun."

Gözyaşım gözümün kenarından kayıp tenine düştü. Bunun içini sızlattığına emindim. "Dediğim gibi, bir şeylerin yolunda gitmediğini hissettiğimde ondan hep korkarak yaşadım ve on üç yaşımda her şeyi kavradım." O anki çöküşümü, karanlığımı ilk kez birisiyle, gerçek aşkımla paylaşmak için dudaklarımı tekrar araladım. "Öğretmenimiz bize bilgilendirmek için bu konuları anlattı ve o an sanki kafamın içinde eksik kalan her şey tamamlandı, daha net oldu Hazer. Anlamıştım, onun tarafından yıllarca cinsel istismara uğra... uğramıştım ve kendimi çok kir... kirli hissediyordum."

"Ne?" Hazer şoka uğramış gibi haykırdı ve dakikalardır kapalı olan gözlerini açıp ıstıraplı gözlerle bana baktı. Sanki götürüp kollarına bıraktığım küçüklüğümü kaybetmişti. Titreyen elini neredeyse korkak şekilde yanağıma koyarak sanki tenimi temizledi. "Ne demek kirli? Nasıl böyle düşünürsün? Tertemizsin sen, masumsun. Senin temizliğin bedeninle mi ölçülüyor Mila? Öyle olsa bile bedenin de tertemiz senin, tamam mı? Ama senin temizliğin... kalbinle ölçülüyor ve orası dünyanın en temiz yeri."

Burası da dünyanın en güzel yeri. Kalbin, omzun, senin yanın.

Ona kendimi temizlemek için neler yaptığımı da anlatmak, yaralarını göstermek istiyordum ama daha fazla yüklenmek istemiyordum. Onun ayıbını, yüz kızartıcı günahını kenara bırakıp hıçkırarak Hazer'in göğsüne sığındım ve tişörtünü yumruklarımın içine aldım. Hazer'in göğsü başımın altında titredi ve kolları vücudumu da ruhumu da kucakladı. Çocukluğumu getirmiştim, iyileştirmişti ve şimdi uyutacaktı.

Dakikalar sonra titremelerim durdu ve vücudum onun sıcaklığında sakinleşti. Gözlerim acıyordu, uykusuzdum. Bunu aşmak ikimiz için de zaman alacaktı, yıpranıp üzülecektik belki ama günün sonunda burada olmak istiyordum. Hazer'in kalbinin hâlâ hızla çarptığını hissettiğimde yanaklarımdaki yaşları tişörtüne silerek gözlerimi yüzüne kaldırdım. Ona bakınca dünyada yaşadığımız cehennemin hassas kalplerimizle ölçülebildiğini anladım.

"Ben, hep kendim için bir şeyler yapmak, kendimi kurtarmak, kendi hayatımın kahramanı olmak istedim," dedim ve her ne kadar fısıldasam da beni dinlediğinden emin şekilde konuşmamı sürdürdüm. "Fakat bugün yetimhanede, birbirinden farklı çocukların yüzüne bakarken aslında onları da kurtarabileceğimi fark ettim. Dünyadaki bütün çocuklara ulaşamam ama eğer konservatuar değil de sosyal hizmetler okursam... bir yetimhanede görevli olarak çalışır, bir sürü çocuğu geleceğe hazırlarım diye düşündüm. Dans etmeyi çok seviyorum, kariyer yapmak istiyorum ama... benim hayatta yapmak istediğim en büyük kariyer iyi bir insan olmak."

Yüzünde gülümseme oluşturacağım çocukların düşüncesiyle sevinç duyarken, "Ve işte, sen gerçek bir meleksin," dediğini duydum. Sesi çok şefkatliydi. Ardından yıldızları gördüm ve sayısız öpücükle huzurlu bir uykuya daldım.

Bugün nikâh günüydü. Hazırlanmış, aynanın karşısında kendime bakıyor, yüzümdeki mutsuzluğu silmeye çalışıyordum. Hazer ve Leo alt kata inmiş, beni bekliyordu. Kerem sabah Leo’yla mağazaya gitmişti ve birlikte Leo için şık bir smokin almışlardı. Onu giydirmiş, Hazer'in yanına yollamış, kendim hazırlanmıştım.

Sabah bahçede, Hazer'in kolları arasında uyanmış ve el ele üst kata çıkıp ayrı ayrı duş aldıktan sonra kahvaltı etmiştik. Hazer, Leo’yla ilgilenmiş, moral bozukluğuna rağmen onunla oynamıştı. Hazırlanmak için odaya çıktığımdan beri de Han'ı görmemiştim. Gazel'i aramış, nikâhtan bahsetmiştim ve o da Behram'ın da ona dün akşam söylediğini söylemişti. Onun da geç haberi olmuştu ama konuşurken sesi çok sevinçliydi. Ona ne giyeceğini sorduğumda gelinlik niyetine beyaz bir elbise giyebileceğinden bahsetmişti.

Yanımda getirdiğim kıyafetlerim arasında şarap rengi, saten bir elbise bulmuş ve nikâh için uygun olacağını düşünerek giyinmiştim. Güzel, şık bir elbiseydi. İnce askılı, düşük yaka, âdeta vücudumdan akan, dizlerimin üzerine dek uzanan bir kesime sahipti. Kumaşı ince ve yumuşaktı.

Elimi kumaşın üzerinde gezdirerek kahverengi saçlarıma son kez göz attım. Bugün kurdele takmamış, saçlarımı dalgalandırıp sırtıma atmıştım. Boynumda ilham perisi kolyem vardı ve hafif ten makyajı yapıp kırmızı ruj sürmüştüm. Askılı, küçük çantamı yatağın üzerinden aldım ve odamıza son kez bakarak ayrıldım. Ayağımda ince topuklu, elbisemle aynı renkte ayakkabılar vardı. Topuk sesleri koridorda yankılanırken merdivenlere kadar yürüyüp basamakları indim ve gözlerimi salona çevirdim.

Şahit olduğum sahne tebessüm etmeme sebep oldu. Leo, Hazer'in sırtına binmiş, onunla atçılık oynuyordu. Hazer'i ellerinin ve dizlerinin üzerinde o şekilde görünce gülmek kaçınılmaz oldu. Leo eliyle onun ensesine bastırıyor, "Hızlı olsana!” diye çemkiriyordu.

"Bak, saçlarımı bozdun ama Leo..."

Leo yüzünü ona eğdi. "Kızdın mı?"

"Yok," dedi Hazer, gülümsediğini hissettim. "Kızar mıyım hiç? Devam et."

Leo kıkırdayıp onun ensesine biraz daha bastırdığında kafamı iki yana sallayarak, "Leo," diye seslendim. "Canım in Hazer'in sırtından."

İkisi de başını bana çevirdi. Elimle çantamın askını sıkarken Leo'nun Hazer'in sırtından inip yanıma koştuğunu gördüm. Basamakların önünde durup ışıl ışıl gözlerle bana bakarken Hazer de genzini temizleyerek doğruldu. Ona değil de Leo'ya baktığım için tepkisini göremedim ama Leo hayranlıkla bana bakıyordu.

"Çok güzel olmuşsun Safir," dedi Leo beni baştan aşağı süzerken. Kendisi de siyah papyonuyla çok şirindi. "Benim de senin gibi güzel sevgilim olsa keşke…"

Kıkırdadım. "Senin daha yaşın kaç?"

Hazer'in de Leo'nun yanına yürüdüğünü fark ettiğimde heyecanlı bakışlarımı ona kaydırdım ve ayağından başlayarak saçlarına kadar onu süzdüm. Simsiyah bir takım giyinmişti ve enfes görünüyordu. Takımı, tıpkı diğerleri gibi bedenine tam oturmuş, bende vücuduna yakın olma isteği oluşturmuştu. Altdudağımı yaladığımda Hazer göğsünü şişiren bir nefes alarak belirgin şekilde yutkundu.

