46. BÖLÜM
46.❝KÜÇÜK SAVAŞÇI.❞
Kalbim hareket etti ama göğsümün içinde değil, parmaklarımın arasında.
Kendiminkinden başka bir kalbe ilk kez Karina doğduğunda bağlanmıştım. Doğduğunda kendiminkinden başka bir kalpti, sonra benim kalbim oldu. Ve onu kaybettiğimde o kalbim durdu; Karina bir daha yerini hatırlayıp bana dönene kadar.
Her şey o saniye, tek bir an ikimiz arasında olmuştu ama bana yüksekten atılan bir çığlığı duymuşum gibi gelmişti. Hissettiğim hareketten sonraki şok etkisini, ancak saniyeler ardından üstümden atıp kızıma doğru döndüm. Hareket ettiği, aynı zamanda uyandığı anlamına gelecek sandığım için dehşet içinde yüzüne, gözlerine baktım.
Kapalıydı.
Dudağım arasından neden attığını bilmediğim bir çığlık kopardım ve birleşmiş ellerimize baktım. Onun elini dakikalardır tutan bendim ama parmaklarını kavramamıştım, o az önce kendisi yapmıştı.
"Ka... Karina?" diye seslendim az önce attığım sevinç çığlığından sonra ve eline dikkatle bakıp kekeledim. "Ka... Karina, uyandın mı? Beni duyuyor musun, aşkım?" İtalyanca konuştum. "Annen burada, sesimi alıyor musun?"
Gözlerini açmıyordu, dakikalar önceki gibiydi ama... Ben hissetmiştim. Beni tutmuştu, belki annesi olduğumu anlamıştı.
Gözlerimden bir anda delicesine yaşlar dökülmeye başladığında, "Karina!" diye aynı sevinç çığlığını atıp yüzüne eğildim. Titreyen elimle yanağına dokunup kirpiklerini heyecanla izledim. "Annene dönüyor musun yoksa? Bebeğim, uyandın mı? Korkuyorsan eğer... Güvendesin, n'olursun aç gözlerini!"
Sevinçle karışık acı hatıralar yanaklarımdan kayarken, gözlerim bir daha kapıyı buldu. Asansör çalışmış, Deren inmiş olmalıydı. Karina hareket etmişti, öğrenmesi lazımdı. Gidemezdi, şu an olamazdı.
Tekrar kızıma bakıp heyecanla, "Bekle, hemen geliyorum!" dedim ve bir daha ellerimize baktım. Küçücük parmaklarıyla annesini tutmuştu, demek savaşmaya devam ediyordu. "Deren'e, Nil'e, dayılarına söyleyip hemen geliyorum..."
Böyle söylememe rağmen bir daha dokunur diye bırakamadım elini, eğilip parmağından öptüm. Ayrılınca heyecanla kapıya koştum, asansörü beklemeden merdivenlerden inerken, "Deren!" diye bağırdım. "Deren! Nil! Abi!"
Nasıl bu kadar çok ağlamaya başladığımı anlayamıyordum ama gözlerimin önünü görmek zordu. Basamaklarda takılıp korkuluğa tutundum, aşağıdan sesleri duyarken son kata indim. Saçlarımı hızlıca yüzümden çekip başımı kaldırdım ve evin içerisini görünce, Deren'in Nil ile çıkışa yürüdüğünü fark ettim. Sesimi duymuş olmalı ki bu tarafa bakıyordu. Dante ile Salvador da buraya yaklaşmış, endişeyle izliyordu.
"Karina," dedim tek nefeste.
"Bir şey mi oldu?" diye sordu Deren, korkuyla merdivene yaklaşarak.
Sara da sesleri duymuş, mutfaktan çıkmıştı. Gülüşümü durduramadan ellerimi ağzıma kapattım ve mutlu olmuş sesimle, "Hareket etti!" dedim. "Elimi tuttu, parmakları kıpırdadı!"
Abilerim şok oldu ve Deren, Nil'i şaşkınlıkla kucağından düşürürken, "Uyandı mı?" diye sordu.
"Ağğ!"
Nil, bacaklarının üstüne düşünce uykusundan bağırarak uyandı ve Deren onun sesiyle irkilip ne yaptığını fark etti. Eğilip korkuyla, kocaman açtığı kara gözleriyle ona bakarken, "İyi misin, Nil?" diye sordu.
Abilerim şokla olanı biteni izlerken, Nil ne olduğunu anlamamış şekilde doğrulmaya çalıştı. "N'apıyoysun baba ya! Beni yeye attın! Dizim kırıldı!"
Deren ona mahcubiyetle bakıp hemen kucağına tekrar aldı, ellerini vücudunda dolandırdı. "Bebeğim, benim heyecandan elim ayağım boşaldı bir an..." Nil ile tekrar doğruldu. "Karmen'i duydun mu? Karina uyanmış!"
"Ne?" dedi Nil, uykusundan eser kalmadan. Gözlerini kocaman açarak bu tarafa döndü. "Uyandı mı? Konuştu mu yoksa?"
Nil'in ciddi bir düşüş yaşamadığını ve iyi olduğunu anlayınca gülmeye başladım. Abilerim derhal yanıma gelirken, "Gözlerini açmadı ama elimi tuttu, hissettim," dedim.
Nil bir anda bana kızdı. "Ben sana söylemiştim! Benim de elimi tutmuştu ama siz inanmadınız!"
Ah, evet, hatırlıyordum. Belki o da gerçekti, Karina ilk kez Nil'e dokunmuştu.
"Emin misin?" diyerek hızla yanımdan koşarak geçti Salvador. "Gözlerini açmadı, peki konuştu mu? Kahretsin! Keşke orada olsaydım."
Dante de abimin arkasından ilerlerken, "Doktoru arıyorum," dedi.
Ben de heyecanla önüme döndüm ve Nil'in babasının kollarından inmeye çalıştığını gördüm. Deren az önce gidiyordu ama şimdi gitmesini istemiyordum, kalması lazımdı. Onun da Karina'yı görmesini istiyordum. Nil, "Kayina'nın yanına gideceğim," dediğinde, Deren kara gözlerini bana doğru çevirdi. Heyecanı yüzünden okunuyordu, ne yapması gerektiğini düşünüyor gibiydi.
"Gelsene," diye fısıldadım panikle.
"Gidiyordum," dedi.
Kaşlarımı çattım. "Hâlâ gitmek mi istiyorsun?"
"Kalmamı mı istiyorsun?"
"Belli olmuyor mu?"
Nil nihayet yere inip koşa koşa merdivene geldi, abilerimin arkasından çıkmaya başladı. Ben de arkamı döndüm.
Sara seslendi. "Efendim, sizin için çok mutlu oldum!"
"Sen de gelebilirsin, Sara."
Kata geldiğimde Noah'ın ve Angel'ın da buraya çıktığını gördüm. Abilerim haber vermiş olabilirdi. Ben, bir adım arkamdaki Deren’le odaya girerken, önümdeki Nil de koşarak Karina'ya yaklaştı. Yatağın etrafına merakla dizilmiş olan abilerimi kenara itip aralarından geçti. "Bir çekilin de aykadaşıma bakayım."
Deren, kızının heyecanına hafifçe güldü ve abilerim Nil'e bakıp tekrar Karina'ya döndü. Çok sessizlerdi, bir hareket bekledikleri açıktı. Hemşireydim, bu gelişmeyle ilgili birkaç tahminim vardı ama doktorun kontrol etmesi daha sağlıklı olacaktı. Deren de, kızının açtığı aralıktan geçip Karina'ya yakından bakarken, "Bir çekilin de kızımıza bakalım," dedi Nil gibi.
Noah, Dante ve Salvador ona doğru sertçe bakıp yatağa döndüklerinde, ben de kızıma yaklaştım. Angel yatağın kenarına oturmuş, sanırım tekrar bir tepki görmek için elini tutmuştu. Bana bakıp, "Çok sevindim," dedi. Gözleri yaşlarla dolmuştu. "Bu, uyanacağı anlamına mı geliyor Karmen?"
Salvador arkasından yaklaşıp yengemin saçlarından öptü ve kızımın elini tuttu. "Bir Russo asla pes etmez. Karina bunun en açık örneği."
Noah heyecanlı şekilde, "Tedaviye tepki vermiş olabilir," dedi.
"Ne tedavisi?" dedi Deren.
Dante, "İsveçli bir doktor, Karina'da bir tedavi uyguluyor," dedi. "Sonuç vermesini bekliyorduk, tedavi işe yaramış olmalı."
"Haberim yoktu," dedi Deren, bana doğru bakıp. Yanak kasları seğirmişti, belki de İsveç'e gitmediğimi hatırladığı içindi.
"Haberinin olmasını istemediğimiz için seni gönderdik zaten," dedi Salvador ve Deren'in bakışları onu buldu. Kinliydi.
"Kayina, yoksa sen uyandın oyun mu oynuyorsun?" dedi Nil, kızıma doğru eğilip. "Ben de bazen babamı böyle kandırıyoyum. Bana söyleyebiliysin, kimseye anlatmam."
Yanaklarımı, gözlerimi silerek koltuğa doğru oturdum. Nil hemen önümdeydi, Deren ise ayakta, yanımda. Tekrar bana dokunması için Karina'nın elini tuttum. "Lütfen bir daha yap, herkes görsün. Yaptın, o kadar güçlüsün ki hâlâ savaşıyorsun, Karina. Seni koruyacağım, n'olursun bana güven ve aç gözlerini."
Bu dünyadan korktuğu için gözlerini açmaya cesaret edemiyor muydu?
Bir küçük hareket daha beklerken ellerine, dudaklarına, kirpiklerine, nefes alıp verişine bile baktım. Odadaki herkes de benim gibi sessiz kalıp onu izledi ve sonra Deren, "Sana güveniyor," diye fısıldadı, Türkçe.
"Tabii ki güvenmiyor, artık benim yanımda güvende hissetmiyor," dedim. Söylemesi, tekrar yaşaması kadar zordu. "Onu koruyamadım."
Deren'in iç çekişini hissettim. Sonra bana doğru eğildi. "Senin ihtiyacın yok ama ben korumak istedim. Seni de onu da."
"Kaymen, Kayina'nın babası nerede?" diye dikkatimi çeken Nil ile önüme döndüm ve Deren de doğruldu. "Kayina onu bekliyordur belki."
Kendisi öyle olduğu için Karina'nın da öyle olabileceğini zannediyordu. Fakat babasını aramam konusunda haklıydı. Bilmesi gerekiyordu. Hâlâ üstümde duran ceketimden telefonumu çıkarırken, "Dost musun, düşman mısın kızım?" diye homurdandı Deren, Nil'e.
Carlos'u aradım ve telefon açıldığında, "Sana harika bir haberim var!" dedim.
Carlos, sesimi uzun zamandır hiç böyle duymadığı için afalladı. "Karina mı?" diye sordu anlayarak.
"Hareket etti," dedim, Deren ayağıyla yerde ritim tutarken. Onunla ilgili detayların gözüme çarpmasına engel olamıyordum. "Elimi tuttu, birkaç saniyeydi ama gerçekten oldu!"
Söylediklerim Carlos'un cevabını geciktirdi. Olduğu ortamdan gelen birkaç sesi duydum ve ardından, "Gözlerini açtı mı?" diye sordu.
"Maalesef," dedim, Karina ile Nil'e bakıp. "Ama o da olacak bence."
"Oraya geliyorum," dedi Carlos ve arkadan birtakım sesler geldi, araba hazırlamaları yönünde direktif verdi. "Siktir! Keşke orada olup bunu görseydim."
Güldüm. "Kamera kayıt alıyor, görebilirsin."
Carlos da güldü. "Sesin mutlu."
"Kızım elimi tutu, beni hayatta daha fazla hiçbir şey mutlu edemezdi."
Onun konuşmasına eşlik eden kapı sesleri duydum. "Beni de." Sesinde gerçekten mutluluğu alıyordum. "Bu yüzden istedim beraber yaşamayı, bunlardan mahrum kalmamak için."
Deren'in keskin bakışlarını hissedip ufak bir an ona baktım.
"Bunları konuşmanın zamanı değil. Hadi, gel sen."
"Ben gelmeden bir daha olursa hemen ara beni."
Onaylayarak telefonu kapattım. Deren kısık bir sesle, "Neyi konuşmanın zamanı değil?" diye sordu.
Onunla şu anda Carlos'u konuşmak istemiyordum. Önceliğim kızımdı, bizdik. Neyse ki Nil bir daha araya girip, "Geliyor mu babası?" diye sordu.
Deren ona kızar gibi baksa da gözlerinin içi Nil'e döndüğü an otomatikman yumuşuyordu. "N'apacaksın elin adamını kızım!"
"Kayina için diyorum, baba!"
"Başka bir şey diyemezsin zaten hanımefendi!" Deren ona parmağını sallayınca, Nil yanaklarını şişirip ofladı ve Deren salladığı parmağıyla bana döndü. "Sadece Karina için. Sadece."
Hâlâ kızımın elimi tuttuğu düşüncesi içinde o kadar mutluydum ki Deren'e hiçbir aksilik yapmadan başımı salladım. Üstelik bunu yaparken uzanıp parmağını tuttum, ona dokunmanın hissiyle heyecanlanarak elini indirdim. "Elbette, sadece Karina için."
Noah, Karina'nın yanından doğrulup bize döndü ve aramızdan, dokunan ellerimizi iki yana ayırıp öyle geçti. Kapıya yaklaşarak, "Babama haber vereyim," dedi.
Parmak uçlarımda hafifçe yükselip gülerken tekrar kızıma dönüp koltukta kıpraştım. Angel ile Salvador bana döndüler. İkisi de biraz gülümsüyordu. "Şimdi bile çılgına döndün," dedi Salvador. "Karina gözlerini açtığında dünyanın en mutlu kadını olacaksın galiba."
Kıkırdadım. "Hıhı!"
Çıkardığım sesle beraber Nil başını kaldırdı. "Kaymen, sen gülebiliyorsun," dedi.
Ah, o kadar az gülüyordum ki daha önce güldüğümü gördüyse de unutmuştu demek. Söylediğine de kıkırdadığımda Nil babasına döndü. "Kaymen gülüyormuş baba."
Deren bana bakınca ona da gülümsedim. "Evet," dedi Deren ona, gülümsememe bakarak.
Kendimi Deren'in daha yakınında hayal ederken Dante, Karina'yı öpüp doğruldu. Konuşulan Türkçe kelimeleri anlamadan, "Babamı buraya getirelim," diyerek koridora çıktı.
O koridora çıktığında Deren onu huysuz bakışlarıyla süzdü ve abim iki adım atamadan durdu. Ne için durduğunu anlamadan kapıya yaklaşıp koridora bakınca Yaman'ın, Sara yardımıyla buraya yürüdüğünü gördüm. Ah tabii, Yaman! Buradaydı, nefes nefese yaşadığımız şeyler yüzünden unutmuştum onu. Deren de dışarıya doğru baktı ve Yaman'ı görünce sıkı bir küfür savurup koridorda ilerledi. "Buradasın!"
