44. BÖLÜM
44. ❝SUÇLAMA.❞
Bir ay sonra.
İsveç.
Deren ATEŞ.
Onun benden gidişini izledim. İkinci kez. Bir helikopterle. Bu kez durdurmak için ikiden fazla kurşun yerdim ama fırsatım bile olmadı. Ben oraya vardığımda helikopter gökyüzündeydi ve Karmen, Karina ile gidiyordu. Ben ondan tek seferde, asla bu kadar hızlı gidemediğim için olsa gerek, gözlerimle görene kadar gittiğine inanmamıştım.
Bir sabah uyanarak görmedim onun yokluğunu.
Çünkü beni terk ettiği gece hiç uyumadım.
Sorsalar iyiyim derdim çünkü hiç başka türlü cevap vermemiştim. Ama iyi değildim. Her şey o kadar hızlı olmuştu ki bir trafik kazası yaşamış gibi hissediyordum. O gün, restoranda beni yalnız bırakıp gittiğinden beri onu bir kez olsun görmemiştim. Benden o kadar kolay gitmişti ki hâlâ orada, Karmen'in geri dönmesini bekliyor gibi hissediyordum. Yok oldu o deniz kenarındaki restorandan, evinden, İtalya'dan.
Salvador'un gittiğini söylediği yer burasıydı ve hayatta olmam gereken tek yer burasıymış gibi, ben de peşinden buraya kadar gelmiştim. Haftalardır İsveç'teydim, Karmen ile Karina'yı arıyor ama hiçbir iz bulamıyordum. Salvador ve diğer abileri tam konumu hakkında hiçbir şey anlatmıyordu. Belki de Salvador en başından beri yalan söylemişti, İsveç'e değil de başka bir ülkeye gitmişti ama ondan hiçbir iz bulamazken Salvador'a inanmaktan başka çarem yoktu. Çünkü korkak bir adam değildi, yalan söylemek yerine hiçbir şey söylemeyebilirdi.
Saklanıyordu.
O yangını planlamamıştım, ona komplo kurmak istememiştim, Karmen'i bir daha kaybetmek istememiştim. Öfkeme yenik düşüp kendime çok kızmıştım, pişman olup itiraf etmek istemiştim. Ben yapamadan Karmen öğrenmişti, ne kadar incindiğini görünce mahvolmuştum. Karina için ne kadar hassas olduğunu, kırılgan olduğunu biliyordum ve yaptığımdan sonra kendi özsaygımı da kaybettiğim için bana her şeyi yapmasına razı gelirdim.
O her şeyden daha kötü bir şey yapmış, terk etmişti beni.
Onsuz yapamadığım gözler önünde ama o hâlâ görmüyor mu?
Bu daha kaç kez olacak bilmiyorum, daha kaç kez onunla birbirimizi bırakacağımızı. Tabii daha öncesinde onu ne zaman bulacağımı.
"Bence İsveç'te değil," diyen Yaman'ı duyduğumda yanıma doğru baktım. Arabanın diğer koltuğunda oturuyordu. Yaman, İsveç'e geldiğim günden beri benimleydi. Ben artık Karmen'in koruması değildim ama o hâlâ benim korumamdı. "Ya da çok iyi saklanıyor. Abileri kuş bile uçurtmuyordur yaşadığı yerde."
"Hâlâ nasıl anladı bilmiyorum. Sen söylemediğini söylüyorsun, nasıl öğrendi o zaman?"
"Ben söylemedim," dedi Yaman, daha önce dediği gibi. Karmen beni restorana bıraktığı o gün Yaman'ı arayıp çağırmış, önce dövüp hırpalamıştım çünkü onun söylediğini düşünmüştüm. "Karmen'e bir şey anlatmadım. Belki Russolar bir şekilde öğrenmiştir, ya da... O gün itfaiye eri bizden de şüphelenmişti, söylemiştir onlara. Diğer bir ihtimali de konuştuk, sarhoş olduğun gece sayıklamışsındır."
"Hatırlamıyorum ama olabilir çünkü sarhoş olduğum geceden sonra değişti," dedim sertçe. "Gerçi bundan daha önemlisi öğrenmiş olması. Ama yine de umarım sen söylememişsindir."
Ona döndüm ve düz düz bakan gözleriyle karşılaştım. Bu konudan sıkıldığı belliydi. Gerçekten gidip Karmen'e söylememiş gibiydi. Beni birkaç kez Karmen'e söylerim, Nil'i bana göster, gibisinden tehdit etmişti ama tehditlere boyun eğecek bir adam olmadığımı öğrenmişti. Hem beni o kadar tehdit edip sonra karşılığında bir kazancı olmadan söylemiş olması manasız geliyordu ama Karmen hakikaten nasıl öğrenmişti? "Neyse, elbet bir gün öğreneceğiz," diyerek önüme döndüm. "Sence... Carlos da onlarla beraber midir?"
Bu soruyu Yaman'a üçüncü kez sormuştum, üçünde de cevap vermemişti. Fakat bu kez, "Muhtemelen," dedi, benim kendime olamadığım kadar dürüst olarak. "Karmen, Karina ile Carlos'un bir arada olmasına önem veriyor, kızı için."
Sadece kızı için olduğunu biliyordum. Gerçekten biliyordum. Fakat benim onlarla geçirebileceğim her bir saniyeyi, onların Carlos ile geçirmesine tahammül edemiyordum. "Carlos'un Karmen'de hâlâ gözü var."
"Siktir et onun ne düşündüğünü," dedi umursamadan. "Karmen seni seviyor. Yaptığın için kızgın ama geçecek ve sana geri dönecek."
"Seviyor ama çok kızdı, kırıldı bana. Onu sevmediğimi sanmış, onu artık sevmediğimi..." Sevgilime, onu her anımda sevdiğimi söyledim, acaba inandı mı? "Sanki öyle bir dünya mümkün.”
Öyle bir dünya varsa muhtemelen ben ölmüşümdür. Öldüğüm için, artık yapamadığım için sevemiyorumdur onu.
Onu üzmek istemiyorum ve bu, onun beni ne kadar üzdüğünü unutmakla mümkün olurdu ancak.
"Bu kızın dayanıklılığının da bir sınırı var, dayanamadı bunu yaptığını öğrenince," dedi Yaman, sohbetime katılarak. "O da biliyor senin onu sevdiğini."
"Bizden bir gelecek görmüyor. Peki bu yalnız benim suçum mu, Yaman?"
"Değil tabii ki," dedi. "O da bunu biliyor."
Artık Yaman ile daha az kavga ediyorduk, garip, kendi akışında bir iletişimimiz oluşmuştu. İsveç'e kendi rızasıyla gelmişti, onu bu kez zorlamamıştım. O da Gece'yi arıyordu çünkü Gece de muhtemelen Karmen ile beraberdi, ulaşamıyorduk.
"Nil ve Utku'yu çok yıpratıyorum," dedim kendime olan nefretimle. "Oradan oraya sürüklüyorum. Yerleşik bir düzene geçmeleri lazım ama onları bırakamıyorum da."
"Onları bana emanet et, gözüm gibi bakarım diyorum ama inanmıyorsun," dedi, üzerindeki takımın gömleğini düzelterek. İşini o kadar ciddiye alıyordu ki pazar günleri dahil her gün takım elbise giyiyordu.
"Bana kim bakacak?" dedim.
Hafifçe sırıttı. "Doğru, Nil ve Utku'dan daha çocuksun. Yakında tuvalete bile ben götüreceğim seni."
Oflayıp tırnaklarımı kafa derime geçirdim ve dikkatimi yola vermeye çalıştım.
Onu bir kez bile mutlu etmemiştim.
Yapamamıştım.
"Biraz yavaş git," diyen Yaman'ı duyunca arabayı çok hızlı kullandığımı fark edip göstergeye baktım, yavaşlayıp paniğimi yatıştırmaya çalıştım. "Bir gün kaza yapacaksın, umarım o gün arabada olmam."
Sataşmasına karşılık vermeden, "Bir kez soracağım," dedim. "Nil'i görmek istiyor musun?"
Hızlıca bana döndüğünü koltuktaki hareketlilikten anladım. "Asla göstermeyecektin, fikrini ne değiştirdi?"
"Nil... Bugünlerde mutsuz, seni görmek onun havasını değiştirebilir."
"Kızın için."
"Hayatımdaki her şeyi sevdiklerim için yapıyorum," dedim sol taraftan dönüp kaldığımız eve ilerlerken. Yaman, değiştirdiğimiz tüm şehirdeki evleri kendisi bulmuştu ama buna rağmen çıkıp Nil'i görmeye gelmemişti, adresleri biliyor olsa da.
"Kardeşinle de hiç tanışmamıştım, onunla da tanışacağım," dedi, sesini ikinci kez heyecanlı duyduğum için garipsedim. Daha önce Gece ile konuşurken sesinin böyle çatladığını duymuştum.
"Uzun uzun vakit geçirmeyeceksin," diye uyardım baştan. "Bir merhaba deyip gidersin."
"Nil beni bırakamaz ki," dedi.
Yana döndüm ve Yaman bakışlarımda gördüklerinden sonra dudaklarına hayali bir fermuar çekip sustu. Sertçe önüme bakıp arabaya sabırsızca korna çaldım, telefonumu çıkarıp Mert'ten bir arama var mı diye baktım. Karmen ile Karina'yı bulmama yardımcı olmasını istiyordum ama o asla tatmin edici dönüşler yapmıyordu.
Kaldığımız eve ulaşıp arabayı garaja park ettim. Yaman yol üzerinde durup Nil'e çikolata almak istemişti ama onun kızım için daha fazla sempatik görünmemesi için reddetmiştim. Bahçeyi geride bırakıp eve doğru yürüdük. Ev iki katlı, çitli bir bahçenin içindeydi. Sık sık şehir değiştirdiğimiz için evleri tatil bölgesindeki yerlerden kiralıyorduk.
Kulağımı ahşap kapıya dayadım ve kızım için yüzüme sahte bir gülümseme yerleştirip anahtarımla açtım. Girişte geniş salon hemen görünüyordu, Nil tırtıl kostümü içinde amcasına gösteri yapıyordu. Utku'nun can sıkıntısını ta buradan gördüm ve Yaman arkamdan gelip kapıyı kapattığında, içeriye yürümeye başladım.
"Babacığım," dedim Nil'e.
Nil, yalnız kafasının açık kaldığı tırtıl kostümüyle bana döndü ve ardından gözleri kocaman oldu. Yaman'ı gördüğü için bu kadar şaşırdığını anladım ve tek dizimin üzerinde onu kucaklamak için eğildim. Nil heyecanla çığlık atıp buraya koştu fakat yanımdan geçip kendini Yaman'ın kollarına attığında yıkılarak başımı önüme eğdim.