"Hazırım," dedim taradığı saçlarına göz atarken.

"Görüyorum," dedi daha önceki gibi ve bu bana, tam burada yaşadığımız başka bir anıyı anımsattı. Gözleri bir kez daha tutkuyla baştan aşağı beni süzdü ve dudaklarını ısırarak ilk basamağa adımını attı. "Bayağı görüyorum... Hayatımda böyle bir şey görmedim yani..."

Elimi eline bıraktım ve tenlerimiz temas ederken, "Dikkat et," dedim imalı şekilde. "Düşme."

Dudakları aralıklı kaldı ve başını sallayarak homurtuyla karışık bir gülme sesi çıkardı.

Leo eteğime yapışarak kıkırdadı. "Eniştem düşüyor mu ki abla? O kadar dikkatsiz mi? Ben bile düşmüyorum."

Leo'ya göz kırparken, "O bana düşüyor," dedim ve tabii Leo neyi kastettiğimi anlamayarak önüne dönerken Hazer kulağımın yanında bir nefes alarak fısıldadı. "Sağ ol, biraz daha çiz karizmamı."

Omuzlarımı silktiğimde bir tutam saçımı kulağımın arkasına koyarak dudaklarıma baktı ve bir anlık olduğunu düşündüğüm bakışı uzun saniyeler boyunca dudaklarımda kaldı. Nefes alıp verişimi takip etti ve elimi sıkarak bakışlarını kaçırdıktan sonra yürümem için teşvik etti. Leo peşimiz sıra koştururken sokak kapısından çıkıp arabaya yöneldik.

Elimden tuttuğunda... sanki yetim bir çocuğu düştüğü yerden kaldırıyordu.

Bahçe kapısından çıktığımızda Kerem'i kaputun önünde dikilmiş sigara içerken bulduk. Biz çıkınca ilerleyip sigara izmaritini çöpe attı ve yanımıza yürürken buruk şekilde gülümsedi. "Bu ne güzellik kız?" dedi bana.

Hazer kapıyı açarken, "Teşekkürler," diyerek göz kırptım.

Ben arabaya binerken Kerem eğilip Leo'yu kucakladı ve onu şoför koltuğunun yanındaki koltuğa bırakıp kapıyı kapattı. Ben de arabaya yerleştim, Hazer de yanıma oturdu. Yutkundum ve çantamı kenara bırakarak elimi her zaman yaptığım gibi Hazer'in dizine koydum.

"Balerinim." Bu kelimeye gülümsedim. "Çok güzel olmuşsun.”

Beni güzel bulduğunu bakışlarından anlamıştım tabii ama söylemesi de çok hoşuma gitmişti. "Sen de çok yakışıklısın.”

Buna ihtiyaç duyuyormuş gibi başını çevirip şakağımı öptü ve yolun devamında ağzını bıçak açmadı. Ona yaslanıp camdan dışarıyı izledim ve sabırsızlıkla nikâh dairesine varmayı bekledim. En mutlumuz Leo'ydu, öyle olmasını da tercih ederdim. Yol boyunca konuşmuş, Kerem'e arabayla ilgili sorular sormuş ve Mustafa'ya kavuşacağı için sabırsızlanmıştı.

Araba, nikâh salonunun önünde durduğunda heyecanlanarak gözlerimi etrafta gezdirdim. Hazer elini uzatıp inmeme yardımcı oldu. Elbisem sıyrıldı ama ben daha müdahale etmeden Hazer eteğimi dizlerime kadar çekti. Elinden tutup ayaklarımı yerle buluştururken Leo ve Kerem de arabadan indi.

"Mustafa orada!"

Leo, Kerem'in elini bırakıp heyecanla koşmaya başladığında onun bakışlarını takip ettim. Mustafa Kemal ve Bahar Teyze binanın dışındaki merdivenleri çıkıyordu. Onlara el sallayıp gülümserken Leo ile Mustafa'nın merdivenlerde buluşup birbirlerine coşkuyla sarılmalarını izledim.

"Seni çok özledim," dedi Leo, mutlulukla yerinden zıplarken.

"Ben de, ben de!" diyerek ona aynı coşkuyla karşılık verdi Kemal.

"Sıpalar ya, ısıracaksın bunları..."

Kerem onların yanına koşup yanlarına çöktü ve ikisini de sulu sulu öptü. Merdivenleri çıktığımızda Bahar Teyze kollarını çoktan bize açmıştı. "Kuzularım," diyerek önce bana, ardından Han'a sıkıca sarıldı ve uzaklaşıp baştan aşağı ikimizi de süzdü. "Tü tü tü maşallah benim çocuklarıma."

"Bahar Teyzeciğim," dedim mahcubiyetle ve krem elbisesi içinde ne kadar güzel göründüğünü ona da söyledim. "Çok güzel olmuşsun, nasılsın?"

Bana gülümseyerek yanağımı okşadı. "Çok iyiyim canım kızım," dedi beni duygulandırarak. "Bir türlü yanına gelemedim, kusuruma bakma. En kısa zamanda oturup uzun uzun konuşalım seninle."

"Çok mutlu olurum," diyerek gözlerimi kırpıştırdım.

Hazer annesini baştan aşağı süzerek, "Pek güzel olmuşsun," dedi.

"Ay deli çocuk!"

Bahar Teyze kıkırdayarak merdivenleri çıkmaya başladığında ben de kıkırdadım ve Hazer'in belime attığı çimdikle beraber basamakları çıktım. Kolunun arasında binadan içeriye girdiğimizde nikâhtan önce görmeyi istediğim için Gazel'i arayıp nerede olduğunu sordum. Gelin odasındaydı, bana orayı tarif ettiğinde telefonu kapatıp Hazer'e durumu izah ettim ve onlar nikâhın yapılacağı yere giderken ben de gelin odasına çıktım.

Koridorda bir süre gelin odasını aradım ve bulduğumda her ihtimale karşı kapıyı tıklattım. İçeriden onun sesi geldiğinde heyecanla açtım ve adımımı içeri attığım an donup kaldım. Karşımda gerçekten bir gelin vardı. Kapıyı ardımdan örtüp heyecanla ona yaklaştığımda Gazel de ayağa kalktı ve aynı duygulu gözlerle bana bakarak kollarıma atladı. Onu sararken hayranlıkla konuştum. "Çok, çok... güzel olmuşsun."

Ona sarılmamla dün yaşananları hatırladım ama bu güzel günü mahvetmemek için bu anıyı zihnimin arka odalarına hapsettim. Gazel heyecanla üzerine baktı. "Sahiden mi Safir? Çok aceleye geldi, evlenelim yeter tabii ama... Güzel olmuş muyum gerçekten?"

Ellerini tutarak baştan aşağı onu süzdüm. Su gibi olmuştu, gördüğüm en güzel hallerinden birindeydi. Üst kısmı işlemeli, alt kısmı sade bir gelinlikti üzerindeki. Gelinliğin etekleri yeri süpürüyordu, çok abartılı değildi ama gelinlik olduğu da belliydi. Saçlarını omuzlarına bırakmış, çiçekli bir taç takmıştı. Çok güzeldi, ışıldıyordu. "Ağlayacağım," dedim duygularım oradan oraya savrulurken. "Çok güzelsin.”

"Mila, canımın köşesi." Ellerimi okşadı ve yabancı değil, Gazel'e ait olan o sevgi dolu gözlerini üzerimde gezdirdi. "Asıl sen çok güzelsin, yanımda olduğun için teşekkür ederim."