Yaman da Deren'i görünce rahatlamış bir nefes verdi. "Ölmemişsin!"
"O kadar da değil, ne ölmesi!"
Deren onlara ilerlerken, Dante de Yaman'a sertçe baktı ve Sara, Yaman'ın ağırlığını Deren'e verip gömleğini düzeltirken kaçamak şekilde Dante'ye baktı. "Merdivenden çıkmaya çalıştığını görünce yardımcı oldum."
"Sürünseydi," dedi Dante.
Sara kapıya yaklaştı ve çekingen şekilde içeriye baktı. "Karina nasıl, efendim?"
"Bir daha hareket etmedi," dedim, bu cümleyi bir daha kurmamayı hayal ederek. "Ama elimi tutmuştu Sara, gerçekten."
Sara mutlu olmuş şekilde gülümsedi. "Onunla tanışmak için sabırsızlanıyoruz."
Ona gülümserken Deren ile Yaman'a baktım. Kısık sesle konuşuyorlardı. Hâlâ beraber olmaları garipti çünkü ben gerçekleri Yaman sayesinde öğrenmiştim ve Deren de bunu anlamış olmalıydı. Neyse, bununla ilgilenemezdim şimdi. Yaman'ın Deren'e, "Benim sayemde Karmen'e kavuştun," dediğini duydum. "Seni hemen bulmuş.”
"Bu halde neden yukarıya çıktın?" diye sordu Deren ona.
"Geldiğini öğrenince seni merak ettim," dedi Yaman. Sesi çok bitkindi.
Deren de ona, "Aklım sendeydi, buraya vardığından emin olamamıştım," dedi.
"Sen benden daha az dayak yemişsin," dedi Yaman da karşılık olarak.
"Ee bir zahmet! Ben hem senden güçlüyüm hem de benim korumamsın, beni korumak için dayak yemek en asli görevin."
Belli ki atışacaklardı, bu yüzden dinlemeyi kestim ve Salvador'un da dik dik onlara baktığını gördüm. Konuştuklarını anlamamaktan gıcık oluyordu. "Bu adam…" derken Deren'den bahsediyordu. "Yüzüme karşı beni öldürme planlarından bahsetse asla anlamayacağım. Ve böyle bir adam korumamız."
Bunu yeni fark etmiş olmasına gülmek istedim. Doğrusu şu an her şeye gülebilirdim.
"Bahsetmedim ama bundan sonra yapabilirim," dediğini duydum Deren'in, İtalyanca.
Salvador abim homurdandı. "Üstelik onun her dediğimi anlaması daha sinir bozucu."
Gözlerimi ikisi arasında gezdirdim. Deren'in abime olan öfkesinin sebebi çok açıktı ama anlamıyordum, Yaman'a neden ayrıldığımız için öfke duymuyordu?
"Karina'yı yorduk gibi hissediyorum," diyen yengemle beraber kızıma ve ona döndüm. Yatağın kenarından doğrulup bana baktı. "Siz yalnız kalın, biz inelim."
Salvador, Karina'ya daha da yaklaşınca Nil ona başını kaldırıp gülümsedi, bunun karşılığında da Salvador onun başını okşadı.
"Kafam çok kayışıyor ya," dedi sonra da tırtılım. Muhtemelen abilerimin hangisini daha çok seveceği konusunda kafası karışıyor olabilirdi...
Abim eğilip Karina'yı da öptü, saçlarını düzeltip doğruldu. Yanıma gelip beni de öptüğünde kirli sakalları yanağımı gıdıkladı. "Kızın sana güveniyor, seni seviyor. Seni sevdiği için sana geri dönmek istediği için çabalıyor, bunu anlamıyor musun?"
Etrafımdaki herkes mantığımın söylediğinin aksini söylüyordu. İnanmayı, anlamayı çok isterdim ama kendimi suçladığım bir hayata mahkûmdum, onlar da bunu anlamıyordu.
Yengemle beraber odadan çıktıklarında Dante de içeriye, Karina'ya bir daha umutla bakıp sonra koridora döndü. Yanlarından geçerken Deren ile Yaman'a kaş çattı, Sara da abimin arkasından yürüdü.
Kızımın elini okşarken Nil bir daha esneyerek yanıma yürüdü. Kafasını koluma yasladı. "Sen bana yoyulmuş dedin ama Kayina hasta, değil mi?"
Evet, Nil de artık onun sadece yorgun olduğuna inanmıyordu. "Evet," dedim bir diğer elimle de Nil'in başını okşayıp. "Hasta oldu. Birisi ona kötü davrandı, Karina da incindi. Ama ben iyileşeceğine inanıyorum."
"Kimmiş o ya?" dedi Nil, beklediğim gibi. "Kayina'ya kimse kötü davranamaz! Hem... Babam da döver onu."
Deren ile Yaman'ın arkamızda bizi dinlediğini biliyordum, sessizleşmelerinden anlamıştım. Nil'e, "Evet, bir daha kimse ona kötü davranamayacak," dedim.
"Buldum!" dedi Nil, kafasını coşkuyla kaldırarak. "Sen benim dadımsın, babam senin koyuman, ben de... Kayina’nın koyuması olurum!"
Bu fikre bayılmış gibi kendi kendine ellerini çırpmasına gülümsedim ve o sırada asansör sesini duydum. Kafamı çevirip baktım, Deren ve Yaman da gelene bakıyordu. Birazdan İsveçli doktor bakış açıma girdi, yanında Noah vardı. Deren adamı incelerken ben de koltuktan kalktım. Doktorla el sıkışırken heyecanlı şekilde sıralamaya başladım. "Doktor Bey, bir anda oldu! Karina'nın yanındaydım, elini tutuyordum. Sonra o gidince... Odadan çıkmak üzereydim, Karina'nın elini bırakacaktım ama bir anda onun parmakları hareket etti! Çok kısa sürdü ama olduğuna eminim."
Doktor heyecanımdan dolayı sanırım tebessüm edip Karina'ya yaklaştı. "Başka bir hareketlilik olmadı ama değil mi?"
"Olmadı ama bu oldu." Elimi uzattım. "Parmaklarımı sıktı, beni tutuşu o kadar tatlıydı ki..."
"Şöyle ki, bunun gerçekleşmesinin iki sebebi olabilir," dedi doktor. Karina'nın elini tutup parmaklarını inceledi. "Ya tedaviye yanıt veriyor ya da beyninden bağımsız bir vücut kasılması."
"Hayır, bilinçliydi," dedim hemen. "Tuttu, kalmamı istiyor gibiydi. Belki de varlığımı hissetti."
"Benim de temennim tedaviye tepki vermiş olmasından yana," dedi doktor. "Yarın hastaneye gidelim, kapsamlı bir beyin taraması daha yapalım."
"Elimi tuttu, bilinçliydi," dedim bir daha kızıma bakıp.
Doktor anlayışla başını salladı. "Komadaki hastalar biz doktorları her geçen gün şaşırtıyor, bu yüzden belki gerçekten uyanacağının habercisidir bu."
Doktora gülümserken arkamdan gelen adım seslerini duydum. O sırada doktorla konuşmayı Noah devralmıştı. Nil Karina'nın elini tutarken, Deren sol omzuma doğru yaklaştı. Bana temas etmiyordu ama arkamdaki yürüyüş şeklinden bile onun olduğunu anlamıştım. "Bence Karina, benim gitmemi istemediği için tepki verdi."
Acaba neden hiç şaşırmadım kendisiyle anlamlandırmasına? Nil ile Karina'nın buluşan ellerine bakarken dudaklarım kıvrıldı. "Yani senin tarafını mı tutuyor?"
"Çok açık öyle. Annesinden daha affedici," dedi, gücenmiş bir sesle. Deren'deki kırgınlıklar çok çabuk öfkeye dönüşürdü, o yüzden bu ses tonu etkiledi beni.
"Sanki sen beni affettin," dedim, nefesi saçlarım arasından süzülürken.
"Deniyorum," dedi, o kırgınlık öfkeye dönüşürken. Başımın üstünden konuşmaya devam ediyordu. "Denemeye devam edecektim. Olana kadar. Ama sen... Denemedin bile."
Kendisinin kolayca vazgeçilir olduğunu düşündürmüştüm. Ama onunla olmamak, vazgeçmek demek değildi. Daha fazlasını kaybetmekten korkmuştum.
Kırgınlığını kızgınlığa dönüştüren bir adamdan bahsediyoruz. Aşkının nelere dönüşeceğini nasıl tahmin edebilirdim.
"Yarın görüşeceğiz, hastanede," diyen Noah'ı duyunca Deren’le ikili diyaloğumuz bölündü. Doktoru geçirmek için abime eşlik ederken Deren'in keskin gözlerini ensemde hissettim. "Hoşça kalın, yeni bir gelişme olursa beni haberdar edin."
Noah doktorla aşağıya indi. Babam henüz gelmemişti, belki de uyumuştu bile. Yaman'ın kapı kenarındaki varlığına bakıp, "Deren seni odaya geri taşısın," dedim. "Yoruluyorsun böyle."
Deren asker adımlarıyla yanımdan geçip Yaman'a ilerledi. "Nil seni tanıyamadı sanırım, yüzüne bile bakmadı."
"Dakikalardır bunun şokundayım," dedi Yaman, Karina ile ilgilenen Nil'e bakarak.
Deren bundan duyduğu memnuniyeti saklamadan Yaman'ın ağırlığını kendisine yasladı, onunla asansöre yürüdü. Odada kızlarımla kalınca dönüp koltuğa oturdum, esneyen Nil'i kucağıma çekerken onun, "Bu çok güzelmiş," dediğini duydum. Karina'nın bileğindeki kurdeleye dokunuyordu. "Ben de takabilir miyin, Kaymen?"
Nil'den başka hiçbir güç bana o kurdeleyi Karina'nın bileğinden çözdüremezdi. Tırtılım istediği için çıkarıp bileğine bağladım. "Biraz sende kalabilir."
Hemen mutlu oldu. "Teşekküyler, aşkım."
Küçük tırtılı kucağıma alıp tekrar kızımın elini tuttum. Nil esneyerek boynuma yaslanırken, Karina'nın her bir hareketini izledim. Kalbim hâlâ hızlı atıyordu çünkü Karina'm bana geri dönmenin savaşını veriyordu.
Nil benim gibi Karina'yı izleyerek uyuyakaldığında hâlâ üçümüz yalnızdık. Onu bu pozisyonda bırakmaya gönlüm el vermedi. Doğruldum ve Karina’ma öpücük atarak odadan çıktım. Onları misafir ettiğim odaya girip Nil'i yatağa bıraktım, başının dipleri acımasın diye saçlarındaki lastiği çıkardım ve yanaklarından birer tane öptüm. "Seni çok seviyorum, tırtılım."
Onun saçlarını okşayıp üstünü örttüm. Bildiğim o uyuma pozisyonunu alınca gülümsedim. Benimle kalırken de hep böyle uyuyordu. Bacaklarını kendine çekip ellerini çenesinin altında birleştiriyordu.
Karina... Bana sarılarak uyurdu.
Muhtemelen yalnızken de kendine sarılmıştı.
Gece lambasını, Nil uyanıp korkmasın diye açıp doğruldum ve arkamı dönünce geniş omuzların üstündeki başı, karanlık gölgeyi gördüm. Deren yukarıya çıkmıştı, buradaydı. Ağır adımlarla ilerledim ve o eşiğin önünde beklerken kapıyı kapatıp, kapının önünden ona doğru baktım. Elleri ceplerindeydi, yukarıdan bakıyordu. "Merak etme, sabah gideceğiz," dedi.
Az önceki düşüncemden ötürü zaten çok üzgündüm, bunu duyunca o duygu katlandı. Aslında şaşıracağım bir şey yoktu, gitmesini defalarca söylemiştim ve o da zaten gitmek üzereydi. "Karina'nın uyandığını görmek istemiyor musun?" diyebildim.
Bana düz düz bakarken omuzları alçak, alaycı bir gülüşle sallanmaya başladı. "Görmemi istemeyen sensin, unutuyor musun? Kendini, Karina'yı benden kaçırdın!" Konuşmanın yarısında dişlerini sıkmaya başladı. "Bana yalan söyledin, yeniden! Günlerdir seni arıyorum, kaç şehir değiştirdim, biliyor musun? Üstelik sadece ben de değil, kardeşimi ve kızımı da kendimle sürükledim!" Ne kadar kızgın ve kırgın olduğunu ifşa etmekten rahatsız olmuş gibi başını önüne indirdi. "Önceliğin Karina, biliyorum. Ama ben ikinci sırada bile gelmiyorum senin için."
Bir saat kadar önce gitmek üzereykenki söyledikleri hâlâ aklımdaydı. Haklıydı ama ben de haklıydım. Belki de kimin haklı olduğunu düşünmemeliydim. Ama... Nasıl olacaktı bizden? Nasıl?
"Hâlâ sana olan hislerimi hafife alıyorsun, küçük görüyorsun," dedim kara gözlerine bakarken. Hayır, şu an ona bakmayı asla, asla kesemezdim.
"Seni, Karina'yı deli gibi merak ettim! Bulamamamdan belliydi aslında ama beni böyle kandıracağın aklıma gelmemişti!" Elini aramızda savurmaya başladı. "Fino muyum ben? Köpek miyim! Ne gururum ne kötü babalığım ne şerefim kaldı!”
Yaptığıma gerçekten çok sinirlendiği belliydi, kelimelerin en keskin olanlarını seçiyordu. Kısık bir sesle, "Kızım elimi tuttu diye ne kadar mutlu olduğuma bak," dedim. "Ben bu ufacık şeyle mutlu olmaya mahkûm edildim. Ve sen böyle bir kadın olduğumu bile bile kızım üzerinden tuzak kurdun bana. Nasıl kırılmam, nasıl öfkelenmem sana?"
Alnı kırıştı, aralıklı dudaklarını birbirine bastırırken de gözlerinde bu kez üzüntü gördüm. "Ama insan biraz affetmeye yanaşır. Sevdiğin adamı affetmeyip kimleri affedeceksin sen bu hayatta? Carlos'u bile affettin! Evlilik teklifimi bile aldı elimden!"
Acaba... Bana evlilik teklifi ettiğini hâlâ hatırlamıyor muydu?
"Onun evlilik teklifi umurumda bile olmadı," diye açıkladım.
"Bir de olsaydı!"
"O da zaten Karina için bu teklifte bulundu. Yüzük, çiçek alıp önümde diz çökmedi."
Sol gözü seğirdi. "Beni delirtmek için mi devam ediyorsun?"
"Neye? Teklifi anlatmaya mı?"
Gözündeki seğirme çoğalınca neredeyse gülecektim. Karina'm elimi tutmuştu, bu gece hiçbir şey beni uzun süre sinirlendiremez, üzemezdi. Uzanıp seğiren sol gözüne dokunduğumda dikkati dağıldı ve elime bakmaya başladı. Burnu şiş ve hâlâ kızarıktı, gözleri de uykusuz bakıyordu. Ona dokunan elime, bileğime bakarken, "Abim sana vurduğunda, ona bağırmak istedim," dedim.