Yemin ederim bunun olacağını biliyordum.
Utku oturduğu koyu yeşil döşemeli koltuktan kalkıp bu yabancıya bakarken ben de doğrulup onlara döndüm. Yaman kucağında kızımla beraber kalkıp ona gülümserken Nil heyecanla, "Seni göydüğüme inanamıyorum," dedi. Kızımın gülüşünü görünce kıskanma duygumu bastırıp onu şefkatle izledim. "Biz tatile çıktık babamla, şehiy şehiy geziyoruz, sen de mi buyadaydın?"
Nil'e böyle söylemiştim, ufak gezintilere çıktığımızı. Kafasında çok soru işareti vardı ama çocuk olduğu için bizimle, oyuncaklarla vakit geçirip unutabiliyordu. Yaman yüzüne çapkın bir gülücük kondurup Nil'i yanağından öptüğünde kızımı almamak için mücadele verdim. "Evet, ben de buradaydım, babanla karşılaşınca seni görmek istediğimi söyledim."
"Ya hayika hayika!" Nil kollarıyla bir daha onu çerçeveleyince arkasından yaklaşıp kızımın sarı saçlarını okşadım. "Babam bana böyle sürpyizler yapıyor, bir tek Noah'ı göyemedim hâlâ."
Utku huzursuzca bize yaklaşarak, "Abi?" dediğinde Yaman da o tarafa bakıp ilk kez tanıştığı kardeşime mesafeli şekilde gülümsedi. "Selam."
Utku ilk kez görüyor olsa da elbette Yaman'ı tanıyor, yaptıklarını biliyordu. Tüm bu yaşananlar karşısında ortaya koyduğu tepkisi öfke oldu ve gözlerini bana dikip, "Ne işi var burada?" dedi.
"Utku’cuğum, hiç misafirpeder değilsin," dedi Nil, yanlış bir kelime kullanarak. Kimbilir nereden duymuştu bu sözcüğü. "Ne güzel, tüm aşklarım beyaber..."
Tepemi attırdığı için kızıma dönüp, "Bir daha böyle söyleme," dedim.
Utangaç şekilde yüzüne yansıyan mahcubiyetine baktım ve tekrar Yaman'a dönüp masumca, "Çok özlemişim seni," dedi. "Beni görmeye neden hiç gelmedin? Kaymen’le Gece n'apıyor? Bir de Kayina? Uyanmış mı?”
Acaba Karina... Gerçekten uyanmış mıdır? Keşke uyansa, bunun için Karmen'i bir daha görmemeye bile razı gelirdim. Onun yaşayacağı mutluluğu hayal edince... Binlerce kez keşke diyordum.
"Saçların çok uzamış," diyerek onun kafasını dağıttı Yaman, sonra eğilip kucağından indirdi. Nil'e zarar vereceğini düşünsem asla eve getirmezdim ama haftalar içinde böyle bir niyeti taşımadığını öğrenmiştim. "Cimcime, ne çok özlemişim seni. Beraberken büyüdüğünü bu kadar fark etmiyordum ama aylar sonra karşımda görünce..." Yaman susup dudaklarını birbirine bastırınca gözlerinin dolduğunu görüp hayrete düştüm. Hadi canım, Nil'i cidden tekrar gördüğünde ağlayacak kadar mı özlemişti?
"Yamaaan," dedi Nil, nazlı nazlı gülüp yerinde zıplayarak. "Keşke hepimiz tekyaydan beraber olsak! Ama bu sefer annemle babam da olsa."
O akşam eve dönüp apar topar Nil ile Utku'yu alırken Nalan da evden ayrılmıştı. İtalya'dan gideceğimi öğrendiğinde sevinmiş, bu yüzden sorun çıkarmamıştı. Bu geçen günlerde de İsveç'e iki kez gelmiş, Nil ile kalmıştı. Kızım annesiyle vakit geçirirken ben de Karmen'i aramaya devam etmiştim. Nalan hep hayatımda olmak zorundaydı ama asıl olmasını istediğim Karmen'di, onu bulup hayatımın düzenini oturtacaktım.
Yaman Nil'e gülümseyip onun yanaklarından bir daha öperken, "Baban sana sahip olduğu için çok şanslı," dedi. "Hayat veriyorsun insana, babanın gücünü kimden aldığı anlaşıldı." Nil iltifat aldığını anlamış gibi gülümserken, Yaman genzini temizleyerek kalktı. "Çok vaktim yok, şimdi gitmem gerekiyor ama en kısa sürede tekrar geleceğim seni görmeye."
Yaman, ben fazla kalmasını istemediğim için hemen gidiyordu. Nil ise onu tutabilmeyi umar gibi elini kavrayıp yerinde zıpladı. "Biyaz daha kal, lütfeeen! Ben çok sıkılıyorum, eskisi gibi saklambaç oynayalım seninle."
Yaman Nil'e çok şefkatli bakıyordu. "Bir sonraki sefer oynayalım," dedi ve bir sır verir gibi fısıldadı. "Bir sonraki sefere sen ben, Karmen, Gece ve baban da olur, kalabalık oynarız."
Nil bu fikre bayılmış gibi kafasını sallarken Utku homurdandı. "Bu piç bile unutuyor beni."
Yaman duysa da duymamış gibi yapıp kızıma bir daha eğildi, onu kucaklayıp saçlarını okşadıktan sonra sıcak bir yüz ifadesiyle uzaklaştı. "Seni gördüğüme çok sevindim, beni unutmadığın için ne kadar mutluyum anlatamam."
"Kaymen bana bizi unut demişti ama ben sizi asla unutamam," dedi Nil, gurur duyar gibi.
Bu cümleyle beraber yaşadığımız her şey gözlerimin önünden geçti ve Yaman, bu geçişin bir parçası olarak bana bakmaya başladı. Nil'in duyamayacağı bir sesle, "Teşekkür ederim," dedi. Bana ilk kez minnettar davranıyordu. "Sana çok fazla kızıyorum ama en başından beri Nil'i görmeme izin vermemekte haklı olduğunu biliyorum. Başkalarına olan davranışların tartışılır ama kızın için harika bir babasın. Benden duymaya ihtiyacın yoktur tabii ama içimden geldi." Çok konuşmaktan rahatsız olmuş gibi yüzünü buruşturdu ve hızla arkasını dönüp kapıyı açtı, dışarıya çıktı. "Hadi selametle, yarın görüşürüz."
Uzaklaşmaya başlamasını, karanlık bir gölgeden ibaret olana kadar izlerken Nil de benimle onu izleyip arkasından seslendi. "Yaman, aşkım yine gel! Gece'yi getiymesen de olur..." Kendi kendine gülüp bana döndü, bacaklarıma kapanarak sarıldı. "Ya baba bazen yok diyoysun ama sen benim her istediğimi yapıyorsun! Ben bundan sonra sana dünyanın en iyi babası diyebiliy miyim?"
Kızım, aslında onu kimlerle görüştürdüğümden habersizce, tüm masumiyetle bana sarılırken dopdolu bir iç çekip kapıyı kapattım. Sonra eğilip yavrumu kucağıma aldım. Kızımın gözlerine, gülüşüne bakabilmenin ne büyük şans olduğunu daha iyi anlıyordum. "Ben dünyanın en iyi babası mıyım bilmem ama sen dünyanın en sevgi dolu çocuğusun."
Nil bu neşeyle amcasına koşup sarıldığında, Utku ona kuru kuru gülümseyip bana döndü. Nil bir şarkı söyleyerek salonda dönerken de yaklaşarak, "Ne yapıyoruz biz?" dedi hayretle. "Biz burada n'apıyoruz? Bu adamla n'apıyoruz? Mafyalarla n'apıyoruz, kim için sürükleniyoruz? Ya da ben! Ben bunları kim için yaşıyorum, abi? Haftalardır bıktım bu durumdan, tahammül edemiyorum!"
Sabrının sonuna geldiğinin farkındaydım, son günlerde bana öfke kusmasını beklemiştim. Nil'i canından bile çok sevse de hayatını bir ev ve yeğenine hapsolmuş şekilde geçirmekten bıkmıştı. Konuşurken sanki ağzından duman çıkıyordu, ateşli bir öfkeydi. "Karmen'i arıyorsun ama yok işte, istemiyor belli ki! Bulunca ne olacak? Tekrar koruması mı olacaksın? Sonra tekrar bir kavga, lanet olası abileri, kaotik hayatı! Beni neden hiç düşünmüyorsun? Neden duygularımın bir önemi yok! Sana Ece'yi özlediğimi söyledim ama sikine bile takmadın, varsa yoksa kendi bildiğin, kendi isteğin! Sanki hayatında yokum, o kadar gözden çıkardın beni! Oradan oraya sürüklüyorsun, kafanı kaldırıp nasılım diye bir kez bakmıyorsun!"
Hayatımda bir arada tutmam, iyiliğini sürekli kontrol etmem gereken birçok kişi vardı. Fakat Karmen hakkındaki kararları alamadığım için, Karina hasta olduğu için hiçbir şeyin kontrolünü sağlayamıyordum. Üstelik hatalarım, hatalarımız... Her geçen gün daha da yakınlaştığım alevden bir çemberde gibi hissediyordum. Kimse yokken kardeşim vardı, ne kadar değerli olduğunu söylememe gerek bile yoktu ama belli ki gösteremiyordum.
"Çok üzgünüm," dedim, çatlayan sesle.
"Zorlama abi, olmuyor!" dedi bağıra bağıra. "Karmen ve senden olmuyor! Bizi de mahvediyorsun, görmüyor musun? Sadece bizi de değil üstelik kendini de."
Başımı sertçe önüme eğip araba anahtarını avucumda sıkarken, Utku nefes nefese kalmış şekilde yanıma ilerledi. "Biz, içinde sevdiklerimiz olmasına rağmen yanan bir arabayı bırakıp gittik," dedi yorgun bir sesle. "Bazen gitmek gerektiğini biliyorsun, abi. Ama o yanan evde kalıp ölmek istiyorsan... Ben artık yokum!"
O yanan ev. Ben yaktım. Sevdiğim kadına tuzak kurdum. Şimdi yanmak da, terk edilmek de bunun bedeli.
Yanımdan süratle geçip üst kata çıktığında anahtarı avuçiçimde bir izi çıkana kadar sıkıp sonra parçalanan bir nefes aldım. Omuzlarım öne doğru seğirirken, ağzımdan öfkeli bir küfrün sürüklenişine engel olamadım.