"Nikâh şahidin olacağım," dedim hevesle.

Heyecanla yerinde zıplayıp aynaya döndüğünde ellerimi omuzlarına yaslayıp aynadan da ona baktım. Dolu gözlerini kırpıştırdı ve bana döndüğünde, "Yapma," diyerek çarçabuk kirpiklerini temizledim. "Gelinliğini ne ara aldın?"

"Behram almış," dedi ve belli ki bu onu çok mutlu ettiğinden gelinliğini okşadı. "Dün akşam getirdi. ’Umarım seversin,’ diyerek bıraktı yatağın üzerine. Onun verdiği bir şeyi sevmeme ihtimalim varmış gibi..."

"Çok zevkliymiş.”

O henüz bir şey demeden kapı tıklatıldı ve başlarımız kapıya çevrildi. "Gelebilirsin."

Behram siyah, şık bir takımın içinde arzı endam ederek içeri girdi ve Gazel'i görünce hareketsiz kaldı. Gözlerini birkaç kez kırpıştırdı ve alık alık Gazel'e bakarak havada kalan adımını yavaşça yere koydu. Birkaç adım gerileyerek Gazel'in yanında ona yer açtığımda birkaç kez üst üste öksürdü. Yanına kadar yürüyüp Gazel'in önünde durduğunda ikisi de heyecanlı ve şaşkın şekilde birbirlerine baktılar. Gazel gülümsedi ve karşılığında Behram ensesini ovalayarak konuştu. "Ga... gazel?"

Gazel elbisesinin eteklerini sıktı. "Behram?"

Behram beni yeni fark ediyormuş gibi bir anlığına bana bakıp baş selamı verdiğinde onları rahatsız etmemek için çıt bile çıkarmadım. Behram tekrar önüne dönüp heyecanla kolunu Gazel'e uzattı. "Elinden mi tutmalıyım? Koluma mı girmelisin? Nasıl yapsak ki?"

"Koluna gireyim," dedi Gazel ve akabinde Behram'ın onun için açtığı koluna girdi. El çırpmamak için kendimi sıkarken Behram yönünü kapıya çevirdi ve yakasını düzelterek Gazel’le kapıya yürüdü.

Onların peşine düştüm ve hayranlıkla izlerken, "Behram," dedi Gazel, sanırım Behram'ın yüzüne bakamayacak kadar utanmıştı.

"Hım," dedi Behram, gergin bir sesle.

"Seni seviyorum."

Behram'ın adımları durdu ve başı yanına, Gazel'e döndü. Nefesini tuttu ve Gazel kendisinden bir cevap beklerken gözlerini kapatıp Gazel'in yüzüne eğildi. Dudaklarını onun alnına bastırdığında Gazel eliyle yakasını tuttu ve Behram uzaklaşana kadar bekledi.

Behram önüne döndüğünde Gazel de onu takip etti ve beraber merdivenlere yürüdüler. Heyecan içinde yeniden peşlerine düştüm ve mutluluklarına şahit olmanın sevincini yaşadım. Evet, gerçekten kötü şeyler oluyordu, herkesin bilmesi gereken şeyler vardı ama bugün onların günüydü ve tek pürüz bile çıksın istemiyordum.

Nikâhın yapılacağı salona geldiğimizde nikâh memurunun ve Hazer'in nikâh masasında olduğunu gördüm. Gazel ve Behram’la masaya yaklaştım ve onlar otururken ben de Hazer'in yanına oturdum. Hazer ilgiyle bana bakıp elini bacağımın üstüne koydu. Ona gülümseyip konuklara baktım.

Çok kişi yoktu, neredeyse herkesi tanıyordum. Bahar Teyze'nin yanında, Behram'ın annesi olduğunu düşündüğüm tesettürlü bir kadın vardı. Muazzez'se annesinin yanındaydı, üzerinde tozpembe renginde etek bluz takımı vardı ve yine aynı tonlarda şal örtmüştü. Ona gülümsediğimde bana el salladı. Yanında tanımadığım bir kız vardı, arkadaşı olabilirdi. Kerem bir sıra arkada, bir yanında Leo, bir yanında Mustafa ile oturuyordu. Birkaç hanım ve bey de vardı ama kim olduklarını bilmiyordum, sanırım yakın akrabalarıydı.

Gazel’le Behram'a döndüm. İkisi de telaşlı ve beklenti doluydu. Elleri beyaz örtünün üzerinde kıpırdanıyor, birbirlerine bakamadıklarından nikâh memuruna bakıyorlardı. Nikâh memuru konukları selamladıktan sonra Gazel’le Behram'a döndü. "Gazel Hanım, Behram Bey."

Behram hızla kafasını salladı. "Evet, evet, evet!"

Salonda birkaç saniyelik sessizlik oldu ve sonrasında gülüşmeler yaşandı. Behram utançla başını önüne eğip yüzünü buruştururken Gazel de ondan farksız görünmedi. Nikâh memuru gülümsedi. "Damat bey çok hevesli belli ki."

Hazer mırıldandı. "İstemem yan cebime koycu seni..."

Masanın altından Hazer'in ayağına vurdum.

"Neyse, bekletmeyelim o zaman damat beyi," dedi nikâh memuru ve ardından daha ciddi şekilde mikrofona yaklaştı. "Adınız soyadınız?"

"Behram Çidamlı."

"Gazel... Sadece Gazel."

Bir soyadı bile yok. Olsa da yok.

Nikâh memuru duraksadı ve ardından önündeki bir kâğıda bakarak başını salladı. Aslında yetimhanede Gazel'e verilen bir soyadı vardı ama Gazel bunu kabul etmiyordu çünkü kendi soyadı değildi. Behram'ın Gazel'e döndüğünü gördüm. Gazel’in yüzündeki kimsesizliğin acısını görmüş olmalıydı ki elini onun elinin üzerine koydu. Nikâh memuru devam etti. "Birbirinizle evlenmek istediğinizi bize yazılı olarak bildirdiniz. Yaptığım araştırma sonunda evlenmenize engel bir durumun bulunmadığı tarafımdan tespit edilmiş olup şimdi bir kez daha misafirler ve şahitler huzurunda sözlü olarak evlenmek istediğinizi beyan ederseniz evlenme akdinizi gerçekleştireceğim. Siz Gazel Hanım, yanınızda oturan beyefendiyi kimsenin etkisi ve baskısı altında kalmadan, kendi hür iradenizle eş olarak kabul ediyor musunuz?"

Gazel hiç beklemedi. "Evet!"

Alkışlar yerini tekrar sessizliğe bıraktığındaysa nikâh memuru Behram'a döndü. "Sayın Behram Çidamlı, yanınızda oturan hanımefendiyi hiç kimsenin etkisi ve baskısı altında kalmadan özgür iradenizle eş olarak kabul ediyor musunuz?"

Nefesimi tuttum ve dönüp Hazer'e baktım; o Behram'dan emin gibiydi ve sevgiyle dostuna bakıyordu. Behram dönüp Gazel'in gözlerinin içine baktı ve o an cevabını gözlerinden okudum. Mikrofona yaklaşarak gür bir sesle, "Evet’" dedi ve alkışlar patladı.

Biz onların mutluluğu izlerken nikâh memuru bize dönüp şahitliğimizin onayını aldı. İkimiz de onayladığımızda bir alkış daha koparken nikâh memuru konuştu. "Ben de medeni yasanın ve belediye başkanımın bana vermiş olduğu yetki ile sizleri eş olarak ilan ediyorum."