Başını salladı. "Kesin öyledir."
Gerçekten öyleydi ama anlaşılan o ki ben Deren'e hiçbir duygunu gösteremiyordum. Çünkü aklım, kalbim kızımın acılarıyla, yaşam ihtimaliyle, uyandığında neler olacağıyla o kadar doluydu ki Deren'e kendimi tam anlamıyla veremiyordum. "Ben Karina için hissettiğim endişelerden dolayı kendimi tam veremiyorum hiçbir şeye," dedim. "Mesela sana gülemiyorum, sen beni güldüremediğini zannediyorsun. Durduk yere üzülüyorum, yanında mutlu olmadığımı zannediyorsun. Sen kendini tamamen bana adıyorsun, ben kızım için o kadar endişeleniyorum ki bunu yapamıyorum."
Kafası karışmış gibiydi, en azından gözlerinden okunan buydu. "Ben bunların hangisinden şikâyet ettim, Karmen?"
"Şikâyet ettiğin için söylemiyorum, Deren." Adını haftalar sonra ona karşı kullanmak heyecanlandırdı beni, bu yüzden konuşamadım. Dilim dolanınca kendi salaklığıma gülüp elimi dudaklarıma yasladım. "Sana Derendedim."
Kaşlarını çatıp elimi bileğimden tuttu, ağzımdan çekti. Kıvrılan dudaklarıma baktı. "Zaten çok az görüyorum," diye üstü kapalı belirtti niyetini. Gülüşümü.
Biz gerçekten deliydik. Hem de birbirimizin delisiydik. Daha bir saat önce gitmesini istiyordum, o da kızıp gidiyordu. Şimdi ise ben gülüyordum, o izliyordu.
"Karmen!"
Koridorun diğer ucundan gelen sesi duyunca Deren'in vücudu kasıldı, gözleri buz gibi oldu. "İti an, çomağı hazırla," diye söylendi.
Başımı çevirip baktım ve Carlos, Deren'i süzerek buraya ilerlerken, "Hoş geldin," dedim ona.
Carlos yanımıza yaklaştığında Deren, ellerini ceplerine koyarak onunla ilgilenmeden diğer tarafına döndü. Carlos birkaç saniye ona baktı, bir daha gelmeyeceğini sanmış olmalı ki şaşırmıştı. "Dönmüş," diyerek bana döndü ve sonra kafasını iki yana salladı. "Her neyse! Karina nasıl? Başka bir şey oldu mu?"
Benden bir cevap beklemeden Karina'nın odasına ilerleyince arkasından yürümeye başladım. Yatağa yaklaşıp, Karina'ya eğildi. "İtalya'nın en güzel kızı, merhaba."
Onu öpmesini izledim ve sonra heyecanla, "Elimi tuttu!" dedim. "Parmaklarımı tuttu, odadan çıkacaktım, sanki gitmemi istemedi."
Carlos onun eline baktı, sanırım aynı dokunuşu hissetmek için kendisi de Karina'nın elini tuttu. Üzerinde keten pantolon, beyaz tişört vardı. Bugün takım giymemişti. "Emin misin?" diye sordu bana. "Yanlış görmüş olabilir misin?"
"Hissettim diyorum." Kızmamak için direndim. "Nil de demişti bir kez, onun da elini tuttuğunu."
"Nil kim?" dedi.
"Deren'in kızı demiştim."
Dönüp kapı girişini geniş omuzlarıyla kaplayan Deren'e baktı. Adamım, elleri cepte, ters ters Carlos'u izliyordu. "Hatırlamasam da olur," dedi Carlos.
"Bence de," dedi Deren tıslayarak. "Unut kızımı."
Yanaklarımı şişirip konuyu değiştirdim. "İsveçli o doktor geldi. Yarın hastaneye gidip test yapacağız."
"Orada olacağım," dedi derhal.
Karina'nın eline doğru eğilip öptü, ona dönerken yüzü yumuşadı. "Seninle tanışmayı çok istiyorum, lütfen uyan."
Araya girmedim, sadece izledim. Carlos, Karina ile vakit geçirince mutlu oluyordum. Yüzümdeki gülümsemeyi silemedim, sürekli kızımın ellerini, gözlerini, dudaklarını takip ettim. "Üstelik seni evime götüreceğim," dedi Carlos ona. "Senin için bir oda hazırlıyorum, bende kalabileceksin. Annen sarı rengi çok sevdiğini söyledi, mobilyalarının çoğunu sarı seçtim. Annene senin hakkında bir sürü şey soruyorum ama aslında hepsini senden öğrenmek istiyorum."
Bu evdeki, o da dahil herkes tehlikeli insanlardı ama Karina'ya dokunurken hepsi yumuşak davranıyordu. Kızıma o kadar vahşice davranıldıktan sonra böyle, hak ettiği gibi davranılmasını izlemek iyi geliyordu.
"Gerçek," dedi Deren bir anda, Türkçe.
Sesiyle irkilip ona döndüm. "Ne gerçek?"
"Hisleri," dedi, yalnız bana bakıyorken. Yüzüme bakıyordu. Boynuma, saçlarıma. "Carlos'un Karina'ya hisleri gerçek, anlayabiliyorum. Onu gerçekten önemsiyor."
Carlos hakkında söylediği ilk olumlu şeydi. Şaşırmıştım. Sonra bunu neden dediğini anladım. Karina'nın babasıyla ilişkisinin iyi olmasını istediğimi bildiği için. Hiç sevmese de aklımın kalmaması için demişti. Ona karşı gülümsetti beni, Deren'in kazancı da sanırım gülümsememi izlemek oldu.
"İstersen sen dinlenebilirsin," diyen Carlos'a rağmen bakışmamız bölünmedi. "Ben Karina ile kalırım."
Deren, gözlerimi ondan ayıramadığımı fark etti ve bir an boşluğuna geldi, buna dudaklarını kıvırdı.
Güçlükle Carlos'a döndüm. "Gitmemi istemiyor," dedim. "Kalmam için parmaklarımı tuttu."
"Saat geç oldu, ayakta uyuyacaksın," diye cevap verdi.
Omuzlarımı silktim. "Gitmem."
Gülümsedi. "İnatçılık yapma. Sen Karina'nın yanındayken ben sana güveniyorum. Sen de bana güven ve gidip dinlen."
Ben tekrar itiraz etmeden, "En azından üstünü değiştir," dedi Deren, Türkçe. Herkesin ne dediğini anlıyordu ama kimse kendisinin ne dediğini anlamasın diye Türkçe konuşuyordu. "Geri dönersin."
Kıyafetlerime baktım, hâlâ ceketim ve pantolonumla duruyordum. Deren isteyince öyle kolay itiraz edemedim, Karina'ya bakıp sonra başımı salladım. Carlos'a, "Gözlerini ondan ayırma," diyerek kapıya yürüdüm.
Koridora çıkıp hemen yandaki odama ilerledim ve kapıyı açıp girmeden omzumun üstünden Deren'e baktım. Yönünü bana çevirmiş, karanlık gözleriyle izliyordu her bir hareketimi. "Gel, burnuna merhem sürelim."
Girerken kapıyı açık bıraktım ve odamın ışığını yaktım. Heyecanla giyinme tarafına geçip ceketimi çıkardım, kenara bırakıp rahat bir kıyafet seçtim. Elim beyaz, pamuklu, hafif bir elbisenin üzerinde dolaşırken kapının çarpıldığını duydum. Arkamı dönünce de onu, girişin kenarına yaslanmış halde buldum.
"Giyinme odama kadar neden geldin?" diye sordum.
"Beni çağırdın," dedi.
"Buraya kadar çağırmadım," dedim.
Gözlerime manidar şekilde baktı. "Buraya kadar çağırdın."
Kadınların neyi kastettiğini çok iyi anlıyordu.
Elbiseyi önümdeki pufa attım. Deren'den gizlendiğim falan yoktu, sadece sataşıyordum. Üstümdeki bluzu çıkardım ve o kıpırdamadan beni izlerken, altımdaki pantolonu da çıkarmak için eğildim. Çamaşırlarımla kalınca beyaz, rahat elbiseyi başımdan geçirerek vücuduma oturttum. Salaş kollarını düzelterek odama doğru yürüdüm ve yanından geçerken Deren, elbisemin kuşağından tuttu. Beni sertçe kendisine çekince dirseğim göğsünü âdeta deldi. Dişleri arasından soluk alıp elbisenin arkasındaki kuşağı bağlamaya başladı. Omzumun üstünden yüzünü, kızgınmış gibi duran bakışlarını, sonra da büyük ellerini izledim. Elbisenin kuşağını sıkıp düğümü attı. "Sana çok kızgınım," dedi.
Parmaklarının asabiyetiyle göğsüm daha ağır inip kalkmaya başladı. "Ben de sana kızgınım."
"Beni ikinci kez kandırdın," dedi, attığı düğümü izlerken. "Artık bana kızgın olmaya hakkın yok."
İkinci kez düğümü atarken elbisenin kuşağını o kadar sıktı ki nefesim kesildi. Sırtım kavislenip dikleşti ve bu şekilde ona daha da yaklaşmış oldum. Nefesi elbisenin ince kumaşınsan tenime geçerken, "Beni hediye paketine çevirmeye mi çalışıyorsun?" diye sordum.
"Siktiğimin elbisesi sana o kadar yakıştı ki..." İkinci düğümünü de atıp parmaklarını durdurdu.
Aramızdaki sorgulanmayan, üstüne düşünülmeyen, kendiliğinden ortaya çıkan alevlerin ilk ısısını gözlerinde gördüm. Birbirimize bu şekilde temas etmemiz, beraber olmamızdan, o an karşılıklı olarak kızgın olmamızdan ayrıydı. Kuşağı bıraktı ve gözlerini terleyen boynuma, elbisenin dekoltesine çevirip elini boğazıma çıkardı. Parmaklarını boynuma yavaşça dolayıp nabzımın üstüne koyarken, "Gece oldu, neden elbise giydin?" diye sordu.
"Gecelik gibi bu elbisem, rahat," dedim.
Bana bir adım daha gelince tam tepemde olmaya başladı, yukarıdan bana bakarken başparmağı boynumun yanını okşuyordu. Kızgın bir sesle, "Bir uysallaştın, kovsana beni tekrardan," dedi.
Alnında seğiren damara bakıp dudağımı kıvırdım. "Bu gece mutluyum, kalabilirsin."
Tahmin ettiğim gibi kızdı. "Yarın mutsuz olabilirsin ve tekrar kovabilirsin, öyle mi?"
Dilimi çıkarıp dudağımı yaladım ve Deren niyetimi çok iyi anladığı için boğazımı hafifçe okşadı. "Karina elimi tutmadan önce ben zaten senin peşinden gelecektim," diye itiraf ettim. "Konuşmak isteyecektim, seni durduracaktım."
Kaşları biraz daha kavislendi, söylediğime inanamamış gibiydi. "Ama gitmemi istiyordun," dedi. "Gidiyordum işte, neden durdurdun ki? Kahretsin, bir kez olsun senden gitmeyi denedim... Onda da sen durdurdun."
Başımı hafifçe eğerek yaklaştım ve göz hizamdaki inip kalkan göğsüne bakarak, "İlişkimizin diğer yarısında da seni sevmemem gerektiği halde çok sevdim," dedim, odadan çıkarken bana söylediklerini tekrar ederek. "Gitmeni söylüyorum ama geceleri yatağa yalnız girdiğimde hep seni sayıklıyorum, ben de ne yaptığımı bilmiyorum."
Gözlerini yukarıya kaldırıp arkamdaki yatağa bakarken âdemelması yavaşça hareket etti. "O zaman niye ayrıldın benden? Hem de yalan söyleyerek."
"Çünkü acı çekmemi istedin," dedim, kalbimdeki bıçağı tekrar hissederek. "Çünkü acı çekmemi istiyorsun ama benim gücüm kalmadı."
Bakışlarımız tekrar buluştuğunda gözlerinde bir ay önceki o pişmanlık duygusu vardı. "Acı çekmeni istemiyorum."
"En mutlu olduğum anda istedin. Nasıl aksine inanacağımı bilemedim. Şu an bile acı çekmemi istiyor musun, bir daha böyle bir şey yapar mısın, bilmiyorum." Deren'in acı çekmemi dilediği bir dünya... Yaşadığım hayatın diğer karanlık yüzü gibiydi.
"Nasıl isterim acı çekmeni!" dedi dişlerinin arasından. "Gülüşünü bir kez görmek için ölüyorum!"
Şu ki, bu konuda da haklı olduğunu biliyordum. Gülüşümü görmeyi istiyor, seyretmeyi seviyordu. Zaten üzerinde durduğumuz şey, bir anda ortaya çıkan, düşünülmemiş öfkesinin sonuçlarıydı. Üzerine düşünse yapmayacağı ama bir anlık kızgınlıkla yapacağı şeylerden endişe duymuştum.
İç çekip, "Seni kaçıran adamlar kimdi?" diye sordum.
O mevzudan bahsetmek istemiyor gibiydi. "Bir tanıdık, eski bir dost. Söz verdim ama duramadım sözümde, bana bunu hatırlattı."
Daha da meraklanmış şekilde, "Seni bir daha kaçırırlarsa?" diye sordum.
"Evet, ben sözümü yerine getirmezsem bir daha yapabilirler," dedi.
"Ne sözü vermiştin?"
"Mesleğimi biliyorsun, ne olabilir? Adamın birisini ortadan kaldıracağım."
"Burnun için merhem bakayım," diyerek konuşmayı böldüm ve arkamı dönmeye çalıştım ama Deren boynumu bırakmadı. Bakışlarını yüz hatlarımda dolaştırıp sanki yüzümün her yerinden öpmek istiyormuş gibi eğildi, gözlerimiz aynı doğrusal ritimle atarken de yutkunup bir eyleme geçmeden bıraktı.
Boynum serbest kalınca elinin izine dokunarak arkamı döndüm, yatağıma yürüyüp komodini açtım. Birkaç merhem, ilaç hemen oradaydı. Zihnim istemsizce Deren'in adımlarını sayarken bir merhemi alıp arkamı döndüm. Deren omzumun üstünden açık komodine bakıyordu, odaklandığı şeyin doğum kontrol hapları olduğunu anlayınca çekmeceyi kapattım.
"Düzenli kullanıyor musun?" diye sordu.
"Bazı günler unutuyorum ama kullanıyorum."
Bu kez komodin üstündeki kırmızı güle baktı. Yaprakları tamamen solmuştu, haftalardır oradan ayırmamıştım. "Yenisinin alınması gerek," dedi.
Merhemi açıp elime bir miktar aldım, kızarık burnuna sürdüm. "Ayrıldığın kadına çiçek mi alacaksın?"
"İstediğim kadar alırım." Anlayayım diye hafifçe kafama vurdu.
Deren'in bu üslubuna alışkındım, adamın tarzı buydu. Merhemi burnuna yayıp ifadesine tebessüm ederken bakışlarını alanımda, odamda dolaştırdı. Ona, "Nil'e benden bahsetmişsin," dedim, bu konu beni heyecanlandırıyordu.