Nil'in küçük bedeni bakış açıma girdiğinde gözlerimi kaldırdım ve bu kez hiçbir duygumu gizleyemeden baktım ona. Yüzü beyazlamıştı, Utku ile ilk kez karşısında böyle şiddetli bir kavga etmiştik. Üzüldüğü gözlerinden okunuyordu. Kendimi, en yakındaki koltuğa attım ve boşluğa doğru bakıp yutkunurken Nil yaklaşıp dizlerime çıktı. Yanağımı küçük eliyle tutup kaskatı vücudumu çözmeye çalışırken, "Baba," dedi, titreyen sesiyle. "Amcam niye bağıydı sana? Kavga etmeyin."
En berbat hissettiğim o anda bile kızımı düşünme içgüdüsüyle sırtından, düşmesin diye tutup dudaklarımı şakağına yasladım. "Nil, sana bir şey söylemem gerekiyor."
Hayatımı bir saniye bile düşünmeden verebileceğim mavi gözlerindeki merakla, "Hemen söyle," dedi.
Nefesim boğazımdan güçlükle geçtiği için canımı yaktı ve istemsizce yüzüm buruştu. "Biliyor musun," dedim gözlerine bakarak. "Ben âşık oldum."
Nil, böyle söyleyerek ne anlatmak istediğimi anlamamış gibi bana bakarken, "Onu çok özlüyorum," dedim fısıltıyla. "Affetmek, affedilmek istiyorum. Sen canını çok yakan birisini her şeye rağmen affedebilir misin?"
Nil, ilk kez onunla böyle konuştuğum için şaşırmaya devam edip sonra elini benden çekti, kafasını önüne eğerken çenesi titredi. "Biy kadına mı âşık oldun sen?"
Karmen'in adını geçirip geçirmemek konusunda tereddüt duyarken, "Evet," diye itiraf ettim. "Kızdın mı?"
"Kızdım," dedi, bana bakmadan. Kollarını kendisine sardı. "Sen benim babamsın, ben başkasını istemiyoyum! Başka kadın yok!"
"Ama..."
"Âşık falan olma baba!"
Bunu söyler söylemez kucağımdan indiğinde onu üzdüğüm düşüncesiyle mahvoldum. Pedagog bu konuyu açabileceğimi söylemişti. Kızım, onu eskisi kadar sevmeyeceğim sanıyordu belki de. Amcası gibi üst kata koşup merdiven çıktı ve sonra arkasını dönüp bana bakarken bağırdı. "Ben biy tek annemi istiyorum! Bir de Kaymen'i! Başka kadın gelmesin!"
Kızım bana bir daha arkasını dönüp basamakları söylene söylene çıkınca bir süre baktım ve sonra sinirlerim bozulmuş şekilde kahkaha atarak kafamı arkaya koydum. Bahsettiğimin Karmen olduğunu bilse, hayatımdaki kadına tahammülü yükselirdi belki. Bilmeden bir de bana Karmen'den başka birisini istemiyorum demesi yok mu... Sanki ben isterdim.
Daha fazla dayanamayarak telefonumu cebimden çıkardım, gözüm hiçbir şeyi görmeden bildiğim numarayı tuşlayarak aradım. Yalnız Karmen ve Karina'yı bulmalıydım ve kızımla kardeşimi de hepsinin olduğu bir yere kapamalıydım. Son dakika haberi, delirdim! Aramam yanıt bulduğunda, "Müdüre bağlayın," dedim, karşı tarafa. "Bir suç duyurusunda bulunacağım."
🎠
Bir Ay Önce,
O akşam.
Yapmaz, biliyorum.
Yapsa bile giderim, o da biliyor.
Fakat yine de beni tehdit ediyordu. Nedendir bilmiyorum hiç kızmıyordum, tehdit edilmiş gibi de hissetmiyordum. Yalnızca çok çaresizce geliyordu yaptığı, her koşulu zorluyor, dönüp tekrar kollarının arasına girmemi istiyordu. Başka çaresi kalmamış birisine benziyordu, bu yüzden omzumun üzerinden dönüp baktığımda gözlerimde yalnızca hüzün vardı.
Onu böyle görmeye katlanamıyordum. Kendimden başka kimsenin önünde de bu halde görmeyeceğimi biliyordum.
Bu kadar çaresiz görünmezdi.
Deren, arkama döndüğüm için umutlanmış gibi bir parlaklıkla gözlerimin içine bakarken, son son dememe rağmen bir türlü sonu gelmeyen yaşlardan yenisi düştü yanağıma. "Gerçekten... Abilerim hakkında kanıtlar mı biriktirdin?"
Hırçın biçimde, "Ben suikastçıyım," dedi. "Çalıştığım herkes hakkında suç dosyam vardır, bunca yıldır nasıl hayattayım sanıyorsun!"
Hatırlasana Karmen, milletvekilinin bile video kaseti vardı. Hatta o kasada bir sürü suç delili, hayatını garantiye alacak kanıtlar tutmuştu. Bu yaptığı da farksız değildi. "Benim hakkımda da kanıtlar biriktirdin mi?" diye sordum alaycı tavırla. "Mark'a işkence ettiğimle ilgili belki? Beni de polise verirsin."
Gözlerinde inanamazmış gibi öfkeli bir itiraz oluştu. "Sana... sana yapar mıyım sanıyorsun? O piçi seninle öldürmekti benim hayalim! Bu yüzden seni polise vereceğimi mi sandın?"
"Hiç düşünmedim bunu ama az önce dediklerine baksana."
"Abilerini dedim, seni demedim! Abilerin beni çok mu umursar sanki! Noah'ın sıktığı iki kurşunun izi var hâlâ bende!" Gözlerinin ateşi olmasa hiç aydınlanmaz sanki bakışları. Ama o ne dedi bana? Benim gözlerimin parıltısı, ışığı sensin. "Benim kızım var, kardeşim var! Elbette hayatımı garantiye alacağım. Ne sanıyordun? Abilerim yarın bir gün beni tehdit ettiğinde hayatımı nasıl koruyacaktım?"
Burukça gülümsedim. "Peki... Ben? Beni böyle zorla mı tutacaksın yanında?"
Alnı kırıştı ve yutkunurken âdemelması titredi. "Abilerine bir şey yapmayacağım! Sadece sen yanımda biraz daha kal, beni dinle diye..."
Dedim ya, çaresizlikten yapıyordu. Böyle davranmayı istemediğini biliyordum, ya da öfkesiyle daha kolay başa çıkmayı istediğini.
"Belli ki sen İtalya'dan gitmeyeceksin," dedim çenemi dikleştirerek. "O zaman ben gideceğim. Elbet beni bulamayacağın bir yer vardır!"
Kararımın arkasında olduğumu görünce omuzları biraz daha alçaldı. "Bensiz mi?"
"Sensiz."
"Bırakamam seni, bırakmam... Biliyorsun."
Daha bir şey eklemedim çünkü her kelime aslında kalbime yara ekliyordu. Arkamı tekrar dönüp açtığım kapıdan çıktım ve Deren aynı panikli sesle, "Nil'i düşün!" dedi. "Onu da mı bir daha görmeyi istemiyorsun?"
İsterdim, hem de her zaman. Fakat bunun için bile daha fazla kalmayacaktım.
"Karmen, lütfen..."
Sesinin korkuyla nezakete dönüştüğünü duyduğumda kapıyı çarpıp çıktım ve basamakları hızlıca indim. İtalya'nın denizinden esen rüzgâr elbisemi uçuştururken hızla Deren'in aracına ilerledim. Peşimden kolaylıkla gelememesi için çantamı açıp çıkardığım silahımı onun tekerine sıktım, sessizlik bir patlama sesiyle dağıldığında da arkamı dönüp kendi arabama yürüdüm. Kapımı açtım ama binmeden önce bir daha restorana baktım.
Sevdiğim adamı terk edişimin anını zihnime kazıdım.
O yangını çıkararak beni terk eden o muydu? Yoksa şimdi ben miydim bizi terk eden?
O seni her şeye rağmen terk etmedi, dedi iç sesim.
Direksiyona yerleştim ve görmeyen gözlerle kullandım. Karanlıkta delice sürerek evime doğru ilerledim. Birazdan Yaman'ı arayıp çağırırdı, onunla malikaneye gelirdi. Hamlelerini tahmin ediyordum, bu yüzden ona göre davranacaktım.
Birbirimize affedilmeyecekler şeyler yaptık.
Güvenimizi tamamen kaybettik.
Aile böyle olmaz, kurulmaz.
Eve gidene kadar tüm yaşadıklarımız gözlerimin önünden geçti. Çoğunda birbirimize bağırdığımız, kırıldığımız anlar vardı. Birbirimize karşılıklı gülümsediğimiz yalnızca iki anı hatırladım, sonraki tüm anılar gözyaşı ve kanla kaplıydı.
Araziden girdiğimde hızlıca dışarıya çıktım, Enrica bana yaklaşırken etrafıma bakıp Yaman'ı aradım. Sonra korumama döndüm. "Yaman nerede?"
"Deren aramıştı efendim, ondan sonra çıktı."
Oraya gitmek için yolda olmalıydı, kısa zamanım vardı. Enrica'ya, "Pilota söyle gelsin," dedim. "Helikopteri hazırlayın."
Biraz meraklı görünse de hiçbir şey sormadı. Hemen eve yürüdüm. Önceliğim her zamanki gibi kızım oldu, Karina'mın odasına girince Gece'nin orada olduğunu gördüm. Bana döndü ve yüzümün yaşlarla yıkanmış olduğunu görünce koltuktan kalktı. "Canım... N'oldu?"
"İsveç'e gidiyorum," dedim, Karina'ma bakarak. "Oradaki profesör Karina'yı görecek. Gelmek ister misin?"
Sorum ağzını açık bıraktı. "Doktor gelemez mi?" diye sordu. "Sen Karina ile neden gidiyorsun? Çok yorulmaz mı?"
"Çok para teklif edersem belki gelir ama sessiz, güvende olması daha iyi olacak." Onunla ben, ikimiz, hep olduğu gibi. En azından uyanana kadar, ya da ölene kadar. "Carlos'u arayacağım, ambulans helikopteri getirtir."
Karina'nın iyi olduğunu görünce odasından ayrıldım, Gece de hemen peşimden geldi. "Carlos’la mı gideceksin? Ya Deren, ona ne olacak?"
"Ayrıldık," dedim.
Gece sendeledi, adım sesleri sonradan devam etti. "Neden? Anlamıyorum, her şeye rağmen beraberdiniz, ne oldu da ayrıldınız?"
Dolabın alt kısmından valizleri çıkardım, sonra da dolaptan aldığım kullanışlı kıyafetleri valizin içine düzensizce koymaya başladım. "Bir aile olamayacağımıza karar verdik, ortak kararla ayrıldık."
"Ortak karar? Hımm, inandırıcı."
Birinci valizi doldurup köşeye koydum, ikincisini açarken Gece'ye ıslak gözlerle baktım. "Karina'nın kıyafetlerini sen alır mısın?"