Evlenmişlerdi. Nikâh memuru onlara kalem ve defteri uzattığında ikisi de titreyen elleriyle imza attı. Benim de onlardan aşağı kalır yanım yoktu. Gözlerim doluvermişti. Nikâh memuru her ikisini de bir kez daha tebrik ettiğinde ayağa kalktık. Hazer elimden tutup ceketini düzeltirken Behram ve Gazel karşı karşıya geldi. Salonda mutlu gülüşmeler duyulurken Behram Gazel'in yüzünü avuçlarının içine alıp gözlerine baktı. Aralarında, belki de ömürleri boyunca unutulmayacak bir an yaşandı ve Behram yaklaşıp Gazel'in alnından öptü.

"Gazel," diye fısıldadı ama bu sefer Sadece Gazel olarak kalmadı. "Gazel Çidamlı."

O öpücükten sonrası bir hayal gibi yaşandı. Hazer elimden tutup beni merdivenlerden indirdiğinde ailesinin yanlarına çıktığını gördüm. Hazer’le çocukların yanına yürürken Kerem'in dalgınca nikâh masasını izlediğini gördüm. Ellerini önünde birleştirmiş, mahzun gözlerle oraya odaklanmıştı. Ah, Leyla'nın evliliğini mi düşünüyordu?

Konuklar Behram ve Gazel'i tebrik ederken Mustafa ile Leo'nun yanına gittim ve koltuğa oturarak Mustafa'ya döndüm. Başını çevirmiş, çekingen şekilde beni izliyordu. Hazer, terlediğinden olsa gerek ceketini çıkarıp kucağıma koyarken, "Mustafa," diyerek kollarımı açtım. "Bana sarılmadın."

Çekik gözlerini bir Hazer'e bir de bana çevirip koltuğundan indi ve yanıma kadar gelip kollarımın arasına girdi. Onu sevgiyle sararken, "Çok özlemişim seni," dedim. Masumiyetiyle temizleniyordum sanki. "Ama sen Leo'yu daha fazla özlemiş gibisin."

Leo da koltuğundan inip yanıma gelirken Hazer'in eğilip Kerem'in kulağına bir şeyler fısıldadığını gördüm. Leo kolunu Mustafa'nın omzuna attı. "Evet çünkü biz kankayız."

Yaklaşıp önce Mustafa Kemal'in, ardından Leo'nun yanağından birer öpücük aldım. "Ben de kankanız olabilir miyim?"

İkisi de birbirlerine dönüp düşünür gibi kaş göz yaptıklarında kıkırdamadan duramadım. Smokinlerinin içinde öyle tatlılardı ki ikisini de öpücüklere boğmak istiyordum. Leo başını sallarken Mustafa hayır dercesine omuz silkti.

"Kanka olamayız, ben seninle evlenmeyi düşünüyorum."

Leo, "Nasıl ya?" diyerek Mustafa'ya diklenirken, "Hadi la oradan!" diyerek Mustafa'nın ensesine bir tane vurdu Hazer.

Mustafa huzursuz bir ses çıkardı ve kollarımdan çıkıp Hazer'e döndü. Hazer ona dik dik bakarken Mustafa kolunu yakalayarak aniden onu ısırmaya başladı. Hazer onun bu tepkisine alışkın şekilde gözlerini devirirken Leo da elini göğsünün üzerine sürterek Hazer'e dilini çıkardı. "Oh olsun sana, eniştem de olsan kankama vuramazsın."

Bakışlarımı Hazer'in üzerinde tutamayarak Leo'ya diktim. "Dil çıkarma, çok ayıp."

Omzunu silkerek bana da dil çıkardı. Gülmekle kızmak arasında kaldığımda Hazer Mustafa'yı kucaklayıp omzuna çıkardı ve Mustafa bağırırken Leo da onu kurtarmaya girişti. Kerem de benim gibi buruk şekilde onları izlerken başımı Gazel ile Behram'a çevirdim. Tebrikleri kabul ediyor, hâlâ şaşkın görünüyorlardı. Muazzez'in Gazel'in elini sıkıp bir şeyler dediğini görürken ceketimle çantamı kenara bırakarak ayağa kalktım. Elbisemi düzelterek sakin adımlarla onların yanına giderken Hazer'in bakışlarını sırtımda hissettim. Merdivenleri çıkıp Gazel'in yanına ulaştığımda Muazzez'e gülümsedim. "Merhaba."

Gazel'in ellerini bırakıp birkaç adım geriledi. "Merhaba, nasılsın?"

"İyiyim," dedim elimi Gazel'in sırtına koyarken. "Sen nasılsın? Bir süredir görüşemiyoruz."

"Denk düşemiyoruz," dedi, gözleri içten şekilde bakıyordu. "Bir gün kızlar gecesi yapalım."

Bir an Gazel’le bakışıp ardından Muazzez'e döndük. "Olur."

Muazzez, abisiyle annesinin yanına ilerlerken ben de Gazel'e dönerek parlak yüzüne baktım. Artık resmi olarak da evliydi, üstelik gerçekten sevdiği adamla. Onunla o kadar çok anı, yaşanmışlık biriktirmiştim ki böyle beyazlar içinde görüp duygulanmamak elde değildi. "Çok iyi olacaksın," dedim Tanrı'dan da bunu dileyerek. "Eşin ve biz... hep yanında olacağız."

Kastettiğimle onun anladığı farklı şeylerdi ama ortak olan şey, sevgiydi. Bana sıkıca sarıldı ve duygularım gözyaşı olarak gözlerimden düşerken içimden aynı şeyleri diledim. Tam ayrılırken Behram yanımıza geldi.

Herkes nikâh dairesinden ayrılmak için kapıya yürürken Kerem de Leo ve Mustafa'yı alıp onların ardından gitmişti. Çantamı almak için koltuklara, Hazer'in yanına ilerlerken Hazer de bana doğru ilerledi ve salonun ortasında buluştuk. Yüzünde heyecan ve temkin karmaşası vardı. Yakışıklı yüzünü izlerken salonda kimse kalmadı ve Hazer yalnızca bizim olduğumuzu fark ettiğinde bir anda elimden tutup beni çekiştirmeye başladı. Topuklu ayakkabılarım yüzünden düşmemeye çalışarak onunla koştum.

"Ne yapıyorsun?"

"Şşt, gel."

Beni elimden tutarak yukarı çıkardı ve nikâh masasının olduğu yere yürüdü. Az önce Gazel'in oturduğu koltuğu çekip gözlerini üzerime çevirdi. "Oturur musun?"

Altdudağımı ısırdım ve başımı salladım. Gözlerinde bir sevinç belirdiğinde onu bekletmeden koltuğa oturdum ve Hazer de hemen yanımdaki damat koltuğuna oturduğunda kendimi çok garip hissettim. Hazer birleşen ellerimizi masanın, beyaz örtünün üzerine koydu ve başını yavaşça bana çevirdi. Tarifsiz bir duygu göğsümü ince ince sızlattı ve sebepsiz heyecanla dolup taşarken, "Garip," dedi Hazer önüne dönerken. Nikâh masasına baktı. "Bir evet diyorsun ve sonra evli oluyorsun."

"Evet," dedim yumuşak bir sesle.

"Evet," dedi Hazer benim gibi. Elimi o kadar uzun tuttu ki aslında başka bir anlamda evet dediğini düşündüm. "Evet."

Si.

Hayatın bize ne getireceğini bilmiyordum ama getirmesini istediğim şeyi biliyordum. Hassas, alıngan ve sık üzülen bir insandım ama artık böyle yaşayamazdım. Bu yüzden beni üzmeyecek, parçalamayacak bir sevgiyle hep onun yanında kalmak istiyordum. O elmastandı ve ışıltısını benimle paylaşıyordu. Bu hem aşktı hem de sevgi. O Hazer’di, ben de Mila. Bu da bizim hikâyemizdi... Ya da dansımız.