Kelimelerin çıktığı dudaklarıma bakarak, "Sen olduğunu anlamış mı ki?" diye sordu.
"Hayır," dedim, tırtılımla konuşmamızı düşünerek. "Bana, senin bir kadına âşık olduğunu anlattı. Ve kendisinin o kadından nefret ettiğini."
"Hay aksi." Yüz ifadesi yumuşadı, kızlarımızdan bahsederken mutlu oluyorduk. "Beni sana şikâyet edeceğini düşünmemiştim."
"Seni çok kıskanıyor," dedim. Aslında Nil'e benden bahsettiği için çok heyecanlanmıştım. Yaptığım her şeye rağmen Nil ile beni bir arada hayal ediyordu. "Seni ondan alacağımı sanıyor."
Nil'in benimle o konuşmasını hayal ediyormuş gibi havada asılı kaldı gözleri. "Acaba sen olduğunu düşünse ne hisseder?"
Dudağımı ısırdım. "Nil ile konuşurken ben de bunu merak ediyorum."
Tekrar bana baktı ve elim burnundan inip yanıma düştü. "Söylemeden bilemeyiz."
"Bir de şey dedi... Karina'yı kardeşi gibi gördüğünü, onunla yaşamayı istediğini." Neden ben de böyle istiyormuşum gibi konuştuğumu bilmiyordum.
Burnundaki merhemden rahatsız olmuş gibi burnunu kırıştırıp bir adım geriledi, etrafında dönüp odamı incelemeye devam etti. "Kızım yalnız bir çocuk. Hiç arkadaşı yok. Bu yüzden de Karina'yı hemen sahiplendi."
Başka bir şeyi düşünmeye başladım. "Kreş yaşı gelmedi mi?"
"Geldi," dedi, sesi sıkıntılıydı. "Ama yerleşik bir hayata geçmediğimiz, bir yere nüfus aldırmadığımız için onu bir okula yazdıramıyorum. Zaten bir aydır..." Omuzları kasıldı ve arkasında olmama rağmen alnını sıkıntıyla kaşıdığını gördüm, konuşmaya da devam etmedi.
İsveç'te olduğum yalanım onu gerçekten üzmüş, sinirlendirmişti. Bakıldığında haklıydı da ama başka türlü de gitmezdi. Yine de Utku'nun, Nil'in hayatlarını, düzenlerini sürekli bozduğum için huzursuz oluyordum.
Deren önüne dönüp yavaşça çıkışa yürürken, yatağın kenarındaki geceliğimi görüp eğildi. Kırmızı geceliği eline alıp avucunda sıkarken kara gözleri benimle ilgisiz gibiydi. Uzaklaşacağını, beni umursamayacağını sandığı zamanlarda bile istemsizce hakkımdaki her detayın farkında olmasını seviyordum. "Bunun içindeyken kaç kez beni düşündün?" diye sordu.
Karnımın altı kasıldı. "Hiç."
Hiç inanmadığını belli eder şekilde başını salladı. "Ama ben seni bunların içinde çok düşündüm," diyerek kenara bıraktı geceliği ve arkasına dönüp çıkışa ilerledi.
Beni nasıl düşündüğüyle ilgili sınırsız şey gözlerimin önünde belirdi. Ruhum oydu, sırf bunun için özlüyordum onu ama daha derinimde, bir erkekle kadının paylaşacağı en özel anlarımızı da özlemiştim.
Onun arkasından koridora çıktığımda Deren'in, Nil'in kaldığı odaya yürüdüğünü gördüm. Asansör kapıları da açılıyordu. Çıkanın Utku olduğunu görünce Deren de benimle durdu. Utku abisine şaşkınca bakıp sonra hızla ilerledi. "Abi! Ölmemişsin!"
Deren de hızla Utku'ya ilerleyip, "Nerelerdesin sen?" diye sordu. Kardeşini baştan aşağıya süzüp iyi olduğunu teyit edince kendisine çekip erkeksi şekilde sarıldı, kucaklayıp kafasından öptü. "Ece ile berabermişsin, öyle dediler."
Bunu kimden öğrenmişti? Bana hiç sormamıştı, belki aşağıdayken abilerim, Angel falan demiş olabilirdi. Utku, yüzünde serseri bir sırıtışla, "Evet," dedi. "Beraberdik, İtalya'yı gezdik. Karmen benim için getirmiş onu."
Abisinin omzu üstünden bana baktığında, omuzlarımı silktim. "Benim için böyle şeyler çocuk oyuncağı. İstemen yeterli."
Utku'nun gözlerinde bana karşı bir hayranlık görünce, hiçbir şeyin ortaya çıkmadığı o günlerin birindeymişiz gibi hissettim. Deren, "Evet, Karmen isterse boş helikopter bile kaldırır," dedi, yalnız benim anlayacağım şekilde.
Utku sırıtırken, "Yaa evet, aynı abin gibi," dedim. "O da mesela boş bir evi yakabilir. Öyle çılgınız."
Utku, birbirimize bir şey anlatıyormuş gibi konuşmamızı sezip sonra üzerinde durmadan, "Nil'i bu mafyalarla bıraktım," dedi abisine. "Kızdın mı? İyi mi tırtılım?"
"Yok, mafya oldu, beline tabanca taktık," dedim oflayarak.
Deren kendini tutamadı, gülüp çok kısa sürede hemen tekrar surat asarak kardeşinin omuzlarını sıvazladı. "Kızmadım, abiciğim. Hatta Ece ile görüşmene çok sevindim. Zaten Karmen yapmasa ben yapacaktım, benim de helikopterim var sonuçta."
"Yapsaydın o zaman," dedim. Hâlâ bir helikopteri nasıl vardı, bilmiyordum.
"Ece ailesi anlayacak diye çok gergindi, sürekli huzursuzdu ama..." Gülümserken abisine kaçamak şekilde baktı. "Ben rahatlattım onu, ilgilendim."
Deren, "Gitti mi?" diye sordu.
"Maalesef," dedi kardeşi, dağılan koyu saçlarını havalı havalı düzeltmesine gülümsedim. "Evine kadar bırakacaktım ama Nil'deydi aklım."
"Evine kadar mı bırakacaktın? Sanki iki arka sokakta oturuyor, dediğine bak..."
Utku abisinin göğsüne bir yumruk atınca, Deren onun kafasını kaslı kollarının arasına alıp sıkıştırdı. Utku abisinin kollarında nefessiz kalıp itmeye çalışsa da Deren kıpırdamadı, Utku'ya sataşmaya devam etti. Babalığına hayran olduğum gibi, böyle bir abi olmasına da hayranlık duyup yüzündeki hafif sırıtışı izledim.
"Yaraların nasıl oldu? Dönmeyince gerçekten sana bir şey olduğunu sandım," dedi Utku, birazdan, kısık sesle.
Deren onu nihayet serbest bırakıp bana yandan baktı. "Bir şeyler oldu, anlatırım."
Utku anlatması için odaya girince Deren de beni süzüp Karina'nın odasına rahatsız bir bakış attı, sonra kaldıkları odaya girdi. İç çektim ve aralık kapıdan konuşmalarını dinlemeye çalıştım ama sesler boğuk geliyordu.
Kızımın yanına gidince Carlos'un sessizce onu izlediğini gördüm, elini hiç bırakmamıştı. Karina'ya o kadar odaklanmıştı ki ancak on dakikadan sonra falan kendine gelip beni fark etti. Camın önünde, kollarım göğsümde bekliyordum. Beni süzüp ardından koltuktan kalktı. "Gel, ayakta bekleme."
"Gerek yok," dedim.
"Gel," dedi daha sert.
Ona karşı çıkmak istesem de Karina'ya daha yakın olacağım için koltuğa ilerledim. Oturunca hemen elini tuttum, kıpırdaması için hevesle bekledim. Bir sürenin ardından, ev de düşüncelerim de sessizleşti. Baktım ki bir şey düşünmüyorum, uyumak üzere olduğumu anladım. Deren'in birkaç duvar ileride, bana birkaç metre yakında olduğunu bilmenin düşüncesi sürekli uykumu böldü. Başımı koltukta sağa sola çevirirken burada ama yanımda olmayışından o kadar rahatsızdım ki uykumun kalanı bir kalp ağrısıyla devam etti.
Ertesi sabaha kulağıma gelen seslerle uyandım. Ensemdeki ağrıyı hissederek gözlerimi açınca odada Karina'm ile yalnız olduğumuzu gördüm. Gözlerimi kapatmadan önce gördüğüm gibiydi, eli de onu tuttuğum gibi duruyordu. Umutsuzca iç çekerken koltuktan kalkıp esneyerek koridora çıktım.
Noah ile Deren karşılıklı dikilmiş birbirine bakarken Nil, Noah'ın kucağında durmuş babasına doğru huysuzca konuşuyordu. "Gitmeyeceğim diyoyum, baba! Niye anlamıyorsun! Sen ne istersen yapıyorum ama sen benim istediklerimi yapmıyorsun!"
Gitmek mi? Deren gitmeye mi çalışıyordu? Nil, bundan kaçabilmek için mi abimin kucağına çıkmıştı? Üstüne bakınca ceketini giydiğini, Utku'nun da oda kapısında beklediğini gördüm. Demek ben uyanmadan, beni görmeden, Nil ve kardeşini alıp gidecekti.
İsveç yalanı yüzünden.
Noah onun gitmek istediğini anlamış olmalı ki Nil'i gayet sahiplenici şekilde kucağında tutarak Deren’le konuştu. "Sen ve kardeşin gidebilirsiniz, Nil kalsın."
Deren alay bile etmedi. "Nil'in yanı benim yanım."
"Türkçe konuş, baba," dedi tırtılım. "Buyası çok güzel, kocaman! Gitmek istemiyoyum! Karmen’le yüzeceğiz, bana söz verdi."
"Türkçe mi konuşayım, hanımefendi? Gidiyoruz! Bakıyorum canım cicim işlemiyor sana artık, pabuç gibi oldu dilin..."
"Kötü adam!" dedi Nil, gözleri dolarken. "Kötü konuşuyoysun!"
İleriye çıktım ve Deren beni hissedince omuzları kasıldı. Yanlarına doğru yürüdüm, Nil bana gülümserken Deren'in karşısına dikildim. Gün ışığında gözlerindeki şişlik, tahammülsüzlük daha belirgindi. Hiç uyumadığı belliydi. Zaten Carlos ile ben bir odada, Karina'nın yanındayken Deren'in gözüne uyku girmeyeceğini biliyordum.
"Gidecek misin?" diye sordum, İtalyanca.
"Benden kurtulmak için her yolu denedin.”
Gerçekten yalan söylememe fena takmıştı. Bir aydır hiç olmadığım bir yerde aramıştı beni, daha da fenası kardeşiyle kızını buna sürüklediği için de öfkeliydi. "İsveç konusunda yalan söylemeyi planlamamıştım, bir anda oldu.”
"Ben de bir anda yaptım dedim, af diledim, hem de hatamın delicesine farkında olmuş şekilde..." Aynılarını söylemekten tükenmiş gibi yükselip alçaldı omuzları. "Şu halime bak, delirttin beni! Ne iş yapabiliyorum ne kızımla kardeşime vakit ayırabiliyorum! Ancak affedilmek için didinip duruyorum!"
"Sen ne yaptın ki?" diyerek araya girdi Noah.
Nil anlamasın diye İtalyanca konuşuyorduk ama belli ki abim açık açık dinliyordu.
Daha kısık sesle, "Aşkımızı kaybetmekten de korkmuştum," dedim. "Bu yüzden bitirmek istedim. İkimiz için de."
"Sen bana güvenmedin! Kızına bir şey yapacak kadar ileriye gitmemden korktun! Bir hatayla senin gözünde böyle bir adama dönüştüm!"
Yutkunup dişlerim arasından, "Kızım nefes bile alamıyor!" dedim. "Böylesine acı çekmiş bir kızım var! Onu tabii ki her bir ihtimalden koruyacağım!"
"Koru o zaman!" derken gözleri kırgınca bakıyordu. "Koru benden! Gidiyorum, istediğin olsun!"
Yanımdan fevrice geçmek için adımını attığında ceketinin kenarından sertçe tutup, "Ama elimi tuttuğunda…" dedim hızlıca. "Elimi tuttuğunda... Her şeye rağmen ilk sana söylemek istedim, Deren. İlk sen geldin aklıma, bunu seninle paylaşmak istedim."
Gözlerini yumdu ve tekrar açtığında doğrudan gözlerimin içine baktı. Kahretsin, bana böyle bakmasına dayanamıyordum. Kızıma yaptığı için çok kırılıyordum ama o, bana kırgınca bakınca... "Gerçekten böyle mi hissettin?"
"Evet," dedim. "Koşa koşa aşağıya indim, anlamadın mı?"
Abim, Nil ve Utku sessizce bizi izliyordu. Sanırım Nil, babasıyla bu kadar fazla konuşacak neyim olduğunu düşündüğü için sessizdi. Deren ceketinin kenarından tutan asabi parmaklarıma baktı ve sonra kirpiklerimin derinliğine gömülü koyu gözlerime. "Kalmak için bir koşulum var," dedi.
Yüzümde garip bir ifade oluştu. "O kadar da değil, canım!"
"Bir koşulum var," diye tekrarladı.
"Ne koşulu?"
"Sen, ben, Nil, Karina," dedi ve cümlesine devam edecekti ki Utku araya girdi. "Sikeceğim ama artık..."
Siteminin ne için olduğunu anladım ve Deren’le aynı anda ona baktım. Abisi, "Hemen şimdi seni de ekleyecektim," dedi.
"Sağ ol ya," dedi darılmış şekilde.
Anlık sırıtmasından Deren'in artık bunu bilerek yaptığını düşündüm ve bana dönünce, "Benim ailem ve sen ile Karina," diye tekrarladı. "Bir hafta, başka bir evde beraber yaşayacağız. Bana, bizim bir aile olamayacağımızı söylemiştin. Deneyeceğiz. Ben Nil ile yaşaman hakkında ne hissedeceğim, sen Karina ile beni yalnız bırakmak hakkında ne düşüneceksin... Yaşayıp göreceğiz."
Ona aile olamayacağımızı söylemiştim, bu konudaki fikrim de değişmemişti. Deren'in kalmasını isteme sebebim Karina uyanırsa görmesiydi, onu özlememdi ama aile olacağımızı düşünmem değildi. Bunu denemek... Ya olmazsa? Kendimize gerçekten bir arada olamadığımızı kanıtlarsa ne olacaktı?
O zaman Deren de benim gibi düşünürse, razı gelirse?
"Olmaz," dedim, elimi indirerek.
Deren yanıma düşen elime doğru baktı. "Korkak. Hiç şaşırmadım böyle söylemene."
"Ben korkak değilim!"
"O zaman kabul et," dedi.
"Ya olmadığını görürsek, bir arada yapamazsak? Sen de vazgeçer misin bizden?"
Bakışlarını çekti. "Vazgeçerim derim ama muhtemelen bir daha denemeyi isterim."