Gece telaşlı halime anlam veremeyerek, "Deren, Carlos’la gittiğini öğrenirse çok yanlış anlar," dedi.
"Gece, lütfen," dedim.
Oflayarak arkasını döndü, odamdan ayrıldı. Gittiğinde elimdeki kıyafetleri fırlatıp suratıma sinirle vurdum, gözyaşlarıma dahi şiddet uyguladım. Deren'in o hali gözlerimin önünden gitmek bilmiyordu, kalbime gömmem gereken çok şey vardı.
O bana baktığında kızını kaçırdığımı hatırlıyordu. Ben Karina'ya baktığımda Deren'in onu kullandığını.
Onu yalnız bana yaptığı acımasızlık yüzünden terk etmiyordum. Birbirimize yaptıklarımız yüzünden terk ediyordum.
Kaldığım yerden devam edip ikinci valizi de hazırladım, sonra koridora çıkıp Sara'yı çağırdım. Yardım etmesini istedim ve o şaşkınlıkla bana eşlik ettiğinde beni bir süre idare edecek ihtiyaçlarımı hazırlamış oldum. Karina ile İsveç'te yalnız kalacaktım, tedavisini olduğunda geri dönecektik.
Telefonumu çıkarıp Carlos'u aradım ama cevap alamadım. Bunun üstüne ikinci kez aradım, belki de son kez onu bu evden kovduğum için açmıyordu. İyi madem, üçüncü kez aramayacaktım. Onu aramak yerine hastaneyi aradım, helikopter ambulans hakkında konuştum. Hastanenin bir yıllık tüm masraflarını karşılayacağımı söyleyerek hemen evime gönderilmesini rica ettim.
Enrica eşyalarımı aşağıya indirirken ben de arkasından ilerledim ve stresli şekilde gözlerimi silerken Salvador’la karşılaştım. İnen eşyalarıma, araziye alçalan helikoptere, korumaların koşuşturmacalarına bakıyordu. "Mantıklı bir açıklaman var mı, kardeşim?"
"İsveç'e gidiyorum, Karina için bir profesörle görüştüm."
"Mantıksız, reddedildi," dedi abim arkasını dönüp salona yürürken.
"Neresi mantıksız?"
"İnsanlar gelir, biz gitmeyiz. Üstelik Karina kolay taşınmıyor, biliyorsun."
Kibirli karşılığına ofladım fakat doğruydu, paranın avantajını böyle günlerde değil de ne zaman kullanacaktık? Yine de gitmem en iyisiydi, burada olursam Deren beni asla bırakmazdı.
"Ambulans helikopteriyle..."
"Karmen," diye bağırdı abim, aniden ve bu ses beni irkiltti. "Nereden çıktı bu saçmalık? Babamızın haberi var mı? Bir kez gittin ve kızını kaybettin. Bir kez daha mı kaybetmek istiyorsun?"
Korkuyla yutkundum. Hayır, asla istemiyordum. O zaman Mark vardı, şimdi ise ölmek üzereydi. Ayrıca bir sürü korumayla gidecektim, korunmasız ve kaçak olmayacaktım.
"Mark etkisiz halde, üstelik birçok koruma olacak."
"Bizim tek düşmanımız Mark mı?" dedi, kızgınlıkla. "Daha dün bir adamın elini parçaladık, yarın da başkasına kimbilir ne yapacağız? Üstelik bir kızın olduğunu herkes öğrendi, rahat bırakmazlar seni. En güvenli yer burası, asla gitmiyorsun."
"Abi... Bir süre uzaklaşmam lazım."
"İyi git," dedi abim bir anda. "Ama Karina'yı götüremezsin. Sağlıksız kararlarınla onu riske atamazsın!"
Kızım olmadan gideceğimi mi hayal ediyordu? "O benim kızım.”
"Benim de yeğenim. Ve bir şey olmasını istemiyorum. Senden daha sağlıklı düşünüyorum."
Sesi her kelimede yükselmişti, bağırıyordu. Yoksa haklı olan abim miydi? Karina'mı yormamam mı gerekirdi? Ama artık Deren'i görmek istemiyordum, bittiğini anlamasını istiyordum. Gücüm kalmamıştı, vaktimi yalnız kızıma ayırmak istiyordum.
"Tamam," dedim, aklıma gelenlerle beraber. "Fakat... Deren gidecek, onun artık korumam olmasını istemiyorum."
Abim, beraberinde koşul getiren kabullenmem hakkında düşünceli görünerek, "Bir hadsizlik mi yaptı?" diye sordu. "Siz... Beraber olmak istiyordunuz?"
"Onunla görüşmek istemiyorum," dedim, yangını anlatmamayı tercih ederek. "Fakat buradan gitmez, bu yüzden benim gitmem gerekirdi."
Salvador koltuğa oturduğunda ben de salona ilerledim. Ağladığımın anlaşıldığı gözlerime bakıp, "Gitmezsin ama gittiğini düşünür," dedi. "Buraya geldiği an helikopter kalkar, içinin dolu olduğundan tereddüt etmez. Ben de İsveç'e gittiğini söylerim, soluğu İsveç'te alır."
Yani... Onu kandıracaktık.
Bizim helikopterle ambulans helikopterin kalktığını gördüğünde gerçekten de inanırdı çünkü gideceğimi söylemiştim. Doğrudan evine gidip Nil ile Utku'yu hazırlar, İsveç'e doğru yola çıkardı. Beni uzun uzun arardı ama bulamazdı.
"Birazdan burada olur," dedim abime.
"Odana çık, Deren'in aracı araziye yaklaştığı an ben helikopterlerin kapılarını kapattırıp kalkışa hazır hale getireceğim," dedi abim, bu ani kararımdan dolayı düşünceli görünüyordu. "Deren eve yaklaşınca helikopterlerin kalktığını görür zaten, İsveç'e gider ve arayıp durur seni. Bir süre kafamız rahat olur."
Bu şekilde ayrılmak istemiyordum. Kendi rızasıyla gitmesi daha dürüst olurdu, yaşadıklarımıza biraz daha saygılı olurdu. Fakat gitmezdi, biliyordum. Sanırım kalbimden hiç gitmeyeceği için, Deren'in de beni bırakıp gideceğini hiç düşünemiyordum.
Arkama dönüp dakikalardır kapıda olan Enrica'ya baktım. "Valizleri odama çıkarın. Korumaların bir kısmını da arka tarafa gönder, Deren koruma yoğunluğunun azaldığını fark edip onların da uçakla gittiğini düşünür."
Enrica hemen uygulamaya geçerken ben kafam karışmış bir halde Salvador'a döndüm. Bir şeyleri onaylamadığı yüz ifadesinden belliydi. "Nil'i bir kez daha görseydik bari," diyordu.
Abimin, beni bir şeyler anlatmaya zorlamasından endişe duyduğum için -yangını çıkardığını öğrenirse Deren'i kahrederdi- merdivenleri çıkıp Enrica'ya katıldım. Valizleri odama bırakıp kapıyı kilitledim ve o aşağıya inerken ben de Karina'nın yanına geçtim. Gece meraklı sorularını sıraladığında ona yapacağımız şeyi anlattım, karşılığında da üzüntülü gözleriyle karşılaştım.
"Deren bunu hak edecek ne yaptı, anlamıyorum…"
Hayal kırıklığıyla Karina'yı izledim. "Ben Karina'yı ararken bir ev adresi bulmuştuk, Deren oraya bizden daha yakın olduğu için gidip Karina'nın orada olup olmadığına bakmıştı." Bunları günlerdir içimde düşünüyordum, sesli olarak yansıtmak kalbimi üşütüyordu. "Bakıp Karina'nın olmadığını anladıktan sonra o evi yakmış, sırf geldiğimde Karina'nın içeride olduğunu düşünmem için, canımın yanması için."
Canımın yanması için...
"Niye böyle bir şey yaptı ki, Gece? Kızımın öldüğünü düşündüğümde çektiğim acıyla... Mutlu olacak mıydı?"
Gece'nin sessizliğinde gözyaşları bir daha yüzümü ıslattı. Birazdan, "Bu gerçekten çok acımasızca olmuş," diyerek yanıma geldiğinde ona kirpiklerimin arasından baktım. "Nil yangında kaldığı için mi yapmış? İyi de onu sen yapmamıştın ki.”
"O da biliyor yapmadığımı, Derya'nın yaptığını söylemiştim hatta." Gece, her şeyi en yakından bilen birisi olduğu için onunla konuşurken savunmasızdı sesim. "Yine de dolaylı yoldan benim yüzümden olduğunu düşünüyor, bu yüzden yaptı."
Kendime sardığım ellerime dokundu. "Demek hâlâ intikam istiyor, seni kandırmış bunca zaman."
"Hem aşk yaşamamızı istiyor hem de öfkesinin dineceği şeyler yaşamamı." Gerçekleri kabul etmek, o gerçekleri yaşamak kadar zor gelmişti o an. "Zaten en başından beri imkânsızdı."
Deren’le olamamak ruhuma sığamamak gibiydi.
O benim ruhumdu ama bedenimle uyumlu değildi.
Derinden bir iç çekişle kollarını etrafıma doladığında perdenin arkasından dışarıya bakıyordum. "Evet, biz suçluyuz, çok kötü şeyler yaptık fakat böyle olmaz. Ya affetsin, unutsun her şeyi. Ya da çekip gitsin, bir karar versin."
Dışarıdaki hareketliliğe bir daha bakarken yanaklarımı sildim. Ambulans helikopter gelmişti, Salvador abim pilotlarla konuşuyordu. Biraz sonra pilotlar yerlerine yerleştiğinde kararsızlıkla olacakları izlemeye devam ettin. Helikopterler tamamen hazırlandı, korumaların birazı ortadan kayboldu ve Angel, Salvador'un yanına katıldı. Abim ona anlatmış olmalı ki Angel birazdan yalancı gözyaşları dökmeye başladı.
Arazi kapılarındaki sesleri fark edince bedenimi hemen gizleyip Gece'yi de sakladım. Yaman ile Deren, başka bir araçla arazi kapısından girdiklerinde helikopterler yerden kalkmaya başladı. Salvador abim ve yengem helikopterlerin gidişini izlerken Yaman'ın kullandığı araç malikânenin önüne kadar geldi. Deren şoför koltuğunun yanındaki kapıdan hızlıca indi ve yüzünde bir şok ifadesiyle ileriye birkaç adım attı, gözleri anbean yükselen helikopterlere bakarken Yaman da şaşkınlıkla olanı izliyordu.
Deren'in yüzündeki acı ve hayal kırıklığına bakılırsa gerçekten gittiğime inanmış görünüyordu.
"Telefonunu kapattın mı?" diye sordu Gece.