Masadan kalktığımızda eşyalarımızı aldık ve ben parmak uçlarımda dans ederek yürürken Hazer de ceketini giyerek beni izledi. Dans etmeyi çok özlemiştim, yürürken parmak uçlarıma çıkıp kendi etrafımda dönmeyi seviyordum. Binadan ayrıldığımızda Behram ve Gazel'in arabaya yerleştiğini gördüm. Bahar Teyze ile Mustafa bir arabanın içindeydi ve Muazzez ile annesi kaldırımda bekliyordu. Arabanın kapısını açıp Hazer'in arkasından baktım. Önce annesinin olduğu arabaya eğilip annesine bir şeyler söyledi ve ardından kaldırımda duran Muazzez'e ilerledi. Behram'ın annesine sarılıp Muazzez’le bir şeyler konuştular ama duymadım. Hazer’le konuşurken Muazzez'in yanakları kızarıyor, etrafa gülücük saçıyordu.

Hazer az sonra Muazzez ve annesiyle buraya yürümeye başladığında onları bırakacağımızı anlayarak koltuğa yerleştim ve yer açılması için Leo'yu kucağıma aldım. Gelip arabaya yerleştiklerinde annesiyle tanıştım ve Hazer yanıma, Muazzez ile annesi de karşımızdaki koltuğa oturdu. Annesinin adı Pamuk'tu ve gerçekten pamuk gibi bir insandı. Muazzez'e benziyordu, çok tatlı ve konuşkandı. Leo'yu sevmiş, bana sorular sormuştu. Gazel'in neden bu aileyi kaybetmek istemediğini anlamıştım.

Onları kendi evlerine bırakıp ardından Leo'yu bırakmak için yetimhaneye yaklaştık. Yetimhaneye geldiğimizde Leo'nun yüzüne oturan ifade içime çok dokundu ama elimden bir şey gelmiyordu. Onu bırakıp yola devam ettiğimizde cama yaslandım ve o bakışları aklımdan silmeye çalıştım. Ne yapabilirdim ki? Yetemiyordum işte herkese… Üzülüyor, bir şeyler yapmak istiyordum ama hayat o kadar imkân sunmuyordu. Bundan sonra olacaklardan korktuğumu hissederek kollarımı kendime sararken Hazer koltukta kayarak dudaklarını çilli omzuma yasladı ve hiçbir şey demeden gözlerini kapattı.

Araba evin önünde durduğunda topuklu ayakkabıya alışkın olmadığım için Hazer inmeme yardımcı oldu. Kerem de arabadan indiğinde Hazer'in paketinden bir sigara çıkardığını gördüm. O kapının önünde sigarasını içerken ben Kerem'in ardından koşuşturup, "Nasılsın?" diye sordum.

"Yediğim kazıkları hazmetmeye çalışıyorum işte, nasıl olayım…"

Koluna girdim ve birlikte eve yöneldik. Akşam karanlığı çökmüştü, bahçedeki lambalar yanıyordu. Korumalar bırakıp gittiğimiz yerde, er gibi hareketsiz şekilde duruyorlardı; işlerini epey ciddiye alıyor olmalılardı.

"Leyla ile bir de benim konuşmamı ister misin?" diye sordum. Bir şeyler yapma ihtiyacı hissediyordum. “Belki açıklayamadığı şeyler vardır.”

"Leyla mı?" Kerem sahte şekilde güldü. "O da kim?"

Ah…

Ben bir şey diyemeden Kerem aynı havalı yürüyüşüyle uzaklaştı. Acı çekiyor ve bir yandan da öfke duyuyordu. Ayakkabılarımı ve çantamı portmantoya koyarken sigarasını içen Hazer'e el salladım. Hafifçe tebessüm etmeye çalıştı ama hâlâ bir taşın altında can çekişiyormuş gibi görünüyordu.

Salona göz atarak doğrudan merdivenlerin yolunu tuttum. Üst kata çıkar çıkmaz ışıkları yaktım ve misafir odasına geçerek yatağın kenarına oturdum. Güzel şeyler yaşanmıştı ve şimdi herkesin kötü şeyleri öğrenme sırası gelmişti. Komodin üzerindeki abajuru yakarak bacaklarımı kendime çektim ve kollarımı etrafıma sararak dinlenmek üzere yatağa yerleştim.

Şu son birkaç günde çok yorulmuştum ama hepsinin üstesinden gelecektim. Hayatımda, kendime en çok güvendiğim dönemdeydim. Neyden korkacaktım ki? Onlar da insandı, ben de. Tamam, onlar kadar kötü değildim ama onların birini korkutma gücü varsa benim de hepsinin altından kalkma gücüm vardı. Sevgilimi, dostumu, çevremdeki her insanı onun zehrinden koruyacaktım. Ağlayıp yorganların altına saklanmayacaktım. Herkese yetecektim. Savaşları sevmezdim ama bu pes edeceğim anlamına gelmiyordu.

Gözlerim bir süre kapalı kaldı ve uykuyla uyanıklık arasında geçen dakikalardan sonra gözlerimi açtım. Hazer eve girmiş olmalıydı, onu görmeden uyuyamıyordum; bir dürtü içten içe rahatsız ediyordu. Bacaklarımı indirirken saate baktım ve tahmin ettiğimden daha uzun süredir yattığımı fark ettim. Odadan çıktım ve karanlık koridorda kalp atışlarımı duyarak odasına ilerledim. Başımı içeriye uzattığımda Hazer'i yatağının üzerinde buldum ve kapıyı örtüp ilerledim.

Bir eli göğsünün üzerindeydi ve diğeri sabah yatağa bıraktığım gri kurdeleyi tutuyordu. Gözleri kapalıydı ama uyuduğunu sanmıyordum. Ceketini çıkarmış, gömleğinin düğmelerini çözmüş, aynı şekilde kravatı ve kemerini de yatağın kenarına bırakmıştı. Bedenimi yatağa bırakarak bacaklarımı kendime çektim ve yan durarak yönümü ona çevirdim. Yanağım yastığa yerleştiğinde elim de gömleğinin ucuna yapıştı.

Hazer'in dudakları belli belirsiz kıvrıldı. "Bana dokunmaya çekindiğin için her defasında kıyafetlerime dokunuyorsun Mila."

Altdudağımı bükerek gözlerimi çenesinden yüzüne çıkardım ve hareleriyle ansızın karşılaştığımda kendimi savunmasız hissettim. Bu söylediğini inkâr etmeden, "Sanki sen bana çok dokunuyorsun," deyiverdim ve pervasızlığımın arkasında durup kaşlarımı çattım.

Hazer bu söylediğime şaşırdı ve elini uzatıp çıplak koluma koydu. "Dokunuyorum ya."

"Öyle değil," dedim ve gömleğinin uçlarını kıvırarak yutkundum. Duygularımı içimde tutamazdım. Bu yüzden sormak istiyordum. "Dün neden öpmedin beni?" diye sordum, yanaklarıma sıcaklık otururken. "Bir süredir öpmüyorsun, doğru dürüst saçlarımı bile okşamıyorsun. Tanrım! Bunları sana söylediğime inanamıyorum ama... Neden bana dokunmuyorsun?"

Bir erkeğe, bana dokunmadığı için sitem edeceğim aklımın ucundan geçmezdi ama aşk böyle bir şeydi demek ki. Hazer aralanan dudaklarını yavaşça kapattı ve en az benim kadar şaşkına uğraşmış vaziyette yutkundu. Kolumdaki elini kaydırıp belime yerleştirirken, "Rahatsız olabilme ihtimalinden korkuyorum," diye konuşarak gözlerini yumdu. "Belki rahatsız oluyorsundur, söyleyemiyorsundur diye düşündüm. Hani... ürküyorsun ya. O yüzden."