Onun da aklı benim gibi karışıktı. Yapabilmeyi, vazgeçebilmeyi istiyordu ama yapamıyordu. Ben de öfkeyle ayrılmıştım ondan. Dün geceden beri ise Karina'mın mutluluğunu onunla paylaşmak istiyordum.
"Nerede yaşayacağız?"
Kafasını hızlı kaldırdı. "Kabul mu ediyorsun?"
"Karina'yı oraya taşımak nasıl olur, bilmiyorum."
"Ambulans," dedi hemen, sesindeki ruhsuzluk gitmişti. "Bana akşama kadar zaman ver, her şeyi halledeceğim."
Dudağımı ısırıp abime doğru baktım. Konuşulanları duyuyordu, kafası karışıktı. Nil ise aşağıya inmiş, düşünceli şekilde izliyordu bizi. Yanıma yürüyüp kollarını göğsünde bağladı. "Siz babamla aykadaş mı oldunuz? Zaten sana gül almıştı, hatırlıyorum."
Ah... Sanırım artık bizden şüphelenmeye başlamıştı. "Arkadaş olalım mı?"
Babasına doğru şüpheyle baktı.
"Karmen." Carlos'un sesini duyduğumda güçlükle Deren'den çektim bakışlarımı. "Hastaneye gidelim mi?"
Carlos ensesini ovarak buraya yürüyordu, diğer elinde fincan vardı. Çayını, Deren'in Fransa'dan getirdiği fincanda içtiğini gördüm ve Deren de aynısını görünce, zaten huzursuz olan hali daha da berbatlaştı. "Allah'ım, gerçekten bir evde bu kadar fazla öldürmek istediğim adam olmak zorunda mı?"
Salvador, Dante, Noah, Carlos..
Karina'nın odasına geçerken, "Evet, gidelim," dedim Carlos'a.
Odaya geçtiğimde, dışarıdan gelen ambulansın sesini duydum. Demek Carlos çoktan çağırmıştı, iyi olmuştu. Karina ile ilgili gelişmeleri bir an önce öğrenmek istiyordum. Sağlık çalışanları Karina'nın odasına geldiğinde, onu sarsmadan, özenle kaldırdılar. Sedyeye koyup kabloları bedeninden ayırmadan koridora çıkardılar. Merdivenlerden, çok dikkat ederek ve sarsmadan indirdiklerinde az kalsın ayağımda ayakkabı bile olmadan arkalarından gidiyordum. Neyse ki abilerim ve Carlos sedye ile ilgilenirken, Deren birkaç adım arkamdan bana seslendi. "Üstüne bir şey al."
Duraksayıp kendime baktım. Elbisem günlük, rahattı ve hava da sıcaktı. Yine de odama döndüm ve Nil, abilerimle aşağıya inmişken Deren beni odama kadar takip etti. Dolabımdan elbisemle uyumlu blazer aldım, aynanın önünde saçlarımı düzelttim ve dudaklarıma kahve alt tonlu bir pembeden oluşan parlatıcımı sürdüm.
Deren'in dikkatli bakışlarını fark edince, "Karina her an uyanabilir," dedim. "Uyandığında beni güzel görsün istiyorum."
"Eminim onun da güzellik anlayışı zaten sensindir."
Parlatıcıyı makyaj rafına geri koyarken gözlerimin parladığını hissettim. Nadiren olurdu, yaştan başka bir şeyle parlaması. Çantamı yatağın kenarından alıp omzuma astım, kapıya ilerleyip eşikten çıkarken, "Sen de gelecek misin?" diye sordum.
"Hayır."
Defalarca git demiştim, gelmesinden ümidi zaten ben kesmiştim. Ama yine de... "Gidecek misin peki?"
"Karina hastaneden ayrıldığında o evde olacağız," dedi kararlı şekilde. "Gidip birkaç saat orayla ilgileneceğim."
Duraksadım. "Henüz aileme söylemedim Deren, birdenbire olmaz."
"Yaparım, olur."
Daha fazla uzatmadan arkasını döndü, Utku'nun durduğu kapıya ilerledi. Yanaklarımı şişirip asansöre yürüdüm ve içine bindiğimde yönümü ona çevirdim. Kardeşiyle konuşsa da gözleri üstümdeydi. Her açıdan o aptal suratı o kadar güzel görünüyordu ki kapılar kapanana kadar defalarca dışarıya çıkmak istedim.
Aşağıya inince ambulansın hazır olduğunu gördüm. Carlos da ambulansa binmişti. Dante ile Noah dışarıdaydı, yengemle Angel ise bizle gelmek için araca yerleşmişti. Nil, binmek üzere olduğum ambulansın önünde Karina'ya el sallıyordu. "Çabuk dön, Kayina."
Eğilip tırtılımın yanaklarından öptüm. "Sen Noah’la vakit geçirirken yokluğumuzu fark etmezsin bile, merak etme."
"Ya Kaymen, sen bana ne demek istiyoysun?" Utangaç şekilde dil çıkarıp Noah'a bakınca, gülümseyip ambulansa bindim. Çantamla ceketimi kenara koydum ve Enrica ile korumalar peşimizden gelirken hareket aldık. Carlos Karina'nın elinden tutuyordu, dün geceden beri yalnız kızına odaklanmış gibiydi. Hastaneye giderken de onunla ilgilendi, gözlerinde bir hüzünle bakıyordu.
Hastaneye geldik ve Karina çok dikkatli şekilde odaya alındı. İsveçli doktorla bir araya gelince Karina'nın testlerini yapmaya başladık. Odadan, beyin tomografisi çekilmesi için çıkıp geri dönene kadar bir saat geçmişti. Karina çok hassas olduğu için şartları ona uyumlu kılmaya çalışıyorduk.
Yapılması gerekenler yapıldıktan sonra tedaviyi yeniden uyguladık. Sinir uyarı kabloları onun kafasına yerleşti ve uyarı gönderildiğinde kızımın solgun ellerine baktım. Kasları dahi kıpırdamıyordu, uzun uykusundaki yeni gündeydi.
"Senin elini tuttuğuna emin misin?" diye sordu Carlos, Karina'nın tedavisi sırasında.
Kızgınlıkla, "Gerçekti," dedim. "Sanırım sen hayal gördüğümü sanmaya başladın."
"Olabilir, yanılabilirsin," dedi. "Sana öyle gelmiş olabilir."
Söyledikleri moralimi bozduğu için konuşmayı bitirdim. Doktoru ve kızımı izlemeye devam ettim. Tedavi boyunca Karina cihaza tepki vermedi ve sonra doktor bizimle defalarca konuştuğumuz şeyleri konuştu. Kızımın solgun yüzüne, ağlamaklı bir ifadeyle bakıp bu kadar şeye maruz kalmasının acısıyla odadan çıktım. Koridorda olan Salvador ile Angel beni gördüklerinde de yüzümdeki ifadeyi görüp yanıma geldiler. Yengeme sarıldım ve abim saçlarımı okşarken nefretle gözlerimi yumdum.
Hastaneden, Karina'mı alıp ayrılırken saatler geçmişti. Sonuçlarının yarın çıkacağını öğrendim. Eve giderken telefonumu kontrol ettim ama Deren'den bir arama görmedim. Gerçekten evle ilgileniyordu, İtalya'ya geldiğinde kaldığı ev olmalıydı ama o evin Karina için uygun olup olmadığını bilmiyordum.
Malikâneye geldiğimizde biz ambulanstan çıkana kadar evin kapıları açılmıştı. Sara heyecanla eşikte duruyorken, Dante onun arkasında dikiliyordu. Sağlık çalışanları sedyeyi eve taşırken abim ve yengem ve benimle eve yürüdü. Carlos kendi evine geçmişti. İçeriye girdiğimizde doğrudan Karina'nın yanına çıkacaktım ama salondaki sesleri duyunca yaklaşıp baktım.
Deren ile babam satranç oynuyordu.
Babam çok nadiren bize katılırdı, şimdi burada olmasına şaşırmıştım. Hareket eden eli sayesinde taşları ağır ağır yerine götürüyor, Deren de sabırla hamlesini bekliyordu. Nil, babasının dizine oturmuş, heyecanla izliyordu. Demek babamla tanışmıştı.
"Deren beni hileyle yendi ama babama yeniliyor," dedi Dante, yanıma geldiğinde.
Deren ile babam aynı anda bu tarafa bakınca Nil de beni görüp el salladı. Babam elindeki taşı koyacağı yere bırakırken âdeta gözleriyle bana sorusunu sordu. "Yeni bir gelişme yok," dedim Karina için ve yanına yürüdüm. Eğilip kollarımı boynuna doladım, sarılıp yanaklarından öptüm. "Ama dün gece hareket etti, bence yeniden tepki verecek."
Nil ile Deren beni izlerken, babam sağlıklı eliyle yanağıma dokunup bir kez kafa salladı. "Ağla... ağlamışsın."
Çabucak kirpiklerimi silip, "Bir sinir boşalması yaşadım," diyerek doğruldum. Deren'e döndüm, birbirine yapışan ıslak kirpiklerime bakıyordu. "Babamı neden yoruyorsun?"
Nil, "Yoyulmuyor ki," derken, Deren göz devirdi.
"Adama tuğla mı taşıttık, Karmen?"
"Taşıtmadık, babacığım."
Sanırım Nil bugün babacı günündeydi. Doğrusu her gün…
Babama dönüp bu kez İtalyanca konuştum. "Odana çıkmana yardımcı olayım mı, babacığım?"
Elimi tekrar tuttu. Sadece, "Karina," diyebildi.
Torununu görmeyi istiyordu, anlamıştım. Bu yüzden Deren ile babamın ilerleyen samimiyetlerini düşünerek tekerlekli koltuğunu asansöre yönelttim. Salona geçen abilerim Deren ile konuşmaya başlamışken, babamla Karina'nın odasına çıktık. Sağlık çalışanları onu yatağa almıştı, her birine teşekkür edip uğurladım ve koltuğa oturup babama baktım. "Sence boşuna mı umut ediyorum?"
Karina'nın elini tuttu. İkisi de sağlıklı değildi. İkisi de benim yüzümdendi. "Zaten... daha kötü..."
Başımı salladım. "Evet, daha kötü ne olabilir ama vücudunu yoruyorsam o kadar üzülürüm ki baba."
Kızgınmış gibi bir ifadeye dönüştü yüzü. Konuşamadı ama söyleyeceklerini duydum sanki. Kirpiklerimi bir daha silerek, "Deren," dedim. "Bugün bana bir şey teklif etti."
Babam hiç şaşkın gözükmedi. "Bili... biliyordum," dedi.
Neyi? Bir süreliğine beraber yaşama teklifini mi? Ah, daha önce konuştuklarında mı söylemişti? Ya da bir kez daha mı konuşmuşlardı? "Peki ne dedin?" diye sordum.
Gözlerinde söyleyeceğinin keskinliğini vurguladı. "Yalnız... bir haf... hafta."
Demek günü de babam belirlemişti. Bu, bir hafta sonra eve geri dönmemi istediği anlamına geliyordu. "Bunu kabul etmene şaşırdım," dedim.
"Tabii," dedi yorgunca. Konuşurken yüzüne bakamıyordum, yana doğru kayan ağzına çok üzülüyordum. "Ona... pan... pantolo... nunu indir... memesini söyle... dim."
Babamın karşısında utanma duygumu tamamen kaybetmediğim için kızardım. "Baba!"
Acaba deren bu koşulu kabul mu etmişti?
Kızımı babamla bırakıp aşağıya inince salondan yükselen sesleri duydum. Salvador ile Dante Deren’le sözlü tartışıyordu ve Nil bugün babacı gününde olduğu için Deren'in önünde dikilmiş, abilerimin anlamadığı şekilde babasını savunuyordu. "Babama bağırıysanız gideyim, beni biy daha göremezsiniz!"
"Kocam, bu kadar hiddetlenme, şekerin çıkacak," diyordu Angel da bir taraftan.
Son basamakta durup, "Beyler!" diye seslendim ve öfkeli, kızarmış yüzler bana döndü. "Neden kavga ediyorsunuz?"
Salvador ağzını kocaman açarak konuştu. "Seni alıp gideceğini söylüyor! Babamla bile konuşmuş! Seni bu evden ne hakla götürebilir?"
"Haberim var, kabul ettim," dedim Deren'e bakmadan. "Çocuklarımız ve biz bir arada yaşayabiliyor muyuz diye bakacağız. Olmazsa da... Deren tamamen gidecek."
"Hiçbir şey anlamıyoyum!" diyerek yere oturup ağlamaya başladı Nil.
Aile üyelerim ve ben ona baktıktan sonra tekrar birbirimize döndük. Dante ellerini kafasından geçirirken sabırsızla soludu. "Karmen, bu adama çok büyük bir hata yaptın. Belli ki o da sana bir şeyler yaptı ki araya zaman girdi. Seni koruma içgüdümü bir kenara bırakarak konuşuyorum, birbirinizle olamayacağınızı görmüyor musunuz?"
Salvador Dante'ye katılır şekilde kafasını sallayıp koltuğa hiddetle oturunca, Nil biraz ürküp geriye sıçradı. Deren derhal eğilip onu kucakladı, Salvador'a sertçe bakıp Dante'ye döndü. "Noah'tan Marianne'yi aldınız, benim de gitmemi istiyorsunuz. Sizin aşkla sorununuz ne?"
"Siz çok normal bir ilişki yaşıyorsunuz da anormal olan biz miyiz?"
"Evet," dedik Deren’le bir ağızdan ama cevap kesinlikle hayırdı.
Abilerim ona ve bana sertçe baktığında arkamı dönüp hazırlanmak için odama çıktım. Deren’le vardığımız anlaşma hem mantıklı hem de korkutucuydu.
Çünkü bir yuva kuramayacağımızdan emin olursak biterdi her şey.
Bir haftalık kıyafet, bakım v.s. şeylerden oluşan valizimi hazırlarken ellerim sürekli gözlerimin önüne geliyor ve kızımın beni tuttuğunu hatırlıyordum.
Uyan güzelim, uyan...
Valizim hazır olunca kızımın yanına geçtim. Carlos'un henüz haberi yoktu. Tamam, bundan nefret edecekti ama yalnız bir hafta sürecekti. Önceliği kendi duygularıma verdiğim için aşağıya indim, Enrica'dan valizimi getirmesini istedim ve salona bakınca Deren’le Utku'nun, ayrıca Nil'in de hazır olduğunu gördüm. Deren koltukta arkaya yaslanmış, istediği olduğu için kaygısızca abilerimi süzüyordu. Nil yanıma koşup çığlık attı. "Kayina ile beraber olacakmışız, doğru mu bu?"
"Bir süreliğine," dedim tırtılıma.
Utku oturduğu koltukta ofladı. "O evde üçüncü bir dünya savaşı çıkarır mısınız? Çocukları alıp kaçarım?"
“Eşlik ederim,” diyen ses geldi arkamdan.
Yaman'dı.