"Evet," dedim. "Sen de kapat."
O söylediğimi yaparken Deren'in helikopterlere doğru çaresizce birkaç adım gitmesini izledim. Artık tamamen gökyüzündelerdi ama o farkında olmadan ilerliyordu. Ceketi üzerinden çıkmıştı, gömleğinin düğmeleri de çözülmüştü. Nefes nefese gökyüzündeki helikopterlere bakıp sonra öfkeyle abime döndü, bir anda onun üzerine doğru yürümeye başlarken avazı çıkana dek bağırdı. "Nereye gitti? Karina'yı alıp nereye gitti! Neden izin verdin! Yalnız mı yolladınız onu? Nasıl yalnız bırakırsınız onu! Kafayı mı yediniz?"
Abimin dudakları hareket etti ama Deren'e kıyasla sakin olduğu için ne dediğini duyamadım. Korumalar, bir kriz yaşanabilme riskine karşı direkt Deren'in önüne geçerken Yaman da onları kollarından çekiştirip Deren'den uzaklaştırmaya çalıştı. Deren ise etrafında olup biteni göremeden, abime yine bağıra bağıra karşılık verdi ama sesini bu kez alamadım. Ellerini etrafına savuruyor, restoranda bıraktığım kadar çaresiz görünüyordu. Bu mesafeden gözlerindeki bakışı göremiyordum ama sanki kalp atışlarını hissediyordum, ya da kalbinin atamadığını...
Angel bir adım öne çıkıp Deren'e bir şeyler söyledi ve Deren de ona karşılık verdiğinde Salvador abimin onun üzerine atladığını gördüm. Gözlerim büyüdü ve Gece de şaşkınlıkla bağırıp geriye sıçradı. Yaman hızla Salvador’la Deren arasına girip Salvador'u itmeye çabalarken çok sayıda koruma da Deren'i kollarından tutup çıkışa sürüklemeye çalıştı. Deren çok fevri, öfkeli hareket edip önüne çıkan korumaları yumrukladı ve en sonunda onu Yaman tuttu, bir şeyler söyleyerek arabaya götürmeye çalıştı.
Deren, kaybedecek hiçbir şeyi yokmuşçasına bir cesaretle abime bir daha bağırdı. Bu kez, "Nereye gidiyorlar?" dediğini duymuştum. "Sevgilim nereye gidiyor? Karina ile yalnız başına ne yapacaklar? Nasıl izin verirsin! Karina hasta, yapayalnız n'apacak Karmen!"
"İsveç," dedi abim, tıpkı konuştuğumuz gibi. Angel'ın elini sıkıca tutmuş, Deren'e bakarken bu kez kendisi de bağırıyordu. "İsveç'e gittiler, bir süre de dönmeyecekler! Karina için tedavi arıyoruz, Karmen'in sana ayıracak vakti yok! Ülkene geri dön!"
Deren abime ortaparmağını gösterdi ve burada işi bitmiş olmalı ki süratle arkasını dönüp araca doğru fırladı. Her hareketi soluk soluğa, korku içindeydi. Yaman da onunla gitti ve şoför koltuğuna yerleşti, arabanın farları yandı. BMW araziden son sürat bir hızla ayrıldığında gözlerim çaresizce kapandı.
Bitmişti.
Kızımın yanına gittim. Koltuğa oturdum ve ona bakarken ancak birkaç saniye dayanabildim. Hıçkırarak ağlamaya başladığımda elimin tersi dudaklarımdaydı ve çok korkuyordum Karina hissedecek, huzursuz olacak diye.
"Karmen, bu kadar acı çekiyorsan ayrılmak zorunda değilsiniz," dedi Gece, hemen yanıma gelip. "Diğer yandan da, ya bir araya gelip daha fazla kötü şey yaşarsanız diye düşünmeden edemiyorum."
Konuşacak kadar iyi değildim, bu akşam nefesimi çok fazla yormuştum. Sessiz ve hissiz olan kızıma bakıp ruh halimi değiştirmeye çalıştım. Bu odadayken yalnız mutluluktan ağlamak istiyordum, diğer türlüsü kızıma haksızlık gibi geliyordu.
Böyle olmasını istemedim.
Ama her şeyi de ben başlattım.
Biraz sonra odamın kapısı tıklayınca yüzümdeki ağlamaklı ifadeyi toparlayıp arkama döndüm. Sara nazikçe kafasını uzatıp, "Bir misafiriniz var efendim," dedi.
Akşam saatiydi, kim gelmiş olabilirdi? Deren gideli on beş dakika kadar ancak olmuştu. Gece'yi Karina ile bırakıp odamdan çıktım, çiçekli elbiseme bakarak aşağıya inerken aslında kimseyle görüşme isteğim yoktu. Yaşadıklarım dolayısıyla uzun, yıpratıcı bir gün olmuştu. Tek dileğim yatağıma uzanıp Deren'i, bizi düşündüğüm dakikalar geçirmekti.
İsveç'e gidecekti.
Beni arayacaktı.
Birbirimizi affedemediğimiz bir hayatta, aşkımızı da kaybetmekten korkuyordum.
Onun aşkını da kaybedersem, ıssız bir kadına dönüşürdüm.
Halsizce asansörden inince evin kapısının açık olduğunu gördüm. Salvador ile Dante merdivendeydi. Dışarıya iki adım attım ve gördüğüm karşısında şok yaşadım. Büyük bir şoktu, çünkü Derya burada görmeyi beklediğim son kişi bile değildi.
"Yok artık," diye Türkçe bir şekilde inledim.
Derya sesimle beraber bu tarafa döndü ve beni gördüğünde, yüzünde çok neşeli bir gülümseme oluştu. Düşman olduğumuz için bu gülümsemenin hiç dostane olmadığını anladım. "Eve girmek istedi," dedi abim. "Kim bu? Dostun olduğunu söyledi."
Abilerim Derya'yı ismen tanıyorlardı ama hiç görmemişlerdi. Salvador'a, "Yaa, çok sevdiğim bir dostum," dedim ve Derya hızla yanıma yürüdüğünde, bacağının aksadığımı gördüm. Üzerinde bir kumaş ceket, altında siyah pantolon vardı. Karşımda dururken beni baştan aşağıya süzdü ve ellerini cebinden çıkarıp gözlerime bakarken, gülümsemesi yabani bir sırıtmaya dönüştü. Uzandı ve sanki dostmuşuz gibi beni kavrayıp sarılırken, "Eski dostum," dedi, büyük bir sahtelikle. "Seni ne kadar özlemişim."
Abilerim ve korumalar bizi izlerken Derya'yı göğsünden sertçe itip geri çıktım. "Dalga geçiyor olmalısın."
"Bir sorun mu var?" dedi Dante.
Ona durması için bir el hareketi yaparken Derya başını etrafında çevirip abilerime, korumalarımıza, malikâneye bakıp bana döndü. Çok tanıdık olan sinsi ifadesiyle, "Beni özlemedin mi yoksa?" dedi.
"Burada ne işin var?"
"Eve davet etmeyecek misin? Burada mı konuşacağız?"
Sanki en son dün görüşmüşüz gibi bir kaygısızlıkla konuşuyordu benimle. Belli ki o da Nalan ile gelmişti, burayı nasıl bulduğu ise merak konusuydu. Derya'yı gündemime almak istemesem de neden burada olduğunu öğrenmeliydim. Bezgince arkamı dönüp eve ilerledim. "Gel, sana zehir ikram edeyim."
"En sevdiğim," diyerek peşimden geldi.
Abilerimin yanından geçerken sorgulayan bakışlarını yumuşatmak için, "Sorun yok," dedim ve eve girdim. Derya büyük bir rahatlıkla beni takip edip oturma bölümüne geçerken, abilerimin korumalarla konuşmaya başladığını arka planda duydum. Derya etrafını inceleyerek salondaki geniş koltuğa yerleşti ve kollarını arkaya atıp yüzünü bana döndü. Ayakta durup kollarımı göğsümün üzerinde bağladım.
"Evimi nasıl buldun?"
"Ev mi? Burası bir şehir." Etrafını süzüp bana döndü.
"Derya!" dedim, sertçe.
"Şakaya da gelmiyorsun, hâlâ aynısın," dedi, sesi alaycı olsa da gözlerinde her zamanki soğukluğu taşıyordu. "İtalya'ya Nalan ile geldim fakat o sabah eşim, Deren'in beni öldürmesinden korktuğu için eve giremedim. Dışarıda bekledikten sonra sizin çıktığınızı gördüm. Birbirinizle o kadar meşguldünüz ki sizi buraya kadar takip edip evi öğrendim."
O gün... Evet, Deren de ben de aracı durdurmuş, konuşmuş, birbirimizle ilgilenmiştik. Onu fark etmediğimiz için kendime sinirlendiğimde, "Bir otelde kalıyorum," dedi. "Gelip seni ziyaret etmeyi istedim."
"Çok onore oldum," dedim.
Tüm dişlerini sergileyerek sırıttı. "Sana bir teşekkür borcum var."
Oyunculuğu kesip aynı soğuklukla, "Ne için?" diye sordum.
"Öyle ya da böyle dileklerimi gerçekleştirdin," dedi, bir anda çok ciddi oluvermişti. "Deren Türkiye'den ayrıldı, Nalan ile her hafta görüşmüyorlar. Hep birbirlerinden uzakta olmalarını istemiştim ve sen bunu başardın. Artık siz bir ailesiniz, biz de başka bir aileyiz. Karım ve ben."
Bu adam Nalan ile kafayı fena bozmuştu.
Teşekkür etme sebebine, hatta bunun için evime zahmet etmesine şaşırmamıştım. "Hâlâ Nalan'ı kandırıyorsun, acıyorum ona."
"Karım harika bir kocaya sahip, onun için üzülmeyi kes," dedi, kaş çatarak. "Deren'i hâlâ nikâh masasına oturtamadın mı? Lütfen yap, istersen nikâh şahidin olurum."
Ruh hastasına sertçe bakıp, "Deren seni gördüğü yerde öldürecek," dedim.
Gözlerini bacağına indirdi.
Aksaklığını görmüştüm, acaba bunun Deren’le bir ilgisi var mıydı? Ah, tabii vardı. Derya'nın yüz kasları gerildi ve öfkesini çok çabuk kapatmaya çalışıp gözlerime döndürdü bakışlarını. "Onu oyala, Türkiye'ye asla dönmesin. Karımla çocuk yapacağız, Nalan tüm ilgisini ve sevgisini bize verecek."
Bu adam benden daha sağlam bir ruh hastası olabilirdi.
"Ee, çocuk nasıl yapılır bunu mu anlatayım Derya? Bana ne?"