Böyle şeyler düşünüp kendine eziyet etmesini istemiyordum. Görmeliydi o bana dokunduğunda korkmadığımı, o pisliği hatırlamadığımı. Ona yaklaştığımda Hazer gözlerini açtı ve dudakları titreyerek gözlerime baktı. "Dokunuşların bana onu hatırlatmıyor veya korkutmuyor," dedim cesaretle. "Bana dokunmanı seviyorum, öpmeni de. Beni öperken ellerini vücudumda dolaştırıp saçlarımdan tutmanı da... Bir dilek hakkım olsaydı, saatler boyunca seni öpmeyi dilerdim."

Kalp atışlarımızın sesi odayı kapladı ve Hazer'in gözleri gece karanlığına döndü; bakışları bir arzuyla gölgelendi. "Yaa?" dedi tekinsiz bir sesle.

"Yaa," dedim meydan okuyarak.

Meydan okumam onun yüreğini cesaretle doldurdu ve bir an sonra Hazer sırtını yataktan kaldırıp üzerime çıktı. Dizlerini, belimin iki yanına yerleştirerek ellerimi tuttu ve başımın üzerine kaldırdı. Hareketiyle elbisenin eteği uyluklarıma çıktı ve Hazer ellerimi yastığa bastırarak alnını alnıma yasladı. Üzerime çıkmış, beni gerçek anlamda hapsetmişti.

Bana ilk kez bu şekilde dokunuyordu. Şok etkisi yerini bir dünya duyguya bıraktı ve bakışlarım gözlerine kilitlendi. Gömleğinin düğmeleri açık olduğu için çıplak tenine çok yakındım ve gövdesini az daha eğse göğüslerimiz yapışabilirdi. Bakışlarım baygınlaştı ve Hazer bir eliyle ellerimi yatağa yaslarken diğer elini dizimden yukarı kaydırdı. Ürperdim ve dudaklarım aralandığında Hazer dudaklarını yavaşça benimkilere yaklaştırdı. "Demek üstüne çıksam bile rahatsız olmazsın."

"Han..."

"Centilmen biriyimdir, bu isteğini asla geri çeviremem."

Boğazımdan heyecanlı bir ses yükseldi ve Hazer dudaklarıma sokuldu. Altdudağı iki dudağımın arasına sertçe yerleşti ve bununla beraber Hazer'in boğazından ilkel bir inilti çıktı. Hayatım boyunca bu öpücüğü beklemiştim sanki, damarlarımda tutkunun aktığını hissediyordum.

Nabzım coştu ve sanki buna bağlı olarak dünya etrafımda şiddetle döndü. Kalbim sıkışıyor, yeni keşfettiğim hisler karnımda yumru oluşturup ezberimi bozuyordu. Hazer dudaklarını çekmeden gülümsedi ve elini yavaşça sol bacağımdan içeri kaydırarak okşadı. Kaslarım âdeta eriyordu ve ona dokunma arzusuyla elimi elinden kurtarmak istediğimde, "Ihıh," dedi. Oyunbozanlık ediyordu. Bacağımda daireler çizdi. "Bekle biraz."

"Han," dedim gözlerimi açıp siyaha dönmüş gözlerine baktığımda. "İzin ver, por favor..."

Öpüşmemizi sonlandırıp hafifçe benden uzaklaştı. Gözlerim buğulanmıştı; ellerini bütün bedenimde hissediyordum. Dudaklarım aralık kaldı ve Hazer kalbimi gümleten bir hareket yaparak dudaklarını tatlı şekilde yaladı. Gülümseyerek başını kaldırdı, tuttuğu bileklerime baktı ve her ikisini de öptü. Göğsü sakinleşmemiş, hızlı bir tempoyla inip kalkıyordu. Uzak duramıyormuş gibi elini tekrar bacağıma koyduğunda sabırsızca birleşti bakışlarımız. Buna karşılık gömleğinin yakasında duran elimi yavaşça boynuna kaydırdım. Çıplak, terli tenine temas etmemle Hazer'in gözleri kapandı ve dudakları aralandı. "İlk defa göğsüne dokunuyorum, sıcacık olmuşsun."

Ona dokunmamdan hoşlandığı açıktı, kalbi daha hızlı atmaya başlamıştı. Buğulu, duygulu gözlerle çıplak göğsüne baktım. Tenini seçebiliyordum, belli belirsiz tüyler haricinde oldukça pürüzsüz ve sertti. Elimde bir kadife hissi bırakmıştı. Bu yakınlığımıza, ona dokunmaktan aldığım hazza inanamayarak tebessüm ettiğimde Hazer'in parmağını dudaklarım arasında hissettim ve aceleyle gözlerinin içine baktım.

Farkında olmaksızın ağzım aralandı ve Hazer'in başparmağı dudaklarımın arasından girip ağzımın sıcaklığına kavuştuğunda yaptığımız şeyin utancıyla gözlerimi kapattım. Hazer bacağımı okşadı ve parmağını dilime sürterken titreyen sesiyle, "Üzgünüm... İleri gidiyorsam durdur beni…” dedi.

Gözlerimi açtım ve duygularıma arkamı dönüp kaçmak yerine, en yasaklı duygularımın da arkasında durarak dilimle parmağının ucunu yaladım. Hazer yüzünü boynuma gömerek yüksek sesle inledi.

Terlemiş bacağımı okşadı ve ben saçlarını izlemeye koyulmuşken başını boynumdan kaldırarak hırıltılı soluklarını dudaklarıma bıraktı. Avcumu karnına gömdüm ve teninin dalgalanışını hissettim. Gözlerimiz kelepçelenmiş gibi ayrılamıyordu. İkimiz de utançtan kızarıyor ama bundan da vazgeçemiyorduk. Hazer parmağını dudaklarımdan çekti ve benim ağzım aralık kalırken ıslak parmağını çenemden boynuma kaydırdı. Boynumu ıslatırken bakışlarıyla da bunu takip etti.

"Han..."

"Bu ten, bu beden senin," dedi ve alçalıp yanağımdan öptü. “Bu beden senin ve kimse senden izinsiz dokunamaz."

Duygularım, bir nehir gibi coşkuyla akarken gözlerimi açtım ve Hazer köprücükkemiğime bir öpücük bırakarak yavaşça üzerimde tırmandığında yüz yüze geldik. Bacaklarımı garip bir hisle birbirine bastırarak elimi boynundan dudaklarına kaydırdım ve Hazer bacağımı yatağa bırakıp ellerinin her ikisini de başımın yanına koydu. Gayretle yutkundum, ölmek üzereydim sanki. Solukları düzene girmeden yüzünü omzuma eğdi ve dişleriyle elbisemin askını çektikten sonra yanağını çıplak omzuma yasladı.

Elim gömlek yakasında kalırken Hazer vücudunu yanıma attı ve ağırlığı üzerimden kalkmış oldu. Yanağını omzuma yaslayıp elinin içini saçlarımın arasına soktuğunda nefes nefese tavana bakıp sindirmeye çalıştım. Hazer boynuma sokulup çillerimin üzerine öpücükler bırakırken, "Hazer," dedim utançla.

"Mila," dedi etkilenmiş bir sesle.

Gözlerimi yatak başlığına kaldırdım. “Kıyafetimi neden indirdin?”

Saç diplerimi okşayarak bir bacağını bacağımın üzerine attı ve beni kısmen kendine hapsederken tenimdeki dudakları kıvrıldı. “Omzunda uyumak istiyorum.”