Bakınca daha iyi olduğunu gördüm. Yeni bir takım giyinmişti. Görünen o ki bizimle gelecekti, tabii anlamadığım şekilde hâlâ Deren'in korumasıydı. Deren ayağa kalkarken ona sırıtıp sonra Nil'in elinden tuttu. "Gidiyoruz, yavrum."
"Gidelim, yavyum."
Salvador abim oturduğu koltukta gözlerini yumdu. "Angel, benim gerçekten şekerim düşüyor."
Hiç istemesem de abime güldüm ve Deren, Nil ile kapıdan çıkarken Yaman ile Utku onlara eşlik etti. Burada beklettiğimiz sağlık çalışanları içeriye bir daha girip Karina'yı indirdiklerinde kızımı yoruyor muyum endişesindeydim. Babam da asansörle indi ve abilerim, yengem malikânenin merdivenlerinde dikilirken ben de babamla dışarıya çıktım. Eğilip onu öptüğümde, biraz uzakta, arabasının önünde duran Deren'e uyarıcı gözlerle baktığını gördüm. "Sözümü tutacağım, baba. Bir hafta sonra döneceğim."
Doğruldum ve yan yana dikilip bana sertçe bakan abilerime yanaştım. Usulca Salvador'un göğsüne sindiğimde oflayarak kollarını etrafıma sardı, yanağımdan öptü. "Bir sorun çıkarırsa ara. Birkaç koruma da olacak, sen ve Karina için evin dışında bekleyecek."
"Baş korumam buna darılır ama kabul," dedim ve yana kayıp bu kez Dante'ye baktım. O suratsızca kaş çatınca da boynuna sarılıp, "Şımarıklıklarım ve sürekli yoran isteklerim için özür dilerim," dedim.
"Bir hafta sonra burada olmazsan ben gelir seni alırım," dedi.
Yanağından öpüp çekildim, yengeme de sarıldıktan sonra yukarıya doğru baktım. Noah camın önündeydi, durağan gözlerle odasından olup biteni izliyordu. Evet, bize katılıp yanımızda oluyordu ama abim artık etkisi gibi değildi. Bizimle arasında Marianne duruyordu, belli ki durmaya da devam edecekti.
Basamaklardan inip güneş gözlüklerimi saçlarıma ittim ve arka arkaya duran araçlara baktım. Deren'in arabası öndeydi, koruma aracı da arkada. Nil ile Deren haricinde herkes de yerleşmişti. Yürürken, bir savaş kazanmış kadar gururlu duran Deren’le göz gözeydim. Benim için kapısını açtığı koltuğa binmeden önce onu süzdüm. "Çok kibirli görünüyorsun."
Sessizlikle yetindi.
Şoför koltuğunun yanına oturdum ve Deren Nil'i arkaya, Utku ile Yaman'ın yanına koyup direksiyona yerleşti. Ambulans hareket ederken korumalarımız da arkamızdan gelmeye başlamıştı.
Biz ayrılmıştık.
Bunu yapmamız, söylediğim her şeyin tam zıddıydı. Fakat yapmayı durduramıyordum.
"Kaymen, sen niye geliyoysun?"
Nil'in sorusuyla beraber tepe aynasından baktım ona. "Gelmeyeyim mi?"
"Gel ama kafam kayıştı," dedi bir babasına bir de bana bakarak. "Yine dadım mı olacaksın?"
Onun anlamasını kolaylaştırmak için, "Evet," dedim.
Deren doğrudan ön yola bakarken, "Benim de dadım olacak," dedi Nil'e.
Utku gülerken, Nil âdeta şok olup elini ağzına örttü. "Nasıl yani?"
Yaman, Nil'e biraz eğildi. "Sana yaptıklarını babana da yapacak."
Nil ile Yaman'ın görüşmesinde artık o kadar sıkıntı olmadığı açıktı, yan yana oturuyorlardı hatta. Nil, Yaman'ı duyduktan sonra, "Baba, Kaymen sana da mı yemek yedirecek?" diye sordu. "Üstünü mü değiştirecek?"
"Evet," dedi Deren, ciddiyetle. "Seni uyuttuğu gibi beni de uyutur hatta."
Nil bir süre daha babası ile bana bakıp sonra parmağını salladı. "Baba anladım, sen bana şaka yapıyoysun!"
Deren tepe aynasından bakıp öpücük atınca Nil kıkırdayıp aradaki bölmeden geçmeye çalıştı. Ona yardımcı oldum ve Deren'in dizine oturduğunda istemsizce onlara hayran kaldım. Deren çenesini onun başına yaslayarak arabayı tek eliyle kullanırken, diğer eliyle Nil'in kafasını okşadı.
"Baba ben seni dünyadaki hey şeyden daha çok seviyoyum, kendimden bile!"
"Ben de seni kendimden çok seviyorum kızım."
"Ben?" dedi Utku.
Aynadan, arkamızdan gelen ambulansa bakarken yutkundum.
"Ya ben?" dedi Yaman.
Kimse onlara bir cevap vermedi ve Deren aracını kullanmaya devam etti. Gözlerimi kapayınca güneş ışıklarını daha net hissettim. Boynum terlemeye başlamıştı, bu yüzden elimle sildim ve bacağımı diğer bacağımın üstüne attım.
Bir daha araba yavaşlayana kadar gözlerimi açmadım. İçerisi sessizdi. Deren'in aldığı her nefesi dinliyordum, benim parfümlerimden birisini sıkmıştı ama ne zaman yaptığını bile bilmiyordum. Benim gibi kokmakta sakınca görmediği aşikârdı.
Araç durduğunda kapı seslerini duyup mayışmış gözlerimi açtım. Doğrudan sağ camdan dışarıya baktım ve güneşin üzerinde battığı evi gördüğümde, kalbim göğsümün içinde âdeta yarıldı.
Sicilya'da, âdeta denizle bitişik yerde, o evdeydik.
Hayalini kurduğum ev.
Kulaklarımdaki çınlamayla kapıyı açıp çıktım ve büyük, yerleşim yerinden uzaktaki bu görkemli eve hayretle baktım. Geniş kapıları az ilerideydi. Buradan evin arkası görünüyordu çünkü önü geniş denize bakıyordu. Fakat daha önce defalarca gördüğüm, gezdiğim için ezbere biliyordum.
Yüzümdeki hayret ifadesiyle Deren'e döndüm. "Sen... Bu eve nasıl sahip olabilirsin?"
"Yalnız bir haftalığına," dedi, kucağında Nil ile yanıma gelip. Güneş gözlükleri vardı, gözlerini göremiyordum. "Hayalini kurduğun evde benimle olmanı istedim."
Cümle kurmaya çalıştım. "Bu evin sahibini ikna edemezsin."
"Ettim," dedi. Sesinden, bunun için zorlandığı belli oluyordu.
Açık açık, "Buraya paran yetmez," dedim.
Deren karşımda durunca yüzüme belli bir süre baktı. O sırada kalbimdeki yarıktan içeriye, tepedeki güneşin ışığı sızıyordu sanki. "Bir haftalığına yetti."
Şaka mıydı, ciddi miydi anlamıyordum ama gülesim gelmişti. Ambulans, arazinin açık kapılarından girdiğinde Utku ile Yaman'ın da evi hayranlıkla incelediğini gördüm. Ayaklarım beni kızımın arkasından götürürken, gözlerim bu evin duvarlarında, estetik mimarisinde dolaştı. "Aman Tanrı'm! Ev sahibini öldürdün mü yoksa?"
"Evet," dedi Deren, Nil ile arkamdan gelirken. "Evimizin arkasına gömdüm."
İleriye doğru, geniş arazi boyunca koştum ve evin ön tarafına ulaşınca gördüğüm manzarayla nefesim bir daha kesildi. Evin önündeki deniz sonsuzmuş gibi geliyordu, masmavi suyun üzerinde yansımalar vardı. Malikânemizden büyük değildi ama etrafı, içi, mimarisi o kadar güzeldi ki önümdeki havuza, ilerideki denize, etraftaki devasa büyüklükteki doğal oluşum taşlara sırasıyla, dakikalarca baktım.
"Karina'nın odası hazır," dedi, bana bir adım atarak.
Ambulansa baktım ve bana yaptığı sihrin etkisinden kurtulmaya çalışarak kızıma yürüdüm. Yaman ile Utku evden içeriye girmişti bile. Sağlık çalışanları sedyeyle indirirken, ben de Karina'ya çok dikkat ederek arkalarından ilerledim. Evin ikili geniş kapısından girince ferahlığına, büyüklüğüne bir daha âşık olmuş şekilde baktım. Camlar yerden tavana kadardı ve ev denize o kadar yakındı ki içerideymiş gibi hissettiriyordu.
"Karina'ya bu kattaki odayı hazırlattım, merdiven çıkmaya gerek olmasın diye."
Nil amcası ile Yaman'a katılırken, Deren benimle gelip sol taraftan döndü. Arkasından yürüdüm ve sedye de benimle gelirken Deren odalardan birisinin kapısını açtı. Denizi tamamen gören geniş oda beyaz ve sarı renklerinde, oldukça ferahtı. Kızımın cihazlarını yerleştirdik ve sonra kendisini de yatağa aldık, kabloları yerlerine taktık. Üstüne, yatağın beyaz örtüsünü kapattım ve cihazlar çalışıp Karina için her şey kolaylaştığında rahatlayıp yüzünü sevdim. "Kızım, aşkım. Bu evi görmeni çok istiyorum, bence bayılacaksın."
Deren'in sağlık çalışanlarına teşekkür ederek uğurladığını duydum ve kapı kapandığında, omzumun üstünden ona baktım. Gözlüğü elinde tutuyor, dudaklarını ısırarak bana bakıyordu. Ev kokmuyordu, havalandırıldığı belliydi. Üstelik sıcaktı da. İkimiz arasında uzayan bakışma, ağır nefeslerimizle beraber daha da yoğunlaştı ama ikimiz de gözlerimizi birbirinden ayıramadık.
"Bu evin yerini kimden öğrendin?"
"Gece'den öğrenmiştim, bir hayli zaman önce."
Demek o zamandan beri aklındaydı, almaya çalışmıştı. Belki de evi aldığı için bana bu teklifi sunmuştu. Beni bu evde, hayallerimin evinde kendisiyle görebilmek için.
"Her şeyi hazırlamışsın."
Başını sol tarafa eğdi, gözlerini dudaklarımın kıvrımında dolaştırdı. "Sensizken... Çok vaktim oldu."
Ellerim sevinçten uyuşmuştu, bir an sonra endişeyle titriyorlardı. "Başını belaya sokmadın, değil mi?"
"Bela derken ne kastettiğine bağlı."
Kollarını göğsünde bağlamasını izledim. Ceketinin yüzeyi gerilmiş, kolları şişmişti. Birkaç saniyemi kollarını izleyerek geçirip, "Borçlandın mı?" diye sordum. "Ya da ev sahibini zorladın mı? Kaba davrandın mı?" Yoksa bu olay yüzünden mi kaçırılmıştı?
"Adamı öldürdüğümü söyledim, eve de böyle sahip oldum. Neden ciddiye almıyorsun?"
Gözlerimi devirip yatağın kenarından kalktım. Doğrusu yatağa oturmama gerek yoktu, bir koltuk vardı. Karşısına kadar yürüyüp, "Bir şeye zorla sahip olacak türden bir adam değilsin de o yüzden inanmıyorum," dedim.
Beni baştan aşağıya süzerken, "Ne tür bir adamım?" diye sordu.
"Kaşları çatık, kızgın, huzursuz, huysuz, hesapçı, takıntılı..." Yeterince olumsuz şey söylemekten mahcup olsam da eğlenmiştim. "Merhametli, gözü kara, korkusuz, şiddetli, tutkulu..."
"Teşekkürler," dedi. Sesi hâlâ donuktu, benim gibi eğlenmiyordu. "Arada üç tane falan iyi şey söyledin."
Arkasını dönüp koridorda yürümeye başlayınca omuzlarımı düşürdüm. İsveç yalanıma tahminimin ötesinde sinirlenmişti, belki bu yaptığım daha önce söylediğim yalanları da tetiklemişti. Fakat yalnız kırgın ve kızgın olan kendisi değildi.
Uzaktan Nil'in ve diğerlerinin sesini duyarken kızımın yanındaki koltuğa oturdum. Denizin üstünde güneş batmıştı, artık hava kararıyordu.
Karina'mı bir miktar fazladan sevgiye boğduktan sonra koridora çıktım ve gördüğüm ilk odanın kapısını açtım. Tahmin ettiğim gibi bavulum buradaydı, Deren Karina'ya en yakın odayı almamı istemişti. İçeriye geçince bu odanın kırmızı ve siyah tonlarında dekore edildiğini gördüm. Çok fazla detayla boğucu olmamıştı, sade ve düzenliydi. Yatak yuvarlaktı, yatağın karşısındaki duvarda boydan boya aynalı bir dolap vardı. Yatağın sağ arkasında da kapı duruyordu, banyo olmalıydı. Yer beyaz mermer zemindi, topuklu ayakkabılarım tıkırdıyordu.
Valizi açıp içindekileri boş dolaba yerleştirdim, sonra da siyah, bol paça pantolon ile siyah büstiyerimi aldım. Artık bugün tamamlanması gereken bir son vardı, onu yerine getirmek üzere bir süreliğine evden çıkmam gerekecekti.
Siyah Chanel çantamı ve bordo deri ceketimi yanıma alıp çıktım. Kapısından kızıma bakıp, ardından etrafı inceleyerek oturma odasına geçtim. Tavan çok yüksekti, dışarının deniz manzarası ayaklarımızın altında gibiydi. Utku pencereye yapışmış, hayranlıkla izliyorken, Yaman krem koltuğa oturmuş, yaralarına merhem sürüyordu.
"Daha iyi misin?" diye sorduğumda beni fark etti. Halsiz ve yorgundu, gözkapakları şişti. Başını ağır ağır sallarken, "Gece?" dedi sorarcasına. "Türkiye'ye dönmüş."
"Evet," dedim, evde birisinden duymuş olmalıydı. "Deren artık seni tehdit etmiyor gibi, onu bırakıp Gece'yi görmeye gidebilirsin."
Ya da Karina'm uyanır ve Gece çok kısa zaman sonra burada olur.
"Gitmeyi istiyorum," dedi Yaman, elindeki merhemi kenara fırlattı. "Deren'in de bana eskisi kadar ihtiyacı yok zaten."
Deren gerçekleri Yaman'dan öğrendiğimi bilmiyor muydu?
Kafam karışmış şekilde Utku'ya baktım. "Bir saatlik işim var. Rica etsem... Karina'yı ara ara kontrol eder misin?"
Utku hayranlık duyduğu manzaradan çekti gözlerini. "Daha yeni geldik, nereye gidiyorsun?"
"Birisini öldürmeye," dedim.
Gözlerini kırpıştırdı. "Efendim?"
"Utku, mafya bir yengen var, daha ne istiyorsun," dedim şakacı şekilde ve el sallayıp arkamı döndüm, kapıya giderken de Deren ile Nil'in indiğini gördüm. Nil babasının omuzlarındaydı, Deren onu yere bırakıp beni süzerken, "Bir yere mi gidiyorsun?" diye sordu.