"Yok, onu biliyorum," dedi, kafasında planları varmış gibi düşünceliydi. "Senden de aynısını yapmanı istiyorum. Deren'i tamamen buraya bağla. Ondan bir çocuk yap."
Bir süre sakin kaldım, sonraysa gülmeye başladım. O kadar güldüm ki ev kahkahamla çınladı. "Sen istedin diye Deren'den çocuk yapacağım, öyle mi? Buraya bunu iletmek için mi geldin? Bunun hakkında bir anlaşmaya mı varacağımızı sandın?"
Beni, çattığı kaşlarının altından izleyip, "Komik olan ne?" diye sordu.
"Benim Deren'i kendime bağlamak için bir çocuğa ihtiyacım yok," dedim, gülüşümü aniden kesip asabileşirken. "Ama haklısın, senin var. Tabii Nalan'da akıl olmadığı için bu tuzağına düşebilir."
"Deren de çok mu akıl var? Haftalarca kandırdın da göremedi."
Nefret ettiğim birisinin bunu söylemesine katlanamadım. İlişkimizin en başından beri ortak bir çıkarımız olmuştu ama artık kesinlikle ortak hiçbir şeyimiz yoktu. "Bak Derya, bana bir şey dersen seni öldürmeyebilirim. Ama Deren'e bir şey dersen, seni kesin öldürürüm."
Eğlencesi nedense bitti, gözlerindeki o düşünceli hal gitti. Ruh halini değiştirenin ne olduğu hakkında düşünmeye bile değer görmedim. Gözlerime derin derin bakarak, "Nalan'ı ilkokuldan beri seviyorum," dedi. "Onun hayatında Deren yokken de vardım, Deren varken de vardım, Deren'den sonra da vardım. Ama hayatımın son saniyesine kadar onunla olsam da benim için asla bu cümleyi böyle teslimiyetle kurmaz. Bazı erkekler çok şanslı," diye ekledi Deren'i kastederek ve cümlelerini tamamladı.
"Nil'e nasıl davrandığını bilmiyor olsaydım bu söylediklerine üzülürdüm," dedim düşük bir ses tonuyla. "Sana bundan daha fazla vakit ayıramam, git artık."
Oflarken yanaklarını şişirdi. "Biraz dertleşmeyi umdum, ne kadar yabanisin."
"Sevdiğim adamın kızını incittin. Defalarca. Ben Deren'e âşıkken, Nil'i bu kadar seviyorken asla hiçbir derdine ortak olmam." Kapıyı gösterdim. "Git artık, yoksa seni dövdürerek attıracağım."
Kapıya doğru bakış attı, abilerim ve korumalar hâlâ oradaydı. "Ee, Deren'den çocuk yapacak mısın?"
"Deren’le ayrıldık!"
Şokla gözlerini büyüterek koltuktan kalktı. "Saçmalama! Ayrılamazsın ondan! Türkiye'ye dönemez!"
Üzerine sertçe yürüdüm ve kolundan tuttum, onu kapıya doğru çekiştirmeye başladığımda beni ittiyse de umurumda olmadı. Sokak kapısından dışarıya fırlattım ve o hırlayarak üstüme geliyordu ki Dante ile Salvador'u görüp duraksadı. Ceketinin önünü düzeltip gerilerken abilerime hafifçe gülümsedi. "Naz yapıyor." Sonra bana döndü. "Eğer Türkiye'ye dönüp Nalan'ın hayatına tekrar girerse yapacaklarımdan ben sorumlu olmayacağım."
"Nalan, Deren'in umurunda değil. Sen Nalan'ın Deren'in çevresinde olmasına engel ol."
Sinirli sinirli nefesler aldı. "Çocuk yapmanızı söylüyorum, sen ayrıldım diyorsun!"
"Ah!" Uzanıp tuttuğum gibi kapıyı suratına çarptım. "Seni gerçekten hiç özlememişim!"
"Lanet olsun sana, Karmen! Deren'den çocuk yapman gerekiyor!"
Bağırdığını duydum ama çok kısa sürdü, abilerim olaya dahil olunca Derya'nın sesi kısıldı. Abilerim onun dediğini anlamıyordu, o da abilerimin dediğini. Ben merdivene yürürken sesler iyice kısıldı, neredeyse yok oldu. Derya aptal bir adam değildi, bu evden sağ çıkmayı istiyorsa olay çıkarmaması gerektiğini de biliyordu.
Yorgunlukla en üst katta durdum ve gözlerimdeki kararmanın geçmesini bekleyip odaya yürüdüm. Uyuyakalmadan önce yavrumu, Karina'mı bir daha görmek istiyordum. Gece, ben odaya girer girmez Derya'nın neden geldiğini sordu. Camdan dışarıya bakıp gittiğini görmüş olmalıydı. Kendisine kısa bir özet geçtim ve ardından kızımın yanına oturdum, ümitsizce bekledim.
Ufacık bir hareketini bekledim.
Kirpiklerini kırpmasını, dudaklarını aralamasını, elimi tutmasını.
Kızımı canlı hissetmek istedim.
Ama olmadı. Olmamasına dayanamadım. Koltuktan kalkıp odadan hızlıca ayrıldım, kendi odama geçip kapıyı çarptım ve yalnız kalır kalmaz yatağıma koşup hıçkırarak ağlamaya başladım. Yüzüm yastığa gömülüyken avuçlarım altındaki örtüyü sıkıca tuttu. Elbisemin çiçekleri yatağı örtmüştü, her bir çiçek solmuş gibiydi. Kızımı bulduğum için çok mutluydum, o benim kalbimdi çünkü. Yalnız bu yetmeliydi, biliyordum. Fakat ben hem kızımın uyanmasını istiyordum hem de Deren'i.
Birisi kalbimken, diğeri ruhumken... Ve ikisi birden yokken... Güçlü olmak bile istemiyordum. Çünkü gücümü sevdiklerimi korumak için kullanmayı seviyordum ama onlar yoktu.
Gece yarısına kadar yüzüm yastığımda hıçkırarak ağladım. Odamı ziyaret eden hiç kimseyi içeriye almadım. Deren'e yaptıklarımı, bana yaptıklarını düşündüm. Deli oldum, hislerim yoğunlaştı, gözlerim kıpkırmızı oldu. Kendimi, yanında olmayı hayal ettiğim her şeyden daha da uzaklaşmış hissediyordum. Bunun gerekli olduğunu bilsem de içimde büyük bir panik ve korku vardı.
Bu panik ve korku yüzünden, üstelik bir de ağlamaya devam ettiğim için nefesim sıkılaştı. Boğulmuş hissederek doğruldum ve elbisemin yakasını açmaya çalışıp karanlık tavanıma baktım. Bu hareketim, gözlerimin kenarlarındaki damlaların saçlarımın arasına kaymasını sağladı. Ellerimi kendime dolayıp hem kalbime hem ruhuma sarıldım.
İkisi de var ama yoktu.
O gece boyunca hiç uyumadım, birkaç saat sonra kızımın yanına döndüm. Onun sessizliğinin binlerce kelimelik ağırlığı var gibiydi. O ağırlıkta ezildim, küçüldüm, ufaldım, tam anlamıyla kahroldum.
Ertesi sabah kendimi Karina'nın yanında buldum. Sara beni kahvaltıya çağırdı ama gitmedim. Odama girip kapımı kilitledim, banyoma yürüyüp küveti hazırladım. İçine girip köpüklerin arasında oturdum, bileklerimdeki izleri izlerken Deren'in dövmesini düşündüm. Beni unutmaya hiç niyeti yoktu, teninde izim vardı.
Banyoda uzun kaldım. Çıktığımda ise kıyafetlerimi giyip bir robot gibi hareket ederek saçlarımı kuruladım, yüzüme nemlendirici sürdüm[SE1] [ET2] . Deren'in bugün bu eve hiç gelmeyecek olduğunu bir daha idrak edince ellerim yüzümde aşağıya indi. Aynaya bakarken kendi gözlerimdeki korku ve dehşeti gördüm, hıçkırarak makyaj masama tutundum.
Bir daha birbirimizi görebilecek miydik?
Odamın kapısı tıklayınca hemen doğruldum ve dik durup, "Gir," diye seslendim.
Sara kapıdan içeriye kafasını uzattı ve sonra da odada yürüdü. Yanıma gelip nazikçe elindeki kartı uzattı. "Yeni hat efendim, Enrica'dan istemişsiniz."
Hattı alıp masanın kenarına bıraktım ve konuşacak bir ruhum olmadığı için aynaya geri döndüm. Sara aynı nezaketle, "Bir de babanız sizi çağırdı," dedi.
"Tamam. Teşekkür ederim."
Sara gülümseyip arkasını döndüğünde aniden ismini söyleyerek onu durdurdum ve dönüp bana baktığında, "Haddini aştın mı?" diye sordum, daha önceki konuşmamızı kastederek.
Sara da neyi kastettiğimi anladı ve bakışlarını kaçırıp cevap verdi. "Evet."
Hafifçe gülümsedim ve Sara ayrıldığında gözlerimi sımsıkı yumup açtım. Bakışlarımdaki aşk acısını gölgelerin arasına itip saçlarıma, üstüme son kez çekidüzen vererek odamdan çıktım. Bir kat inmem gerekti ve babamın odasına girdiğimde doğrudan karşısına yürüdüm. İzlediği televizyonun sesini kısıp bana döndüğünde, cam kenarındaki koltuğa oturdum. "Beni görmek istemişsin, babacığım."
Babam evdeki en sessiz, varlığını en gizleyen insandı ama her şeyden haberi vardı. Salvador abim babama sormadan adım atmıyor, gün sonunda her şeyi rapor ediyordu. Öyle ki babamın hissettiklerimin bile farkında olduğunu düşünüyordum. "Salvador... senin için..." Dinlene dinlene konuşması gerekiyordu ve onu akşama kadar bekleyebilirdim. "Bir doktordan... randevu alacak. Terapiye… gitmeni istiyorum."
İlk önce Karina için bir doktordan bahsettiğini sanmıştım ama cümlesini tamamladığında, "Nereden çıktı bu?" diye sordum.
"İhtiyacın... var."
Olmadığını söyleyemezdim. Zaten İstanbul'da hastanede bile yatmıştım, hatırlamak istemeyeceğim gündüz ve geceler yaşamıştım. Çok ilaç almıştım, kendiliğimden de bırakmıştım fakat ne kadar sağlıksız olduğumun ailem tarafından görüldüğünü bilmiyordum. "Gitmek istemiyorum," dedim. "Bu terapiler unutmaya yönelik oluyor, ben kızımı unutmak istemiyorum."
"Sen de bir hemşi... hemşiresin," dedi, her konuştuğunda çarpık duran ağzına bakmak beni çok üzüyordu. "Terapiye... iyileşmek için... gidilir kızım, biliyor... sun."