Dudaklarımı ısırıp çekingen gözlerimi ona çevirdim. Hazer de bana bakınca aramızda bir bakışma yaşandı. Yanaklarımız aynı anda kızardı ve ellerimiz yaramaz çocuklar gibi birbirinin saçlarında kıpraştı. Karanlığa baskın gelen amber gözleri kalbimde bir pencere kenarı açtı ve güzel anılarımız oraya bir çiçek gibi yerleşti. Beni bulutlara kadar çıkaran dudaklarını omzuma sürterken, "Çok tatlısın,” dedi.

Kıkırdadım ve yüzümü eğip bakışlarını çıplak göğsüne çevirdiğimde Hazer minik minik öpücükler bırakarak beni tamamen mayıştırdı. Bacağını üzerime atsa da kendini benden biraz uzakta tutuyor gibiydi. Etrafa bir sessizlik çöktü; duyulan tek şey kalp atışlarımızdı. Esnedim ve bir tutam saçımı parmağına dolarken, "Bugün biraz farklıyım," diye fısıldadı gözlerimi kapatmamı sağlayacak kadar yumuşak sesiyle. "İçim dışım kararmış. Bir tek seni sevmeyi bilen yararsız bir adammışım..."

Onun da gözlerini kapattığını hissettim. Birbirimizin omuzlarına sokulduk ve bir düzine kalp atışı bu ana eşik ederken, "Biraz da salakmışım. Gözlerin bi sanatmış ve Tanrım seni meleklerin küllerinden yaratmış," diye devam ederek kendinden geçmiş bir sesle beni de tamamen kendimden geçirip uykunun derinliğine çekti.

Sabah gözlerimi aynı yerde, aynı pozisyonda açtığımda sessiz davranmış, Hazer'i uyandırmamaya çalışmıştım. Gün parlaklığında utancım daha belirgindi ve henüz göz göze gelmeye hazır hissetmemiştim. Bu sebepten bir süre onu izlemiş, sonra yataktan doğrulmuştum. Hazer bir an yokluğumu hissedip uyanır gibi olsa da yüzünü yastığa gömerek kaldığı yerden uyumaya devam etmişti.

Bir süre yatağın kenarında oturup onu izledim. Göğsü hâlâ çıplaktı ve ter damlacıkları parlıyordu. Saçı başı darmadağındı. Eline baktım, dudaklarını izledim, güzelliğine sayısız kalp atışı bıraktım ve sonra üzerimi değiştirmek üzere parmak uçlarımda odadan çıktım.

Önce banyoya girdim ve dünün yorgunluğunu üzerimden atmak için yıkandım. Çıktığımda bulduğum krem renkli, kare yaka, kollarında ve uçlarında transparan detaylar olan bluzu giyindikten sonra dar paça, açık renkli kot pantolonumu bacaklarıma geçirdim. Ayaklarıma çorap geçirip tamamen hazırlandıktan sonra saç fırçam Hazer'in odasında olduğu için oraya ilerledim. Parmak uçlarımda dans ederek yürüyordum. Usulca odaya girdim ve hâlâ uyuduğunu gördüm. Alnına düşmüş bir tutam saçı düzelttikten sonra yastıktaki kurdelemi alıp aynanın karşısına geçtim. Saçlarımı taradıktan sonra kurdelemi her zamanki gibi saçlarıma taktım ve kendi etrafımda döndüğümde Hazer'i bana bakarken bulup sıçradım.

Uyanmış, kısık bakışlarını yüzüme dikmişti ve dudaklarında varla yok arası bir gülüş saklanmıştı. Yutkundum ve onun da gözlerinin önünden aynı sahnelerin geçtiğinden şüphe etmedim. Sakinliğimi korudum, sonuçta yetişkindik ve utanıp kaçmak yakışık almazdı. Telaşla bluzumun uçlarına yapışırken, "Günaydın," dedim alçak bir sesle.

Diliyle dudaklarında bir tur atıp gözlerini boynumda, ardından köprücükkemiğimde ve saçlarımda gezdirerek, "Günaydın," diye yanıtladı. Göz kırptı. "Güzel kurdele."

"Öyle. En sevdiğim."

Başını yastıktan kaldırıp doğrulurken büyülenmiş gibi onu izliyordum ki telefonum komodinin üzerinde çalmaya başladı. İrkilip ona gülümsedim ve komodine ilerleyip telefonu aldım. Arayan Gazel'di. Onun öğlen vakti, evliliğinin ertesi günü beni aramasının şaşkınlığını yaşayıp aramayı yanıtladım. "Gazel..."

"Seni çok seviyorum Mila." Gazel'in dudaklarından savrulan cümle beni afallattı ve devamındaki hıçkırık sesi bilinmezliğe sürükledi. Yüzümdeki mutlu ifade kaybolurken Hazer de ayağa kalkıp beni izledi. "Seni çok çok seviyorum, hatta bu dünyada en çok seni seviyorum ve ben... bununla yaşayamam."

"Neler diyorsun?" dedim akıl tutulması yaşayarak. Hızla konuştum. "Ben de seni çok seviyorum tabii. Neden ağlıyorsun Gazel? Neyden bahsediyorsun Tanrı aşkına?"

"Çok utanıyorum," dedi ve sesini bir uğultu takip ettiğinde evde değil de dışarıda olduğunu anladım. "Yüzüne bakamam artık... Yaşayamam ben bununla."

"Ga... Gazel. Canımın köşesi, bana nerede olduğunu söyler misin?" dedim, korkup telefonu kapatmaması için sakin konuşmaya çalışmıştım.

"Tak... taksideyim," dedi gözyaşları içinde. Derin bir nefes alışını, boğazını temizlediğini duydum. Hazer kaşlarını çatmış bana bakarken, "Merak etme, gerekeni yapacağım," diye devam etti, nereye gittiğini söylemeden. "Seni çok seviyorum Mila ve senin için her şeyi yaparım."

Telefonu kapattı.

Şok etkisiyle bağırdım. "Gazel!"

Maalesef cevap yoktu, çoktan kapanmıştı. "Ne oluyor?" dedi Hazer yüzümü tutarak. "Güzelim?"

"Gazel'di," dedim korku dolu gözlerimi ona çevirerek. "Çok tuhaf şeyler söyledi... Taksideymiş, bir yere gidiyormuş ama... ağlıyordu ve çok umutsuz konuşuyordu."

"Sakinleş," dedi Hazer, korkumu görüp bir şeylerin ciddiyetini kavramış olmalı ki hızla dolabına yürürken telefonunu cebinden çıkardı. "Merhaba Salih, senden bir şey isteyeceğim."

Dudaklarımı kemirirken Hazer gömleğini çıkardı ve bir an çıplak kaldıktan sonra tişörtü başından geçirdi. "Bir arkadaşımızın nerede olduğunu bilmemiz lazım, numarasını versem bulabilir misin?"

Karşı taraf her ne dediyse Hazer kafasını sallayarak bakışlarını bana çevirdi. "Gazel'in numarasını verir misin?"

Ezberimdeki numarayı hızla söyledim ve Hazer de numarayı karşı tarafa söyledikten sonra bekledi. "Tamam," diyerek bana yürümeye başladı. "Gazel'i bir daha ara. Ve onu oyala."

Gazel'in numarasını çevirdim ama ilk değil, hatta ikinci aramamda bile açmadı. Üçüncü kez aradığımdaysa Gazel yine aynı ağlama nöbetiyle telefonumu açtı. Hızla konuştum. "Gazel lütfen kapatma ve bana nerede olduğunu söyle… Neler öğrendin? Neyden utanıyorsun? Behram yanında değil mi?"