"Ufak bir işim var," dedim İtalyanca. "Bugün, artık ölmesi gereken birisini öldüreceğim."
Deren üstünü değiştirmişti. Siyah tişört ile koyu gri kot pantolon giyinmişti. Daha rahat ve şey... Kaslı görünüyordu, kolları çıplak olduğu için. Nil'e eğilip onun çenesinden çok tatlı bir şekilde öptü. "Biz dönene kadar Karina'ya bakar mısın? Tabii amcanla beraber. Ve sakın..."
Nil başını salladı. "Kayina'nın fişini çekmeyeyim."
Deren doğrulurken içeride kalan Utku'ya temkinli bir bakış attı. Nil, bu sırada bana düşünceli şekilde bakıyordu. "Sen babamla yalnız mı kalacaksın?"
Durumu onun anlayacağı şekilde yumuşattım. "Baban benim korumam ya, o yüzden beni götürecek."
"Sana gül alacak mı?"
Ah, iş ciddileşmeye başlıyordu.
"Hayır," dedim gülümseyerek.
Başını sallayarak Deren'e döndü, kollarını ona uzattı. Deren anlayıp eğildi, ona sarılıp boynundan seslice öptü. "Gelirken sana ne alayım?"
"Çiçek," dedi, bana düşünceli şekilde gülümseyerek.
Nil babası ile vedalaşıp içeriye yürüdü, koltuğa oturup elleriyle oynamaya başladı. Onu bu kadar düşünceli hale getiren biz olmalıydık. Her nedense duruşundaki o masumiyet canımı sıktı, arkamı dönüp evden çıkarken, "Nil ile kal istersen," dedim.
"Mark'ı seninle öldürmek en çok istediğin şeylerden birisiydi," dedi.
Böylelikle evden beraber ayrıldık. Etrafta abimin benimle gönderdiği korumalar vardı. Deren'in aracına giderken bir saniyeliğine arkamı döndüm, anahtarı cebinden çıkardığını görünce âdeta atlayıp elinden aldım. Deren, boşluğuna geldiği için anahtarı kolaylıkla kaybetti. "Bazen kontrolü elime almayı seviyorum," diyerek yerleştim arabaya.
Deren aynı donuklukla diğer koltuğa yerleşip bir şey demeden oturunca yüzümdeki anlık gülümseme tekrar silindi. İyi madem, yalvaracak değildim. Bana yaptığını unutmuş da değildim. Aracı kullanmaya başlayıp evden ayrılırken kızımı düşünmeye başladım.
Karina'mın hareket etmesine duyduğum sevinçle ve bir daha hareket edemeyecek olmasına duyduğum korkuyla arabayı hızlandırdım. Kızım ve diğer yanda Deren, çalkantılı, fırtınalı, acıtan ilişkimiz... Kızıma ne olacağını, bize ne olacağını bilememek strese sokuyordu, bir saniye yüzüm gülüyorsa diğer saniye mahvolmuş hissediyordum.
Arabayı daha da hızlandırırken Deren'in ellerine baktım. Sigara içiyordu, duman camdan sızıyordu. Bana bir kez bile bakmayınca üzüntüden dudaklarım titredi, önüme tekrar döndüm.
Mark'ı hapsettiğimiz yere geldiğimizde araçtan sessizce indik. Ben önde giderken Deren biraz arkamdan geliyordu. Yaklaşmasını, bana temas etmesini çok özlediğim için garip bir eksiklikle Mark'ın kaldığı odaya çıktım ve içeriye girdim.
Korumalar dönüşümlü olarak onlarla kalıyordu. İçerisi o kadar kötü kokuyordu ki, girdiğim ilk saniyede midem bulandı. Bir insanın dayanabileceği en ağır şartlarda haftalar geçirmişlerdi. Tıpkı... Karina'm gibi.
Fakat artık tamamen ölmeliydi.
Zemin kusmuk, kan ve deri parçalarından ibaret olmuştu. Andrei'nin cesedi çürümüş, Valeri ile Mark ise sanki bir daha hiç uyanmayacakmış gibi kendilerinden geçmişlerdi. Abilerim, Carlos[SE1] [ET2] ve ben, Mark'a her türlü eziyeti yapmıştık. Artık görünüşü bile aynı değildi, gözü çıkmıştı, saçları koparılmıştı, parmaklarının üçü kopmuştu, üstelik iç çamaşırı dışında çıplaktı.
Markla ilgili söylentiler kulaktan kulağa aktarılmıştı. Camia, ahbaplarımız, bağlantılı tanıdıklarımız hem onun bana neler yaptığını hem de benim ona neler yaptığımı biliyordu. Bugünden sonra öldüğünü de öğreneceklerdi.
Ve benim kızım için her şeyi yapabileceğimi.
Eğer yaşamaya devam ederse... Kimse kızım için bir tehdit olmaya cesaret edemeyecekti.
Çantamı Deren'e uzatıp Mark'a ilerledim. Uyanacak hali yoktu, belki de son nefeslerini veriyordu. Ne kadar vahşice öldürürsem öldüreyim, ölümü beni asla tatmin etmeyecekti.
"Nasıl ölmesini istiyorsun?" diye sordu Deren.
Karina gibi, benim gibi...
"Boğularak."
Boğulurken gözlerinin içine baktığını söylemişti.
"Onu aşağıdaki arabaya indirin, bagaja tıkın," dedim korumalara ve hiç beklemeden Mark'a yaklaştılar. Dediğimi yaparak ölmüş gibi yatan adamı sürükleyerek çıkardılar.
"Kusmadan nasıl durabiliyorsun?" dedi Deren, tiksinti dolu sesle.
"Sen nasıl durabiliyorsan," dedim.
"Ben sana bakıyorum, o kusmamı biraz engelliyor. Ama sen hem bu iğrenç kokuyu soluyorsun hem de onlara bakıyorsun."
Birisi ceset, diğeri ölmek üzere olan adamlara baktım. Artık eziyetleri bile hissetmeyecek kadar acı çekmişlerdi. Hıncımı almaya devam etmek istiyordum ama ölme zamanları gelmişti. Deren'e dönüp yaklaştım, ceketinin altında, belinde duran silahı alıp Valeri'ye çevirdim. İlk kurşunu zevkle göğsüne sıktım. Bedeni kurşunla titredi ama gözlerini açamadı, belli belirsiz inleyerek Rusça küfretti.[SE3] [ET4]
İkinci kurşunu, sesini tamamen kesmesi için beynine sıktım ve alnının ortasında açılan delikle beraber hareketsiz kaldı. Öldüğünü anlasam da devam ettim, boğazına da bir kurşun fırlattım. Kurşunun saplanışını izlerken gözümü bile kırpmadım. Belki onun da Karina'ya bir tokat atmışlığı, bağırmışlığı vardı.
"Bir tane de ben sıkabilir miyim?"
Durup omuz üstünden Deren'e baktım. "Zaten öldü."
"Zevkine."
Silahı uzattım ve Deren nişan bile almadan rasgele şekilde adamın vücuduna kurşunları dağıttı. Sızan kan yerde birikmeye, onun tenini boyamaya başlamıştı. Ben saymayı bıraktıktan bir süre sonra Deren de kurşun sıkmayı bırakıp nefes nefese durdu. Kan ayaklarımızın ucuna sızana kadar durduk ve sonra arkamı döndüm, mide bulantısıyla yürüyüp dışarıya çıktım.
"Buraları temizleyin," diyerek arkamdan geldi Deren. "N'oldu, iyi misin?"
Endişelenmesi hoşuma gitti. Normalde hiç de böyle bir kadın değildim ama o an biraz nazlanıp, "Midem bulandı," dedim.
Yanıma gelip düşmemem için dirseklerimden tutunca büyük ellerine baktım. Şu an dokunuşuyla kafamın karışmaması gerekirdi, ortam dahi müsait değildi ama... "Seni temiz havaya çıkarayım."
Bana yardımcı olurken yüzüne baktım. Endişelenmiş ifadesinden haz alsam da hiç belli etmedim, o düşmeyeyim dize ayaklarımı izlerken yüzüne karşı hayranlığımdan soluklarım kesilmeye başladı. En alt kata indik ve dışarıya çıktığımızda serinlik yüzüme çarptı. "En son ne zaman yemek yedin?"
"Bilmiyorum ki," dedim nazlanmaya devam ederek.
Deren, bu ses tonumu pek duymadığı için hafifçe şaşırıp yüzümü incelemeye karar verdi. "Sesini yengen gibi yaptın."
"Angel mı?"
"Evet, kocasıyla konuşurken sesi kedi gibi çıkıyor," dedi suratını buruşturarak.
Evet, yengem tam öyle bir kadındı. Cilveliydi, nazlanmaya bayılırdı. "Pek tarzın değil sanırım," dedim.
"Hayır, ben kedi miyavlaması değil ısırık seviyorum."
"Ben de miyavlamayı değil, ısırmayı severim."
Bana bir şey dememek için kendisini tuttuğunda, edepsiz bir ima yapmanın eşiğinde olduğunu anladım. O sırada araba anahtarımı uzatan korumayı görüp şoför koltuğuma yerleştim. Deren de yanıma oturup camları açtı. Havayı solumam için yaptığını anlarken aracı çalıştırdım.
"Mark'ı çoktan öldürdüğünü sanmıştım," dedi, biraz sonra.
"Beraber olduğumuz gece," dedim, o şehri ve yaptıklarım ortaya çıkmadan öncesini düşünerek. "Mark'ı seninle öldürme hayali kurmuştum. O zaman imkânsız gelmişti çünkü bir daha görüşmeyiz sanıyordum."
"Sana kalsa hâlâ ayrı olacaktık," dedi.
"Ben senden kendim için değil, ikimiz için de ayrıldım!" dedim, aynı cümleyi kurmaktan yorulmuş şekilde.
Aramızda çıkacak tartışmanın gergin havası arabanın içini doldurdu ve Deren göğsünü şişiren bir nefes aldı. "Yaptığın her şey normalmiş gibi sağlıklı kararlar vereceğin tuttu..."
Çünkü Karina girmişti aramıza, ona yaptıkları.
Elimi saçlarımdan geçirip sertçe onun dizinde duran çantama uzandım, içini açıp sigaramı çıkardım ve yakıp içmeye başladığımda Deren kafasını arkaya gömüp uzunca ofladı.
Arabayı, geleceğimiz yere ulaşınca durdurdum ve Deren kendi kapısını açarken çıktım. Bagajı açıp Mark'ı çekiştirerek aşağıya indirdim, sürükleyerek uçurum kıyısına kadar götürdüm. Sicilya'nın en yüksek yerindeydik, rüzgâr dalgaları kayalıkları aşındırıp gürültülü sesler çıkarıyordu. Mark'ı yere, uçurumun ucuna bıraktım ve Deren’le beraber tepesinde durup ona baktık.
"Karina ve benden o kadar çok şey aldı ki... Kızım uyansa bile bir daha mutlu olacak mı, bilmiyorum."
Deren o saniyeden sonra bana baktı. "Her şeyin bir sırası var. Önce uyanacak, sonra unutacak, ardından seninle mutlu olacak."
Dizlerimi kırıp eğildim, Mark'ın vahşet haline dönmüş yüzüne son kez baktım. Korumalar onu hayatta tutmuştu ama ölmekten beter durumdaydı. Fakat gözlerini açmasını istiyordum, ölürken son gördüğü benim gözlerim olacaktı. "Uyan, gözlerini aç."
Uyandırmak hiç kolay olmadı. Vücuduna dışarıdan aldığı darbeleri hissetmiyordu. Ancak Deren'in güçlü tekmesini fark edince gözkapağı hareket etti, diğer gözünde sargı vardı. Uyanınca ilk hissettiği acı oldu ve acınası şekilde inleyip o gözünü açtı. Beni görmesi, anlaması, etrafın farkına varması zaman aldı.
"Karmen..."
Ona müjdeli haberi vererek, "Dün... Dün kızım ilk kez yaşama tepkisi gösterdi, elimi tuttu," dedim gözlerim sevinçle dolarken. "Sanki hem onun yaşayacağının habercisiydi hem de artık senin öleceğinin."
Mark karanlık gökyüzüne baktı, tüm acısı yüzünden okunurken yalvardı. "Bitir artık."
Sırf o istediği için işkenceyi daha da uzatmak istiyordum ama Karina her an uyanabilirdi, uyandığı dünyada Mark'ın yaşamasını istemiyordum.
"Bitireceğim," dedim ve göz göze geldiğimizde yaşamak değil, ölmek için yalvaran gözleriyle tatmin oldum. Ona, bunu yapacağımı söylemiş ve yapmıştım. Ellerimi pislik içindeki boynuna sardım ve yavaşça sıkmaya başladığımda, korkuyla ilk nefesini aldı. "Vur," dedi kekeleyerek.
"Hayır!" dedim. "Boğulacaksın, nefessiz kalacaksın."
Böyle ölmeyi istemiyordu ama karşı çıkamıyordu. Yalnızca bakışlarıyla engel olmaya çalışıyordu. Elini güçlükle kaldırdığında, Deren tekmesini indirdi ve Mark çaresizce inleyince parmaklarım sıkılaştı. Her anın tadını çıkardım, başkaları için kâbus olabilecek bu görüntü bir süredir benim rüyalarımı süslüyordu.
Deren onu kıpırdayamaz halde tutarken ben de baskımı artırıp boğmaya devam ettim. Fazla dayanamayacaktı, nefesi kesilmişti, burnundan soluk vermeye çalışıyordu. Gözleri arkaya kayıyor, vücudu şiddetli şekilde titriyordu. Dalgaların sesi kulaklarımda yankı yaparken, gözlerimi bir an kırpmadan Mark'ı boğdum.
Ölene kadar.
Sıkılaşan, boğuklaşan nefesleri artık tamamen kesilince ve gözü kapanınca, avuçlarımı daha sıkı bastırdım. Aldığı son hırıltılı soluktan sonra da başının sola devrilip ağzının açıldığını gördüm, nabzı kesildi ve dudaklarından köpükler dökülürken Mark ellerimde boğularak öldü.
Yaşamı son bulduğunda tüm acılarım bitecekmiş gibi gelmişti, bu yüzden öldüğüne inanamadım çünkü acılarım hâlâ devam ediyordu. Saçlarım savrulurken kafamı iki yana sallayarak onu boğmaya, öldürmeye devam ettim. Artık ondan alacağım her şeyi almıştım ama bana yaptıkları hâlâ benimleydi.
Karina'ma yaptıkları hâlâ Karina ile beraberdi.
"Karmen..."
Ellerimi daha güçlü bastırarak hıçkırdım.
"Güzelim..."
Sırtımda dokunuşunu hissettim ve sonra beni çekişini. Karşı durmak için Mark'ı daha sıkı boğdum ama biraz sonra ellerim uzaklaşmak zorunda kaldı, Deren beni taşların üzerinde geriye çekip sırtımı ovaladı. "Öldü. Bırak."