"Karina'm iyileşmeden iyileşemem, baba," dedim uzanıp felçli elini tutarken.
Babamın gözlerinde merhamet görünce aslında hayatımda bana değer veren ne kadar çok insana sahip olduğumu yeniden hatırladım. Fakat işte bu kadar sevginin arasında kızımın olmaması öyle bir kayıptı ki... "Torunum uyandığında..." Babam kullanabildiği eliyle yanağımı okşadı. "İyileşmiş... bir anne görmeyi... ister. Önce kendini... sonra onu."
Babam rica ediyor görünüyordu ama bunun bir emir olduğunu gözlerindeki despotluktan anlıyordum. "Haftada bir kez," dedim.
Başını salladı ve sonra, "O gitti mi?" diye sordu.
Kimden bahsettiğini hemen anladım. Ruhum yoğunlaştı. "Sen nereden biliyorsun?" diye sordum.
Gözlerini camdan dışarıya çevirdi. "Bana... senin... senin onu bırakacağını... söylemişti."
Babamla o gün başka neler konuştuğunu bilmiyordum, öğrenir miydim belli de olmazdı. Demek onu bırakacağımı o saniye de biliyordu, o yüzden bir süre gelmemişti, bunu kendince geciktirmeye çalışmıştı.
Babamın yanından ayrıldıktan sonraki adresim kızım oldu. O ve sonraki günlerimi kızımla geçirdim. Hep izledim, bekledim. Yaklaşık bir hafta sonra ilk kez yeniden heyecanlandım. Çünkü İsveç'teki o doktor nihayet gelecekti, Karina'yı kontrol edecekti, belki de tedavi edecekti.
O doktoru beklerken Gece heyecanıma gülüyordu. Abilerimden yalnız Noah evdeydi, Salvador ile Dante günün ilk ışıklarında gitmişti. Karina'yı hazırlamış, bakımını yapmıştım. Doktorunun onun için iyi şeyler söylemesine çok ihtiyacım vardı.
Sara odamızı ziyaret edip doktorun araziye girdiğini söyleyince heyecanla yerimde zıpladım. Gece ile el ele tutuşup aşağıya indik ve beyaz cip malikânenin önüne yaklaştığında Enrica yaklaşıp araç kapısını açtı. Kırk yaşlarında görünen kumral doktorumuz, şoför kapısından çıkıp ona teşekkür ettiğinde ben de basamakları indim. "Karmen Hanım?"
"Evet," dedim elimi uzatıp kibarca selamlaşırken. "Hoş geldiniz."
Elimi sıktı. "Hoş buldum," dedi İngilizce. "Nasılsınız?"
"Kızım iyi olursa iyi olacağım," dedim ve yolunun üzerinden çıkıp kenara geçtim. "Buyurun."
Adam siyah, zarf çantasıyla eve ilerlemeye başladı. Üzerinde kahverengi keten gömlekle bej pantolonu vardı, saçları hafif kıvrıktı. Yolunun üzerindeki Gece'yi, "Arkadaşım," diyerek tanıttım ve onlar selamlaştıktan sonra yolumuza devam ettik. İçeriye girince Noah'ın basamaklarda olduğunu gördüm. Doktorun geleceğinden evdeki herkesin haberi vardı. Tanışmak için yaklaştı ve adamı inceleyip kibarca konuştu. "Karina bizim en değerlimiz. Hassasiyetle yaklaşırsanız çok mutlu olurum."
Doktor Kevin, beni yanıltmayan bir karşılık verdi. "Ben her hastama aynı hassasiyetle yaklaşırım."
Noah'ın yanından geçtik ve Gece peşimden gelirken asansörü kullanıp en üst kata çıktım. Karina'nın odasına girdiğimizde doktor onunla tanışmış oldu. Tuttuğum raporlara yakından bakıp inceledi, beyin tomografilerini izledi. Karşılıklı konuşmalar sırasında ellerim kızımın ellerindeydi.
Sonunda, "Karina'nın uyanması imkânsız değil," dediğinde yüreğimden yükseklere doğru bir güneş ışığı süzüldü. "Uyanmama ihtimali daha çok ama uyanması imkânsız değil."
"Ne zaman uyanabilir?" diye heyecanla fısıldadım. Bir uyansın ama ya... Bir daha nasıl uyumasına izin verirdim?
"Bir tarih vermem mümkün değil," dedi elindeki belgeleri kenara koyup bana dönünce. "Böyle birkaç vakam daha olmuştu. Komadan uyanan en küçük hastam altı yaşındaydı. Kızınız çok daha küçük, bu da uyandığında bizi başka risklerin karşılayacağı anlamına gelir."
"Bunları yeterince duydum, olumsuzlukları biliyorum," dedim, Karina'ma dönüp. "Bana olumlu ihtimallerden bahsedin."
"Kızınız sekiz ay gibi bir süredir komada, neredeyse bir yılı bulacak. Bağışıklığı zayıflamış." Bunlar hâlâ olumlu şeyler değildi. "Bu kısasları ele aldığımda Karina için en fazla dört beş aylık bir yaşam görüyorum. Bu zaman diliminde uyanabilir ve yoğun bir tedaviyle hayata dönebilir. Diğer ihtimal ise açık, yaşamla son bağları da kopup hayata gözlerini yumabilir."
Eli soğuk değildi, sıcaktı. Bu his anlamına gelirdi, yaşam ve canlılığı temsil ederdi. Ölenin teni soğurdu. Bu ele, böyle soğuk, buz gibi olmuş halindeyken dokunursam öldürürdüm kendimi.
Gece elini sırtıma koyup doktora, "Uyanması içim yapabileceğimiz bir şey olmalı," dedi sorarcasına.
"Var," dedi doktor Kevin. "Bir tür sinir uyarı cihazı kullanabiliriz. Son yıllarda denenen bir teknik. Bu şekilde, eğer tepki verirse bitkisel hayattan çıkıp az da olsa etrafının farkında olacak bir bilinç düzeyine çıkabilir."
Kızıma ve en yakın arkadaşıma baktıktan sonra hevesle doktora dönüş yaptım. "Bunu Karina'da deneyebiliriz."
"Evet," dedi. "Deneyebileceğimizden anlattım. Fakat yaşı küçük olduğu için çok dikkatli davranmalıyız."
Derhal başımı salladım. "İstediğiniz ortamı oluştururum, ne gerekirse yaparım."
Hafif bir tebessümle, "Şüphem yok," dedi. "Birkaç gün hastanede ağırlayalım. İlk denememizi yapalım. Hastane koşullarında daha konforlu olur. Eğer denememiz başarılı olursa da evinde devam ederiz..." Odaya baktı. "Zaten siz bir hastane ortamı oluşturmuşsunuz."
Heyecandan dizlerim titrerken gözlerimi parıltılar kapattı. "Olur," dedim beklemeden. "Hemen yarın yapalım mı?"
"Ben uygunum."
Doktorun karşısında kendimi utandıracak bir sevinç gösterisi yapmamak için direndim. Yarınki randevumuzu detaylandırdık ve doktor gittiğinde heyecanla zıplayıp Gece'ye sarıldım. O da benim kadar neşeli halde çığlık atıp yanağımdan öptü. "Güzel şeyler olacak, en az Karina kadar güzel."
O an telefonuma koşmak, Deren'i aramak, çığlık ata ata bir ümit olduğunu söylemek istedim. Fakat o artık numaramı bile bilmiyordu, ben en son sesini günler önce, bana yalvarırken duymuştum. Aramızda birbirimize müjdeli haberler verecek kadar bir sıcaklık yoktu.
Ama burada olsa, en çok onun yanında sıcak hissederdim.
O ateşim, bense yangınıyım.
Yarının olmasını beklerken çok sabırsızlandım. Abilerim geldiği an haberi onlara da verdim, heyecanımı izlerken gülümsediler. Angel en az benim kadar mutlu olmuştu, Karina'nın uyanacağı günü bekliyordu. Onlardan sonra Carlos'u aradım, kendisine durumu özet geçtim. O da geleceğini söylediğinde kızım için sevindim.
Telefonu kenara bırakırken, "Karmen," dedi Gece, hemen yanımdan.
Devam eden heyecanımla ona döndüm. "Carlos da gelecek, Karina'yı seviyor."
Buna gülümsedi fakat sonra üzgünce, "Benim artık gitmem gerekiyor," dedi. "Günlerdir buradayım, babam artık kuşku duymaya başladı. İstemesem de eve dönmeliyim."
Az önceki müjdeli haberlerin üzerine bu ayrılık çağrısı gelince gülümsemem kayboldu. "Haklısın, doğru... Ama yarından sonra git, olur mu? Karina'nın ilk tedavisinde yanında ol."
"Tabii ki," dedi hemen. "Ben de aynısını düşündüm. Ayrıca... Tekrar geleceğim. Hatta... Karina uyandığında hemen uçacağım yanına. Umarım o kadar hızlı uyanır ki, hemen geri dönerim ben de."
Genelde sevgisini gösteren, temasta bulunan hep kendisi olurdu ama bu kez elinden ben tuttum. "Ya uyanmazsa?"
"Uyanmazsa da asla kâbuslarındaki gibi ölmeyecek. Senin yanında, huzur içinde son nefesini verecek."
Evet, boğulmadan ölecekti.
Ertesi gün Karina'yı ambulans helikopteriyle hastaneye taşıdık, odaya aldık. Ben ve etrafımdaki herkes ona hassas davrandı. Hastane yatağında kıpırtısız yatarken Kevin[SE3] [ET4] de bize katıldı. İçeride hastanenin kendi doktor ve hemşireleri ile biz vardık. Üç abim, yengem, Carlos, Gece ve ben. Kevin hepimize sırasıyla baktıktan sonra kapıyı gösterdi. "Bu şekilde operasyon yapamam. Beyler ve hanımlar, lütfen dışarıya."
Salvador karşı durmak istedi. "Kızımızı yalnız bırakmayız."
"Ben kalacağım," diye ekledi Carlos, hemen bir adım arkamdaydı. "Benim kızım sonuçta."
"Abi," diyerek heyecanla, sabırsızca konuştum. "Kevin haklı, doğru olmaz. Ben de hemşire olduğum için kalacağım zaten. Koridorda bekleyin, bir şey olursa haber veririm."
Kabullenmesi gerekti ve baş salladı, yengemin elini tutarak çıktı. Dante de bana el sallayıp yüzünü asarak onların ardından devam etti. Noah ise çıkmadan önce bana yaklaşıp yanağımdan yumuşakça öptü. Sonra Gece'ye, "Hadi çıkalım," dedi ve beraber çıktılar.