Hazer elimden tutup bedenimi odanın kapısına yönlendirdiğinde onu takip ederek koridora çıktım. Gazel hattın diğer ucunda, "Üzülme," dedi. Burnunu çektiğini duydum. "Benim yalnızlığım hep seninle doldu Safir, sırf bunun için bile senin uğruna yapamayacağım şey yok."

"Benim için bir şey yapma," dedim hızlıca, Hazer’le merdivenleri inerken. "Eve gel ve konuşalım olur mu canım benim?"

"Senin için," dedi ve telefonu tekrar kapattı.

Kendimi sıkmaktan vücudumdaki her kas ağrımaya başlamıştı ve Hazer elimden tutmasa düşecekmiş gibi hissediyordum. "Kapattı," dedi, telefonda konuştuğu kişiye. "Tespit edebildin mi nerede olduğunu?"

Ben umutla gözlerimi ona diktiğimde Han kafasını salladı ve portmantodan ayakkabılarımı aldı. Bir saniye duraksadı. "Orada ne işi varmış ki?"

Koluna yapıştım. "Neredeymiş?"

Hazer bir teşekkür savurarak telefonu kapattıktan sonra sokak kapısını açtı ve bana sadece, "Sakin ol," diyerek ayakkabılarını giymek için eğildi.

Ayakkabılarımızı giydiğimizde beraber evden ayrıldık ve bahçeden çıkıp arabaya yöneldik. Kerem etrafta görünmüyordu ama korumalar yerlerindeydi. Hazer şoför koltuğuna, ben de yanına yerleştim ve kısa sürede arabayı çalıştırdığında sabırsız şekilde koltuğumda ona döndüm. "Neredeymiş Hazer? Öğrendin de neden söylemiyorsun bana?"

Hazer evin olduğu sokaktan ayrılıp köşeyi dönerken bir an bana baktı. Yolunda gitmeyen şeyler vardı, benden kaçırmamak için uğraştığı bakışları bunu çok belli ediyordu. "Kilyos'a doğru gidiyormuş," dedi.

Orada ne işi vardı? Dün mutluydu, Behram’la evlenmiş, evine gitmişti ve geceden sabaha ne olmuş da onu böylesine kahretmişti ki? Utandığını, benim için yaptığını, bununla yaşayamayacağını söylemişti. Aklından neler geçiyordu? Bir şeyler mi öğrenmişti? Öğrendiyse ne yapacaktı?

Zaman bir türlü geçmedi, Hazer arabayı ne kadar hızlı sürerse sürsün bir türlü gideceğimiz yere varamadı. Yol üstünde birkaç kez daha aynı adamı arayıp sorular sordu ve ondan aldığı bilgilerle yoluna devam etti. Gazel’in psikolojisi iyi bir durumda değildi ve bir delilik yapmasından ölesiye korkuyordum.

Issız, virajlı yollara girdiğimizde etraftaki araba sayısı azaldı ve Hazer daha da hızlı sürerek bir kez daha o adamı aradı. Bir şeyler söyleyerek telefonu kapattıktan sonra girdiği yola baktı ve tabelaları izleyerek arabayı yavaşlattı. Yerimde doğrulup ormanlığa açılan yola bakarken, "N'oldu?" diye sordum.

Hazer arabayı tamamen durdurarak ilerideki tabelaya baktı. "Sinyal... ormanın içinde kaybolmuş."

Sersemlemiş şekilde kapıya döndüm ve kendimi dışarı attıktan sonra ilerimde duran tabelaya baktım. Hazer de hemen çıktı ve o yanıma yürürken bir anda koşmaya başladım. Tabelayı aşıp ormanın içine dalarken Hazer yetişip elimden tuttu ve aynı süratle koşmaya başladı. Uzun, kalın gövdeli ağaçların aralarından inip, çimenlerinden üzerinden koştuk ve her ikimiz de onun adını bağırdık.

"Gazel!"

Seslerimiz karışıp bu kimsesiz ormanda yankılandı ve kuşlar tepemizde bir sürü halinde uçtu. Hazer elimi sıkıca tutmuştu, ne zaman düşecek olsam beni doğrultuyor, ara ara dönüp bir şeyler söylüyordu ama sesini duyamıyordum. Gazel'in bu ıssız yerde ne yaptığını bilmemek beni öldürüyordu. Behram neredeydi? Öğrendiğinde haber vermediğimiz için bize çok kızacaktı.

"Gazeeeel!"

Bağırabildiğim en yüksek şekilde bağırdım ve Hazer’le koşmaya devam edip ağaçların arasında ormanın derinliğine ilerledik. Yüzüm alev alev yanıyordu ve elim acıyla kalbimi tutuyordu. Başımı sol tarafa çevirerek yanımızda kalan tarafa baktım ve Gazel'den bir iz ararken Hazer'in adımlarının yavaşladığını hissettim. Onu bulamamanın verdiği çaresizlikle hıçkırdım ve başımı Hazer'e çevirerek bakışlarını takip ettim.

Ve Tanrım… Gazel’le Hüseyin'i gördüm.

İnsan olmanın getirdiği hatırlama hissi, kahredici olan tüm anıları zihnime sürükledi. Onun yüzünü gördüğüm an, küçücük bir kızın eteğime yapışıp ağladığını hissettim. Elim Hazer'in elinden düştü ve yeryüzündeki tüm keder kalbimin içinde toplandı. Ansızın gelen karşılaşma, yıllarca biriktirdiğim öfke ve nefretin kapılarını kırıp gözlerimin dönmesine sebep oldu. Yaşlanmış, saçlarına aklar düşmüş, mümkünmüş gibi geçen yıllarda daha da çirkinleşmişti.

Yerdeydi, kocaman açtığı korku dolu gözlerle Gazel'e bakıyordu.

Hazer'in neyi ne kadar anladığını anlayamadım ama gözlerimi Hüseyin'den alarak Gazel'e çevirdiğimde bir şok dalgasıyla daha sarsıldım. Gazel eğilmiş, boylu boyunca toprak zeminde yatan Hüseyin’e bir bıçak tutuyordu. Profilinden görebildiğim kadarıyla ağlıyor, iğrenerek onun suratına bakıyordu. Eli havadaydı, yumruğunun içinde bir bıçak tutuyordu ve Hüseyin kafasını iki yana sallayarak korkuyla bıçağa bakıyordu. Üstelik Hüseyin başına darbe almıştı, şakağından kan sızıyordu ve kanlı bir taş hemen kafasının yanındaydı. İkisi de bizi fark etmemiş, birbirlerine kilitlenmişlerdi. Gazel'in Hüseyin'e bıçak çektiğini ve onu bıçaklamak üzere olduğunu anlamam birkaç saniyemi aldı. Ağzımı açtım, adını haykırdım. "Gazel!"

Gazel'in sırtı kaskatı kesildi ve havada duran eli titremesine rağmen başını bana çevirmedi. Boğazından acılı bir serzeniş döküldü ve Hüseyin'in bakışlarının bana döndüğünü hissettim ama ona bakamadım. Sesimden sonra ormanı derin sessizlik kapladı ve hemen sonra Gazel, "Geber!" diye bağırarak elindeki bıçağı Hüseyin'in vücuduna indirdi. Her şey ağır çekimde gibiydi ama hızla gerçekleşmişti. Hüseyin'in yardım çığlığı yarıda kesildi ve vücuduna saplanan bıçakla acı bir haykırışa döndü. Gazel bıçağı çekip aynı hiddetle ikinci kez onun vücuduna sapladı ve kan damlaları etrafa sıçrarken Hüseyin'in acı çığlıkları ormanı kapladı. Her şey tamamen sessizliğe bürünmeden önce duyduğumuz son ses bu çığlıklar oldu.

BÖLÜM SONU.