Ellerim kucağıma düştü ve omuzlarım da aşağıya. Dizlerim taşların üzerinde seğirirken nefes nefese önüme eğilip yutkundum. Ölmüştü, Karina uyandığında ona zarar veren kimse bu dünyada kalmamış olacaktı.
Haz ve öfke dolu gözyaşları yanaklarımdan inerken boğazım düğümlendi. Hıçkırarak kalbimdeki ağrıyla doğrulmaya çalıştığımda Deren de düşmemden korkuyormuş gibi beni uçurumdan uzaklaştırdı, gözlerime acıyla bakarak diğer eliyle saçlarımı topladı. "Onu öldürdün, kızını yaşattın. O kadar güçlüsün ki... Eminim kimse düşmanın olmak istemiyordur."
Bana ilk kez ne kadar güçlü bir kadın olduğumu söylüyordu. Hissetmediği hiçbir şeyi söylemediği için ona çok inandım ama öylesine hatırlamıştım ki Karina'ya yaptıklarını, gözlerimdeki yaşları çekemiyordum. "Ka... Karina'yı böyle boğdu, elleriyle! O an orada değildim! Keşke ölseydim, böyle bir anne olacağıma keşke ölseydim!"
Deren beni kendisine hızlıca çektiğinde başım göğsüne gömüldü ve yaşlar bir anda onun tişörtüne döküldü. Kollarımı etrafından geçirip ellerimi sırtına gömdüm ve seslice hıçkırırken, Deren yüzünü saçlarıma yasladı. Ona haftalar önce sarılmıştım, bu o zamandan sonraki ilk yakın temasımızdı. Birbirimize sarılmayı özleyeceğimiz kadar zor bir ilişkimiz olduğu için daha da kahrolup ağlarken, "Gülümsediğinde o kadar güzelsin ki ağlamana dayanamıyorum," dedi, sesi kalbinden geliyormuş gibiydi. "Ölmeyi istemene hiç."
"Karina hayatının sonuna kadar o anla yaşamak zorunda kalırsa diye korkuyorum."
"Karmen, neler düşünüyorsun," dedi, sırtımı aşağıya doğru okşayıp vücuduna daha sert bastırırken. "O çocuk, tabii ki unutacak."
Kolları sıcaktı, rüzgârı engellemişti. Temiz kokuyordu, en sevdiğim haliydi. Ellerimi daha sıkı dolayıp ihtiyacım olan her şey kendisindeymiş gibi tutunurken, "Ben sürekli bunları düşünüyorum," dedim. "Bunları düşünüp sonra seni düşünüyordum, ardından tekrar bunları ve sonra seni..."
"Ben de seni düşünüyorum, sonra Nil'i. Ardından tekrar seni ve Nil'i..."
Deli gibi onu koklayıp, "Utku'yu unuttun," dedim.
Göğsü heyecanlı bir gülüşle hareket etti. Bilerek adını geçirmediği belliydi, hatırlatmam için yapıyordu. Yanağını, çenesini saçlarıma sürtüp omuzlarımı, belimi okşadı. Bana her açıdan dokunmayı mümkün kıldıktan sonra hafifçe uzaklaşıp yürümeye zorladı. "Arabaya otur, üşüdün."
"Üşümedim."
"Ama ben üşüdüğünü hissediyorum, huzursuz oluyorum," dedi.
Arabasına doğru giderken mücadele etmedim, açık koltuğa beni bırakıp yüzüme dikkatle baktı, beni inceleyip arkasını döndü. Mark'ın cesedinin yanına gidip bir süre başında izledi. Öldüğüne şüphe yoktu ama ceketinin altından silahını çıkardı, kalan tüm kurşunları onun vücuduna dağıttı. Mark bu kurşunlarla beraber tamamen tanınamaz hale geldiğindeyse Deren omzunun üstünden bana baktı.
Telefonu çıkarıp Enrica'yı aradım, olduğum yere gelmesini söyledim. Enrica gelene kadar orada bekledik ve o geldiğinde Mark'ın cesedini diğer bir korumayla araca taşıdılar. Arabadan çıkıp Mark'ın bagajdaki görüntüsüne son kez baktıktan sonra Enrica'ya[SE5] [ET6] [ET7] anlattım. "Cesedini bir tabutla Rusya'ya, ahbaplarının yanına gönderin. Ne hale geldiğini herkes görsün, öğrensin. Bundan sonra kimse... Kızım için bir tehdit olmaya cesaret edemesin."
"Memnuniyetle, efendim."
Enrica ve diğer koruma Mark'ın cesediyle beraber uzaklaştığında uçurumun kenarında bir müddet durdum. Suyun ve alçakta uçan kuşların sesini duyup tenimde rahatlama gözyaşları hissettim.
Sonra Deren yaklaştı, omuzumdan tutup beni arabaya kadar götürdü. Dudaklarında bir sigara vardı, kemerimi benim yerime bağlarken gözlerime baktı. İşi bitince sigarayı dudaklarından hızla çekti, dudaklarını sertçe yanağımdaki gözyaşlarına bastırdı. Âdeta titredim.
Deren koltuğa oturup arabayı çalıştırdığında, sanki kızımın yanına dönmeyi ne kadar istediğimi biliyormuş gibi çok hızlı kullandı. O hayalini kurduğum eve gelince de etrafımı bir daha hayranlıkla izledim. Karanlıkta dışarısı pek görünmüyordu, evin içindeki duvarların güzelliğine ise dokunmak istedim. Odamdaki duvarlarda çok güzel bir duvar kâğıdı vardı.
Deren kesintisizce arkamdan gelirken evdeki ışıkların azaldığını fark ettim. Salondaki koltukta Yaman uyuyordu, yüz ifadesine bakılırsa yaraları dolayısıyla hâlâ ağrısı vardı. Sonra köşeden döndüm, koridorda hızla ilerleyip kızımın odasına ulaştım. Kapıyı açtığımda Utku kafasını kaldırıp buraya baktı, kucağında Nil vardı, Karina ise yataktaydı.
Heyecanla, "Hiç hareket etti mi?" diye sordum.
Utku üzülmüş gibi, "Hayır," dedi.
Omuzlarımı düşürüp içeriye girdim, kızımın başında dururken ellerimle en son ne yaptığımı hatırladım. Bu ellerle kızıma dokunamazdım.
"Teşekkür ederim," dedim Utku'ya. "Vaktini ona harcadın, yanında bekledin."
"Prenseslerin nöbetçisi olmaya çok alışkınım," dedi kucağındaki yeğenini öperken.
Deren yanımdan geçip odaya girdi, sessizce yaklaşıp Karina'ya bakarken Nil'i Utku'nun kucağından aldı. "Eyvallah, abiciğim."
Utku da doğruldu ve Karina'ya gülümseyerek abisinin ardından yürüdü. Deren Nil'i göğsüne sıkıca bastırırken yalın, durgun gözlerime derinliklerindeki karanlıkla bakıp yanımdan geçti. "Nil'i yatırıp ineceğim."
Gecenin karanlığında yanımda olmasını teklif edeceğim tek adama baktım ve o üst kata giderken ben de cebimden telefonu çıkarıp videoyu açtım. Banyo yaparken Karina'mın kayıtta olması içindi. Kendi odama geçip havlu ve kıyafet aldım, ebeveyn banyosuna geçip soyundum. Deren'in olduğu her yerde güvende hissederdim ama Karina konusunda beni bir daha incitmeyeceğinden nasıl emin olacaktım, bilmiyordum.
Banyonun büyüklüğü, böyle bir eve yakışan cinstendi. Geniş bir küvet vardı ve içerinin görünmediği cam duvardan dışarısı, deniz görünüyordu. Soyunup çamaşırlarımı olduğu yerde bıraktım, küvetin musluğunu açtım ve sıcak su biriktiğinde kenardaki duş jeline baktım. Kullanmadığım bir şeydi, kokular konusunda da hassastım. Fakat köpüklenmek beni rahatlatacağı için sıcak suya bol miktarda sıkıp küvete girdim.
Bu ev çok güzeldi.
Görünen manzaraya bakarken gözlerimden kalplerin çıktığı nadir anların birisindeydim.
Kafamı arkaya koydum ve ellerimi vücudumda dolaştırıp arınmaya çalıştım. Mark'ın izlerini silmek istiyordum. Hâlâ bitmemiş gibi geliyordu ama kızım uyandığında, kimseden korkmayacaktı.
Deren onun için bir tehlike değildi.
Bir anlık hatayla yapmıştı. Pişmandı.
Karina'yı seviyordu.
Ellerimi daha sert ovalayıp Mark'ı boğmanın izlerini tamamen sildim. Bileğimdeki kesiklere bakarken de zaman bir anlığına dondu. Ya başarsaydım, ben Karina hayattayken ölseydim... Ya da Edip o mezarlıkta öldürseydi beni?
Kızım benim olmadığım ama canavarların olduğu o dünyada yalnız kalacaktı.
Ürperip parmaklarımı köpüklerde dolaştırırken odadan buraya sızan ışığın azaldığını fark ettim. Duraksayıp mermer zemine düşen geniş omuzlu gölgeye baktıktan sonra da omzumun üstünden Deren'e döndüm.
"Dikkat et," dedi. "Seni çıplak görürsem ısırırım."
Aramızdaki hava ağırlaştı.
Elimi kaldırıp işaretparmağımı kırarak onu çağırdığımda ağır ağır yanıma yürüdü. Küvetin önünde durduğunda elleri hâlâ ceplerindeydi. Küvette dizlerimin üzerinde oturdum ve yükseldiğimde su dalgalandı, göğüslerim açığa çıktı. Ellerimi küvetin kenarlarına koyarak başımı sola eğdim, kara gözlerinin kontrolünü kaybetmesini izledim. "Bana kızgın olmana rağmen mi?"
"Kızgın ya da anlayışlı olmam fark etmiyor. Seni gördüğüm her an böyle hissediyorum.” Mücadele içinde yutkunarak omuzlarıma, göğüslerime baktı. "Bilmiyormuş gibi yapma şimdi bana..."
Biliyordum, ilişkimizin cinsel gerilimi hep çok yakıcıydı. Fakat duymak hoşuma gidiyordu. "Bazen bana cennetten çıkmışım gibi bakıyorsun. O bakışı tekrar tekrar görmek için her şeyi yaparım."
"Madem öyle, neden benden ayrıldın?" diye sordu sertçe. "Hayatımın sonuna kadar sana böyle bakmamı istiyorsun ama beni bırakıyorsun."
"Çünkü bana böyle, cennetten çıkmışım gibi bakarken... En mutlu anımı da cehenneme çevirdin."
Gözlerini kapatınca o bakışlardan mahrum kaldım. Yavaşça önümde eğilirken tekrar bana bakmaya başlamıştı. Elini uzatıp ıslanmış saçlarıma dokunurken ikimiz de hastaymış gibi tiz nefesler alıyorduk. Saçlarımı kulağımın arkasına koyup çenemi tuttu ve başparmağını dudağıma sertçe bastırıp yüzüme yaklaştı. "Şu an bunların hepsini yok sayıp seni üst kata çıkarmak istiyorum."
Bacaklarımın arasına inen ısı yüzünden konuşamadım. Gözlerinin içine bakarak dudaklarıma koyduğu parmağını öpünce Deren de soluğu kulağımın yanında aldı. Yabani şekilde, vahşice boynuma gömüldüğünde gözlerim kısıldı. Saçlarımı diplerinden çekip avucunda toplarken ellerimi üzerinde kaydırmak istedim. Onun kalbinin ve nefesinin sesinden başka şey duymuyordum, uzun zamandan sonra bana böyle dokunuyordu. Neredeyse bayılacaktım.
"Bunu duydun mu?" dedi Deren, bir anda kasılıp.
"Ne?" dedim.
Deren başını uzaklaştırdı, yatak odama doğru dönerken dudaklarından hoyrat nefesler alıyordu. Kaşlarını sertçe çattığında onun gibi odaklandım ve koridordan gelen bip sesini duydum. Bu sesle kurduğum ilk bağlantı Karina olunca tek nefeste doğruldum, Deren de benim gibi endişeyle hareket etti ve hemen köşeye koyduğum havluyu aldı. Dışarıya çıkıp havluyu vücuduma sardım ve ona, "Cihazlar!" dedim korkuyla.
Bir küfür savurup peşime düştüğünde yatak odamdan geçmiş, koridora çıkıyordum. Islak saçlarımı hızla yüzümden çektim ve gece lambasının aydınlattığı odaya girdiğimde Karina'nın sol tarafında duran cihaza odaklandım. Kalp ritmimin arttığını, düzensizleştiğini gösteriyordu. Panikten karnım kasıldı, titreyen bacaklarımla üç adım daha attım ve Deren telefonunu çıkarıp doktorla ilgili bir şeyler gevelerken, şok içinde Karina'nın yüzüne kilitlendim.
Aman Tanrı'm... Dudakları aralanmıştı, sanki içine nefes çekiyordu.
Şaşkın çığlığım dudağımdan çıktı ve ellerim hızla onun kollarına uzandı. Tüm bilgilerimi unutmuş gibiydim, Karina'nın o an neye ihtiyacı olduğunu hesaplayamıyordum.
"Karmen, n'oluyor?" dedi Deren, telaşla Karina'ya bakıp.
"Kalbi hızlanıyor," diyerek cihaza bir daha baktım. "Ya... ya iyi bir şey oluyor ya da kötü."
Parmaklarımla uzanıp nabzına baktım, tenindeki dokuda ritim aradım. O nabzın her zamanki gibi soluk olmadığını fark ettiğimde bir çığlık daha atıp Karina'nın yanağına dokundum. "Karina, bebeğim. Beni duyuyor musun?"
Kalp atışlarım, kızımınki gibi hızlandı ve Deren panikle cihazlara dönerken, korkudan başımı iki yana salladım. Gözlerimle fişleri, kabloları takip ettim ve Karina'ya tekrar döndüğümde... İnandığım tek Tanrı'dan bana doğru bir meleğin süzüldüğünü gördüm. Karina'nın kirpikleri hareket etti ve Deren’le ben nefessiz, kıpırtısız kalırken, kızımın gözkapakları yavaşça yukarıya kalktı.
Koyu kahve gözlerini açtı.
Ve acısını çektiğim, savaşını verdiğin her şey anlamını bulmuş gibi bir duygu o saniye içime yerleşti. Dümdüz yatan Karina'nın gözleri tavana bilinçsizce baktı ve beynim uyuşma noktasına geldi. Uyan güzelim dedim, uyandı. Beni duydu, onu beklediğimi anladı.
"Ka... Karina..."
Sesimi duyup duymadığını anlayacağım hiçbir geri dönüş almadım. Bakışları tavanda sabit kaldı ve heyecandan dizlerim titredi. Yere doğru düşerken beni Deren tuttu ve Karina'nın hızlanan kalp atışları normaline dönüştü. Ve buzlar çözüldüğünde, kalbimin etrafındaki yangın söndü. Her şey küllerinden doğdu ve uyanan güzelimin dudakları kekeleyerek hareket etti.
"Kor... Korkuyorum."
BÖLÜM SONU.
Yorumlar yükleniyor...