İçeride ben ve Carlos kalınca Kevin operasyona başladı. Sonraki dakikalar kızımı ve ona yapılanları izledim. Sinir uyarım cihazı kablo ve kumanda ile oluşan bir cihazdı. Kabloların uçları bantlarla kafasının iki yanına yerleştirildi ve cihaz çalıştığında, uyarı kafasının içine ulaştı. Ellerimi çenemin altında birleştirip kalbim sıkışa sıkışa kızımın bu halini izledim. Carlos da biraz yaklaştı, gözlerini kırpmadan olanlara şahitlik etti. Kızımın tepki vermesini izledim, cihaza bir uyarı gelmesini. Yakın zamanda bu olmadı ve doktor cihazı durdurup Karina'ya yaklaştı, kabloları yavaşça çıkardı.
"Bir şey olmadı," dedim gözlerim dolarken.
"İlk seferinde olacak bir şey değil, bu kadar kolay olsa kimse komada olmazdı."
Biliyordum ama olmasını hayal etmiştim. Zaten hayal de, olması imkânsıza yakın şeylere verilen bir isim değil miydi?
"Ne zaman olabilir?" diye sordu Carlos, sesi heyecan doluydu.
"Bir zaman veremem.”
Yine de kızım için bir şeyler yapıyor olmak iyi hissettiriyordu. Fakat onu hastane yatağında görmekten hoşlanmıyordum, bu yüzden koridora çıktım ve ailem heyecanlı bir halde beni izlerken, "Bir şey olmadı," dedim. "Ama zamanla... olacak."
Dante bana doğru yürüdü. "Elbette, bebeğim. Sicilya, Karina'nın kalbinin tekrar attığı yer olacak."
Sicilya'nın o yer olması için canımı, kanımı verirdim.
Sicilya'nın, Karina'nın kalbinin tekrardan attığı şehir olmasını beklerken günler geçmeye devam etti. Gece, o akşam maalesef ki gitmişti. Onu helikopterle evine göndermiştim, güvende olduğundan emin olmuştum. Karina evde tedaviye devam etti, Kevin aralıklarla bize geldi, ben de aralıklarla terapiye gittim. Buna vakit ayırmak istemiyordum ama babamı kıramazdım. Babam da fizik tedavisine devam ediyordu ama doktoru, gidişatı yalnız Salvador abimle paylaşıyordu, umuyorum babam da bir gün tekrardan ayağa kalkacaktı.
Deren'i özlüyordum.
Günlerimi tabii ki de en çok kızımla geçiriyordum. Evden de pek çıkmıyordum. Deren'in İtalya'da olmadığından emindik çünkü abim kaldığı evleri kontrol etmişti. Noah hâlâ pek iyi değildi ama sanki bu iyi olmama hali kronikleşmişti, bundan sonra hep eksik olacaktı.
Deren'i özlüyordum.
"Deren artık geri dönmeyecek mi?"
Bu soruyu soran Carlos'a baktım. Kızımızın odasındaydık. Neredeyse her gün bize geliyordu. Deren gittikten sonra ilk kez geldiğinde onun yokluğu hemen dikkatini çekmişti. Ve ertesi gün, sonraki gün gelmeye devam etmişti. Karina'nın tedavisiyle yakından ilgileniyordu, zaten doktor arayışına düşen ilk kendisi olmuştu.
Elimdeki hikâye kitabını kapatıp, "Neden soruyorsun?" diye sordum.
"Bir süredir yok, seni bu kadar yalnız bırakıyorsa tamamen gitmiş demektir."
"Nereye giderse gitsin, hep kalbimde," diyerek sınırlarını hatırlatan cevabı verdim.
O günden sonra Deren'den bir daha bahsetmedi, meraklısı da değildi. Çoğu zaman Karina'ya bazen de bana hediye getiriyordu. Kızımın uyanıp babasından gelen hediyeleri görmesi için çıldırıyordum.
Kızım, kız çocuğum.
Benim ise sakladığım tek hediye... Deren'in bana aldığı kırmızı güldü. Soldu ama önemli değil, o çiçek ilişkimizin aşamalarının yansımasıydı. O çiçeği ilk verdiğinde ilişkimizin en mutlu zamanlarını yaşıyorduk, şimdi ise o çiçek gibi, en solgun...
O gece yatağımda uyuyakaldığımda kötü bir kâbus gördüm. Deren başka bir gülü, başka bir kadına veriyordu, benim için tamamıyla korkunçtu. Sarsılarak uyandım, Deren'in ismini sayıkladığımı sabah olduğunda abim söyledi. Kâbusum sırasında Karina'nın yanındaydı ve çığlığımı duyup koşarak gelmişti. Kollarında ağladığımı, evden çıkıp Deren'e gitmek için sayıkladığımı ben de hatırlıyordum. Noah'ın kollarında tekrar ağlayarak uykuya dalmış olmalıydım. Aylar önce Karina'nın rüyama gelmesi için dua ederdim, o gecenin devamında da rüyamda Deren'i görmeyi istedim.
Ona öfke doluydum ama o ve etrafımdaki herkes biliyordu ki Deren, gözyaşlarımı son damlasına kadar tüketeceğim tek adamdı.
Kendimi tüketeceğim tek adam.
Ama benden önce o beni tüketti. Bu yüzden de birbirimizden uzaktayız.
Günler sonra terapi koltuğuna üçüncü kez oturduğumda psikiyatriste Deren'den bahsetmem gerekti. Konuyu farkında olmadan ona ben getirdim. Çünkü bir anda durup dururken, alakasız bir cümlenin ardından Deren'i özlediğimi fısıldadım.
Onu özlediğim düşüncesi bir anda aklımdan süzülüp dudaklarımda can buluyordu.
Alakalı alakasız her cümleyi Deren'i özlüyorum, kelimeleriyle bitirebilirdim.
Onsuz yirmi günü geçince saymayı bıraktım.
İnsan, kavuşma yaklaşınca günleri saymayı seviyor, ayrılık uzayınca değil.
Ama ona özlemimden geceleri çok ağlıyorum.
İşte o zamanlarda kalbim paramparça oluyor.
"Belki bir sonraki terapiye Deren’le gelebilirsin," dedi terapistim, ben birkaç kelimeden sonra susunca. "Üstü kapalı şeylerden anlattığına göre onun da psikolojisi iyi değil."
"Deren," diyerek cümleme başladım ve sonra sadece ismini tekrar etmeyi istedim. "Deren, Deren..."
"Evet, Deren?"
Durup iç çektim. "Onu bir daha görecek miyim, bunu bile bilmiyorum."
Terapilerden hep erken çıkıyordum, bu kez son dakikasına kadar kaldım ve ayrılıp dışarıya çıktığımda hafif bir yağmurun başladığını gördüm. Buraya korumasız ama silahımla gelmiştim.
Deren hâlâ korumam olarak çalışıyor olsaydı, beni asla buraya yalnız göndermezdi.
Onun her yere peşimden gelip korumam olmak için çıldırıp azmettiği günleri düşünürken dudaklarımı kıvırdım.
Nil'i de düşünmeye başladım. Tırtılım n'apıyordu acaba? Bizim yüzümüzden o da sürükleniyordu, kafası karışıyordu. Belki de dönmüşlerdi Türkiye'ye.
Aracıma bindiğimde bir süre arabayı hareket ettiremedim. Deren’le ayrıldığımızdan beri yaşadığım panik hissiyle tekrar boğuşmam gerekti. Arabanın tavan lambasına bakarken omuzlarım sarsılmaya başladı. Deren'den başka hiç kimse sırf yüzümü görmek için araba lambasını açmamıştı.
Ne sanıyordum? Hayatımın sonuna kadar onu görmemeye dayanacağımı mı?
Arabamı hareket ettirdim ve eve doğru sürerken ellerime bakıp ne kadar yalnız gördüğümü düşündüm. Deren'in ellerine günler, haftalardır dokunmuyordum. Yalvarmasına rağmen onu terk ettiğim için kin duyuyor muydu bana?
Eve yaklaşan sokağa girerken camın üstüne düşen yağmur damlalarına baktım ve o sırada yanımdan geçen arabayı gördüm. Polis aracı olduğunu fark edince garipsedim ve bir süre aynı güzergâhta ilerleyince şaşırdım. Polis arabası malikânemizin arazisine yaklaştığında, korumalar kapıları açtı ve araç bahçeye girdi. Ben de aynı şekilde girdim ve hemen koltuğumdan çıktım, polis aracına yürüdüm. Enrica ve diğer birkaç koruma da hemen arkamdan gelirken kapılardan çıkan polisler bize baktı.
"Bir sorun mu var?" diyerek karşılarına dikildim.
Yoksa benim için mi gelmişlerdi?
Nalan beni tekrardan şikâyet mi etmişti?
Pek tabii, tüm İtalya gibi polisler de bizi tanıyordu. Hakkımızda açılan sayısız dava, suçlama vardı. Fakat her zaman titiz ve sadık avukatlarla çalıştığımız için suçlarımızın kanıtlandığı herhangi bir dava olmamıştı. "Karmen Russo, değil mi?"
"Evet," dedim. "Nasıl yardımcı olabilirim?"
"Aile üyeleriniz evde mi?"
"Özellikle kimi arıyorsunuz?"
Polisler korumalarımıza baktığında bile bu evde yasal olmayan şeyler olduğunu görüyordu. Fakat elbette polislerin dünyasından da ahbaplarımız vardı. Enrica'yı süzüp tekrar bana döndü ve eve doğru benimle yürümeye başladı. "Ben kayıp bürodan Leo. Aldığımız bir ihbar üzerine geldik."
Daha biz kapıya varmadan malikânenin kapısı aralandı. Salvador abim eşikten çıkıp polis araçlarını ve beraber yürüdüğüm polisleri süzüp ilerledi. Birbirimize doğru yürüyüp buluştuk ve abim son derece nazikçe, "Merhaba," dedi polis memuruna ve el sıkıştılar. "Ziyaretinizi neye borçluyuz?"
Polis memuru abimle el sıkıştıktan sonra abimin arkasından gelen Angel'a göz attı. Yengemin kızıl saçları ondan bile önce geliyordu. Salvador abim elini arkasına götürüp yengemin elini tutarken polis memuru tekrar abime baktı. "Salvador Russo, ailenin hangi abisi?”
Bilse de teyit etmek istemiş olabilirdi.
Ben huzursuzca abimin safına geçerken abim endişesiz ve sakin bir sesle, "Benim," dedi. "Salvador Russo."
"Sizi ifadenize başvurmak için emniyete kadar götürmemiz gerekecek." Polis memuru elindeki beyaz evrağı kaldırıp abime gösterdi ve ruhumun adı dudaklarından geçti. "Korumanız Deren Ateş'i ortadan kaldırmakla suçlanıyorsunuz."
BÖLÜM SONU.
Yorumlar yükleniyor...